İmam Rıza’nın faaliyetleri hakkında Üstat Fatımi Niya ile yapılan söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz:
Üstat Fatımi Niya! İmam Rıza’nın (a.s) bereketli etkilerinden en önemlisi, imamet ve velayet meselesini beyan etmesidir. Siz bu konuda hangi noktaları söz konusu edebilirsiniz?
Bildiğiniz gibi, İmam Rıza’nın (a.s) manevi ve melekuti şahsiyeti, ilmi ve terbiye alanındaki faaliyetleri, toplumsal ve siyasi alandaki çalışmaları ve ihtimalle hazrete bağlı kişilerin imamın asrındaki büyük İslam ülkesinin muhtelif yerlerindeki askeri faaliyetlerinin her biri velai ve tevhidi düşüncenin bir bölümünün yayılmasında etkili idi. Hiç şüphesiz tevhitsiz ve velayetsiz İslam, “kamil İslam” değildir. Tevhit, ferdi imanın garantisi ve Allah’ın hâkimiyetinin toplum fertlerinin kalbi ve davranışları üzerindeki sembolüdür. Ama velayetsiz tevhit “İslam toplumunu” ortaya çıkaramaz ve sultanlar ile şeytanların toplumsal sultasından kurtulmadan Allah’ın toplumsal hükümleri yürürlüğe giremez. Belki de bu yüzdendir ki İmam Rıza (a.s) tarihi Nişabur buluşmasında kelime-i tevhitten ve Ehlibeyt’in velayetinden söz ediyor ve bu ikisini ilahi azaptan korunmanın şartı biliyor ve onun hakkında Allah’ın nüfuz edilemez kalesi tabirini kullanıyor.
İmamet ve rehberliğin dünyanın devamı üzerindeki etkisi hususunda İmam Rıza’nın (a.s) görüşü nedir?
Razevi düşünceye göre, imamet ve velayet sadece siyasi ve toplumsal bir makam değildir; aksine imam Allah tarafından tayin edilir ve atanır. Usul-ü Kafi kitabında “Kitabu’l-Hücce” başlığı altında ilahi hüccet, imam ve masum rehberler hakkında takriben 260 hadis nakledilmiştir; bu hadislerde ilahi rehberlerin zarureti, önemi, alametleri ve tekvin ve teşri nizamındaki rol ve yerleri hakkında birçok bilgi verilmiştir.
Misal olarak Usul-ü Kafi kitabının birinci cildinde, imamın toplumsal rolü ve imamın Allah tarafından tayin edilmesi ve ismet makamına sahip olması hususunda en kapsamlı incelemeler yer almıştır. Abdulaziz b. Müslim diyor: Bizler İmam Rıza (a.s) zamanında Merv’de idik. Hazretin şehre girişi anında Cuma günü büyük camide toplantı düzenlemiştik ve camide bulunanlar imamet konusunu söz konusu etmiş ve halkın bu konu hakkındaki ihtilaflarını açıklıyorlardı. Ben imamın huzuruna vardım ve halkın imamet hakkındaki tartışmaları hakkında hazrete bilgi verdim. Hazret tebessüm ederek buyurdu: Ey Abdulaziz! Bu halk anlamadı ve doğru görüş hususunda aldandı ve gaflete düştüler. Hiç şüphesiz Allah azze ve celle, dini kemale erdirmeden Peygamberinin ruhunu almadı ve Kur’an’ı ona indirdi ve onda her şeyin açıklaması vardır; helalı, haramı, hududu, ahkamı ve halkın tüm ihtiyaçlarını onda beyan etti ve buyurdu: “Bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” Peygamberin ömrünün son yılında gerçekleşen veda haccında şu ayeti indirdi: “Bugün sizin için dizinizi kemale erdirdim; üzerinizde olan nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’a razı oldum.”
