Elijah J. Magnier yazdı: Hizbullah askeri kapasitelerinin birçoğunu kasıtlı olarak göstermekten çekinmedi ve bunda amacı, İsrail’e anlayacağı mesajlar göndermekti (kısa süre önce bir Volkan roketi, Arsel’de El Kaide’yle girilen çatışmalarda kullanılan 1 ton patlayıcıyı taşıyabilecek şekilde geliştirildi).
ABD Suriye'deki savaştan ne elde etti? “Yeni bir Ortadoğu”, fakat ABD'nin değil, “direniş hilali”nin gördüğü anlamda
ABD, Levant ve Mezopotamya'nın artık 2011'den önce olduğu gibi görünmediği, “İslam Devleti” (IŞİD) sonrası döneme hazırlanıyor. Bugün vekâlet savaşı sona yaklaşıyor ve bu savaşın parçası olan ülkeler, süper güçler ve bölgesel güçler, kendi askerlerini ve teçhizatlarını kullanarak savaşıyor. ABD önemli noktaları kaybetti: temel korkusu olan İran nüfuzu korkusu ve Tahran'ın vekil güçlerinin bölgedeki kendi müttefiklerini (Arapları ve İsrail'i) tehdit etmesi tehlikesi, hiç olmadığı kadar güçlü ve hiç olmadığı kadar meşru gerekçelere dayanıyor. İşler, geri dönüşü olmayan noktanın ötesine geçti. Savaşla geçen altı yıldan uzun sürenin sonunda, sonuçlar şu şekilde tanımlanabilir:
1. Suriye'ye dayatılan savaş, Ortadoğu'nun (Levant ve Mezopotamya) kalbinde benzeri görülmemiş bir Rus güçleri varlığı sonucunu getirdi: bu bölge, on yıllardır tek başına ABD'nin oyun sahasıydı. Washington Suriye'deki rejimi değiştirmeyi planlıyordu, ancak kendisini, nüfuz alanını Moskova'yla paylaşır halde, hatta yer yer tamamen ona kaptırmış halde buldu.
2. Analistler, ana akım medya ve araştırmacılar, altı yıllık savaşın sonunda Suriye Ordusu'nun “tükendiği” ve “sayıca çok küçüldüğü” tanımlamaları yapıyor. Bu çevreler aynı zamanda Suriye Ordusu'nun şehir savaşı deneyiminin veya bir şehrin kontrolünü ele geçirme yahut saldırı altındaki bir bölgeye tutunma becerisinin olmadığını iddia etti. Bu medya kuruluşlarının saha bilgisinden ve bilgiye dayalı anlayıştan yoksun olması, hem hatalı hem de yanıltıcı bir analiz üretiyor. Gerçekte, bugün bir “yeni Suriye Ordusu” mevcut ve bu, savaş esnasında orduya katılmış, savaşın ilk yıllarında olduğu gibi kışlalarda değil, çatışma sahasında ve savaş fırtınasının orta yerinde yetişmiş yeni nesil askerlerden oluşuyor. Bu askerler her türlü konvansiyonel savaşı ve gerilla savaşını deneyimledi ve Suriye topraklarının gördüğü en şiddetli ve zorlu muharebelerle karşı karşıya kaldı. Savaşın ilk birkaç yılı esnasında El Kaide ve IŞİD onlarca, hatta yüzlerce Suriye askerini kolayca kaçırıp kameralar karşısında kafalarını kesebiliyordu. Dahası, çok sayıda asker ve subay, infazdan kaçabilmek için düşman saflarına geçiyordu. Hizbullah, orduyu kendisini izlemeye teşvik etmek için her muharebeye çok büyük bir güçle başlardı. Ele geçirilen bir mevzide askerleri bırakma konusunda güven yoktu, zira ilk karşılıklı ateş durumunda bu askerler kaçabilir ve mevzilerini boş bırakabilirdi. Bugün “yeni Suriye Ordusu” ayakta duruyor, inisiyatif alıyor ve her zaman mevzilerini korumak yerine hücuma geçiyor. Pek çok muharebede yeni Suriye Ordusu, saldıran güçlerden sayıca az olduğunda bile geri çekilmeyi reddetti ve düşmanları gibi savaşmayı öğrendi. Yeni ordunun yüksek moral düzeyi, Hizbullah'ı kendisine ait büyük kuvvetler yerine, her müfrezeye yalnızca birkaç asker göndermeye yöneltti.
