Hz. Fatıma (Arapça: فاطمة الزهراء, Fatimah) (selamullahi aleyha) İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Hatice’nin (s.a) kızıdır. Hz. Fatıma, Hz. İmam Ali’nin (a.s) eşi ve Ehli Abanın (Ehli Kisa) beş kişisinden birisi ve “On İki İmam Şiaları” nezdinde On Dört Masumdan birisidir. Şiaların ikinci ve üçüncü imamları onun çocuklarıdır. Kendisi Necran Nasranîleriyle yapılan “Mübahele” gününde Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında bulunan tek kadındır. Kendisi Ebu Bekir’e biat etmemiş ve onun karşısında kararlı bir şekilde durmuştur. “Fedekiye Hutbesinde” Fedek’in gaspı ve İmam Ali’nin (a.s) hilafetini savunması meşhurdur. Hz. Fatıma (s.a) Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra, Cemaziyülahir ayının üçüncü günü kameri 11. Yılda Medine’de hayatını kaybetti, gece ve gizlice defnedildi. Hz. Fatıma (s.a) fasih ve beliğ Arap kadınlarındandır. İbn Tayfur (ö. 280) Hz. Fatıma’ya ait hutbeleri “Belağatu’n Nisa” adlı kitapta nakletmiştir. Fedek hakkındaki ona ait hutbeyi Ebu Talip hanedanı kendi çocuklarına öğretiyorlardı.[1]
Nesep, Künyeler ve Lakaplar
Hz. Fatıma’nın (s.a) babası, Hz. Resulü Ekrem (s.a.a), annesi Huveylid b. Esed b. Abduluzza b. Kusay b. Kilab’ın kızı Hatice’dir.[2] Hz. Fatıma’nın çok sayıda lakapları vardır: Zehra, Sıddıka, Tahire, Raziye, Merziye, Mübareke, Betül… Bunlardan en çok bilinenleri Zehra’dır ve bazen de ismiyle birlikte (Fatıma Zehra) şeklinde gelir, veya Arapça terkibi ile (Fatımatu’z Zehra) şeklinde gelir. Kendi isminden bile çok kullanılan Zehra, parlayan, parlak, aydın vb. gibi anlamlara gelir.[3] Hz. Fatıma’nın (s.a) bir kaç tane künyesi vardır. Bunlardan en ünlüleri şunlardan ibarettir: Ümmü Ebiha, Ümmü’l Eimme, Ümmü’l Hasan ve Ümmü’l Hüseyin.[4]
Doğumu ve Şehadeti
Hz. Fatıma (s.a) Mekke’de Hz. Peygamberin (s.a.a) evinde dünyaya geldi. Ancak Şia ve Sünni kaynaklarında dünyaya gelişi hakkında farklı görüşler vardır. Ehli Sünnet, Hz. Fatıma’nın (s.a) doğumunu Allah Resulü’nün (s.a.a) bi’setinden (peygamberliğinden) beş yıl önce ve Kâbe’nin yenilendiği yıl olarak kaydetmiştir.[5] Ama Kuleyni, Uusl-u Kâfi kitabında şöyle yazmaktadır: Hz. Fatıma’nın veladeti bi’setten beş yıl sonra gerçekleşmiştir.[6] Yakubi ise şöyle yazmaktadır: Hz. Fatıma (s.a) vefat (şehadet) ettiğinde 23 yaşındaydı.[7] Dolayısıyla, doğumu Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bi’set yılında olması gerekir. Bu görüş aynı zamanda Şeyh Tusi’nin Hz. Fatıma’nın Hz. Ali ile evlendiğinde yaşının (Hicretten beş ay sonra) 13 olduğunu belirttiği görüşle de uyuşmaktadır.[8] Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarında Hz. Fatıma’nın nutfesinin nasıl oluştuğuna dair hadisler bulunmaktadır. Anlatılanlara göre Hz. Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.a) Allah’ın emri ile kırk gece Hz. Hatice’den uzak durmuş ve ibadet ve oruçla geçen 40 günün ardından ve Miraç’a çıkıp orada cennet yemeği yahut meyvesini yedikten sonra Hz. Hatice’nin yanına gelmiş ve o şekilde Hz. Fatıma’nın nuru Hz. Hatice’de karar kılınmıştır.[9] Şia ve Sünni kaynakları, Hz. Fatıma’nın (s.a) hicretin 11. Yılında dünyadan göçtüğünde ittifak etmişlerdir. Ancak ay ve gününde ihtilaf etmişlerdir. Bu konu hakkında bazıları Hz. Fatıma’nın değerli babasının vefatından sonra 24 gün yaşadığı ve bazıları ise 8 aya kadar bu sayıyı uzatmışlardır. Şialar arasında meşhur görüş ise babasından 3 ay sonra dünyadan göçtüğü yönündedir.[10] Hz. Peygamber efendimizin 28 Safer ayında vefat ettiği düşünülürse bu tarih 3 Cemaziyülahır’a denk gelmektedir.[11] Hz. Fatıma’nın (s.a) doğum günü hakkındaki farklı görüşlerin olması, doğal olarak yaşadığı sürenin ne kadar olduğunda da ihtilafların olmasına neden olmaktadır. Bu süreyi 18 ila 35 arasında zikretmişlerdir. Eğer doğumunu Hz. Peygamberin (s.a.a) Bi’setinin 5. Yılının Cemaziyülahır ayı olarak alırsak ve şehadeti Hicretin 11. Yılında olursa, bu iki tarih arasındaki fasıla 18 yıl küsur olacaktır. Bu görüş, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen iki güvenilir rivayete göredir.[12]
