İbn Teymiyye, Âşûrâ bağlamında en az üç tahrifte bulunmuştur: İmam Hüseyin'in (a.s.) kıyamını körü körüne bir ayaklanma addetmiş; başta Yezîd b. Muâviye olmak üzere Emevîleri aklamış; İmam Hüseyin'i Yezîd'in ve Şamlıların değil de Kufelilerin ve Şiîlerin katlettiğini ileri sürmüştür.
Biz, bu makalede, Âşûrâ hadisesinin üç farklı rivayetini (Emevî rivayeti, Abbasî rivayeti ve Alevî rivayeti) ele alacak ve İbn Teymiye'nin tahriflerini etraflıca inceleyeceğiz. Alevî rivayetine istinat ederek Şamlıların, Osmanîlerin ve Haricîlerin Kufe ve Kerbela'daki varlıklarını ortaya koyacak, neticede Şiîlerin ve Şiî Kufe halkının değil de sırasıyla Şamlıların, Osmanîlerin ve Haricîlerin İmam Hüseyin'in gerçek katilleri olduklarını göstereceğiz.
Giriş
İbn Teymiyye, yedinci ve sekizinci yüzyılda Şamat'ta yaşamış bir âlimdir. Harran'da doğmuş, Dimeşk'te vefat etmiştir. Şiî karşıtı bir müftü ve mütekellim olarak ün salmıştır. İbn Teymiyye, İmam Ali'nin (a.s.) iki fırkanın (Şia ve Ehl-i Sünnet) üzerinde ittifak ettikleri faziletlerini dahi şüpheyle karşılamış, hatta kimi zaman açık bir dille bu faziletleri inkâr etmiştir. İbn Teymiyye Âşûrâ hadisesi bağlamında en az üç tahrifte bulunmuştur: Öncelikle, İmam Hüseyin'in kıyamını bir ayaklanma addetmiş ve bu ayaklanmanın hiçbir maslahatı olmadığını ileri sürmüştür. O, İslâm memleketlerinde zalim yöneticiye isyan etmenin caiz olmadığı, isyanın Müslümanların zaafına ve ayrılığına sebep olduğu kanaatindedir. İmam Hüseyin'in kıyamını sarahatle eleştiren İbn Teymiyye, İmam Hüseyin'in katillerini -yani Yezîd'i ve Emevîleri- haklı çıkarma yüzsüzlüğünde bulunmuştur. O, bu görüşünü kitaplarında, ezcümle Minhacü's-sünnet'inde1 açıkça beyan etmiştir. Âşûrâ hadisesi bağlamında İbn Teymiyye'nin yaptığı ikinci büyük tahrif, Emevîlerin, bilhassa Yezîd'in Kerbela'da işlenen cinayetlerde parmağı olmadığını savunmasıdır. Cinayetlerden Ubeydullah b. Ziyad'ı sorumlu tutan İbn Teymiyye, İmam Hüseyin'in kesik başının Şam'a gönderildiğini de inkâr etmiştir. İbn Teymiyye, bütün tarih kaynaklarının üzerinde söz birliği ederek naklettikleri İbn Ziyad'ın İmam Hüseyin'in kesik başını Kufe'den Şam'a gönderdiğine dair rivayeti2 görmezden gelerek bu olayın asla vuku bulmadığını ileri sürmüştür. Yezîd, bu olayda İmam Hüseyin'in mübarek kesik başına saygısızlık ettiğinden İbn Teymiyye olayın gerçekliğini inkâr etme yoluna gitmiştir. O, bu görüşünü bilhassa Rasü'l-Hüseyin adlı kitabında dile getirmiştir.3 İbn Teymiyye'nin bu tavrının arkasında, sıkı sıkıya bağlı olduğu sahabenin ve selef-i salihin adaleti inancı olmalıdır.4
İbn Teymiyye, Yezîd'i mahkûm edecek olsaydı, doğal olarak başta babası Muâviye olmak üzere onu halife tayin edenleri, sonuç itibariyle de Şamat'ta Muâviye'yi himaye eden herkesi eleştirmiş olacaktı. Bu yüzden o maktel-i Hüseyin okumayı caiz görmemiş ve maktel okumanın haram olduğu yönünde fetva vermiştir.5 Fakat İbn Teymiyye bu iki tahrif girişiminde başarılı olamamış, görüşleri ulema arasında kabul görmemiştir.
İbn Teymiyye'nin üçüncü tahrifi, Emevîlerin, Yezîd ailesinin, hatta gerek Şam taraftarı temayüllere sahip olanların, gerekse Şam'da yaşayan gerçek Şamlıların Âşûrâ günü Kerbela'da meydana gelen cinayetlerde herhangi bir sorumluluklarının olmadığı iddiasıdır. Ona göre, babası Ali b. Ebi Tâlib'in Şiası olan ve mektuplarla İmam Hüseyin'i Kufe'ye davet eden, sonrasında pişman olup tavır değiştiren ve İmam Hüseyin'in karşısında yer alıp onu katleden Kufeliler cinayetlerin asıl sorumlusudur. Âşûrâ faciasından sonra da yine aynı Kufeli Şiîlerden bir grup ayaklanmış, İmam Hüseyin'in katillerini cezalandırarak İmam'ın ve ashabının intikamını almıştır. Daha sonra ise Şiîlerinden bir grup bu katillerden intikam almıştır. Buna göre Şiîlerin her sene toplanıp başkalarını mahkûm etmelerinin ne anlamı vardır?
