2000’li yılların başına dayanan Selefi yapılanmaları tüm Türkiye’de kolaylıkla örgütlendi; Suriye İç Savaşı boyunca örgütlenmeye, sınır geçişlerine ve lojistik faaliyetlere AKP seyirci kalırken cezasızlığıysa esas aldı. Rakka’yla irtibatlı, aynı zamanda otonom özelliği de bulunan hücrelerin eylemleri artık önlenemiyor.
20 Ağustos akşamı, Antep’teki bir düğün evine yapılan ve ilk belirlemelere göre IŞİD’in faili olduğu sanılan saldırı üzerine kente giden CHP Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen’e göre, kentin 4 mahallesi IŞİD egemenliği altında. Fakat Türkmen’in bu değerlendirmesi Türkiye ölçeğindeki durumla kıyaslandığında tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymaya yetmiyor. 2014’ten beri yaptığımız saha araştırmaları ve çalışmalar, Türkiye’nin önemli kentlerinin neredeyse tümünde ciddi IŞİD yapılanmaları olduğunu, bu hücrelerin lojistik faaliyetlerininse Suriye’deki IŞİD egemenlik bölgesi için hayati önem taşıdığını gösteriyor. İktidarsa, Suriye’deki çıkarlarından ötürü bu yapılanmalara göz yumarak IŞİD’e en büyük desteği verdi.
Kent kent hücre yapılanmaları
Antep-Kilis: Hem Türkiye’deki IŞİD eylemlerinin büyük bir kısmının faili Adıyaman hücresiyle kurduğu hiyerarşik ilişki hem de IŞİD’in Suriye dışındaki en güvenilir ithalat-ihracat-transit ‘HUB’ı, yani aktarma merkezi konumundan ötürü Antep, Türkiye IŞİD’i için olduğu kadar, Rakka yönetimi için de en kritik yapılanma konumunda. Antep hücresi Ekim 2015’e dek, Kilis’teki, özellikle de Elbeyli’deki sınır yapılanmasıyla kurduğu ilişki yoluyla tüm dünyadan gelen cihatçıları Suriye’ye geçirmesiyle önem kazandı. 10 Ekim 2015’teki Ankara Katliamının ardından IŞİD’in Kilis-Elbeyli’de üslenmiş sınır emiri İlhami Balı’nın Rakka’ya geçmesiyle bu misyon bir derece azaldıysa da, Elbeyli üzerinden düzensiz geçişler daha az organize biçimde sürüyor. Elbeyli üzerinden IŞİD’e silah ve mühimmat gittiği de biliniyor. Öte yandan, sınır geçişlerindeki koordinatör pozisyonundan ötürü İlhami Balı ve dolayısıyla Antep hücresinin Türkiye’deki tüm IŞİD yapılanmalarıyla kısa sürede irtibatlanıp, gelişen hiyerarşide üst sıralara çıktığı düşünülüyor. Antep hücresi aynı zamanda IŞİD’in egemenliği altındaki topraklarda üretilen malların satışı ile kaçakçılık faaliyetlerini de yürüttü. Güvenli geçiş noktalarından Türkiye’ye sokulan tarım ürünleri ile sigara gibi kaçak ürünlerin Türkiye’ye sokulmasında önemli rol üstlenen Antep hücresi, tarihi eser kaçakçılığı ve insan ticareti, özellikle de Şengal’de esir alınan Ezidi kadınların seks köleleri olarak satışını da koordine etti. Adıyaman hücresiyle anılan eylemlerin planlama ve lojistik faaliyetleri de Antep yapılanması tarafından yürütüldü. 10 Ekim Katliamının azmettiricisi Yunus Durmaz’ın, 19 Mart 2016’da Taksim’deki intihar saldırısı eyleminin de planlayıcısı olduğu sanılıyor. 10 Ekim Katliamı sonrasında deşifre olan ve geri plana çekilen Durmaz, Mayıs ayında Antep’te bir eve yapılan polis baskınında teslim olmamak için kendini patlatıp öldü. Durmaz’ın yerini alan isimse, emniyet tarafından önlenen 31 Aralık 2015 Ankara saldırısı girişiminin emrini veren Mustafa Mol oldu. Yunus Durmaz’ın ele geçirilen notlarında, Kürtlerin Antep’te düzenlediği düğünlerin de potansiyel eylem hedefleri arasında sayılmasından ötürü, Antep’te 20 Ağustos’ta düğün evine yapılan ve 54 kişinin yaşamını yitirdiği saldırının emrinin de Durmaz’ın halefi Mustafa Mol tarafından verilmiş olabileceği düşünülüyor. Bu faaliyetlerin haricinde Antep’in kendisi de bizatihi bir örgütlenme sahası. Suriye İç Savaşının ilk yıllarında savaşa yakından şahit olan kentteki IŞİD örgütlenmesi önemli bir başarı kazanamasa da, daha sonra özellikle Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde 2014 itibarıyla örgütlenme dinamizm kazandı. Lojistik faaliyetlerden ötürü Rakka’dan alınan maddi yardımın, bu hücrenin yürüttüğü faaliyetlerde görev alan hücre mensuplarına yüksek maaşlar sağlaması da yerel yapılanmanın popülerlik kazanmasına yol açtı.