Çocukluk Dönemi
Hz. Fatıma (s.a) babası Hz. Resulü Kibriya Efendimizin (s.a.a) evinde ve onun dini eğitim ve terbiyesi altında yetişti.[13] Çocukluk dönemi – İslam’ın olgunlaşmaya başladığı ve Müşrikler tarafından Müslümanlara kısıtlama konulan dönemlere rastlamaktadır- baştan ayağa Müslümanlar için imtihan ve işkencelerin olduğu dönemdir.[14] Bu dönem, kuru ve yakıcı Şi’b-i Ebu Talip deresindeki açlık, susuzluk ve acılarla geçen ekonomik ve sosyal abluka ve muhasaranın olduğu dönemdir. Bu dönemler aynı zamanda Hz. Fatıma’nın (s.a) azizlerini kaybettiği dönemdir: Annesi Hz. Hatice (s.a) ve aynı şekilde Hz. Peygamberin en önemli hamisi olan amcası Ebu Talib’in (a.s) hayatlarını kaybettiği dönemdir.[15] İşte bu dönemlerde babası Hz. Peygamberi (s.a.a) himaye etmesi ve onu yatıştırmasından dolayı Hz. Peygamber ona “Ümmü Ebiha” (babasının annesi) lakabını takmıştır. Bu da Onun Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) yanındaki değer ve makamını ortaya koymaktadır.[16] Müslümanların Mekke’den Yesrib’e (Medinetu’n Nebi) hicretleri de bu dönemlerde gerçekleşmiştir ve sonraları bu hicret İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.[17] Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Medine’ye gittikten sonra, ailesi de oraya gittiler. Belazuri şöyle yazmaktadır: Zeyd b. Harise ve Ebu Rafi, Hz. Fatıma ve Ümmü Gülsüm’ü oraya götürmekle görevlendirilmişti.[18] Ancak İbn Hişam, Abbas b. Abdulmuttalib’in onları götürmek için görevlendirildiğini yazmıştır.[19] Her ne olursa olsun Hz. Zehra ve Ümmü Gülsüm, kendilerini götürmekle görevli kişilerin eşliğinde develere binerek hareket ettiler, bu esnada Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) azılı düşmanlarından ve devamlı Onu kötüleyen Huveyris b. Nukeyz onların yanına gelerek develerine zarar verir. Deve ürker ve kaçar. Hz. Fatıma ve Ümmü Gülsüm yere düşerler. İbn Hişam ve başka tarihçiler Hz. Fatıma’nın bu hadiseden aldığı yaranın ne olduğunu yazmamışlardır, ancak açıktır ki Hz. Peygamberin kızı bu hadiseden yara almıştır.[20] Bu belgelerin mukabilinde yine birinci sınıf tarihçilerden olan Yakubi ise şöyle yazmaktadır: Hz. Ali b. Ebu Talip (a.s) onu Medine’ye götürdü.[21] Şia kaynakları Yakubi’nin yazdıklarını teyit etmektedir.[22] Örneğin Şeyh Tusi, “Emali” kitabında Hz. Peygamberin (s.a.a) Kuba’da beklediğini ve amcaoğlum (yani Hz. Ali b. Ebu Talip) ve kızım gelmeyene kadar Medine’ye girmeyeceğim dediğini yazmıştır. Tıpkı Şeyh Tusi’nin yazdığına göre Hz. Fatıma’nın (s.a) yanı sıra İmam Ali’nin (a.s) annesi Hz. Fatıma binti Esed ve Ebdulmuttalib b. Zübeyr’in (Dabaet’in nakline göre Zübeyr’in) kızı Fatıma’da Hz. İmam Ali ile birlikte hicret etmişlerdir.[23]
Evlilik
Hz. Fatıma’nın (s.a) evlenmek için çok taliplisi vardı. Hz. Peygamberin (s.a.a) ashabından Ömer, Ebu Bekir, Abdurrahman b. Afv vb. gibileri kendisine talip olmuşlar, ancak Peygamber efendimiz kabul etmemiş[24] ve onlara cevap olarak şöyle buyurmuştur: Fatıma daha küçüktür. Ancak Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma’yı istediğinde Peygamberimiz kabul etmiştir.[25] Peygamber Efendimiz Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: زوّجتکِ أقدم الاُمة اسلاماً ; “Seni ilk Müslüman olan kişiyle evlendiriyorum”[26] aynı şekilde Muhacirlerden de bir grup Hz. Fatıma’ya talip olmuş,[27] ancak efendimiz şöyle buyurmuştur: Fatıma’nın evlilik işi Allah’ın elindedir. Eğer O, uygun görür ve münasip bilirse o şekilde yapacaktır ve Ben ilahî hükmü beklemekteyim (انی انتظربها القضاء).[28] Hz. Fatıma’nın (s.a) Hz. Ali (a.s) ile evliliği Hicretin ikinci yılında Medine’de[29] gerçekleşti. Hz. Fahri Kâinatın (s.a.a) kızının mehri 400 dirhem veya biraz çok veya azdı. İmam Ali (a.s) eşyalarından birisini satarak bu parayı elde etti. Bu eşyanın ne olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bazı tarihçiler bunun kalkan, bazıları koyun derisi yahut yemen gömleği veya deve olduğunu yazmışlardır. Her ne olursa olsun Hz. Ali (a.s) o eşyasını satarak Peygamber efendimizin yanına gelir. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) onu saymadan bir kısmını Bilal’e verir ve şöyle der: “Bu para ile kızıma güzel koku al!” geri kalan parayı Ebu Bekir’e verir şöyle der: “Bu parayla kızımın ihtiyaç duyduğu şeyleri temin et.” Ammar Yasir ve birkaç yaranını da Hz. Zehra’nın çeyizi için uygun görülen şeyleri almaları için Ebu Bekir’le gönderir. Şeyh Tusi, Hz. Zehra’nın çeyizini şu şekilde yazmıştır:
