Ehlibeyt`in ğuluvla mücadelesini incelediğimizde bir hiyerarşik sıralama olduğunu görürüz...
GULUV'UN TARİFİ
Guluv; lügatte, aşırıya kaçmak, bulunulan (ya da olması gerekilen) kendi konum, had ve hududunu aşarak tecavüz etmek anlamına gelir. Guluv eden kimseye ‘gali', çoğuluna ise ‘gulat' denir.
‘Guluv' kelimesinin mukabilinde ki kelime ise ‘taksir'dir. Gerek guluv ederek ve haddi aşarak ifrat etmek, gerek taksir de bulunarak tefrit etmek fesat eylemlerdir. Allah'ın emrettiği ise iki eylemin ortasında yer alan ‘iktisat ve itidal'dir.[1]
Terim ve ıstılah yönünden ‘guluv' din önderlerine, herhangi bir eşya ya da tabiattaki nesneye ulûhiyet yükleyen ve onlara sahip olamayacakları makamları atfeden düşünce tarzıdır. Kimi inanç önderine ulûhiyet atfettiği gibi kimileri de bir taşa, bir hayvana ulûhiyet atfedebilir. Haliyle tüm bunlar gulat düşüncesi olarak hesap edilir.
Ehlibeyt İmamlarının Guluv İnancına Karşı Mücadeleleri
Ehl-i Beyt İmamları, guluv düşüncesinin İslam dini içerisinde bir inanç olarak yerleşmemesi için farklı yol ve yöntemler izlemişlerdir. Ehl-i Beyt (a.s)'ın guluv inancına karşı mücadelelerini detaylı incelediğimizde bir hiyerarşik sıralama olduğunu görmekteyiz. Bu hiyerarşik sıralama guluv düşüncesine ve bu düşünceyi tebliğ eden kimsenin tehlike boyutuyla ilintilidir. Guluv zihniyeti İslam ümmeti içerisinde önü alınması gereken tehlikeli boyuta ulaşıldığında, Ehl-i Beyt yöntem ve metotları da şartların değişimine göre farklılık göstermiştir. Guluv düşüncesinin yok etmek için Ehl-i Beyt (a.s) tarafından uygulanan yöntemleri konu başlıklarıyla inceleyeceğiz. Öncelikle inceleyeceğimiz bu konu başlıkları sırasıyla şöyledir:
1 – Guluv ehlinin gerçek yüzlerinin tanıtılması ile onların sohbetlerine katılmayı ve sözlerinin dinlenilmesinin yasaklanması
2 – Guluv ehli tarafından uydurulan hadislerin şia kitaplarından temizlenmesi
3 – Guluv inanç ve akaitlerinin yalanlanması ve tekzip edilmesi
4 – Guluv ehlini tekfir edilmesi ya da fasık olarak adlandırılması
5 – Guluv ehlini cehennem ateşi ve ilahi azapla korkutulması
6 – Guluv ehlinin kanının mubah sayılması ve ölüm fermanlarının verilmesi
Ehl-i Beyt İmamları bu yukarıda belirtilen hiyerarşik yöntemleri uygulamadan önce insanların yanlış efkâr ve saplantılardan uzaklaştırmak için, onların irşat ve hidayetleri için yoğun çaba gösterdikleri unutulmamalıdır. Diğer bir ifadeyle; guluv düşüncesi içerisinde gelgitler yaşayan ve inançlarında şüphe duyan kimseleri karanlıktan çıkarmaya çalışmışlar, pişman olan guluv ehline yardım etmişlerdir. Ehl-i Beyt (a.s)'ın guluv inancından çıkartabileceklerini gördükleri kimseleri münazara ve diyaloglarla hakka ve gerçek imamet inancına davet etmişlerdir.
