Allah’ın adıyla
Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğulları için “Sözlerini bozdukları için onları lanetledik (Maide-78)” buyurulmakta. Cenab-ı Allah’ın kendi yarattığı kavimlerden birisini düşman belleyip onu lanetlemesi “Rab”lık makamı ve “ilahi adalet” sıfatı ile asla bir araya gelmeyeceğine göre “lanetlenen nedir?” diye sormamız gerekiyor.
Lanetlenen etnik olarak bir ırk ya da kavim olamaz. Zira kimse yaratılış itibariyle kendi ırk ve milletini seçme hak ve yetisine sahip değil. Bu akli delil ışığında şunu anlıyoruz ki, lanetlenen bir “zihniyet”tir! Cenab-ı Allah, İsrailoğulları üzerinden bir düşünce biçimini bir yaşantı biçimini bir ideolojiyi bir sistemi bir cepheyi lanetlemektedir.
Lanetlenen bir “zihniyet” bir “ideoloji” olduğuna göre hangi ırk ve millet hangi din ve mezhepten olursa olsun bahsi geçen zihniyeti taşıyan ona hizmet eden herkes lanetin kapsamı içerisindedir.
Peki, acaba lanetlenen bu zihniyetin genel çerçevesi ve temel yapı taşları nedir? Lanetlenen zihniyet, “İlahi öğreti”ye ve onun kurmak istediği “adil yeryüzü sistemi”ne karşı (çoğu zaman “hak”kın renklerini kullanarak) alternatif bir öğreti ve bu öğretisi üzerinden “küresel sulta sistemi” peşinde olan anlayıştır. Bazen “Firavun” olarak vücut bulur bazen “Samiri” olarak. Adı bazen “Yahuda”dır bazen “Yezid”. İdeolojisine bazen “İsrailiyat” bazen “cahiliyye” denir.
Kendi batıllığını elindeki ekonomik, kültürel ve siyasal zorbalık ve dikta ile örterek “insan hakları, demokrasi, eşitlik” gibi kavramların ardına saklanarak “küresel bir sulta” düzeni ile tüm insanları sömürmenin peşinde olan bu zihniyetin günümüzdeki adı ise “siyonizm”dir!
Lanetlenen batıl “siyonist felsefe”, Hz. Peygamber (s.a.a)’in önce “cahiliyye” sonra “(muharref) Yahudilik” elbisesine bürünmüş şekline indirdiği büyük darbe’den sonra asırlarca belini doğrultamadı. Ancak 16. Yüzyılda Hristiyanlık içerisinde ihdas edilen “Protestanlık”ı kendisine basamak ve perde edinen siyonizm, 17. Yüzyıldan itibaren önce “Masonluk, İlluminati” gibi gizli örgütlenmelerle Avrupa’da etkin bir güç haline geldi. Ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda etkin bir rol oynadı.
Ekonomik, siyasal ve kültürel olarak Avrupa ve Amerika’nın gücünü kendi menfaat ve emelleri doğrultusunda yönlendirmeyi başaran siyonizm, muharref Tevrat ve onun tefsiri hükmümdeki batıl Talmut’u referans edinerek “Tanrı’nın seçkin kavmi” olarak “yeryüzü imparatorluğu”nun başlangıcı olarak kendilerine vaat edildiğini iddia ettikleri Ortadoğu’ya yöneldiler.
1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde I. Siyonist Kongre’yi tertip edenler, o gün bir ütopya bile kabul edilmeyecek, duyanların duyduklarında kahkaha ile gülecekleri şu yol haritasını çizdiler: “Önümüzdeki elli yılda İsrail Devleti, önümüzdeki yüz yılda Büyük Yahudi İmparatorluğu”!
Kongre Başkanı Theodor Herzl’in kendilerine olan güven ve küstahlığının delili olarak şunu söyleyelim: “Bahsi geçen bu zat, Osmanlı Padişahı II. Abdulhamit’e gelerek, Osmanlı’nın dış borçlarının ödenmesi ve yüklü bir maddi ödeme karşılığı “Filistin” topraklarını kendilerine vermesini istedi…” II. Abdulhamit’in “aldığımız fiyata satarız” cevabı, siyonizm’i diğer planları sahnelemeye itti.