7 dirhem değerinde bir gömlek. 4 dirhem değerinde bir başörtüsü. Hayber malı siyah bir kadife. Hurma liflerinden yapılmış bir divan. Üzeri hurma yaprakları ile örülmüş divan. Mısır keteninden mamul, birinin içi lifle, öbürünün ise yünle doldurulmuş iki döşek. İçleri izhirden (Mekke samanı, Burya bitkisi, bir çeşit ince yapraklı ve ilaç özelliği de olan kokulu bir bitkiden) doldurulmuş Taif derisinden dört yastık. Yünden yapılmış bir perde. Hacer yapımı bir hasır (Hacer’den maksat, Bahreyn merkezidir. Ayrıca Medine yakınlarında bulunan bir köyün adıdır), bir el değirmeni, bakır bir çamaşır leğeni, deriden yapılmış bir su kabı. Ahşap bir kab, süt sağmak için bir kâse, su için bir kırba, ziftle kaplanmış mitehre (ibrik, abdest kabı ve temizlikte kullanılan şeyler), yeşil bir testi ve topraktan yapılmış birkaç tane çömlek.[30]
Evliliğin üzerinden birkaç gün geçmemişti ki Hz. Fatıma’nın Hz. Peygamber efendimizden uzak kalışı Ona ağır gelmişti. Çünkü uzun yıllar boyunca onun yanında kalmış ve Hz. Hatice’nin hatırasını Efendimize yaşatmaktaydı. Hz. Hatice’nin vasfı hakkında şöyle buyurmuştur: “Hatice’nin yerini kim alacaktır? İnsanlar beni yalanladıklarında o doğrulamış, herkes beni terk ettiğinde o Allah’ın dinine iman ve malıyla yardımcı olmuştur.” Bundan dolayı damat ve geline kendi evinde yer verme kararı aldı. Hz. Hatice’nin yadigârının her zaman yanında olmasını istedi. Ancak O, şu anda Hz. Ali’nin eşi ve onun evinde kalmalıydı. Eğer kendi evine yakın bir yerde Onlara bir yer hazırlarsa rahatlayacaktı, ama Medine Müslümanlarının zahmete düşebilmeleri de mümkündü. Sonunda gelin ve damada kendi evinde yer vermeye karar verdi, ancak bu zor bir işti. Çünkü onun evinde şu anda iki kadın (Sevde ve Ayşe) yaşamaktaydı. Ashabından Harise b. Numan bu olaydan haberdar olarak Hz. Peygamberin (s.a.a) yanına gelir ve şöyle der: Benim evlerin hepsi sana yakındır. Kendim ve neyim varsa hepsi sizindir. Allah’a andolson ki malımı alman bana bırakmandan daha sevimlidir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) cevap olarak şöyle buyurur: Allah seni mükâfatlandırsın. O günden sonra Hz. Fatıma ve Hz. Ali (a.s) Harise’nin evlerinden birisine taşındılar.[31]
Aile Yaşamı
Hz. Fatıma (s.a) yemek ve giyimde en aza kanaat eder ve kendisine zorluk çektirirdi. Ev işlerini de kimsenin uhdesine koymazdı, su taşımaktan, ev süpürmeye, mısır veya buğday öğütmekten, çocuk bakmaya, hepsini kendisi yapardı. Bazen tek eliyle değirmeni çeker (buğday veya mısır) öğütür ve diğer eliyle bebeğini uyuturdu.[32] İbn Sa’d kendi senediyle İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet etmektedir: Zehra’yı kadınım olarak aldığımda kilimimiz koyun derisinden idi, geceleri onun üzerinde uyur, gündüzleri su taşıyan devemize onun üzerinde ot verirdik ve bu deveden başka bir yardımcımız yoktu.[33] Hz. Ali (a.s) Beni Sa’d’dan bir adama şöyle der: Fatıma ve kendi hakkımda sana bir öykü anlatmamı ister misin: Fatıma babasının gözünde en sevgili kişi idi. O, benim evimde kırba ile o kadar çok su taşıdı ki kırbanın kulpu sinesinde yer edinmişti. O kadar çok el değirmeni ile bir şeyler öğüttü ki ellerinin içi nasır bağladı. Evi kadar çok süpürdü ki örtüsü toprak rengini aldı.[34] Rivayetlerde nakledildiğine göre, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin (a.s) evine gelir, onlara sevgi gösterir ve çokça iltifatlarda bulunurdu. Bir gün Hz. Fatıma’ya “eşini nasıl buldun?” diye sorar. Hz. Fatıma şöyle cevap verir: En üstün eştir… daha sonra Hz. Ali’ye Hz. Fatıma’yı, Hz. Fatıma’ya da Hz. Ali’yi koruyup kollamasını öğütler. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: Allah’a andolsun ki o günden Fatıma hayatta olduğu son güne kadar onu öfkelendirecek hiçbir iş yapmadım ve hiçbir şeye onu zorlamadım. O da hiçbir zaman beni öfkelendirmedi ve hiçbir şeyde itaatsizlik etmedi. Gerçekten her ne zaman ona bakarsam üzüntü ve kederim bertaraf olur giderdi.[35] Hz. Fatıma (s.a) Hz. Ali (a.s) ile müşterek yaşamında evin işlerini görür, yemek ve ekmek hazırlardı. Hz. Ali (a.s) ise ev dışındaki işleri yapar, yaşam gereklerini yerine getirirdi.[36]
