Bu musibetin Müslümanlar üzerindeki etkisi çok büyük oldu. Yezid'in sarayında bile bu musibet için ağlama sesleri yükseldi. Yezid'in meclisi ve mescidindekiler dâhil, bu faciayı duyan herkes Yezid'i kınadı. Bu facianın ardından Müslümanlar ikiye bölündü:
Bir bölümü hilâfet bayrağı altına toplandı; Peygamber'in (s.a.a) soyunun öldürülmesi, haremin (Medine) hürmetinin çiğnetilmesi ve Kabe'nin yıktırılması bunları halifeye bağlılıktan koparamadı; aksine, onların kasvet ve küstahlığını daha da artırdı.
Diğer bir bölümü hilâfet zümresinin yaptıklarından teberri edip onlara baş kaldırdı. Bunların gözünde hilâfet, saygınlığını yitirmiş, azametini kaybetmişti. Hirre Vakası'nda hilâfet zümresine karşı ayaklanan Medine halkı ve diğerleri buna örnektir.
Halife ve hilâfet zümresi aleyhine yapılan kıyamlar birbirini izledi. Bu kıyamları gerçekleştirenlerden bazıları, Ehl-i Beyt İmamlarının hakkaniyetini anlayıp onlara tâbi oldular, onların imametini kabul ettiler. Bunun başlangıcı İmam Hüseyin'in kıyamı döneminde oldu. Mesela, Osman'ın taraftarlarından olan Züheyr b. Kayn, İmam (a.s) ile bir araya geldikten sonra Ali'nin ve Hüseyin'in taraftarı olmuştu. Veya İmam Hüseyin'e karşı savaşan hilâfet ordusunun komutanlarından olan Hür b. Yezid er-Riyahî, tevbe etmiş ve İmam Hüseyin uğruna şehit olmuştur.
EHL-İ BEYT İMAMLARI NÜBÜVVET MİRASLARINI ELDEN ELE TESLİM ETMİŞLERDİR
İmam Hüseyin'in (a.s) şahadete erişmesinin ardından Müslümanların bir kısmı Hilâfet Mektebi'nden soğudu. Başlarındakilerin hak olmadıklarını, yanlış sözler söylediklerini, yanlış işler yaptıklarını anladılar. Yavaş yavaş kalpleri Resûlullah'ın Ehl-i Beyti'ne meyletti. Bu gelişmenin ardından Ehl-i Beyt İmamları, din ve inançları noktasında onları aydınlatmayı, Hulefa Mektebinin dinî konularda re'y ve kıyasa dayandığını, Ehl-i Beyt İmamları'nın ise sadece Allah'ın ve Resûlü'nün sözlerini ilettiklerini anlatmayı başardılar. Bu gerçeği anlayan bir Müslüman, Ehl-i Beyt İmamlarının sözlerini ve açıklamalarını kabule hazır hâle geliyordu. Bu noktadan itibaren bazı kişiler, Resûlullah'ın getirdiği İslâm'ın hükümlerini Ehl-i Beyt İmamları'nın kanalından almaya başladılar. Bu süreçte yavaş yavaş Ehl-i Beyt İmamlarının taraftan olan bilinçli topluluklar meydana geldi. Bu bilinçli topluluklardan da İslâm'ı doğru tanıma esasına dayalı salih ve İslâmî bir toplum vücuda geldi. Bu aşamada, kendilerine yol gösterecek mürşitlere ihtiyaç duydular. Ehl-i Beyt İmamları, bu görevi lâyıkıyla yerine getirecek insanları belirleyerek kendi vekilleri olarak onlara gönderdiler. Vekiller, onların sorunlarıyla ilgileniyor, dinî sorularına cevap veriyor, imam adına zekât ve humuslarını alıp yerine ulaştırıyordu. İnsanlar, imama ulaşamadıkları zaman bu vekillere müracaat ediyorlardı.
