ÜÇÜNCÜ KISIM
KERBELÂ, MUHAMMED'İ (S.A.A) İSLAM'IN TECELLİ ETMİŞ OLDUĞU YER.
İMAM HÜSEYİN (A.S) KERBELÂYOLUNDA
İMAMIN TEF DENEN YERDE KONAKLAMASI
AŞURA GÜNÜ
İMAM HÜSEYİN (A.S) İNKILABINDA KADININ YERİ
İMAM HÜSEYİN (A.S)'İN KANLI İNKILABININ TESİRİ.
AŞURA ZÜYARETİ
AŞURA ZÜYARETİNİN İÇERİĞİ.
İMAM HÜSEYİN(A.S)KERBELÂ YOLUNDA
Hüseyin (a.s) ın kervanı 60. Hicri yılının zihicce aynının sekizinde (Terviye günü) Mekke'den ayrıldı. Halkın dikkatini celbederek bazı soru işaretlerinin çıkmasına sebep oldu. Halk neden Hüseyin (a.s) Terviye günü Mekke'den ayrılıyor? Yarın Arefe günü ve büyük haccın başlama günüdür? diye soruyorlardı.
İmam (a.s) ise cevap olarak şunları buyuruyordu:
"Ben-i Ümeyye beni öldürme peşindeir. Korkuyorum ki Mekke-i Mükerreme'de öldürüleyim ve Haremin hürmeti bu haram ayda böylece ortadan kalmış olsun". Bu hakikati halkla konuştukları zaman beyan ettiler ve onlara bu konuda Resulullah (s.a.a) dan rivayet olduğunu hatırlattılar. Bunu, Mekke'de Abdullah b. Zubeyr ile aralarında geçen konuşmada da belirterek rivayetİ şöyle naklettiler:
"Gerçekten babam bana şöyle buyurdu: Orda (Mekke-i Mükerreme) koyun karar kılınmıştır ki onunla oranın hürmeti mübah oluyor, ve ben bunun kendim olmasını istemiyorum". İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu.:"
"Allah'a andolsun ki Mekke'den bir karış dışarıda öldürülmem, bana Mekke içerisinde öldürülmemden iyidir. Mekke'den iki karış uzaklıkta öldürülmemi bir karış uzaklıkta öldürülmemden daha çok seviyorum. Allah'a yemin ediyorum ki eğer böceklerden birinin yuvasında dahi olsam beni dışarı çıkarır ve benden olan ihtiyaclarını giderirler."
İmam (a.s) halkın isteklerine cevap verdiği halde Mekke'den Kerbelaya gitmek kastıyla ayrıldı. Irak'ların davetini ve onların kendi vekili ile biatını da dikkate alıyordu.
Ama olaylar Hazretin düşünce ve hareket yöntemini değiştirdi. Halk, genel durum, casusların oyunu, rüşvet veren ve tehdit edenlerin oyununa gelerek sonunda ahid ve sözlerinden dönmeye ve İmam Hüseyin (a.s)'in biatını çiğnemeye başladılar. İmam'ın Irak'taki elçisi Muslim b. Akil'in şahadeti durumu daha da değiştirdi.
İmam (a.s)'ın kendisi bundan habersizdi. Elbette Hüseyin (a.s) kimsenin teklifini dikkate almadan kendi mukaddes hedef ve almış olduğu karar doğrultusunda hareket etti ve bunda ısrarlıydı. İmam (a.s) yolu üzerinde bulunan "SAFFAH" denen mıntıkaya geldiğinde, Ehl-i Beyte olan sevgisiyle meşhur "FERAZDAK" adındaki şair ile karşılaştı. Ondan Irak'ın siyasi ve halkın genel durumunu sordu. Ferazdak cevabında "Halkın kalbi sizinle ama kılıçları Ben-i Ümeyye iledir. Allah'ın takdiri vuku bulacak ve istediği herşey gerçekleşecek" dedi. İmam Hüseyin (a.s) ise şöyle buyurdu:
"Doğru şöyledin Ferazdak: Her işin aslı Allah'ın elindedir. Her istediği şeyi yapar. Eğer Allah'ın takdiri bizim isteğimize uygun olursa, Allaha nimetlerinden dolayı şükrederiz ve o yardım edendir. Eğer Allah'ın isteği bizim arzu ve amelimizin doğrultusunda olmazsa, hiç bir zaman amacı hakk ve takva olan birisi zarara uğramayacaktır."
İmam Hüseyin (a.s) kendi inkılabı ve kararlaştırdığı yolda ilerliyordu. Bu büyük ve yüce inkılap ve bu rehberin haberi her tarafa yayılmıştı. Bundan dolayı Ben-i Ümeyye hükümetinin temeli sarsıntıya uğramıştı. Dolayısıyla bu büyük ve mukaddes hedefin önünü alma çalışmaları başlamıştı. Bu sırada Kufe'nin yöneticisi ve hükümetin Kufe'deki temsilcisi Ubeydullah b. Ziyad idi. Alınmış olan önlemlerden bazılarını;
İmam'ın yolunu keserek Kufe'ye girmesine engel olmak ve şehirdeki giriş çıkışı yasaklamak olarak sıralayabiliriz.
Bu kararın alınmasının sebebi hiç kimsenin İmam Hüseyin (a.s)'in ordusuna katılmaması içindi İbn-i Ziyad, Hüseyin b. Nemir-i Tamimi adındaki birini bu iş için görevlendirerek Kufe'nin dışına gönderdi.
Hüseyin "Kadisiyye" denen yere yerleşti. Kendi emrinde bulunan kuvvetleri İmam'ın yolu üzerine ("Hafan" ve "Kadisiyye" arasında) yerleştirdi. Hatta onları "Lalee" dağının eteklerine kadar çıkardı. Bu kirli siyaset, çeşitli kimselerin Kufe'ye giriş ve çıkışlarını zamanında önlemiş ve aynı zamanda İmam'ın Kufe'ye gönderdiği şahsiyetler katletmişti.
İmam Hüseyin (a.s) yoluna devam ediyor ve kendi mukaddes hedefine doğru ilerliyordu. Ama yolculuğu sırasında "Zubale" denen mıntıkada Muslim b. Akil ve Kufe'deki biat'ın asıl önemli isimlerinden Hani b. Urve'nin şahadetlerini ani bir şekilde haber aldı.
Bu haberi duyar duymaz kendi dost, yardımcı, aile ve beraberindekileri etrafına toplayarak Kufe'lilerin ahitlerinden döndüklerini, kendi sözlerinden caydıklarını bildirdi ve onları Kufe'de olup bitenlerden haberdar etti.
hazretin bu konudaki sözleri şundan ibarettir:
"Şüphesiz Şialarımız bizim aşağılanmamıza razı oldular. Dolayısıyla isteyen herkes dönebilir. Buradan dönmek için herkes izinlidir. Ben hiç kimseye engel ve mani olmayacağımı açıklıyorum."
İmam Hüseyin (a.s)'ın yanındakilerden bir çoğu bu sözleri duyar duymaz sağdan soldan kaçışmaya başladılar. Yalnız Mekke'de İmama katılanlar kaldı. Bütün bunlarla beraber İmam Hüseyin (a.s) kendi kararında ısrarlı ve Irak'a doğru ilerleyişini aralıksız sürdürüyordu.