Adıyaman: Antep-Kilis hücresiyle birlikte, Türkiye IŞİD yapılanmasının en otonomlaşabilmiş hücrelerinden biri Adıyaman’daki yapılanma. Adıyaman hücresinin profesyonel örgütleyicisi olduğu sanılan Ahmet Korkmaz (Diyarbakır HDP Mitingine bomba yerleştiren Orhan Gönder’in kendisi ve ailesiyle temas kuran, kendisini MİT mensubu olarak tanıtan kişiyle aynı dönemde AFAD Adıyaman Çadır kentinde çalıştı) Tel Abyad’da YPG’nin eline düştü; hücrenin ruhani lideri olarak kabul edilen Mustafa Dokumacı ise (Adıyaman hücresi Dokumacılar Grubu olarak da biliniyor) IŞİD kontrolündeki topraklara kaçtı. Suruç Katliamı ve 10 Ekim Ankara Katliamını gerçekleştiren isimler, yaklaşık 30 üyesinin isimleri bilinen Adıyaman hücresinden çıktı. Politik hedef seçimlerinden ötürü hakkında pek çok iddia çıkan Adıyaman hücresinin, ülkeyi sarsan eylemlerden aylar öncesinde Milli İstihbarat Teşkilatıyla da temaslarının bulunduğu daha önce BirGün’de de yer aldı. Antep’teki düğüne yapılan saldırıdan sonra yapılan ilk belirlemeler, saldırıda kullanılan hücum yeleğinin Suruç ve Ankara’dakilerle benzer özelliklere sahip olduğunu gösteriyor ve şüpheler yine Antep-Adıyaman hücreleri ortaklığında yoğunlaşıyor. Adıyaman hücresinin yapılanma dinamiği olarak, birbirlerini tanıyan aynı yaşlardaki gençlerin profesyonel örgütleyiciler tarafından saflara katılması öne çıkarken, kentin açık muhafazakarlığa toleranslı yapısından ötürü, İslam Çay Ocağı gibi kamuya açık bir mekan örgütlenmenin merkezi olarak seçildi.