İmam Rıza (a.s)'ın Emire'l Müminin Ali (a.s)'ın ulûhiyetini iddia eden kimseyle yaptığı görüşmedeki diyalog bu yönde verebileceğimiz örneklerden biridir: ‘Acaba Ali (a.s) diğer insanlar gibi yiyip, içip, nikâh etmiyor muydu? Bu haliyle Allah'ın huzurunda hûzu ve huşuyla namaz kılıyor, O'nun dergâhında yalvarıp yakarıyordu. Bu sıfatlara sahip olan bir kimse acaba Allah olabilir mi?'[2]
Ehl-i Beyt (a.s), Allah'ın kendilerine bahşettiği makamın insanlara ulaştırma ve tanıtılması yönünde yoğun bir çaba içerisinde olmuşlardır. Böylelikle Ehl-i Beyt (a.s) guluv ehlinin kendileri hakkında yaptıkları ulûhiyet yaygaraları yerine imamet makamlarını izah ederek şiaların guluv pençesine düşmelerine engel olmuşlardır. Bu yönde nakledilen rivayetlerden biri şöyledir:
Abdullah b. Ebu Ya'fur şöyle rivayet etmiştir: Ebu Abdullah Cafer Sadık (a.s) şöyle dedi: ‘Ey Ebni Ebu Ya'fur! Hiç kuşkusuz Allah birdir, birliğinde tektir. Emrinde tek ve ortaksızdır. Allah bir halk yarattı ve onları bu iş (hilafet – imamet) için seçti. İşte bu halk biziz ey İbni Ebu Ya'fur! Biz Allah'ın kulları üzerindeki hüccetleri, O'nun ilminin bekçileri ve önderlik misyonunun uygulayıcılarıyız.'[3]
Ehl-i Beyt İmamları, irşat ve nasihatlere rağmen hakkın yanında yer almayan guluv ehline karşı aşağıda konu edilecek taktikleri kullanarak, fitne ateşi alevlendirilmeden söndürülmesini sağlamışlardır.
1 – Guluv ehlinin gerçek yüzlerinin tanıtılması, onların sohbetlerine katılmayı ve sözlerinin dinlenilmesinin yasaklanması
Ehl-i Beyt (a.s)'ın guluv ehline karşı yaptığı ilk mücadele yöntemi şialara onların gerçek yüzlerini tanıtmak ve onların meclislerine katılmayı men etmek olmuştur. Bu yönde örnek vereceğimiz rivayet İmam Rıza (a.s)'dan nakledilmiştir:
İmam Rıza (a.s) guluv ehli hakkında şöyle buyurur: ‘Herkim onlarla oturup kalkarsa, birlikte yiyip içerse, samimi bir dostluk kurarsa, onlardan birini eş olarak seçer ve evlenirse, onlara dokunulmazlık (güvenlik – emniyet) sağlarsa, onlara emanet verirse, onların sözlerini doğru kabul eder de yarım sözle bile yardım ederse, bilmelidir ki; Allah'ın, Resul'ünün ve biz Ehl-i Beyt'in velayetinden çıkmış olur!'[4]
Guluv ehli özellikle İslam camiasında kendisine yer bulmak için akaidini henüz tanımamış gençlere ulaşmakta ve batıl inançlarını tebliğ etmekteydiler. Fuzeyl bin Yesar'dan nakledilen bir rivayette İmam Cafer Sadık (a.s), şiaları bu konuda dikkatli olmaları hususunda şöyle uyarmaktadır: ‘Gençlerinizi, gulatın onlara ulaşacağı yerlerden uzak tutun ki, onları saptırıp yoldan çıkarmasınlar. Çünkü gulat, Allah'ın en kötü mahlûklarıdır… And olsun Allah'a; onlar, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Mecusilerden ve müşriklerden daha kötüdürler.'[5]
Ehl-i Beyt (a.s) irad buyurdukları hadislerde, bir taraftan şialarının guluv ehliyle yakınlaşmasını yasaklarken, bir taraftan da meselesinin ciddiyetine vurgu yaptıkları görülmektedir: ‘İnsanı iman çemberinden çıkartmaya yetecek en küçük şey; gali ile oturmak ve onun (uydurma) hadisini dinlemektir.'[6]