Hazret, Mekke'de almış olduğu karar üzerindeydi. Bu ilerleyiş sırasında karşı taraftan Hurr b. Yezid-i Riyah-i komutasındaki büyük bir orduyla karşılaştı.Bu karşılaşma İmam'ın, kendisine yaklaşmakta olan düşmana karşı her fırsattan istifade edebilmek için yüksek ve stratejik bir noktaya yerleşmesine sebep oldu.
Dolayısıyla İmam ve yanındakiler "zihasm"dağının yüksekliklerine yerleştiler. Düşman ise kendilerinden aşağı bir bölgede ve saldırma yada taarruz durumunda değillerdi. Emevi ordusu İmamın ordusu karşısında yerini aldı. Kendi askerlerine düzen vererek İmam'ın hareketini engellemek amacındaydı. Her iki ordu karşılıklı olarak sinirli bir şekilde sıralanmışlardı. Emevi ordusu 100 metrelik bir mesafeyle İmam'ın ordusunu sarmış bulunmaktaydı.
Derken öğle namazının vakti yetişti. İmam (a.s) dostlarından birine öğle namazı için ezan okumasını emretti. Ezan'dan sonra Hazret kalkarak konuşma yapmaya başladı. Konuşmalarında, kendi konumunu açıklayarak kıyamı ve hareketi hakkında onları aydınlattı. Onlardan kendi biatlarında baki kalmalarını, vermiş oldukları sözden geri dönmemelerini istedi.
Düşman ordusunu ölümcül bir sessizlik sarmıştı ve hiç bir tepki göstermiyorlardı. Konuşmadan sonra orada bulunan herkes namazını İmam Hüseyin (a.s)'in İmameti eşliğinde tamamladı. İkindi namazI sırasında yine İmam (a.s) kendi ilerlemelerine engel olan orduya bir hutbe okudu ve düşman ordusuna doğru,
bir çantayı açarak, kendilerinin vermiş olduğu sözlerin ve biat'lerin yazılı olduğu mektupları gösterdi ki hepsi onların İmam'ı davet ettiklerine şahadet ediyordu.
Düşman ordusu İmam (a.s)'ı sıkıştırmakta ve ölümle tehdit ettiği halde, İmam ve yanındakiler hareket için hazırlanmaya başladılar. İmam Hüseyin (a.s) onların tehditlerini şu şekilde engelliyordu:
"Beni ölümle mi tehdit ediyor ve korkutuyorsunuz ve acaba sizin içiniz O hadde yetiştimi ki beni öldürmek istiyorsunuz? Ben kardeşim Ovs'un söylediği sözleri söyleyeceğim. Kardeşim Ovs Resulullah'a (s.a.a) yardım etmek istediğinde, amcaoğlu onu korkutarak, yapmış olduğu işin tehlikeli olduğunu ve öldürülebileceğini söyledi. Ovs ise cevabında;
Gidiyorum ve inanıyorum ki amacı hakk ve islam akidesi üzerine cihad etmiş olan. salih kişilerle arkadaşlık ve kardeşlik etmiş olan mert kişi için ölüm utanç verici değildir. Nefret edilmişlerden ayrılmalı, kötü ve günahkarlara karşı koyulmalıdır. Ben yaşarsam pişman değilim ve öldürülürsem başkaları tarafından kınanmam, ve sana korku ve aşağılık ise yaşamını sürdürmen yeterlidir. (düşman komutanına hitaben)
Hürr b.Yezid, İmam'ın dönmesinden tamamen ümidini kesti. Dolayısıyla Hazret'in yolundan çekildi İmam (a.s) kendi mukaddes hedefi doğrultusunda ilerlemeğe devam etti. Bu şekilde Emevi Ordusu İmamı takibe almış oldu ve bütün hareketlerini kontrol etmekteydi. İmam (a.s)ın karvanı kendi yoluna devam ederek Irak topraklarında bulunan "Neynevz" denen bir yerleşim merkezine ulaştı. Burda idi ki, Kufe'deki Emevi komutan Ubeydullah b. Ziyad'ın elçisi, Hurr b. Yezid ile görüşerek Ubeydullah'ın göndermiş olduğu emirleri Hürr'e teslim etti. Emrin içeriği şu şekildedir:
"Benim elçim ve emrim sona ulaştığında, Hüseyinin ilelemesine engel ol ve Onu susuz, kuru bir bölgede durdur. Sudan ve yaşantıdan uzak bir yere yerleştir. Elçim emrimi yerine getirip getirmediğini kontrol etmek için seninle beraberdir. Vesselam"
Hurr bu emri okuduktan sonra Hüseyin (a.s)a bildirdi ve Ubeydullah b. Ziyad'ın isteklerini Hazrete iletti. Onun kati kararını açıklamış oldu. Buna karşı Hüseyin (a.s) Hürr'e şöyle buyurdu:
"Öyleyse Neyneva, ya Caziriyye veya Şafiye'de yerleşmem engel olma." Hürr ise; İmam'ın isteklerini, hükümet, casus ve habercilerinin korkusuyla, kabul etmedi. İmam (a.s) konuşma yapmak için kendi dostlarını etrafına toparladı ve onlara:
"Bizim için baş gösteren olayı kendiniz görüyorsunuz.
Şüphesiz dünya değişmiştir. İyilikleri çekilmez oldu, yüz çevirdi zorlukla geçiyor. Gerçeğe bakılırsa dünyadan, kabın dibindeki rutubet'ten başka birşey kalmadı. Hayat alçak ve hoşa gitmiyor, aynen tufan'a uğramış arazı gibi. Acaba hakka amel edilmediğini ve batıla engel olunmadığını görmüyor musunuz? Gerçekten mümin Rabbine kavuşmakta isteklidir, ve buna layıktır. Ben ölümü saadet ve zalimlerle yaşamı ise zillet biliyorum" diye buyurdu.
Böylece İmam Hüseyin (a.s) kendi yoluna Irak topraklarında devam etti. Çok geçmeden Emevi ordusu İmam'a engel olmaya başladı ve Kerbelâ denen yerde yerleşilmesini zorunlu kıldı.
Hazret ve yanındakiler Kerbelâ'ya yerleştiler, burda büyük şahadet derecesine erdiler. Bu olay Muharrem-ul Haram ayının 10. günü ve hicretin 61. yılda vuku buldu.
İMAM'IN TEF DENEN YERDE KONAKLAMASI:
Yukarıda açıklandığı gibi İmam Hüseyin (a.s) dostları ve ailesiyle birlikte Kerbelâ çölünde konakladı. Böylece özgürlük sembolü ve inkılapçı şiarların sonra gelecek nesillere ulaşmasını amaçlıyordu. Ama Emevi hükümeti ki, bunların başında Ubeydullah b. Ziyad geliyordu, Irağın merkezi olarak sayılan Kufe,
şehri ordularını hazırladı ve devamlı askeri yönden ağırlık sağlamaya çalışıyordu. Halbuki İmam'ın kudretinin hiç kimseye saklı olmadığını biliyordu. İmamın az bir kuvveti bulunmasına rağmen ve Kufe'lilerin Hazrete yardım sözünden geri dönmelerine rağmen İmam, yüreklerine korku salmıştı.