İmamet konusu, dinin kemalindendir ve Peygamber (s.a.a) halefini belirlemeden tebliğini kemale erdirmemiştir; Peygamber (s.a.a) dünyadan göçmeden dinin tüm nişanelerini ümmet için beyan etti ve yolu aydınlattı ve onları hakkın ana yoluna sürdü ve Ali’yi (a.s) imam ve rehber olarak atadı ve ümmetin tüm ihtiyaçlarını açıkladı. Öyleyse kim Allah’ın dinini kamil etmediği sanısında bulunursa Kur’an’ı ret etmiştir ve kim Kur’an’ı ret ederse onu inkar etmiştir.
Öyleyse İmam Rıza (a.s) asrının İslam ümmetinin imamet düşüncesine dönüş asrı olmasının nedeni budur?
Kesinlikle öyledir; çünkü İmam Rıza (a.s) bu ilahi büyük farizanın ihyası ve icrası için çok çaba sarf etti. Sanki ilahi irade bunu böyle istemişti; Abbasilerin şeytani komplolarının tümünün kendilerine dönmesini, onların siyasi çabalarının olumsuz etkisinin olmasını ve şeytanın oklarının kendisini hedef almasını istemişti. Bu bakımdan görüyoruz ki İmam Kazım’ın (a.s) şehadeti umum arasında şiddetli infial yaratmış ve ciddi itirazlara neden olmuştu ve Ehlibeyt’in (a.s) mazlumiyeti o günün toplumunda daha da anlaşılır hale geldi ve İmam Rıza’nın (a.s) Horasan’a sürülmesi, imamet hattını, doğuda ve Afganistan, Gürcistan, Türmenistan ve o günün büyük Horasan’ında genişletti.
İmam Rıza’nın (a.s) zoraki veliahtlığı Şia’yı inziva ve takiye haletinden çıkardı ve Ehlibeyt (a.s) taraftarları için resmi ve kanuni bir yer açtı.
İmam Rıza’yı ilmi bakımdan küçültüp mağlup etmek veya alimleri oyalamak için değişik din ve mezhep alimleriyle düzenlenen ilmi toplantı ve münazaralar, sonunda o Hazretin (a.s) ilmi ve ahlaki parıldayışı için önemli bir alana döndü ve hazretin parıldayan simasının daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmasına neden oldu.
İmam Rıza’nın (a.s) İran’daki tarihi huzuruna ve münazaralara işaret ettiniz, bu iki konu velayet meselesinin beyan edilmesinden nasıl bir role sahipti?
“Veliahtlık” ve “ilmi münazaralar”, iki zoraki ve mukaddes olmayan hedefler ile yapılan hadiseler idi ve İmam Rıza’nın (a.s) itibarını yok etmek amacıyla planlanmıştı. Birisi, İmam’ın kutsallığını, zühdünü ve takvasını hedef almıştı ve diğeri, İmam’ın ilmi makamını hedef almıştı. Ama “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar ve Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır” hakikatinden gafildiler. Bu yüzden Memun’un İmam’ın itibarını ve toplumsal nüfuzunu yok etmek için hazırladığı her plan, kendisi için bir soruna ve devleti için bir afete dönüyordu.
İmam’ın (a.s) Ramazan bayramı namazı için davet edilmesi, yağmur namazı için davet edilmesi, Fedek’in Hazreti Fatıma (s.a) evlatlarına geri verilmesi gibi hadiselerin her biri, bir taraftan Ehlibeyt’in (a.s) manevi makamına ve toplumsal hukukuna dair ikrar sayılırken, diğer taraftan Beni Ümeyye’nin sultasına ve Beni Abbas’ın zalimane hükümetine iptal mührü vuruyordu.
Sanki Musa’nın (a.s) Firavun’un sarayında büyümesi ve zalimlerin şeytani planlarının kendileri için bir tuzak olması ilahi bir sünnetti. Bu iki hadise, yani veliahtlık ve ilmi münazaralar, tüm tarih boyunca imamların ve imametin tanıtılması için siyasi, ilmi ve mantıki altyapıyı oluşturdu.
İmam Rıza (a.s) İmamet makamının Kur’an’da sağlamlaşması için neler yaptılar?