Ankara: Valiliğe yalnızca 200 metrelik mesafesiyle 2014’te gündeme gelen Ulus’taki Hacıbayram Mahallesinde bulunan Selefi örgütlenmesiyle tanınsa da, kentin neredeyse her mahallesinde Selefi ağları kurulmuş durumda. 2000’li yılların başında Türkiye’ye giriş yapan Selefi örgütleyicilerin yerleştiği alanlardan biri olan Hacıbayram Mahallesi, ilerleyen yıllarda bu örgütlenmenin köklenmesiyle Ankara’daki diğer mahallelere de Selefi ideolojinin ihraç edildiği bir merkez haline geldi. Kentsel dönüşüm bölgesi ilanıyla başlayan devletle gerilim ve Ankara’ya yolu düşen diğer sığınmacıların da gittiği ilk adreslerden biri oluşu gibi faktörler, radikalleşmede mahalle örgütlenmesinin başarı ihtimallerini artıran unsurlar olarak öne çıktı ve yapılanma kısa sürede genişledi. 2013’ten itibaren Suriye’ye gitmeye başlayan mahalleliler, kısa sürede Türkiye’deki diğer hücrelerle de irtibatlanarak, Türkiye’ye giriş yapan yabancıların, özellikle de Kafkasyalı cihatçıların sınır geçişlerine de aracılık etmeye başladı. Ankara’da Hacıbayram haricinde, daha önce El Kaide hücresi olarak kurulan Sincan, Hacıbayram’daki örgütleyicilerin kurulmasına önayak olduğu Saray gibi yapılanmalar da bulunuyor. Ayrıca kentteki üniversitelerden de, IŞİD ile Cephetül Nusra’ya katılanlar oldu. Hacıbayram’daki örgütlenmede, mahallede seçilen bazı mekanlarda dışarıya kapalı toplantılar ve hücrenin irtibatının bulunduğu diğer yapılanmalarla düzenlediği futbol maçları gibi yöntemler öne çıktı. Bir başka dikkati çeken ayrıntıysa, Ankara’da özellikle Hacıbayram yapılanmasındaki örgütlenmenin, akrabalık ve hemşerilik ilişkileri üzerinden kurulması oldu. Ankara’dan örgütlere katılan cihatçıların sayısının 400 civarında olduğu sanılıyor.
İstanbul: Hem nüfusu hem de farklı bölgelerin farklı gruplara ev sahipliği edişinden ötürü İstanbul için örgütlenmede tek bir modus operandi’den bahsetmek mümkün değil. Ancak en öne çıkan yöntem, dernekler yoluyla kurulan, akrabalık veya ahbaplık ilişkilerinden bağımsız ağlar ile belli etnik veya dini grupların yoğunlaştığı bölgelerde, bu söylemleri kullanarak yapılan çalışmalar. Esenler, Fatih, Güngören, Ümraniye gibi noktalarda ve Tuzla gibi sanayi bölgelerinde yapılan çalışmalar bilinse de, bunların hepsi farklı motiflere sahip. Kimi örgütlenmeler İstanbul’da yaşayan Kafkas, Çeçen veya Balkanlar kökenli grupları hedef alırken, bazı İslami cemaatlerin IŞİD’e biat ederek yönelim değiştirdiği, bazı yapılarınsa sanayi mahallelerindeki örgütsüz emekçileri hedef aldığı görülüyor. İstanbul için öne çıkan toplumsallaşma yöntemleri arasında piknikler ve kılınan toplu namazlar öne çıkıyor.
Bingöl: Kentteki IŞİD yapılanmasının, İstanbul’dakilere benzer şekilde, Islah-Der isimli dernek aracılığıyla örgütlendiği biliniyor. Selefi ideolojiye uygun tefsir dersleri veren bir profesyonel örgütleyici ve çevresindeki birkaç kişi üzerine inşa edilen yapılanma, kısa sürede 100’e yakın kişiye erişti ve bu kişilerin pek çoğunun Suriye’ye gidişine aracılık etti. Suriye’de IŞİD’e karşı en büyük savaşı veren Kürt hareketinin kalesi Diyarbakır’daysa, açıktan örgütlenmek yerine Bingöl’de Islah-Der kadrolarının yetiştirdiği isimler daha gizli yöntemlerle tefsir dersleri vererek destekçi aradı.