Babaya Yardım
Uhud Savaşından sonra Hz. Zehra’ya babasının savaş esnasında yaralandığı ve bir taşın yüzüne isabet ettiğini yüzünü kanlara boyadığı haberini verirler. Bir grup kadınla birlikte kalkar yola düşer; yanlarına su ve yiyecek şeyler de alarak savaş meydanına giderler. Kadınlar yaralılara su verir ve yaralarını sararlar. Hz. Fatıma (s.a) babasının yarasını temizler,[37] ancak kan durmaz. Kanın durması için biraz sazlık yakar ve külünü yaraya koyar.[38] Bu savaşta Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza ve 70’in üzerinde Müslüman şehit olur. Bu olaydan sonra, tıpkı Vakidi’nin yazdığına göre, Hz. Fatıma (s.a) iki üç günde bir kendisini Uhud’a ulaştırır ve şehitlerin mezarlarının başında ağlar ve onlara dua ederdi.[39]
Çocukları
Peygamber kızı, Hz. Ali’ye çocuklar vermiştir. Hasan ve Hüseyin (a.s) adlı iki oğul ve Zeynep ve Ümmü Gülsüm adlarında iki kız vermiştir. Tarih ve siyer yazarlarından hiç kimse bu dört çocuğun varlığı hakkında tereddüt etmemişlerdir. İmam Hasan (s.a) Hicretin 3. Yılında Ramazan ayının ortasında, İmam Hüseyin (a.s) ise Hicretin 4. Yılında Şaban ayında dünyaya gelmiştir.[40] Şia tezkire yazarlarıyla bir grup Ehli Sünnet uleması Peygamber kızının Muhassen (Muhsin) adlı bir oğlunun daha olduğunu yazmışlardır. Hicretin 236. Yılında vefat eden Kureyş nesep yazarı Musab Zübeyri Muhassen (Muhsin) ismini zikretmemiştir. Ancak Belazuri (Ölümü 279) şöyle yazmaktadır: Fatıma (s.a) Hz. Ali (a.s) için Hasan, Hüseyin ve Muhassen (Muhsin) adlı çocukları doğurmuştur. Muhassen (Muhsin) küçük yaşta ölmüştür.[41] Ayrıca şöyle yazmaktadır: Muhsin dünyaya geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma’ya şöyle sordu: Ona ne ad koydun? Dedi ki: Harb. Buyurdu ki: onun adı Muhassen’dir.[42] Ali b. Ahmed b. Said Endülüsi (384–456) Cumhuretu Ensabu’l Arab adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Muhassen (Muhsin) küçük yaşlarda öldü.[43] Şeyh Mufid, Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olma çocukları hakkında şöyle yazmaktadır: Hasan, Hüseyin, Zeyneb-i Kübra ve künyesi Ümmü Gülsüm[44] olan Zeyneb-i Sugra. Bu babın sonunda ise şöyle yazmaktadır: Şialar diyorlar ki Fatıma, Peygamberden sonra bir çocuğunu düşürdü. Ona gebe olduğu sırada onun adını Muhsin koymuştu.[45] Tabari ise şöyle yazmaktadır: “Diyorlar ki Fatıma’nın Ali’den olma küçük yaşta ölen Muhassen adlı bir çocuğu daha vardı.” Şii rivayetlerde ve bazı Ehli sünnet kitaplarında kaydedildiğine göre bu çocuk (Muhassen) Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra yaşanan çekişme ve keşmekeş sırasında Hz. Fatıma’nın aldığı darbe sonucu düşmüştür.[46]
Ebu Bekir ve Ömer’e Öfkesi
Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) vefat ettikten sonra, gücü ele geçiren Ebu Bekir, onun mirasında (miras burada genel anlamındadır. Genel anlamda miras, babasından çocuğuna kalan şeylere denir, velev babası hayatta olsun.)[47] tasarruf edilme emrini verdi. Peygamber kızı Hz. Fatıma (s.a), ben Peygamberin kızıyım ve herkesin babasından miras aldığı gibi bende babamdan miras alırım dese de Ebu Bekir şöyle dedi: “Ben Peygamberden duydum ki şöyle buyurdu: Biz peygamberler miras bırakmayız, bizlerin geride bıraktıkları şeyler sadakadır.” Hz. Fatıma bu sözü duyunca hayretlere kapılarak ben onun varisi olduğum halde nasıl olurda benim bu hadisten haberim olmaz yahut hepinizden Peygambere daha yakın olan Ali’nin nasıl olurda bundan haberi olmaz?! Hz. Fatıma (s.a) bu şekilde şiddetle halifenin karşısında durmuş ve Muhacir ve Ensar Peygamberin mescidinde olduğu sırada bir hutbe (Fedekiye hutbesi) okumuş ve Kur’an’da geçen miras ayetleri ile Ebu Bekir’i şiddetle mahkûm ederek kınamıştır. Ne yalnızca Şia ulemaları, hatta tıpkı bazı Ehli sünnet ulemalarının yazdığına göre, Hz. Peygamber hayatta iken وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ (Yakın akrabaya hakkını ver. (İsra, 26) ayeti nazil olunca Fedek’i Hz. Fatıma’ya verdi.