İyi bir noktaya işaret ettiniz; çünkü İmam Rıza’nın (a.s) imamet ve rehberliği tanıma alanında yaptığı önemli işlerden birisi, Memun’un ve Irak ile Horasan âlimlerinin katılımıyla yapılan önemli bir ilimi toplantıda nebevi itretin mevki ve makamını açıklamasıdır. Bu toplantıda Memun, Fatır suresinin 32. ayeti hakkında bir soru soruyor. Soru şöyledir: İlahi kitabın mirasçıları olan bu seçilmiş kullar kimlerdir? Toplantıya katılan alimler, maksat tüm İslam ümmetidir, dediler.
Ama İmam Rıza (a.s) başlangıçta Kur’an’ın onlarca ayetine istinat ederek Ehlibeyt’in (a.s) halkın umumuna olan imtiyazlarını ispat ediyor ve Ehlibeyt’in tek manada olduğunu söylüyor. İmam (a.s) şöyle buyuruyor: Kur’an’ın açık ayetlerinden on ikisi ki tefsiri işaretler dışında, şöyle gelmiştir ki Ehlibeyt (a.s) Allah’ın seçilmiş kullarıdır ve Kur’an ilimlerinin mirasçılardır. Bu büyük ilmi ve siyasi toplantıda İmam Rıza (a.s) genişçe İnzar, Tathir, Mübahale, Zevi’l-Kurba ve Meveddet ayetleri ile Taha suresinden bazı ayetlerini şahit olarak ileri sürüyor ve Kur’an ilimlerinin mirasçılarının ve seçilmiş ilahi rehberlerin, İslam Peygamberi’nin (a.s) ailesinden has kişilerin olduğunu ispat ediyor.
Tarihi senet ve rivayetlere göre, sanki İmam Rıza (a.s) imamet meselesini açıklarken hadislere de müracaat etmişlerdir, öyle mi?
Evet, öyledir. İmam Rıza (a.s) bazen o günün yöntemi olan ravi hadisleri silsilesini nakletme yöntemini defalarca Ehlibeyt İmamlarını tanıtmak için kullanmıştır ve Peygamber’in (s.a.a) meşru halifelerini beyan etmiştir. İmam Rıza (a.s) kendisi bir hadisi söylemek yerine, İmamlardan ve onlar vasıtasıyla İslam Peygamberi’nden (s.a.a) nakletmiştir, böylece Peygamber’e (s.a.a) kadar meşru olan imamet ve rehberlik silsilesi tanınmıştır.
Şeyh Saduk, Uyun-u Ahbari’r-Rıza kitabında 31. bölümde ikinci ciltte bu yöntemle 300’den fazla hadis nakletmiştir; bu hadislerde ravilerin altın silsilesi İmam Rıza’dan (a.s) İslam Peygamberi’ne kadar devam ediyor. Bu hadis mecmuasında birçok hadiste Nebevi Ehlibeyt’in (a.s) makamı tanıtılıyor. Misal olarak İmam Rıza (a.s) İslam Peygamber’inden (s.a.a) şöyle naklediyor: Benim Ailemin misali sizin aranızda Nuh’un gemisi misalidir. Kim ona binerse kurtulur ve kim ondan geri kalırsa ateşe düşer.
Nasıl ki İmam Rıza (a.s) tevhit alanında, bu düşünceyi Allah’ın sağlam kalesi biliyor ve buyuruyor: Babam babası İmam Sadık’tan (a.s), İmam Bakır’dan (a.s), İmam Seccad’dan (a.s), İmam Hüseyin’den, (a.s) İmam Ali’den, Peygamber’den (s.a.a) Cebrail’den Mikail’den, İsrafil’den, Levh’ten, Kalem’den Yüce Allah’tan nakletmiştir ki Ali bin Ebu Talib’in velayet ve rehberliği benim sağlam kalemdir ve kim bu güvenli kaleye girerse benim ateşimden emniyette olur.
Gerçekte Razevi düşüncede tevhit ve imametin ilişkisi o kadar yakındır ki her ikisi de aynı rolü ifa etmektedir ve her ikisi de ilahi azaptan korunma nedenidir.