Konya: Türkiye’deki en çapraşık örgütlenme bölgelerinden biri Konya. Yerel kaynaklara göre, kentten Suriye’ye savaşmaya gidenlerin sayısı en iyimser tahminle 1,000 civarında. Ancak bu sayının tamamı Suriye’deki en önde gelen cihatçı örgüt olan IŞİD’e katılmadı. Kentteki örgütlenmeye damga vuranın, Cephetül Nusra ile IŞİD arasındaki örgütlenme rekabeti olduğu söylenebilir. Konya’daki IŞİD yapılanmasının hedefinde, İzmir ve Antep’te de olduğu gibi, 1990’lı yılların başlarında devletin Kürt hareketinin niteliğini kırıma uğratmakta en çok başvurduğu yöntem olan, göçe zorlamaya maruz kalmış Kürt gençleri var. Nüfusu milyonu aşan kentin yeni kurulan bölgelerine hem cumhuriyetin ilk dönemlerinde hem de 1990’lardaki göçe zorlama dalgaları sonrasında yerleşen Kürt gençlerinin önemli bir kısmının halihazırdaki Kürt siyasi hareketiyle bağı bulunmuyor; gettolardaki bu boşluğuysa IŞİD yapılanması doldurmaya çalışıyor. Cephetül Nusra’nın örgütlemeyi hedeflediği kesimlerse daha çok 1980’lerden itibaren cihat hareketlerine katılarak Afganistan, Pakistan, Çeçenistan ve Bosna gibi çatışma bölgelerinde bulunduktan sonra eski yaşamlarına dönmüş kişiler ve bunların çocukları ile sosyal çevreleri.
İzmir: Bu kentteki yapılanmanın köklerinde de, farklı mahallelerdeki zorunlu göçe uğramış Kürt gruplar ile El Kaide örgütleyicilerinin kente yerleştirdikleri kişiler bulunuyor. İzmir’deki en etkin grupsa, Sarı Murat Cemaati olarak da bilinen, şu anda YPG’nin elinde bulunan Savaş Yıldız’ın da örgütlenmesini sağlayan topluluk. Savaş Yıldız, Konya, Antep, Adana ve Adıyaman’daki Selefi gruplarla bağlantılı, Türkiye IŞİD yapılanmasının en etkin isimlerinden biri. Yıldız aynı zamanda 18 Mayıs 2015’te HDP’nin Adana ve Mersin bürolarının bombalanmasından da sorumlu. İzmir hücresinin Yıldız üzerinden yukarıda sayılan kentlerle güçlü bir iletişimi olduğu sanılıyor.
IŞİD’le örtük ortaklık
IŞİD’in Türkiye’de düzenlediği ilk şiddet eylemi olan Niğde’de 3 polisin öldürülmesi ile Musul Başkonsolosluğunun örgüt tarafından ele geçirilmesinden itibaren ulusal ve uluslararası kamuoyunda IŞİD karşıtı bir söylem geliştiren Türkiye, gerçekteyse Suriye İç Savaşı sırasında ele geçirdiği fırsat penceresini iyi değerlendiren Suriye Kürtlerine karşı IŞİD’le örtük işbirliğine girişti. IŞİD’in savaş aygıtının en güçlü olduğu 2013-2015 döneminde kendi sınırlarını uluslararası tepkilere rağmen savaşçı giriş-çıkışına açık tutan Türkiye, ABD’nin başı çektiği IŞİD karşıtı koalisyonun baskısına dayanamayarak 23 Haziran 2015’te İncirlik Hava Üssünü IŞİD’e karşı düzenlenecek hava saldırılarına açtı ve örgüt ile Türkiye arasındaki ilişki dönüşmeye başladı.
Lojistik yardımlar
Ulusal ve uluslararası basına mülakatlar veren pek çok IŞİD mensubu, örgütün silah ve mühimmatının önemli kısmının Türkiye üzerinden Suriye ve Irak’a ulaştığını aktardı. IŞİD mensupları ve komuta kademesi üyelerinin Türkiye’deki hastanelerde tedavi edildiği de basında defalarca yer buldu, bazı IŞİD mensuplarının tedavileriyse belgelendi. Küresel cihat devleti olma iddiasındaki IŞİD’in tüm dünyadan topladığı savaşçılar için de en güvenli geçiş ülkesi Türkiye oldu. Haziran 2015’e dek Kilis-Elbeyli, Kobane ve çevresindeki YPG egemenliği perçinlenene kadarsa Urfa-Akçakale IŞİD savaşçılarının en önemli iki geçiş noktası olarak hizmet verdi. Geçişler önceki yıllara kıyasla azalsa da, askeri kaynaklar Elbeyli ve Karkamış’ta hala bir trafik bulunduğunu söylüyor. Türkiye’nin IŞİD’e desteği, açık kapı politikası ve örgüte karşı eylemsizlik anlayışı, IŞİD’in Kobane kuşatması sırasında zirveye çıktı. Bu dönemde IŞİD’lilerin lojistik ihtiyaçlarını gidermek için Türkiye’ye girip çıktıkları, bu giriş-çıkışlar esnasında TSK askerleriyle karşılaşmalar yaşandığı ve tarafların birbirilerini görmezden gelmekle yetindiği belgelendi.