[48] Sahihi Buhari’de rivayet edildiğine göre, Ebu Bekir, Hz. Fatıma’ya Peygamberin: ‘Biz peygamberler irs bırakmayız, bizlerin geride bıraktıkları sadakadır’, dediğini söylediğinde, Hz. Fatıma öfkelenir ve ondan yüzünü çevirir ve ölene kadar ondan uzak durarak ondan yüz çevirir.[49] Hz. Fatıma’nın öfke ve rahatsızlığı bu açıdan önemlidir ki ne yalnızca Şialar, bilakis Ehli sünnette Hz. Peygamberden (s.a.a) şöyle bir rivayet nakletmektedirler: “Fatıma benim bir parçamdır, her kim onu öfkelendirirse beni öfkelendirir.[50] Buna ek olarak, Fedek’i gasp edenler burada Hz. Fatıma’nın sözlerini yalanlayarak başka bir problemle karşı karşıya kalmışlardır, şöyle ki Onun yalanlanması Hz. Fatıma’yı her türlü günah ve çirkinlikten paklayan Kur’an’ın “Tathir Ayeti” ile çelişmekte ve bu durum bu kişiler (Ebu Bekir ve Ömer) için sorun teşkil etmektedir.
Fedek Hakkında Bir Analiz
Şehit Ayetullah Sadr, “Fedek fi’t Tarih” kitabında Fedek konusunun siyasi bir konu olduğunu hatırlatarak[51] şöyle yazmaktadır: Fedek’ın Hz. Zehra (s.a) tarafından gündeme getirilmesi; İslam ve Küfür, iman ve nifak cephelerinin tecellisi ve nass ve şuranın karşı karşıya gelmesidir.[52] Şehit Sadr, aynı kitapta Fedek’in temeli Sakife’de Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde Cerrah tarafından planlanarak atılan zamanın hükümetine her yönden karşı koymak için büyük bir amaç ve devrimi sembolize ettiğini dile getirerek şunları kaydetmektedir:[53] Eğer Hz. Zehra (s.a) sadece “hurmalık” veya “miras” unvanı ile bir parça toprak peşinde olsaydı, kesinlikle Hz. Ali’nin (a.s) taraftar ve Şiaları arasında şehadeti eda etmek ve Fedek hakkındaki delilini tekmil edecek birilerini bulurdu, ancak Hz. Fatıma’nın amacı başka bir şeydi.[54] Daha sonra: Hz. Zehra’nın (s.a) hâkimiyete karşı mücadelesinin altı aşamada tecelli ettiğini vurgulamıştır:[55]
Ebu Bekir’e bir elçi göndererek mirasını (Fedek ve başka şeyleri) talep etmesi, Fedek’i irs unvanı ile gündeme getirmeden önce hurmalık ve bağış unvanı ile gündeme getirmesi.
Doğrudan müdahale ve Ebu Bekir’e karşı sert müzakere.
Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından on gün sonra Mescid-i Nebi’de irat ettiği meşhur hutbesi.
Hasta yatağında Muhacir ve Ensar kadınlarına okuduğu kati hutbesi.
Ebu Bekir ve Ömer, kendisinden özür dilemek için yanına geldiklerinde onlara karşı kısa ve öfke dolu sözleri ve onlara duyduğu öfke ve rahatsızlığın derecesini ilan etmesi.
Kendisine muhalif olan kişilerin teşyi ve defin işlemlerine katılıp yer almalarına razı olmadığın dair meşhur vasiyeti.
Şehid Sadr, kıyamın başlatıcısının Hz. Ali değil de Hz. Fatıma’nın (s.a) olmasının nedeni hakkında aynı kitabında şöyle yazmaktadır:[56] “Hz. Zehra (s.a) tarafından kıyamın başlatılmasının iki önemli ve olumlu unsuru vardı: Birincisi olayın duygusal boyutu, zira Peygamberin kızı olması hasebiyle, insanların duygularını daha fazla kabartabilmekte ve Hz. Peygamber (s.a.a) dönemi hatıralarını tecessüm edebilecek bir güce sahip olması. İkincisi siyasi yönü, zira eğer Hz. Ali (a.s) mücadele ve çatışmanın başlatıcısı olsaydı, iç savaşın çıkması, Müslümanlar arasında ayrılığın baş göstermesi ve zamanın yönetimine karşı silahlı çatışmanın oldukça sert olma ihtimali bulunmaktaydı.” Hz. Ali’nin (s.a) güç elde ettikten ve halife olduktan sonra Fedek’i takip etmemesinin nedeni, Fedek’in mücadele sembolü ve gücü ehlinin eline vermek olduğundan, gücün ehline verilmesinden sonra, artık aynı amaç için mücadeleye ihtiyaç olmamasından kaynaklanmış olabileceği muhtemeldir.