İbn-i Ziyad, Ömer b. Saad'ı çağırtarak, İmamla olacak bir savaşın en hassas bölümünün komutasını üstlenmesini istedi. Ömer b. Saad önce tereddütte idi. Sonra hayali hükümet, mevki ve makam hevesiyle ki ona hiç bir zaman yetişemedi kandırılarak bu işin başına getirilmiş oldu. Emevi ordusu dört bin savaşçı ile İmam Hüseyin (a.s)'in karşısında durmak için görevlendirildi. Kerbela İmam'ın karşı tarafında bir yerleştiler.
Ömer b. Saad İmam'ı her taraftan kuşatabilmek için gitgide karargâha doğru yanaşmaktaydı. İmam (a.s) ise onunla konuşma ve görüş alış verişinde bulunmak istedi. Dolayışıyla toplantılar ve görüşmeler tertiplendi sonunda Saad İmam'ı muhasara etmekten vazgeçeceğini ve Irak'tan başka her hangi bir yer isterse gidebileceğini bildirdi. Saad bu olup bitenleri Ubeydullah'a yazdı. O da bunu kabullenerek bunun icra olması için emir verdi.
Ama İmam'ın en şiddetli düşmanlarından "Şimr b. Zilcuşen" Ubeydullah'ı bu karardan vazgeçirerek, eğer İmam bu muhasaradan kurtulursa çok yakında büyük ve kudretli bir güç oluşturacak, böylece ulaşılması daha zor bir durum yaratacak ve bu olay İmam'ın faydasına olacaktır diye ona hatırlatmada bulundu.
Ubeydullah, Şimr'in sözlerinin etkisinde kalarak sonunda Ömer b. Saad'a, Şimr vasıtasıyla tehdit edici bir emir gönderdi. Ubeydullah'ın emri, Saad'ı İmam'ın karşısında savaşmaya zorluyordu ve emir yerine getirilmezse ordunun komutasını Şimr b. Zilauşen'e teslim etmesini istiyordu.
Ömer, mektubu ve emri alınca kendisini, İmam ile savaş yada makam ve mevkisinin kaybedilmesi arasında gördü. Sonunda Şeytanın vesvesesine yenilerek dünya ve ahiretini karartıcı olayı, yani İmamla savaşı kabullenmiş oldu. Muharrem ayının yedinci günü, İmam'ı, muhasara etmek ve İmam'ın karargâhı ile Fırat Nehri arasında fasıla oluşturmak için kendi kuvvetlerini harekete geçirdi. Böylece İmam ve dostlarını teslim almak veya susuzluktan yok etmek istiyordu.
Muharrem ayının dokuzu, perşembe günü öğleden sonra, Ömer b. Saad'ın cinayetçi askerleri İmam'ın çadırlarına hamle ettiler. Ama İmam bu hücumu geri püskürttükten sonra bu olayı ıslah etmek için kardeşi Abbas b. Ali'den, saldırgan ordunun karşısına geçerek onları bu kararlarından vazgeçirmesini istedi.
Ama o satılmış askerler Ben-i Ümeyye'nin cinayet ve zorlu gücüne güvenerek Abbas'ın sözünü kabullenmediler ve "Ya Hüseyin amirimizin emrini dinlemeli yada bizimle savaşmalı" diye tutturdular.
İmam, kudretsiz, iradesiz sadece dünya ganimeti için, köpekler gibi dil döken askerlerden ümidini kesti ve kardeşine, tekrar onlara gitmesini ve Muharrem ayının onuncu gecesini zaman istemesini, böylece son kararlarını vermeleri gerektiğini bildirdi. Abbas kardeşinin emrini yerine getirerek olayı karşı tarafla görüştü. Ömer b. Saad ve ordusu sadece bir gece zaman verebileceklerini bildirdiler.
Dolayısıyla yarın savaş günü, karşılaşma günü köklü değişikliklerin başlayacağı gündür. Yarın Muharremin onuncu günü, İslam tarihinde büyük bir olay, tarih sayfalarını çeviriyor ve yeni bir tablonun ulaşmasını sağlıyordu.
AŞURA GÜNÜ.
İmam Hüseyin (a.s), ashabı ve dostları Muharremin onuncu gecesini dua, namaz, münacat ve yarının karşılaşması için sabırsızlıkla geçirdiler.
O gece geçti büyük bir tarih geride kaldı. Şimdi Aşura günü, kan günü, cihad ve şahadet günü gelmiştir. Aşık ile maşuk'un buluşma günü, mabud ve maşuk ile görüşme günü, hareket ve değişme günü dosta ulaşma günü.
Şimdi Ömer b. Saad kendi ordusunu, Resulullah'ın torunu ile karşılaşmak ve savaşmak için hazırlıyor. Ehl-i Beyt'in beşinci ferdiyle savaşma hazırlığı....
Kur'an-ı Kerim ve rivayetlerin emrine göre, rehberliklerinin kabul edilmesi ve sevilmeleri vacip olan kimselerle savaş...
İmam Hüseyin (a.s), kararlı ve emin kalbiyle düşmanın silahlanmış topluluğuna göz attı.
Ama o çoğunluk ve topluluk İmam'ın iradesinde en ufak bir uyuşukluk ve tesir bırakmadı. Aynen bir dağ misali sağlam ve güçlü bir iradeye sahipti. Allah'tan başka hiç kimseye sığınmıyordu. Dolayısıyla İmam Hüseyini (a.s), ellerini Allah'a açmış, dua, yakarış ve münacatla görüyoruz. Hazret şöyle buyuruyor:
"İlahi! bütün belalarda dayanağım sensin ve bütün zorluklarda ümidim sanadır. Hayatımda hangi olayla karşılaşırsam dayanağım ve güvencem sensin.
Bazen musibet geldiği zaman kalbi zayıf ve güçsüz kılar insan çaresiz kalır. Dost ihanet eder ve düşman aşağılar. Ama ben, bunu sana bırakıyorum, sana şikayette bulunuyorum. Çünkü her şeyden kopmuş sadece sana ümitliyim. sen genişlik verdin bunları ortadan kaldırdın. Dolayısıyla her nimette velinimetim sensin ve her iyiliği senden biliyor ve Seni isteklerimin sonu olarak biliyorum".
İmam Hüseyin (a.s) savaş ve karşılaşmaya hazır bir şekilde düşman ordusu karşısındaydı. Artık savaş kaçınılmaz gibi gözüküyordu. Bundan dolayı, kadın ve çocukların korunabilmesi için çadır gerisinde çukurların kazılmasını emretti. O çukurlarda, düşmanın saldırısını önlemek için ateş yakılmaya başladı.
Böylece düşmanın çadırlara olabilecek hücumu önlenmiş oldu, dolayısıyla düşmanla karşılaşma, bir noktada toplandı.
İmam (a.s) düşman karşısına konuşma yapmak için çıktı. Karşı tarafın göndermiş oldukları mektup elçi ve onların biatlarını hatırlatmaya başladı. Ama o hayasız halk topluluğu İmam'a cevap vermedi ve o sıcak sözlerin tesirini hissetmediler.
İmam Hüseyin (a.s) tekrar düşman ordusunun karşısına geçerek kendi atının üzerinde olduğu halde Kur'an-ı Kerimi eline alarak havaya kaldırdı ve açarak başının üzerine bıraktı ve şöyle buyurdu:
"Ey milelt! Benimle sizin aranızda hükmeden, Allah'ın kitabı ve dedem Resulullah'ın sünnetidir."
