- Kur’an ayetlerinde her amelin kabul olması, niyet ve salih amel olmak üzere iki şarta bağlanmıştır. Bu, şu manadadır ki Allah katında makbul olan amelin hem fail bakımından ve hem fiil bakımından hüsnünün olması gerekir; yani failin niyeti temiz olmalı ve amel de iyi ve salih olmalıdır. Bu iki şartın gerçekleşmesine engel olan her şey amelin kabulüne ve neticede Allah’a yakınlaşmaya engel olacaktır. Ama bazen de her iki şartın var olmasına karşın amel makbul olmaz ve yakınlığı sağlamaz. Çünkü amelden sonra yapılan şeyler o amelin yok olmasına neden olur. Amelin yok olmasına neden olan unsurlardan birisine işaret etmek istersek minnet bırakmak unsuruna işaret edebiliriz. Minnet bırakmak, makbul amel ve onun tesirini ortadan kaldırır. Bu makalede bu ahlaki rezaletin sebep ve sonuçlarına değinilecektir.
Salih Amellerin Kabul Olma Şartları
Yüce Allah Kur’an’da salih amellerin kabulü için bir takım şartlar ortaya koymuştur; nitekim salih amel kabul olmadan onu sonuç ve bereketlerinden faydalanma noktasında ümitli olamayız.
Esasen insan her iyi işi yaptığında onun maddi ve manevi sonuçlarına ulaşmak hedefini güder. Bu sonuç ve tesir, amelin tesir etme şartları gerçekleştiğinde mümkün olur. Kur’an’ın her amel için beyan ettiği en önemli şartlar şunlardır:
1. İhlas: İhlas kelimesi, “خلص” kökündendir ve karışımlardan arındırmak ve seçmek anlamındadır. Bu kelimenin hakikati Kur’an ve şeriat literatüründe Allah’tan başkasından uzaklaşmak ve arınmak anlamındadır.
Elbette Eminu’l-İslam Tabersi, İhlasın Kur’an’daki manasını bundan daha üst bir düzeyde bilmiştir. O şöyle yazıyor: İhlas ilahi bir sırdır ve sadece Allah’ın sevgili kullarının kalplerine yerleşir. (Mecmeu’l-Beyan, c.1-2, s.409). Buna göre ihlas, herkeste gerçek manada gerçekleşmez; gerçekte Allah’ın sevgili kullarına özel ilahi bir emanettir. Muhabbet ne kadar artarsa, ihlas da o ölçüde artar ve aynı ölçüde ihlasın tesirleri de artar. Bu yüzden ebrar, mukarrabin ve sabikun’un ihlası, her ihlastan daha üstün ve Allah katında daha makbuldür.
Kur’an’a göre her insanın değeri, ihlasla yaptığı ibadi amellerine bağlıdır. Yüce Allah, inanç ve amelde ihlasa ulaşmanın onun katında insanın değerini belirleyeceğini buyuruyor. (Bakara/112, Al-i İmran 162-163)
Nitekim eğer bir amel ihlas unsurundan mahrum olursa ve salih amel şirk ve riya gibi unsurlarla karışırsa, o amel değerini kaybeder ve Allah onu kabul etmez.
2. Fail ve Fiilin Hüsnü: Her amelin kabulünün ikinci şartı, o amelin salih ve iyi olmasıdır; yani amel kötü ve çirkin işlerden olmamalıdır. Buna göre insanın yaptığı hiçbir kötü iş kabul olmayacaktır. Elbette iyi ve salih amelden maksat, amelin kendisinin iyi ve güzel bir iş olmasıdır; insan o ameli kötü bir şekilde yerine getirse bile. Zira bazen insan bazı içsel ve dışsal nedenlerden ötürü ameli olması gerektiği layık bir şekilde yapamaz ve amelinin eksiklikleri olur. Ama amelin kendisi iyi olduğu için kabul edilir. Kur’an ayetlerinde, Bakara Suresinin 112. Ve Nisa Suresinin 125. Ayetleri gibi, “muhsin” kelimesi kullanılmıştır; bu amelin kabulünde iyi ve salih olma şartını belirtmektedir. Aynı şekilde Fatır Suresinin 10. Ayetinde amelin yukarı gitmesinin ve kabulünün şartının iyi niyet ve salih amel olduğu belirtilmiştir. Diğer bir deyişle, amel ancak fiil ve failin hüsnü var olduğunda kabul olacaktır; yani ameli yapan kişi iyi bir niyete sahip olmalı ve fiili de iyi ve salih olmalıdır.