İbadet
İmam Cafer Sadık (a.s) kendi babaları aracılığı ile Hz. Hasan b. Ali’den şöyle bir rivayet nakletmektedir: Annem, Cuma geceleri sabaha kadar mihrapta ibadete durur ve dua etmek için ellerini açtığında imanlı erkek ve kadınlara dua ederdi, ancak kendisi hakkında bir şey demezdi. Bir gün ona dedim ki: Anneciğim! Neden başkalarına ettiğin gibi kendin için de dua etmiyorsun? Buyurdu ki: “Oğulcuğum! Komşu daha önceliklidir.”[57] “Tesbihat-ı Fatıma (s.a)” diye ünlenen ve Şii, Sünni ve diğer güvenilir kaynak ve belgelerde rivayet edilen ona ait tesbihler herkesin yanında meşhurdur. Sünneti yerine getirmekte kendilerini zorunlu bilenler, bu tesbihleri her namazdan sonra: “otuz dört kere Allah-u Ekber, otuz üç kere el-Hamdulillah ve otuz üç kere Subhanallah” demektedirler.[58] Ayrıca Seyyid İbn Tavus’un “İkbal” adlı kitabında öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarından sonra düzenli bir şekilde okuduğu duaları rivayet etmiştir. Aynı şekilde zorluk anlarında okunan başka duaları da nakletmiştir. Kendilerini dua ve müstahap amelleri yerine getirmekle mükellef bilenlerin bu dualara aşinalıkları vardır.[59] Ehli Sünnetin ileri gelenlerinden Hasan Basri şöyle diyor: Bu ümmette Fatıma’dan (s.a) daha abid birisi gelmemiştir, namaz ve ibadetlere o kadar çok dururdu ki ayakları şişmişti.[60]
Şehadet ve Vasiyet
Babasının ölümü, eşinin haksızlığa uğraması, hakkının elinden alınması ve bunlardan daha önemlisi Hz. Resulullah’tan –kısa bir süre- sonra Müslümanların sünnetlerinde yaşanan değişiklikler, Peygamber kızının önce ruhunu ve ardından cismini oldukça sarsmış ve rahatsız etmişti. Nitekim tarih şahitlik etmektedir ki babasının ölümünden sonra hiçbir fiziksel hastalığı bulunmuyordu. Hastalığı bu olaylardan sonra baş gösterdi.[61]
Hz. Fatıma’nın Hasta Döşeğindeki Konuşmaları
Hz. Zehra (s.a) hasta yatağındayken bir grup kadın onun görüşüne gelerek ona şöyle bir soru yönelttiler: Peygamber kızı nasılsın? Hastalığın nasıl oldu? Hz. Fatıma (s.a) bu sorular karşısında kapsamlı bir cevap vererek şöyle buyurur:
“Allah'a andolsun ki, dünyanızı sevmediğim, erkeklerinize darıldığım halde sabahladım. Onları denedikten sonra uzağa attım, sınadıktan sonra onlara sinirlendim. Keskinlikten sonra körelme, ciddiyetten sonra gevşeklik, düz kayaya vurmak, mızrağın (veya kanalın) çatlaması, görüşlerin bozulması, isteklerin sapması ne de kötüdür! Çaresizlikten onun (Fedek ve hilafetin) yularını onlara taktım ve onlara yükledim, bütün yağmaları onlara yönelttim. Zalim kavim hayır görmesin, neticesiz kalsın, rahmetten uzak olsun.
Yazıklar olsun onlara! Onu (hilafeti), risalet merkezinden nübüvvet ve hidayet temelinden, Ruh’ul Emin’in (Cebrail’in) indiği evden, din ve dünya işlerine alim olanın elinden çıkardılar. “Bilin ki bu, büyük ve apaçık bir hüsrandır.”
Ali’den intikam almalarının sebebi ne idi? Allah'a andolsun ki, onun kılıcının kimseyi tanımamasından, ölüme itina etmemesinden, düşmanları çiğnemesinden, kılıcının darbesinden ve Allah rızası için olan öfkesinden dolayı ondan intikam aldılar.
Allah’a andolsun ki, eğer yoldan çekilseydiler (engel olmasaydılar), Resulullah’ın Ali’ye bıraktığı yulardan (önderlikten) ve onu kabul etmekten vazgeçselerdi ve onu (hilafet devesinin dizginini) Ali’ye bıraksalardı, bu deve onları doğru yola götürürdü, onları (hakkı) kabule zorlardı, halka yumuşak davranırdı, seyredicisi yorulmazdı ve asla süvarisi usanmazdı. Şüphesiz onları hazmı kolay, tatlı, iki tarafı ağzına kadar dolu ve çamura bulaşmamış bir suya götürür ve suya kanmış olarak geri getirirdi.
Hz. Ali onlara, gizlice ve açıkta nasihat etti. Hilafete ulaşsaydı zenginlikten dolayı çok süslenmezdi (beytülmalden kendisi için mal biriktirmezdi), susuzluğunu ve açlığını gidereceği az bir miktar hariç, dünya malından bir şey toplamazdı. O zaman kimin zahit, kimin dünyaya haris olduğu, kimin doğru konuşan, kimin de yalancı olduğu ortaya çıkmış olacaktı. “Eğer halk inansalardı, korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları şeylerden dolayı cezalandıracağız.” “Bunlardan zulmetmiş olanlara da, kazanmakta oldukları kötülükler isabet edecektir ve onlar (Allah'ı) aciz bırakabilecek de değillerdir.”