3. Geride bıraktığımız on yıllar içinde Suriye İsrail'le savaşmaya hiçbir zaman hazır değildi ve Suriye rejiminin yegâne silahı olarak, işgal altındaki Golan Tepeleri'nin geri verilmesi için müzakere yürütmek üzere diplomatik kanalları kullanıyordu. 6 yıllık savaşın ardından eldivenler çıkarıldı: Şam'daki merkezi hükümet, savaş sanatını öğrendi ve stratejik bir amaç doğrultusunda yıkıcılık kullanmaya kendini uyarladı; bu durum politikacıları, Golan da dâhil olmak üzere toprak için savaşmaya hazır, daha savaşçı bir zihin yapısına taşıdı. Şu anda Şam, Vehhabi tekfircilik bir tehlike olmaktan çıktıktan sonra İsrail'e karşı veya toprağı işgal edecek herhangi bir başka güce karşı (Türkiye ve ABD gibi) geleceğin “direniş gücü” olarak, (Lübnan Hizbullahı'nı andıran) ulusal halk birimlerinin kurulması için yeşil ışık yaktı.
4. Suriye'deki savaş, Tahran'dan binlerce askerin Hafız Esad hükümetinin onayıyla Lübnan Hizbullahı'nı desteklemek ve onun için eğitim kampları kurma amacıyla Zebadani sınır bölgesine geldiği 1982 yılına kıyasla, Levant bölgesinde daha farklı ve daha yoğun bir İran varlığı meydana getirdi. Bugün İranlılar Şam hükümetinin toprakları geri almasında temel önemde bir rol oynadı ve Suriye'de milyarlarca dolar harcadılar. Bu yatırım, orduyu desteklediği, birliklere maaş ödediği, petrol satın aldığı, silah imalat fabrikaları kurduğu ve orduya ve müttefik kuvvetlere lojistik destek sağladığı gibi, aynı zamanda ilaç fabrikaları da kurdu ve Suriye ekonomisini destekleyecek başka sosyal ve endüstriyel ihtiyaçları karşıladı ve bu durum, İran'ın bütün Suriye topraklarında varlığı olacak noktaya kadar ulaştı. Tüm bunlar savaş nedeniyle oldu: Amerika Birleşik Devletleri, CIA'in ve bölge devletlerinin (Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye) rejimi devirmek için aşırıcıları finanse etmesine ve başka türlerde askeri ve askeri olmayan destekler sunmasına izin verdi. Amaç, ülkeyi kaosa batırmak, bir çöken devlet durumu yaratmak ve mezhep savaşını kızıştırmak, bu şekilde Levant bölgesini ve daha sonra bütün Ortadoğu'yu istikrarsızlaştıran aşırıcı örgütler için zemin oluşturmaktı.
5. Amerika Birleşik Devletleri, özellikle Lübnan'la alakalı olarak, IŞİD sonrası döneme hazırlanıyor: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararı yeniden masaya konuldu ve Washington, BM güçlerinin misyonunu, Lübnan'ın güneyde İsrail'le, kuzeyde Suriye'yle olan bütün sınır noktalarını içine alacak şekilde genişletmek üzere değişiklikler önerdi. Bu öneri 2006 yılında savaşın bitmesi sonrasında da yapılmış, ancak Hizbullah'ın Tahran ve Hizbullah arasındaki askeri besleme hattının kesintisiz şekilde akmaya devam etmesini sağlamak üzere bunu kategorik olarak reddetmesiyle başarısız olmuştu.
O halde bu, 2017 yılında nasıl olabilir? Bugün Hizbullah 2006'da olduğundan çok daha güçlü; bölgedeki her türlü İsrail veya Amerikan projesini karşısına alacak yeterli deneyime sahip; El Kaide'yi yendi ve (Ortadoğu ya da Batı'daki herhangi bir ülkede olabilen bir güvenlik meselesi olan uyuyan hücreler dışında) Lübnan'daki varlığına son verdi; Irak ve Yemen'deki savaşlara katıldı ve bölgesel bir oyuncu haline geldi.
