Pek çok nedene sığınarak vücudunu pazarlayan “bedensel fahişeler” yanında cehalet, taassup, mezhepçilik ve kavmiyetçilik gibi batıl anlayışları kuşanarak makam, mevki, imkan veya mevzi elde etme amacıyla ruhunu, beynini ve şahsiyetini pazarlayan “zihinsel fahişeler”de hayatın ve toplumun bir gerçeğidir.
Zihinsel fahişeler, kahir ekseriyetle kendilerine söz ve kalemleri üzerinden bedel biçer, imkan ve kabiliyetlerine göre kendilerini söz ve kalemleri üzerinden pazara çıkarırlar.
Fıtratın dışına taşmamış insanlık, evrensel bir ahlak yaklaşımı olarak tüm zamanlar ve mekanlarda hangi sebepten olursa olsun bedensel fahişeliği nahoş bir hal olarak görmüş ve mahkum etmiştir.
Ancak insan merak etmiyor da değil; “acaba toplum için bedensel fahişelerin mi yoksa zihinsel fahişelerin mi zararı açtığı yaralar, yaydığı hastalıklar daha zararlı? Hangisinin ”fesat”ını tedavi etmek zor?”
Zira kişisel ve toplumsal birçok ahlaki, sosyal vs. fesada kaynaklık edebilecek kabiliyetteki bedensel fahişeliğin etkisi en nihayetinde kendi muhiti ile sınırlıdır. Oysa zihinsel fahişelerin yaydığı fesat ve bulaştırdıkları hastalıklar toplumun tamamını etkilemekte. Üstelik zihinsel fahişelerin yaydığı hastalıkları ne tıp ve ilaçla tedavi etmek ve ne de yayılan virüsü izole etmek mümkün değil!
İslam ümmetinin birlik, beraberlik ve vahdetinin simgesi olan “Hac Günü” ( yani Kurban Bayramının birinci günü) Türkiye, zihinsel fahişeliğin ulaşabileceği son çıtayı da gördü maalesef.
Türk medyası o gün “İranlılar Hamaney’in fetvası ile hac için Kabe yerine Kerbelayı belirlediler” haberi ile çalkalandı. Haber önce timetürk, haber7, yeniakit gibi İslamcı medya organlarında neşet etti. Ardından ana akım medya araçlarının da dahil olduğu yandaş, havuz ve kartel medyasında yer buldu.
Haber içerik olarak özetle şöyle: “Daha önce Suud-i Arabistan’ı yaralı İranlıları öldürmekle suçlayan İran’ın dini lideri Ali Hamaney; hac fetvası verdi. Hamaney’in fetvasıyla; İranlılar, Suud-i Arabistan yerine Kerbela’ya giderek hacı olduklarına inanıyor. Hamaney’in fetvasıyla Kerbela’ya akın eden binlerce İranlı bölgede yoğunluk oluşturdular.”
Timetürk ve haber7’nin kaynaksız ve belgesiz olarak servis ettiği haber için yeniakit, timetürk’ü; milliyet ve diğerleri de haber7’yi kaynak gösterdiler.
Böyle durumlarda benim atalara olan hayranlığım zirve yapar. Zira böylesine kaotik ve paradoksal bir durumu üç kelimede özetlemişler: “Bozacının şahidi şıracı.!”
İşte bu noktada insan merak ediyor: “Hz. İbrahim’den bu yana İslam ümmetinin birlik ve beraberliğinin simgesi olan “Hac Günü” böylesine zihinsel bir fahişeliğe imza atmanın mantığı nedir? Acaba bu haberi üreten ve yayan mihraklar açık ve gizli hangi hedeflerin peşindeler?”
Öncelikle şu tespiti yapmalıyız ki ister bilinçle olsun ister cehaletin kurbanı olarak ve ister kazanım elde etsinler veya elleri boş kalsın bu haberi üreten ve yayan mihraklar besbelli ki, emperyalizm, siyonizm ve vahhabizm’e uşaklık etmektedirler. Zira İslam ümmetinin ihtilafından ve böylesi bir tefrikadan kar elde edecek olanlar bunlardır!
Şimdi sorumuza dönersek; emperyalist, siyonist ve vahhabist mihraklar öncelikle aydınlandığında toplumun gözünün açılmasına ve milletlerin esas düşmanlarını tanımasına kapı aralayacak bazı cinayet ve günahlarını örterek bunları kamuoyu ve özellikle de İslam ümmeti nezdinde gizlemek için toplumun dikkatini başka yöne çekmek istiyorlar.
Bu cinayet ve günahların birincisi: Hac organizasyonunun güvenliğinin Suud tarafından İsrail güdümündeki G4S şirketine verilmiş olmasıdır.
İslam ümmeti için tarihi bir zillet ve yüzüne çalınmış bir kara hükmünde olan bu kararın ilk aşaması ta 2013 yılına dayanmakta. 2013 yılından itibaren aşama aşama İsrail kontrolündeki G4S şirketine bırakılan hac güvenliği 2016 yılında tüm kişisel bilgilerinin yer aldığı ve an takip edilebilme özelliği taşıyan elektronik bileziklerin hacılara giydirilmesi ile tamama ermiş oldu. Böylece İslam’ın en kutsal beldesi ve önemli organizasyonu ayrıca İslam coğrafyasından gelen en özel şahsiyetlerin tüm kişisel bilgileri İsrail’e emanet.!