İmam Rıza (a.s) ise şöyle buyurur: ‘Gulat ile (kurulacak) dostluk ve muhabbet, bize kin duymak ve düşmanlık beslemekle eşdeğerdir. Onlara duyulacak kin ve düşmanlık ise, bize duyulan sevgi ve muhabbet ile yeksandır. Onların tasdiki bizim tekzip edilmemiz, onların tekzibi bizlerin tasdik edilmesidir!'[7]
Bir diğer rivayette gali bir kimsesinin sözlerini dinlemek, sıratu'l mustakimden çıkmak ve küfür – ilhad yoluna girmek olarak tanıtılmıştır.[8]
2 – Guluv ehli tarafından uydurulan hadislerin şia kitaplarından temizlenmesi
Guluv ehlinin özellikle hadis uydurma yönünde uğraş verdiklerini biliyoruz. Guluv ehli, Ehl-i Beyt (a.s)'ın adına maksatlı olarak uydurdukları rivayetleri şia kaynak kitaplarında yer alması için yoğun çaba göstermişlerdir. İmam Cafer Sadık (a.s), ‘Muğiyre bin Said' isimli bir gulat hakkında şöyle buyurmuştur: ‘Muğiyre bin Said, babamın ashabının kitaplarına el uzatmış, babamın söylemediği hadisleri kitabın içerisine yerleştirmiştir. Öyleyse; ilahi takva üzere olun ve Allah'ın söylevine muhalif olan her ne ise reddedin.'[9]
Yunus bin Abdu'l Rahman şöyle der: Irak'ta kimi İmam Bagır (a.s) ve kimi İmam Cafer Sadık (a.s)'ın ashabı olmuş kimselerle mülakat ettim. Onlarda olan hadis kitaplarını aldım ve İmam Rıza (a.s)'a sundum. İmam Rıza (a.s), kitaplarda bulunan mevcut birçok hadisi inkâr etti ve şöyle buyurdu: ‘Ebu'l Hattab – Allah'ın laneti üzerine olsun –, İmam Cafer Sadık (a.s)'a yalan nispet etmiştir. O zamandan bugüne onun takipçileri bu tür uydurma hadisleri İmam Cafer Sadık (a.s)'ın ashabının kitaplarına yerleştirmişlerdir. Öyleyse, Kur'ân'a ters düşen, çelişen hadisleri kabul etmeyin. Çünkü bizim hadislerimiz Kur'ân ve sünnete muvafıktır, mutabıktır.'[10]
İmam Rıza (a.s)'dan bu yönde nakledilen bir diğer rivayet ise şöyledir: ‘Muhaliflerimiz; insanlar bize karşı iyi düşünceler beslemesin, kötü gözle baksınlar diye bizim faziletlerimiz ve düşmanlarımızın ayıpları hakkında sözler uydurdular.'[11]
Ehl-i Beyt (a.s) mümkün olduğunca uydurma hadisleri temizlemeye çalışmışlar ve müminleri bu tür rivayetlerin doğruluğunu teyit etmek ve sağlamasını yapmak için Kur'ân ve sünnete başvurmaları yönünde telkinlerde bulunmuşlardır.
3 – Guluv inanç ve akaitlerinin yalanlanması ve tekzip edilmesi
İmam Cafer Sadık (a.s) ‘Beşşar Şueyri' adlı gulata şöyle seslenmiştir: ‘Benim yanımdan derhal uzaklaş! Allah sana lanet etsin! Allah'a and olsun ki; bir ev çatısı dahi sen ve benim üstümde gölge yapmayacaktır (sen benden bu denli uzaklaşacaksın)!'[12]
Bu hususta nakledilen bir diğer rivayet Sedir'den nakledilmiştir: O şöyle der: ‘İmam Cafer Sadık (a.s)'a dedim ki: ‘Bazıları senin için tanrı diyorlar. Bunun kanıtı olarak da bize Kur'ân'dan şu ayeti okuyorlar: ‘O gökte de ilah olandır, yerde de ilah olandır.'[13]' Dedi ki: ‘Ey Sedir! Kulağım, gözüm, derim, etim, kanım ve saçım bunu söyleyenlerden beridir, uzaktır. Allah da onlardan uzak olsun. Bunu söyleyenler benim dinim, atalarımın dini üzerine değildirler. Allah'a yemin ederim ki, Allah kıyamet günü ancak ğulat ehline gazap etmiş bir halde beni ve onları bir araya getirecektir!'