Yine o yüzsüz kimselerden İmam'ın cevabını veren olmadığı gibi Ömer-i Saad ordusuna, ilerlemesi için emir verdi. Kendisi o kirli elleriyle savaş kıvılcımını başlatmış oldu. İmam'ın çadırlarına ilk oku atarak "şahid olunuz ki İmam'ın tarafına ilk ok atan benim" dedi.
O vahşice başlangıç Peygamber (s.a.a)'in torunu, müslümanların önderine musibetler ve zorluklar icad ederek İmamı kurbanlık olarak aldı.
İmam Hüseyin (a.s), ve 78 kişiyi geçmeyen dostları, ailesi. kardeşleri, çocukları ve amca çorukları binlerce insan yığını karşısında kaldılar. Savaş ateşi başlamış oldu. Bazen her iki taraf karşılıklı teke tek karşılaşıyor ve şiddetli bir şekilde savaşıyorlardı. Bazen de savaştan çekiliyorlardı. Elbette tabiidir ki Yezid'in hadsiz hesapsız ordusu bu sınırlı kuvvet karşısında ölümlere ve bu kuvvetin ortadan kalkmasına sebep olacaktır.
İçler acısı Kerbela olayında zorluk, musibet ve Ehl-i Beyt'in (a.s) mazlumiyeti gerçekleşerek doruk noktasına ulaştı. Tarih, bu içler acısı faciadan bazı sahneleri açıklıyor ki, hiç bir yazar, şair, ressam onları kolaylıkla beyan etme gücüne sahip değildir.
Bu sahnelerden bazıları: İmam'ın, ciğerleri sızlatan süt çocuğunun, Ömer b. Saad ordusu karşısındaki durumudur. İmam onu, Emevi ordusu karşısına su talep etmek için getirdi. Çünkü Fırat nehri ile İmam'ın çadırları arasında engel oluşturulmuştıs.
Peygamber (s.a.a)'in çocukları, onların dostları ve
ashapları şiddetli bir susuzlukla karşı karşıyaydılar. İmam çocuğu ordunun karşısına getirerek taşlaşmış kalplerin yumuşamasını ve insani duyguların tahrik olacağını ümit ediyordu. Ama onlar attıkları oktan başka hiç bir tepki göstermediler. Atılan bir okla o küçücük süt çocuğunu kendi babasının kucağında kanla boyadılar.
Asker! Eğer susuzluğa dayanamıyor idiysen
Babanın elleri üstünde suya doymuş oldun
O ciğerleri sızlatan manzara karşısında, İmam (a.s)ın kalbi sızladı ve süt çocuğunun kanını ellerine doldurarak gök yüzüne serpmeğe başladı ve aynı zamanda Allah'ı ile münacaak etmekteydi ve bu acı olayın hesabını Allah'a bırakıyor ve şöyle buyuruyordu.
"Bütün bu derd ve zorlukları bana kolaylaştıran şey, Allahın şahit ve görüyor olmasıdır."
O zor ve vahşice savaş devam etmekteydi. İmam Hüseyin (a.s)'in ashabı, dostları ve Ehl-i Beyt'i birbiri ardınca kahramanca savaşarak büyük şahadet makamına nail olmaktaydılar.
İmam'ın kendisi en son olarak şehitlere kavuştu ve mukaddes kurbanlarıyla hak kelimesi yolunda, İslam ve halis Muhammed (s.a.a) mektebinin genişlemesi için kendini feda etti ve kurban oldu. Savaşın o sıcak anında üç köşeli ok İmam'ın göğsüne oturmuş oldu. İmam, yaraların çok olması dolayısıyla, kanamayı önlemek için o mukaddes ve tertemiz göğsünden oku çekemedi. Böylece atından, cihad ve şahadet kanına bulanmış bir şekilde yere düştü.
Dost huzurunda, kana boyanmış oldu.
Ben-i Ümeyyen'in kin ve nefreti bununla bitmedi, Ordudan "Şimr b. Zilcuşen" adında bir nasipsiz Peygamberin oğlu Hazreti Aba Abdullah-il Hüseyin (a.s)'e doğru ilerlemeye başladı. Arkalarında durarak Hazretin mübarek başını bedeninden ayırdı!!...
Mübarek ve pak kafaları ile temiz bedenleri arasında fasıla oluşturdu.!!...
Sonra, Ömer b. Saad ordusuna;
-İmam'ın pak, temiz vücudu üzerinde at koşuşturmaları için emir verdi. İman Hüseyin (a.s)'in yıldızlar gibi parlayan vücudu böylece sönmüş oldu. O müsibetli, acılı ve hiç bir zaman unutulmayacak olay gerçekleşmiş oldu. İmam Hüseyin (a.s)'ın pak ve temiz kafaları ile diğer hak yolundaki şehitlerin kafaları, mızraklar üzerine takılarak savaş ganimeti ve hediyesi unvanıyla, kan içici katiller arasında paylaşıldı.
Mızraklar üzerine takılı başlar, Yezid b. Muaviye'ye pişkeş çekilmesi için, Kufe'ye doğru harekete geçti. Diğer taraftan şehitlerin temiz ve mukaddes bedenleri üç gece ve gündüz Kerbela'nın sıcak ve kavurucu toprağı üzerinde bırakıldı.
Ben-i Esed taifesinin ki Kerbela
yakınlarında oturmaktaydılar temiz bedenleri defn etmesinden önce, Ömer b. Saad ordusu yapmış oldukları cinayet yeterli görmeyerek, Peygamber (s.a.a)in Ehl-i Beyt'ini esir ederek Kufe'ye daha sonra Şam'a doğru harekete geçirdiler. Musibetli ve dertli kervanın önün de İmam'ın, dostlarının ve ashabının kafaları hareket halinde idi. Allah'ın lanet ve nefreti zalimlere ve zulmedenlere olsun.
iMAM HÜSEYİN (A.S) İNKILABINDA KADININ YERİ:
Bu tarihi bir hakikattir ki İmam Hüseyin (a.s) açıkça biliyordu ki, Onun hakim olan Emevi nizamı karşısında direnmesi o zalim ve zorlu nizam karşısında kati bir şekilde direniş göstermesi Allah yolunda şahadetten başka bir şeyi gerektirmiyor. İster Medine'de, Mekke'de veya dünyanın her hangi bir noktasında olsun hiç bir şey fark etmiyor. Dolayısıyla, kendi şahadetiyle, cenneti, bitmeyen ve tükenmeyen nimetleri elde edeceği gibi,
şahadetinin İslam ümmetinin tarihi yolunu da devamlı kalması, tesirli olması ve yol gösterici olmasına da dikkat ediyordu. Bundan dolayı halkın nazar ve görüşünü, zahiri meşru olarak gözüken ama gerçekte kandırıcı olan Ben-i Ümeyye'nin siyasetinde toplamayı amaçlıyordu. Çünkü İmam (a.s) çok iyi biliyordu ki bu şekildeki ölüm toplumu ilgilendirmeyecek ve toplumda her hangi bir harekete sebep olmayacaktır.
Halkı etkileyeceğini farz edecek olursak bile bu kısıtlı ve sınırlı olacaktır. Dolayısıyla bütün İslam Ümmetini ilgilendiren, tarih boyunca kendi yüceliğiyle milletlere ve toplumlara hidayet ve yol gösterici olabilecek bir yöntem değildir.
