Günümüz dünyasında insanların birçoğunun yoksulluğu ve insanlar arasında vücuda gelen korkunç sınıf uçurumları çok ciddi bir sorun haline gelmiş ve düşünce sahiplerini, meseleye bir çözüm getirmek için düşünmeye mecbur etmiştir.
İslam, servetin bir yerde birikmesini önlemek ve yoksulluk belasının kökünü kurutmak için sadaka ve zekât kanununu koymuştur. Yani zenginlerin, her yıl mallarından belirli bir miktarını fakirlere vermesini emretmiştir.
Kur’an-ı Mecid’in birçok yerinde zekâttan söz edilmiş[1] ve ona o kadar önem verilmiştir ki, çoğunlukla dinin en büyük farizası olan namaz ile birlikte zikrolunmuştur. Mesela, bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
"Dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız." [2]
Zekâtın Vücubunun Hikmeti
İslam Önderleri, halka zekât kanununun mantığını a-çıklayarak onları, zekâtı vermeye teşvik etmişlerdir. İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyorlar:
"Zekât, zenginler için bir imtihan vesilesi, fakirler için de bir geçim kaynağı olsun diye farz kılındı. Eğer insanlar, mallarının zekâtını verselerdi, fakir ve muhtaç bir Müslüman kalmaz ve Allah’ın, kendisi için farz kıldığı mal ile zengin olurdu. Buna göre eğer fakir, muhtaç, aç ve çıplak biri bulunuyorsa, zenginlerin günahları sebebiyledir. Onun için de Allah, kendi rahmetini, malında Allah hakkı bulunup da onu ödemeyen kimselerden esirgerse, haktır."[3] "Allah Teala, fakirler için zenginlerin mallarında muayyen bir hisse ayırmıştır. Zenginler onu ödemedikçe övgüye layık değildirler. O da zekâttır. Onun sayesinde canları korunmuş olur ve onunla Müslüman oldukları bilinir." [4]
İmam Sadık’ (a.s) tan rivayet edilen şu hadiste buyuruyor ki:
"Allah Teala, her bin dirhemde yirmi beş dirhem zekât belirlemiştir. Çünkü Allah Teala, insanları yaratmıştır; onların zenginlerini de, fakirlerini de, güçlülerini de, güçsüzlerini de bilmektedir. Her bin kişiden yirmi beşinin fakir olduğunu (acil yardıma muhtaç olduğunu) bildiği için zekâtı bu şekilde belirlemiştir. Eğer böyle olmasaydı, Allah zekâtın miktarını artırırdı. Çünkü Allah, onların yaratıcısıdır ve durumlarını herkesten daha iyi bilmektedir." [5] İslam kendini beğenmiş zenginleri sınıfsal uçurumların doğuracağı tehlikeler konusunda uyarmıştır.
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyururlar:
"Mallarınızı, zekât vererek muhafaza edin."[6]
Zira, açıktır ki birçok kötülük, fenalık, hırsızlık ve cinayetlerin başlıca sebebi yoksulluktur ve hatta komünizm ideolojisi de şiddetli yoksulluk sonucu ortaya çıkmıştır.
Bütün bunlar, zekât vermenin ekonomik faydalarıdır. Ama unutmamalıyız ki, zekâtın manevi faydası da vardır. Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyuruyor:
"Zekât, namaz ile birlikte Müslümanlar Allah’a takarrüb (yakınlaşma) vesilesi kılınmıştır. Kim, onu gönül hoşluğu ve rağbet ile öderse, günahlarının kefareti ve örtücüsü sayılır ve onu cehennem ateşinden korur. Öyleyse hiç kimse onu verdikten sonra tekrar hatırlayarak üzülmesin." [7]
Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
"Size zekât vermeyi tavsiye ediyorum. Çünkü zekât, Rabbinizin gazabım söndürür."[8]
Zekâtı Ödemeyenler
Bu sebeplerden dolayı İslam, zekât vermemeyi şiddetle kınamış ve zekât vermeyen zenginleri tehdit etmiştir.
İmam Bakır (a.s) Hz. Ali’ (a.s)den, O da Peygamber’ (s.a.a)den şöyle rivayet eder: "İnsanlar, zekâtı vermekten çekindikleri zaman yeryüzü de bereketlerini onlardan esirger."[9]
İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
"(Üzerine farz olan) Zekâtın bir kıratını (çok az bir miktarını) bile vermekten çekinen kimse, ne mümindir, ne de müslim. "[10]
Resulullah (s.a.a), bu hayati meseleyi önemsemeye-rekten fakirlerin haklarını ödemeyen birkaç Müslümanı mescitten dışarı çıkarmış ve şöyle buyurmuştu:
"Zekât vermediğiniz halde nasıl Müslümanların camisine gelebiliyorsunuz?! Hadi camiden dışarı çıkın ve bir daha burada namaz kılmayın!"[11]
İslam dini ekonomik hürriyeti ve şahsi mülkiyeti kabul ettiği ve; "Allah, altın ve gümüş paralan (mal ve serveti) kullarının işlerinin düzene girmesi ve ihtiyaçlarının giderilmesi için bir vesile kılmıştır. Buna göre kim, çok mal toplar da Allah’ın o maldaki hakkını yerine getirir ve zekâtını verirse, o malın hepsi onun için helal ve temiz olur." [12] dediği halde, aynı zamanda fakirlerin hakkını vermekten kaçınmayı da affedilmez bir günah bilip şöyle buyurmaktadır:
"Kim, büyük bir servet elde eder ve cimrilik yaparak Allah’ın o servetteki hakkını ödemez, onu altın ve gümüş kaplar haline getirerek süslü-püslü bir hayata dalarsa, Allah’ın azabını hak eder ve Kur’an-ı Kerim’de acıklı bir azapla müjdelenen kimselerden olur. Allah Teala Tevbe suresinin 34. ve 35. ayetlerinde şöyle buyuruyor: "Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı müjdele. O gün ki, bu altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızartılır da alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanır, (ve:) "îşte kendiniz için yığıp-sakladığımz şey budur; şimdi yığıp-saklamakta olduğunuz şeyi tadın (bakalım)." denilir." [13]
--------------------------------------------------------------------
[1]- Bkz: Bakara suresi, 43, 110 ve 177. ayetler; A’raf suresi, 156. ayet; Hacc suresi, 41. ayet ve Mü’minun suresi, 4. ayet
[2]- Bakara suresi, 110. ayet.
[3]- Men la Yahzuruhul-Fakih, s.151.
[4] - Füru’ül-Kafi, c. l, s. 140.
[5]- Men la Yahzuruhu’l-Fakih, s.151.
[6]- Vesail’üş-Şia, c.2, s.4.
[7]- Nehc ‘ül-Belağa, s. 635.
[8]- Süleym b. Kays’in Kitabı, Necef baskısı, s. 15.
[9]- Füru’ül-Kafi, c.l, s. 142.
[10]- Vesail’üş-Şia, c.2, s.5.
[11]- Men la Yahzuruhu’l-Faklh, s.152.
[12]- Vesail’üş-Şia, c. 2, s.4.
[13]- Yesctil’üş-Şia, c.2, s.4.
source : tebyan