İmam Cafer Sadık (a.s)'ın kendisi için söylenilen uluhiyet sözleri guluv olarak nitelendirdikten sonra Sedir yine söz hakkı alarak İmam için söylenmiş bir başka guluv sözünü kendisine sorar: ‘Dedim ki: Aramızda bazıları vardır ki, bunlar sizin Resul olduğunuzu iddia ediyorlar ve bunun kanıtı olarak da Kur'ân'dan şu ayeti gösteriyorlar: ‘Ey Resuller! Temiz şeylerden yiyin ve salih ameller işleyin. Ben sizin yaptıklarınızı bilirim!'[14]' İmam buyurdu ki: ‘Ey Sedir! Benim kulağım, gözüm, saçım, derim, etim ve kanım bu adamlardan uzaktır, beridir. Allah ve Resulü de onlardan uzak olsun. Bunlar benim dinim ve atalarımın dini üzere değildirler. Allah, benimle onları kıyamet günü bir araya getirmez. Sadece onlara gazap eder.' Dedim ki: ‘Peki, siz nesiniz?' Buyurdu ki: ‘Biz, Allah'ın ilminin bekçileriyiz. Biz, Allah'ın emrinin mütercimleriyiz. Biz, masum bir topluluğuz. Allah Tebareke ve Taâla, insanların bize itaat etmelerini emretmiş, bize karşı çıkmalarını yasaklamıştır. Biz, Allah'ın, göğün altındaki ve yerin üstündeki mahlûkatına sunduğu kanıtlarıyız, hüccetleriyiz.'[15]
Rivayetlerden de anlaşıldığı üzere guluv ehli din adına o denli yalan söylemeye başlamışlardı ki artık guluv ehli yalan ile birlikte anılır olmuştu: İmam Muhammed Bagır (a.s)'a galinin kim olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: ‘Gali, bizim kendi hakkımızda söylemediklerimizi, bize nispet eden kimsedir.'[16]
Ehl-i Beyt (a.s) tarafından guluv ehlinin kezzap ve yalancı olarak tanıtıldığı bir diğer rivayet şu şekildedir. Hişam bin Salim, İmam Cafer Sadık (a.s)'dan şöyle nakleder: ‘Onların arasında öyle yalan konuşanlar var ki; şeytan onların yalan söylemelerine ihtiyacı vardır.'[17]
4 – Guluv ehlini tekfir edilmesi ya da fasık olarak adlandırılması
Ehl-i Beyt İmamları, guluv ehnli hakkında daima yeni gelişmeleri sorar, onların son durumları hakkında bilgi edinirdi. Ehl-i Beyt (a.s) fitne ateşinin sönmesi adına yapılması gereken tüm taktikleri dikkatle uygulamışlar, atılması gereken en küçük adımı atmaktan kaçınmamışlardır. Ehl-i Beyt (a.s)'ın gulata karşı uyguladığı bir diğer yöntem guluv akaidinin tekzibi ve savunanlarının yalancı olduklarını ilan etmek olmuştur.
İmam Emire'l Müminin Ali (a.s); guluv ile küfür ilintisini şöyle açıklar: ‘Küfür dört esas üzerine ayakta durur: ‘Fısk, guluv, şek ve şüphe'[18]
İmam Cafer Sadık (a.s) ‘Beşşar b. şueyri' isimli gulatın apaçık küfür niteliği taşıyan akaidini tekzip etmiş ve kendisi hakkında böyle buyurmuştur:
‘And olsun Allah'a, bu fasığın küçültemediği gibi kimse Allah'ı küçültememiştir. Kuşkusuz o şeytandır, şeytanın oğludur! O, bizim ashabımızı ve şialarımızı saptırmak için buralardadır. Öyleyse ona karşı müteyakkız olun! Hazırda olanlar, olmayanlara bu durumdan haberdar etsinler! şüphesiz ben, Allah'ın kulu ve Allah'ın kulunun oğlu ve O'na kulluk yapmış kadının oğluyum. Dedelerimin sulbünden ve annelerimin rahminden gelmeyim. Muhakkak ki (bir gün) öleceğim ve mecbur edileceğim. İşte böyle bir anda beni alıkoyarlar. Allah'a and olsun ki; bu yalancının benimle ilgili söylediği ve dilimden iddia ettiğini yalanlar hakkında bana sorular sorulur. Eyvahlar olsun ona! Neler de söylüyor! Allah onu korkutup, sindirsin! şu an yatağında nasıl rahatsa beni de o kadar huzursuz etmiş, uykusuzluğuma neden olmuştur. Bunu neden dediğimi biliyor musunuz? Bu sözü kabrimde rahat ve huzurlu olayım diye size anlatıyorum.'[19]