Önce I. Dünya Savaşı ile İslam coğrafyası “ulus devletlere” bölündü. Cetvelle çizilen sınırlara gerektiğinde kullanılmak üzere “etnik ve mezhep” temelli fitne tohumları bırakıldı.
O gün emperyalizmin öncüsü olan İngilizler, Filistin’i işgal etmiş ve İslam ümmetinin kalbine bir kanser tümörü olarak “gasıp siyonist rejim”i ihdas edebilmek için siyonist örgütler eliyle dünyanın dört bir yanından Yahudileri Filistin’e göçe teşvik ediyordu.
Yahudilere uygulanan teşvikler, krediler, vaatler; Filistinlilere uygulanan şiddet, zulüm ve baskılar işe yaramıyordu. Ne yapsalar ne etseler Filistin’de ki demografik yapıyı değiştiremiyorlardı. Yeni bir plana ihtiyaç vardı. Nazizm eliyle önce II. Dünya Savaşı kotarıldı. Savaş’ın şiddet ve havasından yararlanılarak Alman Yahudilerinin bir bölümü Nazizm eliyle Polonya’da oluşturulan kamplara taşındı. Burada “lokal bir Yahudi topluluk” açlık, şiddet, baskı, zorbalık ve işkence vs. yöntemlerle gördüğünde insanı ürpertecek, korkutacak ve içini yakacak bir fiziksel görünüm ya da ölüme mahkum edildiler.
Bu kamplarda elde edilen fotoğraf ve filmler “Holokost” yani “Yahudi soykırımı” başlığı ile tüm dünya kamuoyunda hızla servis edildi. “Yahudilerin tümü yok edilecek! Tümü Holokost’a uğrayacak! Tek çare tek kurtuluş yolu Filistin’e göç!” algısı oluşturuldu.
Planın işe yarayıp yaramadığını şöyle test edelim: 1939’da henüz II. Dünya Savaşı başlamadan Filistinde demografik yapı i Filistinliler 0 Yahudiler şeklindeydi. Savaşın sonunda 1948’de ise demografik yapı y Yahudi ve ! Filistinli oranına evrilmişti.! Evet, plan işe yaramıştı. 14 Mayıs 1948’de gasıp siyonist İsrail rejimi gasp ettiği Filistin topraklarında bağımsızlığını ilan etti. İlk tanıyan İngiltere ve Amerika oldu!
Hak- batıl kavgasında Kur’ani terminoloji ile batılın hegemonyasına “istikbar” adı verilir. İstikbar bugün iki büyük parçadan meydana gelmekte: emperyalizm ve siyonizm. Birbiri ile o kadar girift ve derin ilişkileri var ki, hangisi hangisine hükmediyor tespit etmek zor. Bazen bir bedende iki ruh ve bazen bir ruhun iki bedeni gibiler.
Siyonizm, İsrail adıyla müşahhas bir vücut bulmuştur ki, bu vücut aynı zamanda “Deccal”in vücududur!
İslami literatürde ahir zamanda “İslam”ın ihya edeceği “mutlak adalet devlet”ini engellemek ve bunun yerine “istikbar”ın sulta ve sömürü sistemini kurmaya çalışacak Deccal için teolog ve araştırmacıların çoğu bir “şahıs” yorumunu yapmışlardır. Ancak sınırlı da olsa bir kısım teolog ve mütefekkirler, Deccal’in bir şahıstan ziyade insanlığın “hak ve mutlak adalet”e yönelmesini önlemeye çalışacak “zihniyet” olduğunu dillendirmişlerdir. Bu tanımlama ile Deccal’in siyonizmin ta kendisi olduğu aşikardır. İsrail ise “siyonizm”in yani “Deccal”in ete kemiğe bürünmüş şeklidir.
Doğal olarak İsrail ile iş tutmak, yandaş olmak, payanda olmak, onu meşrulaştırmak siyonizme hizmettir. Siyonizm’e hizmet ise Deccal’e itaattir. Ve Deccal’e itaat ise “hak”ka savaş açmaktır. Siyonizm ile iş tutmanın tam karşılığı işte budur. İster şu dinden olsun ister bu milletten ve ister şu mezhepten olsun ister bu cemaatten fark etmez.