Washington, Hizbullah'a basınç uygulamaya çalışarak kendi yanılsamalarının kurbanı oldu: bu baskılar, Hizbullah'ın bugün olduğundan daha zayıf olduğu bir dönemde hiçbir sonuç getirmemişti ve muzaffer olduğu bir dönemde elbette hiçbir şey getirmeyecektir. ABD, Lübnan Ordusu'nu destekleyen bir medya kampanyası başlattı ve IŞİD'le ufukta görünen çatışmalara rehberlik etmek ve o süreçte orduyu desteklemek üzere Riak üssündeki kışlalara onlarca askeri danışman gönderdi - bu çatışmaların zamanlaması ise, önce Arsel'de El Kaide'ye saldıran Hizbullah tarafından empoze edildi. Hizbullah Arsel muharebesini sonlandırdı, El Kaide militanlarını bölgeden çıkardı ve IŞİD mevzilerini gören noktaları ele geçirdi. Bu stratejik kaleleri, korumak istemesi halinde Lübnan ordusuna bırakmaya hazır.
Hizbullah'ın Arsel muharebesindeki zaferi, yalnızca Lübnanlıların çoğunluğundan aldığı dev destek nedeniyle Lübnan toplumunda değil, aynı zamanda Beyrut'taki büyükelçilik istihbarat subayları aracılığıyla, yeni bir Hizbullah karşıtı anlatı oluşturmak üzere örgütü itibarsızlaştırmak için Hizbullah'ın hasmı olan Lübnanlı politikacılar ve dostlarıyla iletişim kuran (bu, yakalanan bir iletişimle teyit edildi) ABD'de de kafa karışıklığı yarattı. Amerika Birleşik Devletleri, Lübnan ordusunu Hizbullah'ın yardımı olmadan toprakları kurtarabilecek kadar güçlü gibi göstermeye, bu yüzden de gelecekte Hizbullah'ın silahlandırılmaya devam etmesi için bir sebep olmadığını – dolayısıyla silahsızlandırılması gerektiğini – ortaya koymaya çalışıyor.
Washington'un bilmiyor gibi göründüğü şey, Hizbullah'ın hem askeri alanda hem de medya alanında kendini kusursuzlaştırıyor olduğu – Lübnan'da hiç olmadığı kadar destekçisi var – ve Cumhurbaşkanı Mişel Aun'un, ulusal bir anlaşma ve Hizbullah'ın silahlı direniş olarak meşruiyet zemini olarak, bakanlar kurulu tarafından onaylanmış olan “ordu-halk-direniş” birliğinin bozulmasına hiçbir zaman izin vermeyeceğidir.
6- Bölgeyi parçalamayı amaçlayan tekfirci “proje” başarısız oldu ve herkesin üzerinde yük haline geldi. IŞİD ve El Kaide hem Irak hem de Suriye'de yenilgiye uğratılacaktır ve kalıntıları da hiç kuşkusuz dönüşüm geçirerek, stratejik projesi olmayan, “vur-kaç-saklan” taktikleriyle sınırlı hücrelere dönüşecektir. Bu durum Washington'u ve bölge ülkelerini bu örgütlerden (IŞİD ve İdlib'de El Kaide) istifade etmeye son vermeye ve eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın 2003'teki Şam ziyareti esnasında tehdit olarak ortaya koyduğu “rejim değişikliği” projesinden el çekmeye yöneltti. Aynı hedef daha sonra Başkan Barack Obama tarafından da benimsenmiş olsa da, o da başarısız oldu. Bu, bölge ülkelerinin savaşı kaybettiğini, pek çok ülkeyi Suriye savaşına girmeye motive eden enerji projelerini de (Suriye üzerinden Avrupa'ya gidecek Katar gazı) kaybettiğini gösteriyor. Aynı zamanda, Ortadoğu'nun bugün gelecekteki olası bir savaşı körükleyebilecek ülkelere de tanık olmayacağını doğruluyor – onlar Suriye'yi ve Irak'ı bölmeyi başaramadılar. Ancak ne yazık ki iki ülkenin de altyapısını yıkmayı başardılar, yüz binlerce erkek, kadın ve çocuğun öldürülmesine izin verdiler ve milyonlarca insanın yer değiştirmesini engelleyemediler – tüm bunlar, tek bir stratejik amaca ulaşamadan oldu.