5 – Guluv ehlini cehennem ateşi ve ilahi azapla korkutulması
Ehl-i Beyt (a.s)'ın caydırıcı yöntemlerinden bir diğeri de; guluv ehlinin ilahi azap ve cehennem ateşiyle korkutmaktır. Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Emire'lMüminin Ali (a.s)'a hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir: ‘Ey Ali! Havariler İsa'yı tasdik etmiş, Yahudileri tekzip etmişlerdir. Kimileri de O'nun hakkında ifrat ve mübalağa yolunu seçmiştir. Sende Mesih gibi olacaksın ki; şiaların seni teyit ve kabul edecekler. Velayet makamına haset edenler, senin eşsiz konumunu inkar etmişler ve yalan telakki etmişlerdir. Ve bir grup senin şanın hakkında mübalağa edip, hadlerini aşacaklar. Bilmelisin ki; senin makamın hakkında guluv edenlerin yeri ateştir.'[20]
Bu konuda bir diğer rivayet Samenu'l Hucec Ali bin Musa Rıza (a.s)'dan nakledilmiştir: ‘Herkim Emire'l Müminin Ali (a.s)'ı kulluk haddinden daha yukarıya götürürse ilahi azabı hak etmiş kimselerden olur ve sapkın zümrenin içerisinde yer alır.'[21]
6 – Guluv ehlinin kanının mubah sayılması ve ölüm fermanlarının verilmesi
Ehl-i Beyt İmamları guluv ehlinin irşat ve batıldan dönmeleri için yoğun uğraşı vermişlerdir. Sonraki merhalelerde ise yukarıda da açıklandığı üzere guluv ehlinin batıl inançlarının tanıtılması, onların meclislerden uzaklaştırılması, sözlerinin dinlenmemesi ve muaşeretin kesilmesi üzerine emirler verilmiştir. Guluv ehli cehennem ateşiyle korkutulmasına rağmen inançları üzerinde ısrar etmeleri tahammül edilemeyecek hadde ulaştığında diğer bir ifadeyle din için artık ciddi bir tehdit oluştuğunda Ehl-i Beyt (a.s) onların öldürülmeleri veya zarar görmeleri hususunda hükümler vermişlerdir.
Fars bin Hatem çıkarmış olduğu sayısız bidatlarından geri adım atmayınca İmam Hasan Askeri (a.s) tarafından kendisi hakkında ölüm fermanı verilmiştir. İmam Hasan Askeri (a.s)'ın, Fars bin Hatem isimli gulatın kanının dökülmesini mubah saydığı tarihi sözü şöyledir: ‘Herkim onu öldürüp, beni onun varlığından rahat ettirirse; ben de (bunu yapan) o kimse için cenneti tazmin ederim.'[22]
Kuran'ın Tevil Edilmesinde Guluv Esaslarının Yasaklanması
Kur'ân'ı Kerim'in birçok ayeti, ya lafız cihetinden veya cümle terkibi cihetinden dolayı 'mutlak' olarak beyan edilmiştir. Bu tür ayetleri sadece bir konuyla ilişkilendirmek ya da münhasır etmek doğru olmayacaktır. Haliyle böyle mutlak ayetleri mısdakları olduğu tüm konularda ele alınması daha doğrudur. '…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.'[23]
Kur'ân'ın tevili doğru yapıldığında zahiri ve batini manasında bir çelişki olmayacaktır. Ehl-i Beyt (a.s)'da Kur'ân'ın doğru tevili hakkında bizlere birçok kıstas öğretmiştir. O kıstaslardan biri şöyledir: Humran bin A'yan, İmam Muhammed Bagır (a.s)'dan şöyle nakleder: 'Kur'ân'ın zahiri, haklarında açık olarak nazil olduğu ayetlerdir. Kur'ân'ın batıni ise, onların amellerine sahip kimselerdir.'[24]
Kuşkusuz peygamberlerin, kavimlerinin ve muhaliflerinin haklarındaki ayetlerde inanların için ibret vardır. 'Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.'[25] Keza Hz. Rasulullah (s.a.a), ashabı ve ümmeti hakkında nazil olan ayetler üzerinde düşünmek ve ibret almak mümkündür. Her asırda bir Firavun ve Musa, İbrahim ve Nemrud'u bulmak, Ad ve Semudların zuhur ettiğini görmek imkân dâhilindedir. Geçmiş zamanlarda yaşayan peygamber ve kavimlerin durumlarından bugüne uyarlama yapıp tevilinde bulunmanın da, pek tabi kriterleri vardır.