Dolayısıyla, derin ve tesirli bir hareketin oluşturulması, şimdi ve gelecekte ümmeti etkilemesi için zaman-i ve makan-i konumlara dikkat etmekten başka bir çare gözükmüyordu. İmam Hüseyin (a.s) kendi komutası altındaki hak ordusu ile Ümeyye hanedanı komutasında olan batıl ordu arasındaki savaşa herkesi davet etti.
İmam (a.s) Irak yolunda hiç bir arap kabile ve taife ile karşılaşmıyor ki onları kendine yardıma davet etmemiş olsun. Onların kendi bayrağı altına girerek hakkı talebden hareketinin genişlemesi ve yayılmasını istiyordu.
Böylece İmam'ın, Emevi hükümetinin karşısında durmasının sonunu bildiği halde hanım ve çocuklarını beraberinde götürmesinin sırrını öğrenmemiz yerinde olacaktır.
İmam Hüseyin (a.s) yakinen biliyordu ki kendi ve ashabının hanımları, Emevi hükümeti tarafından, ihanet hürmetsizlik, yakalama ve esarete maruz kalacaklardır. Yine biliyordu ki bu olay bazıları tarafından beğenilmeyecek ve yapılan bu haksızlık Ümmetin itirazına sebep olacaktır.
Böylece Emevi hükümetinin rezaleti bütün müslümanlar tarafından anlaşılmış olacaktır. Her müslümanı etkisi altına alacak, dolayısıyla her taraftan bu haksızlığa ve Emevi hükümetine baş kaldırılacak ve geçmişteki gibi zillet altına girmeyeceklerdir.
Bu şekilde, kadınların Emevi hükümetini rezil edeceklerini düşünürsek ve bunu esir olduktan sonraki durumlarıyla birleştirirsek ki esir olduktan sonra halkla konuştular, onları olayın gerçek yüzüyle tanıştırdılar.
Emevilerin kötülük ve oyunlarını Kufe ve Şam şehirlerinde halka bildirdiler.
Hutbeler okuyarak, Emevi siyasetçileri karşısında kendi mukavemet ve direnişlerini sürdürerek onlarla tartıştılar. İmam Hüseyin (a.s)in, kadın ve çocuklarını savaşın odak noktasına götürmesinin hedefi her akıl sahibine aşikar olacaktır.
Bu sebep ve hedefler dikkate alınırsa,
kadın ve çocukların beraberinde hareket etme planının, önceden yapılmış ve hesaplanmış bir plan olduğu görülecektir. İmam (a.s) Mekke'den ayrılıp Irağ'a doğru hareketi sırasında kardeşi Muhammed b. Hanefiyye ile söyleşisinde kadınların önemine değinerek şöyle buyurdu:
"Allah-u Teala, kadın ve çocukları esir olarak görmek istemiştir."
Şimdi, kadınların bu hareket sırasında olan etkilerinden bahsettikten sonra Hazreti Zeyneb-i Kubra (selamullah-i aleyha)'nın ve diğer kadınların buyurmuş olduğu etkili ve tesirli bazı sözlerine yer vermemiz yerinde olacaktır.
Zeyneb, Kufe halkına hitap ederek kadınların, İmam'ın kanlı hareketindeki konumuna değinerek şöyle buyuruyor:
"Hamd ve senâ Allah'a mahsustur. Ve selam babam Muhammed (s.a.a) ve onun tertemiz hanedanına
(Ehl-i Beyt) olsun. Ey Kufeli'ler: Acaba ağlıyor musunuz? Öyleyse gözyaşınız kurumasın ve ağlama hıçkırıklarınız dinmesin. Sizler ipliklerini pamuk eden kadın gibisiniz (Arap cahilliyetinde ahmak kadın diye meşhur olmuştu) Sizlerde kendi imamınızı fesad, yokluk, düşmanlık ve aşağılık olarak karar kıldınız!...
Sizlerle konuşuyorum: Bazen haddinizi aşarak, gurur ve düşmanlık yüzünden kalplari kinlerle doldurur, bazen de satın alınan köleler gibi aşağılıksınız, yağcı ve yaltakçılık edersiniz. Kinli düşmanlar gibi zorluklar çıkarıyorsunuz, sizlerin bu kötü huylardan başka birşeyiniz yoktur. Sizler bataklıkta büyümüş gül'e benzersiniz görünüşü güzel ama batını çürüktür. Şekliniz aptal misalindedir.
Elbette kendiniz için zorluk ve ebedi azaba sebep olacak bir azık hazırladınız. Acaba şimdi kardeşim için ağlayıp, feryad mı ediyorsunuz? Evet Allah'a and olsun ki ağlamalısınız, zira işlemiş olduğunuz iş ömür boyu ağlamanızı gerektiriyor. Çok ağlayınız ve az gülünüz ki yaratılmışların efendisini öldürerek,
hürmetsizlik ederek kendinizi aşağılık bir hale soktunuz. Öyle bir aşağılık ve mahcubiyet ki kıyamete kadar hiç bir suyla temizlenmeyecektir.
Bu pisliğe bulaşmanızı nasıl temizleyebilirsiniz? Peygamber (s.a.a)'in oğlu ve cennet gençlerinin efendisinin katli nasıl görmezlikten gelinebilir*?
Halbuki siz öyle binini öldürdünüz ki sizinle savaşmayan, sulhunuzun taraftarı, sizin birleşmenizin odak noktası, kimsesizlerin imdadına yetişen, dininizin sancaktarı, mektebinizin hatibi, yolunuzun ışığı ve aydınlatıcısı idi.
Şüphesiz hepiniz, helak, aşağılık, başı eğik ve yok oldunuz. Sizlerin çalışıp çırpınmanız, ümitsizlik ve zarardan başka bir şey getirmedi. Yok olmak ve felaketten başka birşey elinize geçmedi. Hepiniz devamlı azaba yakalandınız. Çaresizlik ve karanlıklar bulutu sizlere gölge düşürdü.
Vay olsun sizlere! Acaba Mustafa'nın (s.a.a) ciğerini parçaladığınızı ve anlaşmanızı çiğnediğinizi biliyor musunuz?
İsmet ve taharete nasıl hürmetsizlikte bulundunuz? Hangi hürmet, ihtiram ve saygıları ortadan kaldırdınız? Hangi kanı döktünüz? Öyle bir haram işlediniz ki, neredeyse gökler birbirinden ayrılacak,
yer yarılıp ve dağlar yerle bir olacaktı.
Sizlerin, kötü, alçak, cahilce, ahmakça, büyük ve şiddetli işiniz bütün alemi doldurdu. Acaba gökyüzünün ağladığını gördünüz mü? Elbette ahiret'in azabı daha zor ve rezil edicidir. Orda hiç kimseden ümit, yardım ve o azaptan kurtuluş yoktur.
Dolayısıyla geçici bir an için sevinclive hoşnut olmayın, çünkü sığınacak hiçbir yeriniz yoktur. Hiç bir zaman günahsızın kanı boşa gitmez, sizin Allah'ınız pusudadır."