3. İhsan ve Takvanın Devamı: Şimdiye kadar açıklananlar amelin kabulü için gerekli olan iki temel şarttır.
Bununla birlikte bazı ayetlerde işi zorlaştıran diğer bir şart yine öne koşulmuştur; şu manada ki amel sırasında fail ve fiilin hüsnü tek başına yeterli değildir, ihlaslı ve salih amele sahip şahsın her zaman takva ve ihsana da sahip olması gerekir. Nitekim Yüce Allah, Bakara suresi 112 ve Nisa suresi 125. Ayetlerde “muhsin” kelimesini kullanmıştır. Zira Muhsin, ihsan sıfatı şahsın daimi sıfatı olduğu zaman mana buluyor. Çünkü bir defa iyi bir iş yapan birine Muhsin denilmez; Muhsin her zaman ihsan ehli olan birine denir. Yine Yüce Allah Maide Suresinin 27. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder”. Bu ayette de “muttaki” ismi üzerinde durulması, salih amelin muttaki ve takva sahibi biri tarafından yapıldığı zaman kabul edileceğini göstermektedir. Buna göre amel sırasında takva sahibi olan birinin ameli doğru sayılsa bile, eğer amelden sonra takva sıfatından mahrum olursa, ameli makbul olmayacaktır. Çünkü amelin kabul şartı, onun takva sıfatının kendisinde meleke haline gelmiş biri tarafından yapılmasıdır. Buna göre salih amellerin kabul olmasında amel sırasındaki ihlaslı niyet yeterli değildir; ihlas sıfatının şahısta sürekli ve kalıcı olarak kendini göstermesi gerekir ve salih amelin failinin de muttaki ve muhsin olması gerekir.
Amellerin Kabulüne Engel Olan Unsurlar
Amelin kabul şartlarına dikkat edildiğinde görülür ki ihlas, amelin salih olması, failin Muhsin ve muttaki olması gibi unsurların yokluğu salih amelin kabulüne engel olan en önemli manilerdendir.
Bu temelde Kur’an ayetlerinde amellerin kabulüne engel olan unsurlar bunlarla alakalı bir şekilde açıklanmıştır. Şimdi onlardan bazılarına işaret diyoruz:
1. Şirk: Şahsın salih amel sırasında Allah’tan başkasını da araya sokmasıdır. Kur’an’a göre böyle bir amel salih olsa bile, makbul olmamakla birlikte doğru da değildir ve batıl bir ameldir.
2. Riya: Riya, amelin halkın göreceği bir şekilde yapılması ve ona karşı hayırlı amel zannında bulunulmasına çalışılmasıdır. Yüce Allah bazı Kur’an ayetlerinde riyayı salih amelin batıl olmasının nedeni saymıştır (Bakara 264-266). “İhbat” insanın iyi amellerinin neticesinin yok olması manasındadır; yani salih amel tüm değerine rağmen hiçbir olumlu ve yapıcı sonuç ortaya çıkarmayacaktır ve insanı Allah’a doğru yükseltip yakınlaştırmayacaktır. Bu bakımdan fail ve fiil değersiz bir hale gelmektedir. Yüce Allah, amellerini riyaya bulamamaları hususunda müminleri uyarmaktadır; zira ilahi muhabbetten mahrumiyete (Nisa 36 ve 38), Allah’ın hidayetinden mahrum olmaya (Bakara 264, Nisa 142-143), şeytanla birlikteliğe (Nisa 38) ve amellerin yok olmasına (Bakara 264-266) neden olmaktadır. Bu yüzden riya ile yapılan ameller haram sayılmıştır. (Bakara 264, Nisa 36 ve 38, Enfal 47, Kehf 110, Maun 1-6).