İmam Muhammed Bagır (a.s) Muhammed b. Muslim'e şöyle buyurur: 'Ey Muhammed! Eğer Kur'ân'da bir kavmi ya da bir kimseyi iyilik - güzellikle yâd ediyorsa, kuşkusuz (kastedilen) biziz. Eğer bir kavim ve kimseden kötülükle yâd ediliyorsa, biliniz ki o bizim düşmanımızdır.'[26]
Hattızatında 'salihin, sadıkin, muhsinin, muttakin… gibi' Kur'ân'da geçen onlarca iyi sıfatın en büyük ve kâmil mısdakları Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s)'dır. Bunun mukabilinde yer alan 'fasıkin, mütekebbirin, zalimin… gibi' Kur'ân'da geçen onlarca kötü sıfatın en büyük ve kâmil mısdakları ise kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s)'ın düşmanlarıdır.
Konu buraya vardığında; guluv ehli bu açık durumdan suistifade ettiğini, hadis uydurma ve batıl Kur'ân teviliyle inançlarını pekiştirme yoluna gittiklerini söylememiz gerekir. Onlar hiçbir münasebet olmadan ya da kurdukları küçük – hafif münasebetler ve bağlantılarla ayetleri ya Ehl-i Beyt (a.s)'a ya da düşmanlarına tevil etmişlerdir. Ehl-i Beyt (a.s) ise onların bu batıl teviline karşı doğru tevil yapabilmeyi öğretmiş ve onların Kur'ân ile oyun oynamalarını sert dille eleştirmişlerdir.
Davud bin Fergad İmam Cafer Sadık (a.s)'dan şöyle nakleder: 'Her ayet hakkında kastedilen 'filan ya da falan'dır demeyin! Kur'ân'da Helal – haram hükümleri, geçmişte yaşayanların haberleri, gelecekle ilgili öngörüler ve kaza ile ilgili hükümler de yer almıştır.'[27]
İmam Cafer Sadık (a.s)'dan nakledilen bir hadiste; İmam, 'Ebu'l Hattab'a hitaben şöyle yazmıştır: 'Bana ulaştırılan haberlere göre sen içki, zina ve benzeri kötü unsurları, namaz, oruç gibi addediyorsun! Senin tasavvur edip, addettiğin gibi değil. Kuşkusuz biz, Allah'a itaatin ve hayrın şubesiyiz. Bizim düşmanlarımız Allah'a isyanın ve şerrin şubeleridir.'[28]
Yukarıda İmam'ın mektubunu anlam olarak biraz daha açıklığa kavuşturan rivayet Hişam bin Hakem'e ait. Hişam, İmam Cafer Sadık (a.s)'a şöyle sorar: 'Sizden naklederek 'şarap, kumar ve dikili taşlar…'[29]dan kastedilenin malum şahıslar olduğu söylenmektedir.' İmam Cafer Sadık (a.s) Hişam'a şöyle cevap verdiler: 'Allah; mahlûkuna, onunla tanıyamayacağı bir ifade ile hitapta bulunmaz.'[30]
Rivayetlerden de anlaşıldığı üzere gulat, Kur'ân'ı Kerim'in muhkem ayetlerinde bile oynamalar yapmış, inançlarını batıl tevillerle teyit etmeye gayret etmişlerdir. İnananlar ise, Kur'ân'ın evrensel bir kitap olduğunu ve gerek bireyi gerek toplumları her zaman içerisinde hidayete ulaştıracak yegâne kaynak olduğunu unutmamalıdırlar. Allame Tabatabai (r.a) el – Mizan tefsirinde Kur'ân'ın belli bir zamana, belli bir kişi ve güruhla sınırlandırılamayacağı hususunda şöyle der:
'Ehl-i Beyt (a.s), Kur'ân-ı Kerim'de yer alan bir ayeti, o hususta inmemiş olsa bile, tatbik edilebilecek bir somut örneğe tatbik ederlerdi. Bu yöntemi, akıl da desteklemektedir. Çünkü Kur'ân âlemlere yol gösterici olarak inmiştir. İnsanlara gerekli olan inancı, zorunlu olan ahlâkı ve yerine getirilmesi kaçınılmaz olan ameli öğretir. Kur'ân'ın ortaya koyduğu teorik bilgiler, gerçeği ifade ederler ve sadece bir zamana ve bir duruma özgü kılınarak değerlendirilemezler. Kur'ân'ın dile getirdiği üstün nitelikler veya aşağılık huylar ya da pratik bir duruma ilişkin hükümler, sadece bir fertle veya bir dönemle sınırlandırılamazlar. Çünkü Kur'ân'ın öngördüğü yasal sistem, tüm zamanları kuşatıcı evrensel niteliktedir.