Hazreti Zeynep, işte bu şekilde Kufe halkını sorumlulukları karşısına alarak olayın büyüklüğünü onlara aksettirmiş oldu. İçinde bulundukları durumu onlara hatırlatarak, İmam Hüseyin (a.s)'ın şahadetini açıklayarak sosyal ve toplumsal tepkileri ve Ben-i Ümeyye siyasetine karşı toplu bir başkaldırının başlamasına sebep oldu. Kufe'nin durumunu tamamen değiştirdi. İşte o zaman Fatma Binti Hüseyin (a.s) kendi tarihi konuşmasına şöyle başladı:
"-Ey Kufe halkı! Ey hokkabazlar, hileciler ve yalancılar! Allah-u Teala, bizleri sizler vesilesiyle imtihan etti ve sizleri de bizler vesilesiyle imtihan etti.
Ama biz imtihandan galip ve yüzü-ak çıktık. Allah-u Teala kendi ilmini ve ahkamını derk etmeyi ve anlamayı bize inayet etti. Dolayısıyla bizler ilahi ilim ve Onun anlama vakıf olanlarız. Bizler Allahın kulları arasında ve yeryüzünde O'nun hüccetiyiz. Allah-u Teala lütuf ve keremiyle,
bizlere büyüklük bağışladı, ve Peygamberi (s.a.a) vesilesiyle bizleri birçok yarattıklarından üstün kıldı. Ama siz ehli olmayanlar bizim makam ve mevkiimizi yalanlamaya çalıştınız. Bizim ilim, bilgi, fazilet ve büyüklüğümüzü inkar ettiniz. Bizim katlimizi caiz bildiniz ve varlığımızı yağmalamayı reva gördünüz.
Sanki biz sizlere göre Tatar oğullarındanız.
Elbette sizler, dün dahi elinizi bizim ceddimizin kanıyla boyadınız. Bizim kan damlaları mızhenüz bile kılıçlarınızda durmaktadır. Bu sizin bize karşı eskiden beri gütmüş olduğunuz kin, kıskançlık ve düşmanlıktan kaynaklanmaktadır. İşte bu, sevinç ve şad olmanıza sebep oldu. Bu, sizin Allah'a karşı cesaretinizi ve hilenizi gösterir, biliniz ki Allah en iyi oyun oynayan dır.
Bizden döktüğünüz kan ve yağmaladığınız malların nisbetine birbirinizi sevinç ve neşeye davet ediyorsunuz. Çünkü bütün bu musibetler ölümcül belalar levh-i Mahfuz'dadır. Bu işler Allaha kolaydır. Elinizden çıkanlar hakkında üzülmeyin ve kazandıklarınıza sevinmeyin ki, Allah hiçbir mütekebbir, mağrur ve kendini beğenmişi sevmez.
Ölüm olsun üzerinize! Allahın lanet ve azabını bekleyiniz.
Sanki belalar sizleri sarmış ve intikam için gökten yağmur gibi üzerinize yağıyor. Sonunda işleriniz karışmış ve hüsrana uğramışsınız. Sizlerden bir grup başkalarının akıbetinin acısını çekiyor. İşte kıyamet günü, bize reva gördüğünüz zülüm ve sitemden dolayı acı ve devamlı azapta kalacaksınız. Biliniz ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir."
Ümm-ü Gülsüm'de bu konuşmayı devam ettirdi ve büyük hedefli bir hutbe buyurdu aynı noktayı nişan olarak okudu, oku aynı hedefe doğru fırlattı. Özellikle Şam'da, Emevi hükümetinin merkezinde etkisini sürdürdü. Zira orada şiddetli tartışmalar başladı. Böylece daha fazla sohbet ve konuşma olanağı ve ortamı oluştu. Gitgide tartışmalar çoğalmaya ve dolayısıyla kadının İmam Hüseyin (a.s)ın kıyamındaki rolünü daha belirginleştirdi. Kadınlar, Yezid b. Muaviye ve diğer zorbalara karşı hücuma geçtiler. Hiç kimseden korkmadan devletin siyaseti karşısında durdular.
Bu iddianın isbatı için Hz. Zeyneb'in yüksek ve etkileyici muhtevadaki, Yezid karşısında yapmış olduğu konuşması yeterlidir. Bu hutbe o büyük haraketin açıklaması için bir numunedir. Bu hutbeden bir bölümü şöyledir:
"Hamd ve senâ alemlerin Rabbine mahsustur. Selam ve salat, Allahın Peygamberi Muhammed (s.a.a) ve onun temiz Ehl-i Beyti'ne olsun.
Allahın sözü doğrudur ve şöyle buyuruyor:
"Sonra da Allah'ın delillerini yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri için o kötülük edenlerin sonu kötü oldu gitti." Ey Yezid! Sen olayın bu şekilde olmasını istemediğini mi zannediyorsun? Bilakis tersine yeri, göğü bizlere daraltarak, ve bizleri esir olarak şehir şehir ve diyar diyar dolaştırdın.
Bu, bizim için keramettir ve Allahın bize vermiş olduğu bir nimettir. Kendin için bir büyüklük ve yüceliğin olduğunu mu zannediyorsun? Bu yüzden gururlanıyor ve kendini büyük görüyorsun burnun havalarda geziyor. Çünkü dünya senin için saf, ve bizim saltanatımız sana mahsus olmuş dolayısıyla şişiyor ve kendine sığmıyorsun! Elbette sen kendin böyle olmadığını çok iyi biliyorsun. Gurur merkebinden gaflet ve düşmanlıktan kendine gel, cehalet ve delaletten geri dön. Meğer Allahın buyruğunu unuttun mu ki buyuruyor:
"Küfredenler kendilerine zaman ve fırsat vermemizi, kendileri için hayırlı sanmasınlar. Onlara zaman ve fırsat verişimiz, suçlarını arttırmaları içindir, ve onlaradır hor hakir edici azap." Ey satılmışlar! Kendi kadın ve hizmetcileriniz perde arkasında hicaplıdırlar ama Resul-u Ekrem (s.a.a)'ın kızlarını esir etmiş şehirden şehire dolaştırıyor
ve onların ihtiramını görmezlikten geliyorsunuz. Her tarafta hücum ettiniz ve bineklerinialdınız, erkeklerinden ayırdınız. Onlara bakıcı ve himayetçi bırakmadınız! Nasıl olurda annesi ciğer yiyen kadın ve kendi eti de şehitlerin kanıyla oluşan birinden hürmet ve himaye ümit edilebilir."
"Sen ey Yezid! Allah'ın veli, hakim ve Resulü'nün hakem, Cebrail-i Emin'in yardımcı olması ve O Hazrete dayanak olması yeterlidir. Seni kendine halef olarak seçen ve müslümanlara hakim kılan, en kısa zamanda nasıl bir zalimi seçtiğini ve ne kadar aşağılık birini kendi yerine bıraktığını anlayacaktır. Kıyamet günü, kimin aşağılık ve kötü yerde olacağı, güçsüz ve kimsesiz olacağı belli olacaktır. Eğer ben, senin makam ve mevkiini aşağı ve küçük sayıyor ve seni yermeyi büyük sayıyorsam, seninle konuşmamın hiçbir yararı olmadığı, ve hiç bir faydayı göz önüne almadığımdandır.