3. Eziyet: Bakara Suresinin 264. ayetinden anlaşıldığı kadarıyla salih ameller eziyet ile birlikte olursa, riya ile infakta bulunmak gibi, değersizdir ve Allah katında makbul değildir, Allah’a da yakınlaştırmaz.
4. Minnet Bırakmak: Yüce Allah Bakara Suresinin 264. ayetinde minnet bırakarak yapılan infakı kâfirlerin riya ile yaptıkları infaka benzetmiş ve şu noktaya tekit etmiştir ki kâfirlerin infakı kabul edilmediği gibi, minnet bırakılarak yapılan infak da aynı şekildedir ev asla kabul edilmeyecektir. Buna göre minnet bırakan biri, salih amel yapan kâfir gibidir. Diğer bir deyişle, minnet bırakan Müslüman ve mümin olsa dahi bu konuda kâfir gibidir; kâfir birinin ameli faili hüsnün, ihlas ve iyi niyetin olmamasından dolayı batıl ve değersiz olduğu gibi müminin iyi ameli de minnetle birlikte olursa batıl ve değersizdir ve sanki bu ameli kâfir biri yapmış gibidir.
Minnet nedir?
Denildiği gibi ameli yok eden ve salih ameli değersiz kılan etkenlerden birisi minnet bırakmaktır; zira amelin kabul olma şartlarında şahsın muttaki ve muhsin olması gerektiği ve bu iki sıfatın şahsın nefsinde iyice yerleşmesi ve meleke haline gelmesi gerektiği açıklandı. Öyleyse riyakâr ve minnet bırakan birinin ihsan ve takva sıfatından yoksundurlar; zira eğer böyle olmasaydı amel sırasında riyakârlık etmez ve minnet bırakmazdı, hatta amelden sonra bile minnet bırakmazdı.
Elbette rivayetlere göre riya sadece salih amel sırasında gerçekleşir; yani amel yapılıp bittikten sonra riyanın manası kalmaz. Diğer bir deyişle, infak eden, namaz kılan veya oruç tutan biri amel sırasında gösteriş yapıp riyakârlık edebilir, ama salih amelden sonra riyakârlığın manası yoktur.
Ama minnet bırakmak, amel sırasında da amelden sonra da ve hatta yıllar sonra da gerçekleşebilir. Buna göre minnet bırakmadaki durumun riyadaki durumdan daha kötü olduğu söylenebilir. Nitekim şahıs salih ameli yaptıktan yıllar sonra minnet bırakarak amelini batıl edip bırakacağı olumlu tesirleri yok edebilir.
İmam Sadık (a.s) minnet bırakarak salih amelin yok edilmesi hakkında şöyle buyuruyor: “Minnet bırakmak iyiliklerin değerini yok eder. (Kâfi, c.4, s.22)
Peygamber efendimiz de şöyle buyuruyor: “Din kardeşi için iyi bir iş yaptıktan sonra ona karşı minnet bırakan kimsenin işinin sevap ve mükâfatını Allah yok eder ve onun için sadece günahı kalır. sonra Hazret şöyle buyurdu: Yüce Allah buyurdu ki minnet bırakanı cennetten mahrum ettim.” (Vesailu’ş-Şia, c.9, s.452).
Dil bilimcilerin çoğu minnet bırakmanın asıl manasının “kesmek, ayırmak” olduğu görüşündedirler. Bazıları da bu kelimenin asıl manasının ağırlık olduğunu söylemişlerdir; bu bakımdan değerli nimet ve iyiliğe minnet demişlerdir. Diğer bir deyişle minnet, kendisiyle başka şeyler tartılan taşa denir. Buna göre bu tabir değerli ve ağır nimetler hakkında kullanılmaktadır.