Ayetlerin inişiyle bağlantılı olgulara (bir kişi veya bir olayla ilgili olarak bir veya birkaç ayetin inişini ardından getiren durum veya olay) gelince; bir hükmü belli bir olayla sınırlandırmak, olayın ortadan kalkmasıyla hükmün yürürlükten kalktığına ya da şahsın ölümüyle birlikte ona ilişkin hükmün de geçersiz olduğuna inanmak doğru bir tutum değildir. Çünkü açıklama geneldir ve ardındaki gerekçe de mutlaktır. Dolayısıyla mümin fertlerden bazıları hakkında inen övgülerin ve başkaları hakkında inen yergilerin gerekçesi, onların sahip bulundukları niteliklerdir. Böyle nitelikler daha sonra başka insanlar için de söz konusu olabileceği hâlde, bu yergi ve övgüleri indikleri dönemlerdeki kişilere özgü kılmak tutarlı bir davranış değildir.'[31]
Allame'nin de işaret ettiği üzere, Kur'an tevili sadece nakli değil akli ve örfü dayanakları da içermelidir., Kur'an tevili ve tatbiki hususunda guluv ehlinden nakledilen rivayetler, ne akli, ne nakli ve ne de örfün kabul edebileceği esas ve kaideleri içermez. Guluv ehlinin ayetleri batıl tevil ve tatbik ettiklerine dair şu rivayet örneklerini verebiliriz:
1 – ‘And olsun ki, sen bundan gaflette idin. şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir.'[32] Nasır Husrev şöyle der: ‘Hz. Peygamber, davetinin ilk zamanlarında emamesine ve muze (bir nevi çizme)sine mesh ediyordu. Bu durum birinci ve ikincinin kendisine hicap olduğu ve O'nu örttüğü anlamına geliyordu. Bu ayet nazil olduktan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) bu iki şeyi (emame ve muzeyi) kaldırarak baş ve ayağına bir şey giymeden mesh etmeye başladı.'[33]
2 – ‘Rabbinin (Hud'un Kavmi) Ad'e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem'e, vadide kayaları oyan (Salih'in kavmi) Semud'a, kazıklar sahibi Firavun'a ne yaptığını görmedin mi? Bunlar şehirlerde azgınlık eden ve oralarda pek çok bozgunculuk çıkaran kimselerdi.'[34]
Cafer bin Mansur Yemen şöyle der: ‘… ‘Ad'den kasıt birinci halife, ‘Semud'dan kasıt ikinci halife, ‘Firavun'dan kasıt üçüncü halifedir. ‘Azgınlık edenler'den kastedilen ise Muaviye, Amr bin As ve onların takipçileri ile ashabu'l Cemel'dir.'[35]
3 – ‘Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip, salih ameller işleyenler müstesna. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.'[36]
Aynı yazar bu ayeti kerime de kastedileni ise şöyle açıklar: ‘İnsan'dan kasıt birinci halife ve ‘iman edip salih amel işleyen' cümlesinden kastedilen ise Muhammed bin Ebu Bekir ve Hişam bin Utbe bin Ebu Vakkas'tır demiştir.[37]
Sonuç
Semavi dinlerin bozulma nedenlerinden biri olarak kabul edilen guluv; İslam dininde de kendisini göstermiştir. İlk çıkış noktası şialık olmamasına rağmen, bir grup münafık ve akıl zayıflığına sahip kimselerin çabalarıyla kendilerini şii gulat fırkası olarak kabullendirmeyi başarmışlardır. Ehl-i Beyt (a.s)'ın üstün çaba ve etkin yöntemleri sayesinde çok defa gulat tarafından yakılan ateş söndürülmüştür. Yüzyıllardır sönmüş, külleri savrulmuş guluvun fitne ateşi İslam ümmeti içerisinde tefrika çıkartmak isteyenler tarafından yeniden alazlandırılmak istenmektedir. Ümmet içerisinde oynanmak istenen oyuna karşı teorik bilgiler gerekli olduğu kadar, Ehl-i Beyt (a.s)'ın guluv ehline karşı nasıl bir tutum içerisinde olduğunu bilmek de o kadar gereklidir. Guluv mevzusunda en çok mustarip olan Ehl-i Beyt (a.s)'ın, onlara karşı hem teorik – hem de pratik anlamda giriştikleri amansız mücadele ve yöntemleri bugün bu konuda çalışma yapmak isteyenlere ışık tutacaktır.