7. Bölge ülkelerinin Hizbullah'la savaşmak ve İsrail'in ona saldırmasını desteklemek üzere mobilize olması ve para vermesi muhtemeldir. Ancak Tel Aviv'in bu denli kötü tasarlanmış bir maceraya girişme ihtimali son derece düşüktür, zira karşı karşıya kalacağı güç, 2000 yılında İsrail'i Lübnan'dan çıkmaya zorlayan Hizbullah olmayacak, 2006 yılında İsrail'in hedeflerin ulaşmasını engelleyen Hizbullah da olmayacaktır. Önemli deneyimler biriktirmiş ve Suriye ve Irak'taki en zorlu muharebelerde yer almış özel güçlerin içinde binlerce kişiyi eğitmiş 2017 ya da 2018 Hizbullah'ı olacaktır.
Evet, İsrail ve Hizbullah gelecekteki olası bir savaşta karşı tarafa ciddi hasarlar verebilir ve bunu iki taraf da biliyor. Soru ise şu: Tel Aviv hükümetinin gözünde, bir şehrin ya da şehirlerin yıkılmasına, çok sayıda İsraillinin yaralanmasına ve ölmesine değer mi? Buna denk düşen bir bedel var mı? Hizbullah askeri kapasitelerinin birçoğunu kasıtlı olarak göstermekten çekinmedi ve bunda amacı, İsrail'e anlayacağı mesajlar göndermekti (kısa süre önce bir Volkan roketi, Arsel'de El Kaide'yle girilen çatışmalarda kullanılan 1 ton patlayıcıyı taşıyabilecek şekilde geliştirildi). Dahası Hizbullah, İsrail'in insansız hava araçlarına yeni hassas uzun menzilli füzelerini, yer altındaki ve Suriye sınırında bulunan tepelerdeki depolarını gösterdi ve İsraillileri, gelişmiş silahlı insansız hava araçları ile uçaksavar ve gemisavar füzeleri hakkında derin düşüncelerle baş başa bıraktı.
Suriye'de ise Hizbullah, Lübnan-Suriye arasındaki sınır bölgelerinde rahatladı ve Şam kırsalı, Rakka, El-Suhna, Deyrezzor ve Irak sınırlarında operasyonel halde kalmak için yürüttüğü El-Bedia muharebesini sonlandırdı (Suveyde vilayetinin tamamını Özgür Suriye Ordusu ve El Kaide'den geri aldı. Komuta merkezi, Suriye'deki daimi güçlerin sayısını 5 binin altına indirdi. Bu durum Hizbullah'a, İsrail'in gelecekte kendi konvoylarına düzenleyeceği her türlü saldırıya yanıt verme serbestisi kazandırıyor, zira artık rahat olmadığı bir pozisyonda değil. Kara güçleriyle tam koordinasyon içindeki Rus jetlerinin varlığıyla birlikte güçlü ve yenilenmiş bir Suriye ordusunun içinde hareket ediyor ve bu esnada Moskova'nın diplomasisi, bir ateşkesi kabul ettirmek veya çatışma azaltma bölgeleri getirmek amacıyla kuzeyde ve güneyde çok sayıda cepheyi kapamak için başarılı şekilde çalışıyor.
İran, (Güney Suriye'deki Rusya-ABD-İsrail anlaşmasına karşı çıkmasına rağmen) İsrail'e karşı veya Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı savaş arayışında değil. Tahran ve müttefiklerin istediği şey öncelikli olarak, kendini savunmak için kavgaya girmesi gereken araçlar veya kişiler olarak değil, bölgedeki ortaklar olarak görülmek. Bu tür düşünceler yakın görülmüyor olsa da, “direniş ekseni” bugün hiç olmadığı kadar güçlüdür. Amerika da, bölge ülkeleri de, altı yıllık savaş esnasında ve terörist örgütleri kullanmak yoluyla başaramadığı şeye, barış döneminde de ulaşamayacaktır.
Washington bölge üzerindeki tek taraflı hâkimiyetini kaybetti ve rejim değişiklikleri politikası ve niyeti nedeniyle, çok güçlü ve kararlı bir Rusya'yı, saatin akışının ters dönmesi mümkün olmaksızın, Ortadoğu'da kalmaya yöneltti. Karşı karşıya olduğumuz şey gerçekten de bir “Yeni Ortadoğu”, ancak bir zamanlar Condoleezza Rice'ın tasavvur ettiği anlamda değil, yeni “Rusya-İran-Irak-Suriye-Hizbullah” hilali tarafından inşa edilen ve korunması için mücadele edilen anlamda.
Elijah J. Magnier