Örgütün gelir kaynakları
Tarihi eser kaçakçılığı, esaret altına alınarak seks kölesine dönüştürülen Ezidi kadınların satışı, petrol ticareti ve örgüte gelir sağlayan pek çok faaliyet de Türkiye’de ya engellenmedi ya da açılan davalar ciddi soruşturmalar olmaksızın beraat veya takipsizlikle sonuçlandı.
Cezasızlık
Sivillere yönelik 6 büyük eylem gerçekleştirdi. Diyarbakır HDP Mitingiyle başlayan IŞİD’in Türkiye’deki intihar saldırıları, 20 Temmuz 2015 Suruç, 10 Ekim 2015 Ankara, 12 Ocak Sultanahmet, 19 Mart Taksim ve 28 Haziran İstanbul Atatürk Havalimanı saldırıları, son olarak da 20 Ağustos Antep saldırısıyla devam etti. Saldırılarla ilgili tüm soruşturmaların gösterdiği, eylemlerle ilgili güvenlik kuvvetlerinin olaylardan önce bilgi sahibi olduğu ancak gerekli müdahalelerin yapılmadığı yönünde. Tüm bunlara karşın, şiddet eylemlerinin doğrudan sorumluları hakkında yer yer tutuklama veya gözaltı tedbirlerine başvurulsa da (2014’ten bu yana IŞİD mensubu olduğu gerekçesiyle bin 800’e yakın kişinin gözaltına alındığı sanılıyor), Türkiye’de toplu katliamlar haricinde IŞİD’in neredeyse tüm kentlere yayılan hücre yapılanmaları ile yapının sevk ve idaresine ilişkin açılmış bir dava bulunmuyor. Kamuoyundaki tepkilerin ardından 2015’te İstanbul’da açılan davaysa, IŞİD’in saha çalışmalarında yer almaktan ziyade örgütün söylem düzeyinde destekçiliğini yapan isimleri daha çok içeriyor. İstanbul IŞİD Davasında yargılanan ve profesyonel örgütleyici olduğu sanılan bazı isimlerin Türkiye geneline yayılan faaliyetleri, buralarda yaptıkları çalışmalar sonucunda örgüte katılan isimlerin işlediği suçlar ve bu örgütlenmelerin sonuçlarıysa dava kapsamına alınmıyor. Bir süre “IŞİD Türkiye Ana Davası” olarak lanse edilen davada şu anda tutuklu sanık da bulunmuyor.