Ey, gel de dinle, zaman hayatta ne de şaşılacak şeyler gösterir. Şaşarsan, onların sözleridir şaşırtan. Ah bir bilsem bunların hangi dayanağa dayandıklarını da isnat ettiklerini ve hangi vesileye sarıldıklarını! Evlatlarımın aleyhine kimlerin teşebbüste bulunduğunu, galip geldiğini ve onları yok ettiğini bir bilsem! “Ne de kötü dost ve yaver!” “Zalimler için ne de kötü bir değiştirmedir bu.” Allah’a andolsun, bunlar halkın önderini ve sıkıntılarındaki sığınağını bir kenara itip aşağılık ve akılsız kimseleri öne geçirdiler. O halde “güzel iş yaptık diye zannedenler”in yüzleri yere sürtülsün! “Dikkat edin, aslında onlar bozguncuların kendileridir, ama bunun bilincinde değildirler.”
Vay onların haline! “Acaba başkalarını hakka hidayet eden mi izlenmeye daha layıktır, yoksa başkası tarafından hidayet edilmedikçe hakkı bulamayan kimse mi? Peki ne oluyor size? Nasıl da hüküm veriyorsunuz?”
Dikkat edin! Bunların hilafeti yeni gebe olmuştur, o halde biraz mühlet verin de nasıl bir meyve vereceğini bekleyin! Sonra ondan dolu tanesi büyüklüğünde [süt yerine] taze kan ve helak eden zehir sağın. “İşte burada batıl yolu tutanlar hüsrana uğradılar.” Ve gelecektekiler, öncekilerin kurduklarının akıbetini görüp bileceklerdir.
[Artık muradınıza erdiniz] Dünyanızdan hoşnut olun ve kalpleriniz gelecek fitnelere hazırlıklı olsun. Keskin kılıçlar ve zorbalığın, zulmün ve azgınlığın en kötüsünü reva gören saldırganların gücü müjdeler olsun size. Kuşatıcı fitneler ve beytülmalde hiç kimsenin rağbet etmeyeceği kadar mal bırakan zalimlerin zulmü müjdeler olsun size! Onlar topluluğunuzu [mahsulünüzü] biçeceklerdir. O halde hasret ve hüzün olsun size! Nerelerdesiniz? Gerçekten [Allah’ın hak ve rahmet yolu] size kaybolmuştur, “İstemediğiniz halde mi biz sizi Allah’ın rahmetine [dosdoğru yola ve sırat'el müstakime] zorlayalım?!”[62]
Toprağa Verilmesi Ve Hz. Ali’nin (a.s) Sözleri
Şia ulemaları, Peygamber kızının gece toprağa verildiği konusunda ittifak etmişlerdir.[63] Yakubi’nin yazdığına göre Hz. Fatıma gece vakti defnedildi ve Salman, Ebu Zer ve bir görüşe göre Ammar Yasir’in dışında kimse defin sırasında hazır bulunmadı.[64] Şeyh Tusi’nin Emali adlı kitabında Müminlerin emiri Hz. Ali’den naklettiği bir rivayete göre amcası Abbas b. Abdulmuttalib, Hz. Ali’ye Hz. Fatıma için görkemli bir defin merasimi yapılması için öneride bulunur, ancak Hz. Ali, Hz. Fatıma’nın defin işlemlerinin gizli olmasına dair kendisine vasiyette bulunduğunu söyler.[65] (Ehli Sünnet ulemalarından) İbn Sa’d da Hz. Fatıma’nın gece defnedildiğine ve onu Hz. Ali’nin defnettiğine dair bir rivayet nakletmektedir.[66] Belazuri de iki rivayette bunun aynısını yazmıştır.[67] Buhari ise şöyle yazmaktadır: “Eşi gece vakti onu defnetti ve Ebu Bekir’in onun cenazesinde hazır olmasına izin vermedi.”[68] Hicrî 4. Yüzyılın başlarında vefat eden ve kitabını üçüncü yüzyılın ortalarında yazan, Şia’nın büyük ulema ve muhaddislerinden olan Kuleyni’nin kitabı, Şia’nın en eski senetlerini barındırmaktadır. Kuleyni ise bu konu hakkında şöyle yazmaktadır: “Fâtıma (s.a) vefat edince Emirülmüminin (Ali b. Ebu Tâlib aleyhi selâm) onu gizlice defnetti. Kabri tanınmasın diye izleri sildi. Sonra kalkıp Resûlullah'ın kabrine döndü ve dedi ki:
“Benden sana selâm olsun ya Resûlullah! Ve şimdi seni ziyaret etmekte olan, toprağa giden, benden ayrılan, senin tarafına geçen, Allah'ın sana bir an önce kavuşmasını irade ettiği kızından. Sevgili kızından ayrılmaktan dolayı sabrım azaldı, dünya kadınlarının efendisinin ayrılığından dolayı direncim gevşedi. Ancak, bir tesellim var ki, senin yokluğunda sünnetin benim için bir dayanaktır. Ben, senin başını istirahatgâhına koydum (defnettim) ve senin mukaddes ruhun, benim boğazımla göğsüm arasından dışarı çıktı. Seni kendi ellerimle toprağa uğurladım. Evet, Allah'ın kitabında benim için kabullerin en güzeli vardır. Biz Allah 'tan geldik ve ona döneceğiz.