İkincisi: 2015 yılı Mina Faciası’nın karanlığa gömme ve sorumluluğundan kurtulma çabası. Bilindiği gibi 2015 yılında hacılar şeytan taşlama alanına giderken Amerika ve İsrail gizli servisleri bazı şahsiyetleri öldürmek veya kaçırmak için Suudi prens eliyle suikast hükmündeki yanlış bir yol yönlendirmesi ile yedi binden fazla hacı adayının feci bir şekilde Mina’da şehit düşmesi vahşetine yol açtılar.
Suud, bu vahşet ve facianın henüz hesabını vermedi. İşin ilginç yanı da halen İslam ümmeti içerisinde olup biten tam manası ile bilinmemekte veya anlamlandırılamamakta. Suud ve cinayet ortakları bu vahşi katliamın sorumluluğundan kurtulmak için olayı gündemin dışına itme ve üzerini örtme peşinde.
Üçüncüsü: 2015 yılı Mina Faciası’nın bedelini ödememiş olan Suud rejimi, 2016 yılı hac organizasyonu içinde gerekli sorumluluklarını taahhüt etmeyip, başta İran olmak üzere Yemen, Bahreyn, Lübnan ve Irak gibi Şii ağırlıklı ülke hacılarına bin bir şart sunup, ölmeleri halinde sorumluluğu üstlenmeyeceğini deklare etti. Bunun üzerine İslam İnkılabı Rehberi Hamaney, Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hudeybiye günü uyguladığı sünnet gereğince güvenlik endişesi ile bu sene haccı erteledi.
İmam Hamaney’in fetvası bir anda tüm gözlerin Suud’un cinayet ve günahlarına çevrilmesine sebep oldu. Cehalet, taassup, hainlik dolu uygulamalar sorgulamaya açıldı. Suud ve yandaşları, kamuoyunun bu baskı ve sorgulamasını savuşturma peşinde.
Dördüncüsü: İmam Hamaney’in yayınladığı 2016 yılı hac mesajının etkilerini izole etme çabası. İmam Hamaney her yıl hac gününe özgü İslam ümmetine yaptığı seslenişin bu seneki mesajları öncelikle “vahdet” olmakla birlikte daha önce hiç rastlanılmayan net ve sertlikte Suud’un cinayet ve günahlarını hedef aldı.
Suud’u Kurani bir kavram olan “Şecere-i Melune” olarak tanımlaması İslam dünyasının her yanında büyük bir yankı buldu. Suud ve yandaşlarının gerek Arabistan içindeki ve gerekse başka memleketlerdeki sözcü ve kalemşorları harekete geçerek İmam Hamaney’in mesajını izole etme ve İslam ümmetinin gözünden kaçırma peşine düştüler.
Mezhepçilik ve taassubun “İranlı rafiziler fetva ile kabesini değiştirdi!” haberi yapacak kadar zihinsel fahişeliğe sürüklenenlerin bu haberlerle bir de karalamak ve şimdiden tedbir almak istedikleri bazı konular var.
Birincisi: Aşura ve Erbain merasimlerini karalama çabası. Aşura ve Erbain günlerinde İslam coğrafyasının her yanında olmakla beraber özellikle Kerbela’da Hz. Peygamber (s.a.a) ve onun Ehl-i Beyt’ine âşıklar on milyonlar halinde merasim düzenlemekte.
İki-üç milyonluk hac merasimini hiçbir yıl faciasız organize edemeyenler ve yandaşları yirmi beş-otuz milyonluk sorunsuz organizasyonları gölgeleme, karalama peşindeler. Tabi karalama peşinde oldukları sadece bu da değil. Ehl-i Beyt aşıklarının görkemli merasimlerini topluma sanki “hac”cın alternatifi gibi yapılıyormuş algısı oluşturarak etkisini kırma, Yezid ve Muaviye’nin bayrağını düşürmeme amacındalar.
İkincisi: İslam ümmetinin “selefi/vahhabi” anlayışa karşı tavır geliştirip “Ehl-i Beyt”e yönelmesinin önünü kesme çabası.
“Vahhabi” anlayışın emperyalizm ve siyonizmin taşeron ve tetikçisi olarak Ortadoğu’yu kan gölüne döndürmesi “selefi/vahhabi” anlayışın sorgulanmasına kapı araladı. Kapıyı aralayanlar ise kurtuluşun “Ehl-i Beyt”e olduğunu gördüler.
Suud ve yandaşları tüm sözcü ve kalemşorları ile zihin arka planında “Ehl-i Beyt”i karalama çabasındalar. Böylece “Emevi” düzeninin devam edeceği ümidindeler.
Üçüncüsü: FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet yapılanması)’nın kalkıştığı 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’de ki cemaat, dini yapılanmalar ve mevcut din anlayışının sorgulanmaya başlandı. Ayrıca bu darbe girişimi yıllardır Şii Müslümanların ne kadar sağlam bir zeminde ve ilkeli bir çizgide durduklarını da ispat etti.
Haset ve suçluluk psikolojisi içerisinde olanlar; “madem biz kapkarayız, o zaman size de az çok kara çalmamız gerek” düşüncesi ile ağızları salyalı elleri çamurlu bir şekilde ortama salınmış durumdalar…
Sözlerimizi Cenab-ı Allah’ın yüce bir kelamı ile sonlandıralım: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Muntazar Musavi
source : abna24