Tutarsız soruşturmalar: Sınır sorumlusu katliamın sorumlusu oldu
Soruşturmalardaki tutarsızlıklar, hazırlanan diğer iddianamelere de yansıyor. Türkiye’deki IŞİD soruşturmalarının belki de en önemlisi, 101 yurttaşın hayatını kaybettiği 10 Ekim Ankara Katliamı iddianamesinde bir numaralı sanık olarak IŞİD’in Kilis-Elbeyli’de üslenmiş sınır emiri İlhami Balı bulunuyor. Bunun sebebi, saldırıda rolü olduğu düşünülen diğer sanıkların ölmüş olması. Savcılığa göre, hayatta olmayan Yunus Durmaz’dan sonra saldırının en önemli ismi İlhami Balı. Balı hakkında halihazırda derdest halde başka soruşturmalar da bulunuyor ancak diğer soruşturmalar kapsamında alınan iletişimin tespiti kararları sonrasında ortaya çıkan Balı’nın görüşmeleri ve ilişkileri 10 Ekim dosyasında incelenmiyor. Öte yandan bu ilişkilerin incelenmesi halinde de başka bir gerçeklikle karşılaşılacağı ortada; Kilis’in Elbeyli ilçesinde IŞİD’in her iki yönlü sınır geçişlerini koordine eden isim olan Balı’nın temel misyonları arasında Antep’e ulaşan kişileri Suriye’ye, Suriye sınırına gelen IŞİD mensuplarını izin kağıtları varsa Türkiye’ye geçirmek, geçiş istatistiklerini toplayıp trafiğin hacmi uyarınca Rakka’dan alınan paralarla Antep-Kilis yapılanması mensuplarına maaş ödemek, savaşırken yaralanan cihatçıların Antep’teki hastanelerde tedavilerini sağlamak, ihtiyaç malzemeleri ile silah ve mühimmatın Suriye’ye geçişini takip etmek ve Suriye’den satılmak üzere Türkiye’ye getirilen ticari ürünlerin takibini yapmak bulunuyor. Pek çok şahısla sınır geçişi üzerinden ilişki kuran Balı, 10 Ekim Katliamıyla ilgili eylemlerde bulunduğu için değil, yaygın iletişim gerektiren görevi yüzünden 10 Ekim dosyasının bir numarasında kendine yer buluyor. Türkiye’de yargının IŞİD yapılanmaları konusundaki bir diğer ihmali de, farklı kentlerde yürütülen soruşturma ve yargılamaların, tüm Türkiye’ye yayılan örgüt ağlarını yeterince tanımayan savcı ve yargıçlarca yürütülmesi. Bu sebeple davalar arasında bağlantı da kurulmuyor. Onlarca sanıklı İstanbul IŞİD Davası, birkaç farklı dosyayla yürütülen Ankara soruşturmaları ve davaları arasında hiçbir bağ kurulmuyor.
‘Mücadele kolaylaşmayacak, IŞİD nefes alacak’ demişlerdi
Daha önce BirGün’ün, 15 Temmuz darbe girişimi konjonktürünün Türkiye’de IŞİD ve diğer Selefi yapılanmalarla mücadelede neleri değiştireceğine ilişkin sorusunu yanıtlayan araştırmacı Faik Bulut, İslamileşme emarelerinin bu konudaki çabaları baltalayabileceğini ifade etmişti. Bulut BirGün’e şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Orduya yapılan operasyonlar pratikte çatışma alanına da yansıyacaktır. Mevcut siyasi iktidar zaten Selefi hareketlere karşı ciddi bir mücadele öngörmüyordu ancak bu gelişmelerden sonra mücadele etmeye niyetliyse bile bunu yapma olanakları kısıtlanmıştır. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın İslami bağlamdaki popülist konuşmaları, bundan sonraki dönemde cihatçılara karşı önlem almak isteyebilecek güvenlik kuvvetlerinin de cesaret bulamamasına yol açacaktır. Suruç ve diğer katliamların planlandığından haber alan istihbaratçıların, önleme yapılmaması üzerine ciddi tereddütler yaşadığı kulağımıza geliyor. Mülki amirler de daha da İslamileşen söylem karşısında bu hareketlere karşı adım atamayacaklardır.” Türkiye’deki cihatçı hareketleri izleyen analist Aaron Stein 15 Temmuz’la birlikte IŞİD hakkında istihbarat ve önleme kapasitesinin azalacağının altını çizmiş, Kafkaslar ve Türkiye’deki cihatçı hareketlere ilişkin NorthCaucasusCaucasus.blogspot.com.tr adresindeki blog’un yazarı, BirGün’e konuşan Washington kökenli analist ise darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan karmaşanın Selef gruplar lehine olabileceğini söylemişti: “IŞİD, Türkiye hükümetinin içine düştüğü devasa karışıklıktan faydalanmanın yollarını arayacaktır. Öte yandan hükümetin baskı yaptığı Selefi gruplar önümüzdeki birkaç ay boyunca rahat nefes alabilir.”
source : abna24