Bunun yanı sıra Muhammed Bâkır'ın (a.s) döneminden itibaren şartların müsait olması sonucu Ehl-i Beyt İmamları ders halkaları oluşturdular. Bu derslere zeki ve kabiliyetli kişiler katılıyordu. İmam onlara, bazen babaları vasıtasıyla Resûlullah'tan, bazen de Ali (a.s)'ın Camia adlı kitabından hadis rivayet ediyordu; bazen de senedini zikretmeden hükmü beyan ediyor ve konuyu açıklıyorlardı. Bu ders halkaları Cafer Sadık (a.s) zamanında daha bir genişledi ve İmam'dan ilim alan öğrencilerin sayısı dört bine ulaştı. Bu derslere katılan öğrenciler, aldıkları hadisleri, "usul" diye adlandırılan küçük risalelerde kaydediyorlardı. Onlar bu işi, Ehl-i Beyt İmamlarının on ikincisi olan Mehdi'nin (a.f) zamanına kadar sürdürdüler. Mehdi (a.s) insanların gözünden gizlenince de Şiîlerine, nerede olurlarsa olsunlar, isimleri aşağıda yazılı olan dört naibine müracaat etmelerini, emreti.
1) Ebu Amr Osman b. Said-i Amrî.
2) Ebu Ca'fer Muhammed b. Osman b. Sa'id.
3) Ebu'l-Kasım Hüseyin b.Ruh Nevbahtî.
4) Ebu'l-Hasan Ali b.Muhammed Semurî
Bunlar, yetmiş yıl boyunca İmam Mehdi'nin (a.s) naipliğini yapmış, onunla Şiîleri arasında aracı olmuşlardır. Böylece Şiîler, İmam'ın gaybeti zamanında onun naiplerine müracaat etmeye alıştırmışlar. İşte bu dönemde Sıgatu'l-İslâm Kuleynî, Ehl-i Beyt Mektebinin ilk hadis külliyatını telif etmiş ve adını Kâfi koymuştur.
Kuleynî, o dönemde yaygın olan ve Ehl-i Beyt Mektebi'nin öğrencileri tarafından yazılan bu küçük risalelerin büyük bir bölümünü bu büyük hadis külliyatında toplamıştır. Böylece Ehl-i Beyt Mektebi'nde hadis yazımı hususunda yeni bir dönem başlamıştır.
İmam Hüseyin'in şahadetinin ardından Ehl-i Beyt İmamları, gerçek İslâm'ı Müslüman topluma geri döndürmek için büyük çaba sarf etmiş, hükümleri ve itikatlarını birer birer topluma geri döndürmüşler. Nihayet bu dönemin sonunda Resûlullah'ın getirmiş olduğu hükümlerin tümünün tebliği tamamlanmış oldu. Böylece, ilmi Ehl-i Beyt'ten almayı kabullenenlerle sınırlı kalsa da, kutsal İslâm dini tahrif edilmiş hükümlerden, saptırılmış itikatlardan temizlendi. Artık Resûlullah'ın sünnetinin tamamı küçük risalelerde ve büyük kitaplarda mevcuttu.
Aynı şekilde, ümmetin bireylerini irşat etmek için de büyük bir gayret içinde olmuşlardır. Bu gayretin sonucunda salih İslâm'î toplumlar meydana gelmiş, bu hadis kitaplarına müracaat eden seçkin âlimler yetişmiştir. Bu âlimler, İslâm ümmetinin bireylerinin ihtiyaç duydukları her şeyi bu kitaplardan çıkarmaya başlamışlar. Böylece bu dönemin sonunda Ehl-i Beyt İmamları'nın tebliğ görevi sona erdi. Nitekim Nebi'nin (s.a.a) tebliğ görevi de ömrünün son yılında sona ermiş Allah da onu kendi katma almıştı.
Aynı şekilde bu dönemin sonunda ilahî hikmet, İmam Mehdi'nin Allah'ın irade ettiği zamana kadar gözlerden gizlenmesini iktiza etti. İmam da Şiîlerine, kendi mekteblerinin fakihlerine müracaat etmelerini emredip genel bir atamayla onların kendisinin naipleri olduğunu bildirdi. O tarihten itibaren Mehdi (a.s)'ın büyük gaybet dönemi başladı. Ehl-i Beyt Mektebi'nin fakihleri de, o günden günümüze kadar ve günümüzden Allah'ın istediği zamana kadar onun naipleri olarak ağır tebliğ yükünü taşımışlar ve taşımaya devam edecekler.
source : sibtayn