Siyonizmin bugün keşfettiği ve sahnelediği en önemli hile ise şudur: O özellikle İslam dünyasına kendi öz çehresi ile gelmez! Bilir ki, kendi öz çehresi ile gelse herkes onu tanır ve taşlar. Onun için siyonizm İslam dünyasında kullanmak için; “Vahhabilik, Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği” olarak üç büyük maske edinmiştir.
Vahhabilik’i daha ziyade Ortadoğu’da tetikçi olarak kullanmakta. Dökmek istediği kanları, talan etmek istedikleri zenginlikleri, çiğnemek istediği değerleri ve kirletmek istediği kutsalları hep bu maşa ile icra eder.
Ancak “Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği” daha derin ve daha aldatıcı bir yüze sahiptir. Bu maske dindardır, muhafazakardır. Basiret ve feraset sahipleri dışında kaydırmadık ayak bırakmaz. İlim, kültür, siyaset, spor, sanat, medya ve akademiyi Truva atı olarak kullanır. İslam diye sana Siyonizme hizmet ettirir. Hatta bazen “Kahrolsun Siyonizm!” bağırta bağırta sana ordusunda askerlik yaptırır.!
Kısaca öyküsünü özetleyip tanımlamaya çalıştığımız siyonizm/Deccal’in müşahhas şekli İsrail yetmiş yıldır kendi meşruiyetini “Holokost efsanesi”ne dayandırmaktadır. İsrail yaklaşık yetmiş yıldır “Yahudi milleti mazlumdur. Holokost’a uğramıştır! Vatansızdır. Yegane vatanı Filistin’dir. Bu onun hakkıdır. Buna itiraz etmek insafsızlıktır, vicdansızlıktır, insanlık dışıdır!” algısı ile varlık göstermekte. Amerika ve Avrupa’nın mutlak desteğini arkasına alan İsrail, şu ana kadar “Holokost”un bırakın tartışılmasını ilmi ve akademik olarak araştırılmasını bile mutlak olarak engellemiştir.
İlginçtir, İslam dünyasında da “Holokost efsanesi”ni köklü olarak araştıran, konuşan, tartışan herhangi bir alim ve aydın olmamıştır. Ya küresel istikbarın dayattığı bilgilere aynen razı olunmuş ya da boyun bükülmüş. Oysa “Holokost efsanesi”ni sorgulamak, siyonizmin yani Deccal’in kendini dayandırdığı meşruiyet kaynağını sorgulamaktır. Ve hele “Holokost efsanesi”ni çürütmek, siyonizmin yani Deccal’in dayanaklarını parçalamaktır!
Konunun “Holokost ve Deccal” olduğu böyle bir makalede İran İslam Cumhuriyeti’nin önceki Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat’ı hatırlamamak insafsızlık olur. Zira “Holokost efsanesi” ve gasıp siyonist İsrail rejiminin deccaliyetini gerek Birleşmiş Milletler’e ve gerekse dünya kamuoyuna bir devlet başkanı olarak haykıran ilk kişi Ahmedinejat’tır.
Ahmedinejat, görevi döneminde Amerika’da NBC televizyonuna verdiği röportajda sorduğu üç soru ile “Holokost efsanesi”ni tarihin çöplüğüne fırlatmıştır. Bahsi geçen röportajda Ahmedinejat özetle şöyle konuşmuştu.
“Benim üç sorum var. Birincisi: İkinci Dünya Savaşı’nda 60 milyondan fazla insan öldü. Bunların sadece 2 milyonu askerdi. Geriye kalan 58 milyon sivil halktan oluşuyordu. Hristiyan da var Müslüman da. Peki, neden sadece ölenlerin sadece çok küçük bir bölümü (Yahudiler) gündeme taşınıyor?
İkinci sorum daha önemli. O da şu: Eğer gerçekten böyle bir soykırım (Holokost) olmuşsa neden araştırılmasına izin verilmiyor? Halbuki bu olay gerçek ise araştırmalar ile daha da netleşir. Neden Holokost’u araştıranlar tutuklanıyor ve neden Holokost’u araştırmak yasak?
Üçüncü sorum da şudur: Eğer Holokost (sözde Yahudi soykırımı) olmuşsa nerede olmuş? Filistin halkının bu soykırımda ne rolleri vardı? Bu olay Avrupa’da olmuşsa neden Filistinliler bedel ödüyor?”
source : abna24