Ama ne yapılabilir ki gözler ağlıyor ve kalpler ateşlidir!... Dolayısıyla ne yapabilirsen yap, kin ve düşmanlığını çoğalt. Bize, Vahy, Kitap, Peygamber ve seçilmişlerle büyüklük bağışlayan Allah'a and olsun ki, hiç bir zaman bizim büyüklüğümüze yetişemeyeceksin ve bizim büyük makamımıza el uzatamayacaksın Hiç bir zaman bizim vahyimize dokunamayacaksın. Ömrünün sonuna kadar, çehrende aşağılık ve rezaleti göz yaşlarınla yakayamayacaksın.
Gerçekten sen, zayıf kararlı, akılsız, sayılı günleri kalan, dağınık, fezil ve hor bir gruba sahip olan birisin. İşte o gün, feryad edilecek Okumuş olduğunuz konuşma, Hazreti Zeyneb'in ve diğer kardeşlerinin şiddetli konuşmalarından seçilmiş birkaç bölüm idi. Bu bölümün nakledilme sebebi,
İmam Hüseyin (a.s) kanlı kıyamı ve hedeflerinin kadınlar tarafından beyan edilmesi, ve Ehl-i Beyt'in mazlumiyetini anlatmak ve onların ümmetin idari işlerinde herkesten daha üstün olduklarını hatırlatmak içindi. Böylece Ben-i Ümeyye'nin kirli konumu, onların yanlış ve sapmış gidişatı aydınlandığı gibi, zayıf kimselerin kandırıldığı ve ümmetten bazı grupların saptırıldığı da belli oldu. Zulüm ve sitem, Emevileri böylece yok etti.
İMAM HÜSEYİN (A.S)'İN KANLI İNKILABININ TESİRİ
Önceden de değindiğimiz gibi, İmam Hüseyin (a.s)in kıyam ve inkılabının hedefi başından sonuna kadar, haraketiyle zorlu Emevi hükümeti karşısında durmak ve Ben-i Ümeyye'yi hükümetten uzaklaştırmaktır. Dolayısıyla Ümmeti asıl ve ana yolda hidayet etmektir.
Elbette, sonuç önceden belirtildiği gibi gerçekleşti. İmam Hüseyin (a.s), ashabı ve dostları durmayı ve yavaşlamayı caiz görmediler ve Allah-u Teala onları, şehit olarak seçti, böylece Ben-i Ümeyye'nin temelleri sarsılmış oldu. Onların kirli mahiyetleri ortaya çıkarak ilahi risalet ve İslam karşısındaki düşmanlıkları kendilerini rezil ve hor etti. Ben-i Ümeyye hükümeti, hatta halkın menfaatine muhalif ve aşırı olarak tanınmış oldu.
Kerbelâ faciası bu kirli hanedanla beraber çalışanların dahi itirazına sebep oldu. Onlar kendi uyanık vicdanları ve sönmeyen acılarıyla derin bir değişikliğin yapılmasını istediler.
Bu esasa göre İslam toplumu büyük bir sarsıntıya uğramış oldu. Halktan meydana gelen bazı grupların ayaklanmasına sebep oldu. Irak'ta "Tevvabin" inkılabı, "Muhtar Sakafi"nin hareketi ki İmami (a.s), öldürenlerin kökünü kurutmak, tamamiyle ortadan kaldırmak için idi. Yine Medine kıyamı da bunlardandır.
Gerçi yukarıda zikrettiğimiz kıyamlar Ben-i Ümeyye'yi ortadan kaldırmadı, ama hükümet toplu bir muhalefetle karşı karşıya kaldı. Çünkü bu muhalefetten önce hükümetin yapmış oldukları İslama mal ediliyordu. İşte Abbasilerin inkılabı, halkın Emevi hükümetine olan zıtlık ve muhalefetinden istifade etti. Kendi kuvvetlerini "Ehl-i Beyt'e yardım" şiarıyla toparladı. Böylece Emevi hükümetini tasfiye ve ortadan kaldırmayı başarmış oldu.
Özetle, İmam Hüseyin (a.s)in inkılabı, ortamı öyle bir şekilde etkiledi ki Ben-i Ümeyye'nin siyaseti birbirine girdi. Ümeyye siyaseti, İslam medeniyetini yolsuzluğa götürmüştü. Keramet, büyüklük ve cihad ruhunun ümmet içerisinde yeniden geşertilmesiyle zalim, fasid ve sapık rejime karşı muhalefet artmış ve hükümeti ortadan kaldırma olanağı sağlanmıştır. Tarih İmam'ın hedefinde başarılı olduğuna şahadet ediyor.
Selam ve selat Peygamber'in oğluna, Allah yolunda şehid olan Aba Abdullah-il Hüseyin (a.s)e olsun.
O Hazret ile, kanlı ve mukaddes yolunu devam ettirmek için ahd bağlıyor ve kendi canımızı O'na muhabbet yolunda, İslam mektebinin savunmasında feda ediyoruz.
AŞURA ZİYARETİ:
İlk etapta hatırlatmalıyız ki Belağ sesinin yazarları tarafından Arapça olarak ele alınan elimizdeki eserin aslında bu kısım "Aşura ziyareti" bulunmamaktadır. Bunun öneminden dolayı başka bir şekilde de olsa mütercimin kendisi tanzim ederek kitaba eklemiş ve okuyucuların huzuruna sunulmuştur.
Aşura İslam tarihinde bir sevgiye dönüşmüştür. İslamı istemeyenler, cehiliyet sünnetlerini devam ettirenler ve teori ve yanlış tahlilcilere kırmız çizgi çekmiştir. Topluma hakim olan Emevi hükümetinin pis ve saldırgan mahiyetini aşikar ederek, halis Muhammed-i İslamı sigortalamış oldu.
Büyük ve çok hassas olan Aşura ve İmam Hüseyin (a.s)in kanlı kıyam ve hareketi, unutulacak bir şey değildi ki hatıralardan silinmiş olsun. Belki büyük bir önem ve ehemmiyete şayan olan bu tarihi inkılap her zaman yaşatılmayı gerektiriyordu. Böylece tarih boyunca özgür ve özgürlük isteyen nesillee ışık tutsun ve her zaman tarih boyunca en iyi olgu ve zülme karşı örnek bir duruma gelmiş olsun.
Bu mukaddes hedefin araştırılmasında, her şeyden önce bu azametli hareketin asıl kaynağının ve çeşitli yönlerden tahlil ve incelenmesi gerekmektedir. Açıktır ki bu iş her kesin yapabileceği birşey değildi, belki bu gibi konularda mütehassıs olan biri tarafından ve Allahın ilhamıyla masum biri vesilesiyle yapılabilirdi
ki Aşura ziyaretiyle bu amaç yerine getirilmiş oldu. Aşura ziyareti hacim olarak az-ama derin bir muhtevayı içermektedir. Ziyaret edilen unvanıyla İmam Hüseyin (a.s)'i dakik bir şekilde tanıtarak, neslini, şahsiyetini ve İmam'ın İslamda olan sabıkasını hatırlatıyor. O'nu Allahın kanı diye tanımlayarak Hazretin haraket ve inkılabını çeşitli yönlerden inceleme ve araştırmaya alıyor. Kerbela inkılabının yayılma sebebi olan bu ziyarette ilgili konular aşağıda sıralanmıştır:
a) Aşura ziyaretinin senedi: Aşura ziyareti, muhteber sayılan "Misbah-ı Muteheccid", "Misbah-ı Zair", "Kamil-uz Ziyarat" gibi eserlerde çeşitli delil ve senetlerle zikredilmiştir. Hatta Muhaddis-i Nuri (r.a) onu Hadis-i Kudsi olarak bilmiş ve kendi iddiasını İmam-ı Sadık (a.s)dan bir hadise dayandırmıştır. Muhaddisi Nuri (r.a)nin dayandığı olan hadisin özeti şöyledir:
"Seyf b. Umeyre, şöyle diyor: Safvan b. Mehran-ı Cemmal ve bazı Şialarla beraber, "Elğeri" denen yere gittik. İmam-ı Sadık (a.s) oraya gelemden önce Medine yolu üzerinden geçtik. Safvan İmam-ı Sadık (a.s)'a dikkat ederek, bize döndü ve buradan (Emirel müminin (a.s)in kabri başında) İmam Hüseyin (a.s)i ziyaret ediniz dedi. İmam (a.s) işaretle Safvan'ı doğruladı. Ben kendim buna şahid oldum.