Kuşkusuz emanet geri alındı, rehine tutuldu, Zehra elimden çıktı. Ya Resûlullah, şu masmavi gök ne kadar çirkin ve şu yeryüzü ne kadar toz dumandır artık. Hüznüm sonsuzdur, gecem uykusuzlukla geçmektedir. Keder hep kalbimdedir. Bu durum, Allah'ın benim için de senin bulunduğun diyarı irade edeceği güne kadar sürecektir.'Bir hüznüm var ki, yürek paralayıcı ve bir kederim var ki, heyecan uyandırıcı. Ne tez oldu aramızda ayrılık! Allah'a şikâyetlerimi bildiriyorum. Kızın sana ümmetinin nasıl hakkını gasbetme hususunda yarıştıklarını anlatacaktır. Ona sor olup bitenleri, durumu ondan öğren. Onun göğsünü yakan nice dertleri vardı. Ama onları söyleyecek, açacak bir yol bulamamıştı. Ama şimdi söyleyecek ve Allah da hükmünü bildirecektir. Çünkü o, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
Selâm size! Veda selâmı. Ama ne kızgın ne de sıkıntılı. Çünkü eğer buradan geri dönüyorsam bu sıkıntılı oluşumdan dolayı değildir ve eğer kalırsam bu Allah'ın sabredenler için öngördüğü ödülden yana ümitsizliğe düştüğüm anlamına gelmez. Vah! Vah! Sabır, daha güvenli ve daha güzeldir.''Eğer, düşmanların saldırılarından endişe etmeseydim burada bekler, itikâf ederdim. Çocuğu ölmüş yaslı bir kadın gibi bu musibetten dolayı matem tutardım.
Allah'ın gözetimi altında, kızın gizlice defnedildi. Hakkı çiğnendi, mirasına el kondu. Hâlbuki aradan çok zaman geçmemişti ve senin hatıran eskimemişti. Ya Resûlullah, şikâyetimiz Allah'adır. Ya Resûlullah, en güzel teselli de sendendir. Allah'ın salâtı ve hoşnutluğu senin ve onun üzerine olsun.”[69]
Fazilet ve Erdemleri
Ahmed b. Hambel’in Müsned’inde defalarca nakledilen rivayetlerin tamamının içeriğine göre Hz. Peygamber Efendimiz, Tathir ayetinin
إِنَّمَا یرِ یدُ اللَّـهُ لِیذْهِبَ عَنکمُ الرِّ جْسَ أَهْلَ الْبَیتِ وَیطَهِّرَ کمْ تَطْهِیرً (Tercüme: Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) (33–33) Numuneleri hakkında şöyle buyurmuştur: Fatıma, eşi ve iki oğlu.[70] Yine Sahabenin Faziletlerinde rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber 6 ay boyunca sabah namazına gitmeden önce Hz. Fatıma’nın evinin önünde durur ve şöyle seslenirdi: Ey Ehlibeyt! Namaz! Namaz! Ey Ehlibeyt! “Allah sizden yalnızca her türlü kir ve günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[71]
Çeşitli Ehli Sünnet kaynaklarında Hz. Peygamber Efendimizden nakledildiğine göre Efendimiz Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Allah senin gazabınla gazaplanır ve senin hoşnut olmanla hoşnut olur. (ان الله یغضب لغضبک ویرضی لرضاک)[72]
Ehli Sünnet kaynaklarının Peygamber efendimizden naklettiğine göre Efendimiz Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Fatıma! Âlemlerin kadınlarının, bu ümmetin ve mümin kadınların efendisi olmaktan hoşnut olmaz mısın?[73] “Âlemlerin kadınlarının efendisi/Seyyidetu’n nisai’l Âlemin” tabiri İmam Ali (a.s) tarafından da Hz. Zehra (s.a) için mezarının başında kullanılmıştır.[74]
Hz. Fatıma’nın (s.a) muhaddise olması. Hâlbuki o, ne imamdır ve ne de peygamber. Muhaddis: Şu yolların biri aracılığı ile çeşitli eşyanın hakikatini bilmektir:
Mebde-i A’la’dan, ilmin ilham ve mukaşefe yoluyla onun vücut zarfına dökülmesi.
Veya başkalarına gizli olan hakikatlerin onun kalbine akmasıdır.[75] Hakeza muhaddis: meleğin sesini duyar, ama onu görmez.[76] Fatıma’nın Mushaf’ı da Hz. Fatıma ile meleğin konuşmalarından alıntıdır. O konuşmaları Hz. Ali’ye (a.s) söyler o da yazardı.[77] Mushaf’ta helal ve haramlar yer almamaktadır, ancak gelecekteki şeylerin ilimleri yer almaktadır.[78]
Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Fatıma’nın (s.a) faziletlerine delalet eden ayetler bulunmaktadır. Örneğin: Meveddet Ayeti (Şura, 23), Mubahele Ayeti (Al-i İmran, 61), İt’am Ayeti (İnsan, 8 ve 9). Ehli sünnet ve Şia yoluyla nakledilen hadislerde de Hz. Fatıma’nın (s.a) faziletlerini ortaya koyan hadisler zikredilmiştir. Örneğin: Bi’da (Parça) Hadisi, Enha Hadisi, Hassanet Hadisi, Buğz Hadisi, Levlake Hadisi… Ayrıca Ehli Sünnet mensuplarının her biri de Hz. Fatıma’yı bir şekilde methetmişlerdir.[79]