Bu kelime zıt manaları olan bir kelimedir. Bu bakımdan “Mennan” kelimesi iki manada kullanılmıştır: 1. Başkalarına çok bağış ve ihsanda bulunan; 2. Bağışından dolayı övünen ve bu şekilde amelini yok eden kimse.
Diğer taraftan el-Mennan Allah’ın güzel simlerinden biridir ve çok bağışlayan, çok ihsanda bulunan manasındadır.
Şüphesiz onun Allah hakkındaki kullanımı müspet ve değer yükü bakımındandır; çünkü Allah her türlü ayıp ve eksiklikten uzaktır.
Bu kelimenin insanlar arasındaki kullanımı genelde onun olumsuz manasına yöneliktir. Diğer bir deyişle minnet, kibir gibi Allah’a has sıfatlardandır ve tekebbür bir insana yakışmadığı gibi, minnet de Allah’tan başkası için yakışık almaz.
Minnet Bırakmanın Nedenleri?
Niçin insan minnet bırakır ve amellerinin yok olmasına neden olur? İnsanın amel sırasında veya ondan yıllar sonra amelini minnet bırakarak batıl ve tesirini yok etmesine neler sebep oluyor?
Yüce Allah Kur’an’da minnet bırakmaya neden olan bazı etkenlere işaret etmiştir ki burada onlardan bazılarına değinilecektir:
1. Şeytanın vesveseleri: İnsanın minnet bırakmak ve riyakârlık yapmak gibi şeylere yönelmesine neden olan unsurlardan birisi şeytani vesveselerdir. Şeytan, insanı saptırıp cennetten mahrum edeceğine dair yemin etmiştir. (Nas 5, Hicr 39, Nisa 38)
2. Allah’ı inkâr etmek: insanlarda minnet bırakmaya neden olan etkenlerden bir diğeri Allah’ı inkar etmektir. (Bakara 264, Nisa 38-39)
3. Kıyameti inkâr etmek: Kıyamete ve ilahi vadelere iman etmemek ve amelde minnet ve riyakârlığa neden olur. (Bakara 264)
4. İftihar etmek ve övünmek: minnet bırakan insan bu işiyle övünmek ve gururlanmak ister; zira eğer övünmek istemeseydi riya ve minnet bırakmaya gerek kalmazdı.
5. Aşağılamak: Bazen insan amel sırasında tahkir etmek için hayır işler yapar ve şahsa karşı minnet bırakır. Bazen bir müddet sonra bu aşağılama işini yapar ve onu tahkir etmek için onun hakkında yaptığı hayır işi hatırlatır.
6. Gurur ve tekebbür: Minnet bırakan şahıs bu işiyle gurur ve kibrini ortaya koyar.
7. Çok saymak: Bazıları yaptığı hayır işi çok saydığı için minnet bırakır. Eğer insan çok büyük iyilikler yapsa dahi yaptığı işin Allah’ın nimetleri karşısında hiç olduğunu bilirse, asla işini büyük görmez ve kimseye de minnet bırakmaz.
Minnet bu etkenler neticesinde ortaya çıkar ve insanın amelini yok eder, onu ilahi rahmetten uzaklaştırır, Allah’ın bakışından mahrum eder, Allah ile konuşma nimetinden mahrum kalır, lanete uğrar ve cennete giremez.
Minnet bırakmanın bu sonuçları rivayetlerde genişçe beyan edilmiş ve müminler ciddi bir şekilde bu konuda uyarılmışlardır.
Bir rivayette Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Kim fakire karşı minnet bırakırsa dünyada ve ahirette melundur.”
Veya başka bir rivayette şöyle buyuruyor: “Cennet, eli açıkların ve cömertlerin yeridir ve ona cimri kimse, anne babasının bedduasını almış kimse ve yaptığı bağışta minnet bırakan kimse giremeyecektir.
source : abna24