Seyf sözlerinin devamında; sonra Safvan ziyaretname okumaya başladı. Alkame b. Muhammed-i Hazermi'nin İmam-ı Bakır (a.s)dan Aşura günü için naklettiği ziyaretin aynısını okudu. Sonra, aynı yerde (olmam Ali (a.s)nin kabrinin yanında) iki rekat ziyaret namazı kıldı, daha sonra Hazreti Ali (a.s) ile vedalaştı ve İmam Hüseyin (a.s)in kabrine dönerek onunlada vedalaştı, sonunda dua okumaya başladı.
Seyf; Safvana dedim ki, Alkame bu duayı İmam Bakır (a.s)dan nakletmemiştir belki sadece ziyaretnamenin kendisini nakletmiştir!... Safvan şöyle dedi. Ağam ve Velim İmam-ı Sadık (a.s) ile aynı yere gelmiştik ve kendileri bizim yaptığımızın aynısını yapmıştı.
Safvan, daha sonra İmam'ın kendisine şöyle buyurduğunu söyledi:
"Bu ziyaret ve duaya bağlı kal, onu okuyarak Hüseyin (a.s)i ziyaret et, yakın ve uzaktan bu ziyaret ve duayı okuyan herkesin ziyaretinin kabul olması için ben kefilim (ziyaretinin kabul olmasını üzerine alıyor ve söz veriyorum) Çalışması ve telaşı takdir edilsin, salamı hiç bir hicap olmadan ulaşmış olsun ve Allah-u Teala onun hacet ve isteklerini nekadar olursa olsun karşılasın ve onu mahrum ve ümitsizliğe uğratmasın."
"Ey Safvan! Ben bu büyük ve şerif ziyareti olduğu gibi babam'dan almışım. Babam babası Ali b. Hüseyin (a.s)den olduğu gibi almıştır. O babası imam Hüseyin (a.s)den almıştır. O da kardeşi Hasan (a.s)dan, aynı şekilde almıştır. Hz. Hasan (a.s) babası Emir-ul Muminin (a.s) dan ve o da Resul-u Ekrem (s.a.a) den almıştır. Resulullah (s.a.a) Cebrail (a.s) den ve O ise Allah-u Teala'dan aynen bu şekilde almıştır."
Seyf b. Umeyre sözlerinin sonunda, Safvan'dan naklederek, Safvan İmam'ın, kendisine şöyle buyurduğunu söylüyor:
"Ey Safvan! Ne zaman hacetin (isteğin) olursa, nerede olursanol bu ziyaret ve duayı oku ve kendi isteğini Allah-u Teala'dan iste ki Allah isteğini yerine getirecektir. Elbette Allah-u Teala kendi lütuf ve minnetiyle kendi peygamberine sadesizlik etmez. Şükür ve sena O'nun zatına mahsustur."
AŞURA ZİYARETİNİN İÇERİĞİ
Önceden de dediğimiz gibi bu derin muhtevaya sahip olan Aşura ziyaretine, Kerbelâ inkılabının yayıcısı denilebilir Kerbelâ kahramanını tanıtması ve O'nu her yönden onaylamasıyla birlikte, kendilerini müslüman ve görevli görenler ve kendi rahatlıklarını isteyerek hazır olan imamın davetine lebbeyk demeyenler, İmam'ı ve bu büyük haraketi etkisiz yapmak için çalışanların çenesine sert bir yumruk indirmiştir. Bunlar "Kaidin" diye adlandırılmış ve bunların yapmak istedikleri şundan ibarettir:
1-Yezid b. Muaviye'yi bir şahıs olarak görüyor ve farzen eğer Yezidi mahkum olarak algılasalar da onu deliliği ve alçaklığı yüzünden bu işleri yaptığını kabul ederler. Halbuki Aşura ziyareti, özellikle İmam-ı Sadık (a.s)'ın tefsir ve beyanıyla, Yezidi bir kişi olarak görmüyor bilakis O'nu, Ben-i Ümeyye'nin sosyal, ahlakl, kültürü ile yoğrulmuş ve İslamı yok etmeyi kendi politikaları olarak karar vermiş bir parti ve grup olarak görüyor. Bu facianın kökeninin "Sakiyfe-i ben-i Saide" olduğunu beyan ediyor.
2- Aşurayı normal bir gün görüyor ve onu önemsemeden diğer günler gibi geçiriyorlar. Ama Aşura ziyaretinin sebebi ve değindiğimiz Aşurayı bir gün değil bir tarih olarak algılıyor... "Her gün Aşuradır" tabirini kullanarak onun derinlik ve yüceliğini beyan ediyor.
3- "Selam ve Salavat" üzerinde ısrarla duruyor, "Yalan ve nefret"i kabullenmiyorlardı. Zira "Kaidin" müminlerin saygısını da dikkate alıyorlardı. Halbuki Aşura Ziyareti "Lean'ı Salavat" ısrarla zikrediyor ve onları ayrılamaz bir parça ve birbirinin tamamlayıcısı olarak biliyor.
Teberra (Allah'ın düşmanlarıyla düşman olmak) Tevella (Allah'ın dostlarıyla dost olmak) yanında zikredilmesini gerekli görüyor. Bu konuda, İnşallah zaman müsait olursa, müstakil ve geniş bir araştırma ümidi ile. Son
---------
Kamil İbn-i Esir c. 4 s. 39.
Kamil-i İbn-i Esir c. 4 S. 40.
İrşad Şeyh Mufid s. 226.
Maktal-ul Hüseyin-Seyyid b. Tavus s. 32-33.
İrşad-ı Şeyh Müfid s. 233.
Mektal-il Hüseyin (a.s) s. 223.
Maktal-il Hüseyin s. 195 Şihar-ul Envardan naklen c- 10. s. 148.
El-Mecalis-ul Senıyye c. 1 s. 130.
Elmecal-is Seniyye c. 1 s. 131.
Mecalus-is Seniyye c. 1. s. 146.
Hazreti Zeyneb'in Şamdaki konuşmasından seçmeler-İhticac-ı Tabersi'den naklen c. 2. sayfa?
Bihar-ul Envar-Allame-i Meclisi (s.a) Kitab-ul Mezar c. 101 yeni baskı s. 296-c.3 Misbah-ul Muteheccid kitabından naklen-Şeyh Tusi