Naklî delillerimizin olmadığını ve hiçbir peygamberin gelmemiş olduğunu varsaysak bile akıl, bu âlemin hareketinin ve her varlığın ilk yaratılışının sonuçsuz ve gayesiz olmayacağına hüküm verir. Her akıl sahibi, etrafına baktığı zaman gecenin gündüz ve gündüzün gece olduğunu, çocuğun genç ve gencin yaşlanıp, öldüğünü görür.
Müşahede edilen bu sonsuz sistem, sadece bu bayağılıktan mı ibarettir, bir hedef söz konusu değil midir?
Ahireti inkâr edenler, Allah'ın hikmet sahibi olduğunu kabul etmezler. Çünkü onlara göre mevcut sistem neticesiz ve boştur. Her yerde gördüğümüz her şey binlerce hikmetle doludur. İnsanoğlunun bu hikmetlerin az bir miktarına ulaşması mümkündür. Âlemin yaratıcısını hüküm ve hikmet sahibi bildikten ve yaratılış sistemindeki en küçük varlığı, hikmetinden yoksun bırakmadığını anladıktan sonra bu âlemin esas yaratılış gayesi üzerinde düşündüğümüzde, cansızlar, bitkiler ve hayvanların yaratılışındaki hedefin, insanoğluna ulaştıracakları faydalar olduğunu görüyoruz.
Öyleyse insanın yaratılmasının gayesi, sadece şu dünyevî ve maddî hayat mıdır ki ölümden sonra yok olsun? Eğer insanın bu dünyadaki hayatı başından sonuna kadar rahatlık içerisinde geçse ve hiçbir sorunu olmasaydı bile yine de yaratılışı saçma olurdu. Çünkü ne kadar iyi olursa olsun, fani olduğundan dolayı itibara sahip değildir ve bu genişlikteki bir sistemin fani bir gayeden dolayı yaratılmış olması imkânsızdır. Oysa insanoğlunun maddî hayatı baştan başa elem, ıstırap ve musibetlerle doludur. Eğer insan ölümle yok olsaydı ve hayatı dünyanın maddî hayatıyla sınırlı olsaydı yaratılışının aslı boş olur ve Allah'ın hikmet, kerem ve diğer kemalî sıfatlarına ters düşerdi. Öyleyse kesinlikle insanın ulaşacağı başka bir hayatı vardır. Orada bütün mutlulukları bulacaktır. Beraberinde mutsuzluğun olmadığı bir mutluluğa, gerçek ve hüznün olmadığı bir rahatlığa, fena ve yokluğun kendisinden uzak olduğu lezzetlere ve zevklere ulaşacaktır. Allah-u Teâlâ, insanı ebedi bir hayat ve ebedi bir mutluluk için yaratmıştır. Gerçekten de insan, kendi aklına ve fıtratına döndüğü zaman, her şeyden şüphe etse bile, ahiret hakkında asla şüphe edemeyeceğini anlar:
Kıyamet saati gelicidir; onda hiçbir şüphe yoktur.[1]
İnsanlar, şehvetlere dalmaları, dünya ile meşgul ol-maları ve günah işlemelerinden dolayı kendi fıtratlarının üstünü örterler ve içlerini şüpheyle doldururlar. Kısacası aklın hükmüne göre, âlemin ve insanın yaratılmasının sebebi, kıyamet günü belli olacaktır. İşte bundan dolayı, bu âlemden sonra başka bir âlem vardır.
Allah'ın Adaleti, Kıyamet Gününün Gerçekleşmesini Gerektirir
İlâhî adaletin tecellilerinden birisi de, insanların yaptıkları amellerin karşılığının verilmesidir. Ömürlerini ibadetle, itaatle, hayır ve sâlih amellerle geçiren insanların dünyada yeterli derecede bunların karşılığını göremediğini görüyoruz. Ayrıca kötü insanların, yaptıkları kötülüklere karşılık hakkettikleri cezanın da verilmediğini müşahede ediyoruz. Fesat ehlinin çoğu sâlih insanlardan daha fazla rahat bir hayat sürüyorlar. İnsanlar, birbirine nice zulümler yapıyor, kanlarını döküyor, haklarına tecavüz ediyorlar. Bu bakımdan ilâhî adalet gereği kesinlikle herkesin kendi amellerinin karşılığını gördüğü, hak sahibinin hakkını aldığı, mazluma zulmetmiş her zalimin cezasını çektiği, günahsız katledilen herkesin kâtilinden intikam aldığı, diğer taraftan da iyilerin mükâfatlarını gördüğü, başka bir âlemin mutlaka olması gerekir; olacaktır da.
source : tebyan