İbn Teymiyye bu iddiasında Kerbela'da işlenen bütün cinayetlerden Kufelileri sorumlu tutmuştur. Kufelilerden kastı ise Şiîlerdir.6 Oysa durum hiç de İbn Teymiyye'nin iddia ettiği gibi değildir. Her ne kadar Hz. Peygamber'in (s.a.a.) torununu davet edip himaye etmeyen, tedbirsizlik eden, yöneticiden korkan ve bu tutumları yüzünden ebedî serzenişe maruz kalan Kufelilerin suçu olsa da asıl suçlu Yezîd b. Muâviye ile takipçileridir. Makalemizin bu bölümünde bu konu üzerinde duracağız.
İmam Hüseyin'in katilleri ve İbn Teymiyye'nin iddiasına cevap
İmam Hüseyin'in katilleri üç topluluktu:
a) Haricîler
Üç katil topluluk arasında Haricîlerin konumu en belirgin olanıdır. Elbette burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Haricî denildiğinde, önce İmam Ali'nin taraftarı, şiası olan, sonra Sıffîn Savaşı'ndaki hakem belirlenmesi olayında İmam Ali'den ayrılan topluluk kastedilmektedir. Fakat bu, doğru değildir. Haricîlerin ortaya çıkışı birinci halifenin hilafet dönemine rastlar. Mürtedlerin ve ridde ehlinin çoğunluğu bu fırkadandı. Aslında Haricîler çok çabuk tepki gösteren, hemen kılıca sarılan, renkten renge giren, kısa zamanda inanç değiştirebilen müfrit bir bedevî (A'rab) topluluktu. Toplumsal faaliyetleri, üçüncü halife Osman b. Affan'ın evine saldırıp halifeyi öldürdüklerinde zirve noktasına ulaştı. Üçüncü halifenin katillerinin çoğunluğunu Haricîler oluşturuyordu. İşte bu Haricîler Âşûrâ faciasında da büyük rol oynadılar. Bununla birlikte, tarih kaynaklarında, Emevîlerin ilk günden itibaren Kerbela cinayetlerinden Kufelileri sorumlu tutmaya mütemayil olduklarını gösteren rivayetler bulunmaktadır. Çarpışmada öne çıkarılan Sinan b. Enes, Şebes b. Rabi, Şimr b. Zi'l-cevşen, Ömer b. Sad gibi askerlerin çoğu Kufeli idi. Oysa perde arkasında kendileri faaldi. Buna göre İmam Hüseyin'in katlinde etkin rol oynayan topluluklardan biri Haricîlerdi. Bunu Şimr'in ve Şebes'in şahsında görmek mümkündür.
b) Üçüncü Halifenin intikamını almak isteyenler
Kerbela faciasında ve İmam Hüseyin'in katlinde taassupçu bir tavırla rol alan ikinci topluluk, Osman b. Affan'ın mazlumca öldürüldüğüne, kanının yerde bırakılmaması ve katillerine kısas uygulanması gerektiğine inanan intikamcılardır. Onlar, İmam Ali'nin (neuzibillâh) Osman'ın katline yeşil ışık yaktığını ve Şiîlerin üçüncü halifenin katline ortak olduklarını düşünüyorlardı. İntikamcılar, taassupları nedeniyle hem Müslim b. Akil'in Kufe'deki katlinde, hem de Kerbela faciasında etkin rol oynamışlardır. Hatta İbn Ziyad'ın Şimr b. Zi'l-cevşen eliyle Kerbela'da bulunan Ömer b. Sad'a gönderdiği mektupta şunlar yazılmıştır: “Hüseyin b. Ali'nin ve evlatlarının suya ulaşmalarını engelleyin ki mazlum halife gibi susuz ölsünler.”7 Osman'ın katillerinin İmam Ali ile beraber olduğu propagandası sürekli yapılıyordu ve bir grup buna inanıyordu. Hatta Ömer b. Sad'ın askerlerinden Âşûrâ günü meydana çıkıp birebir çarpışacak savaşçı talep edenler, okudukları recezlerde kendilerini Osman olarak tanıtıyorlardı.8 Maktelleri karıştıran herkes bunun inkâr edilemez bir gerçek olduğunu bilir.
Osmanîlerin Kerbela'da rol aldıkları tartışmasızdır. Osmanîler Şiî olmadıkları gibi Kufeli de değillerdi. Muâviye b. Ebi Süfyan yirmi yıllık süreçte -hicrî 40-60 yılları arasında- İmam Ali'nin şehadetinden ölünceye kadarki zaman diliminde elinden geldiğince Kufe'deki Şiî dokuya zarar verdi. Şiî olmakla ünlenen aşiretleri dağıttı, mallarını müsadere etti, hatta Hucr b. Adiy ve taraftarları örneğinde olduğu gibi, kimilerini topluca katletti. Öte yandan Muâviye'nin, çevre şehirlerden, bilhassa Basra'dan farklı mezhep mensubu ve Osmanî aşiretleri Kufe'de iskân etmeye yönelik planları vardı. O dönemde Araplar aşiretler halinde göçebe hayatı sürüyorlardı. Yaylakları ve kışlakları vardı. Hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Muâviye, Osmanî aşiretleri göç ettirip Kufe'de iskân ediyordu.9 Muâviye, Kufe Şiîlerine karşı o kadar sert politikalar izliyordu ki, halkın çoğunluğu can korkusuyla şehri terk etmek zorunda kalmıştı. İçlerinde İran'a göç edenler de vardı. İran'a yerleşen İmam Ali'nin ünlü sahabîlerinden biri, Hucr b. Adiy'in ve yaranlarının katledildiğini duyduğunda, “Keşke o da bizim gibi aşiretiyle birlikte Kufe'den ayrılsaydı da böyle mazlumca öldürülmeseydi,” demiştir. Dolayısıyla Osmanîler ne Şiî, ne de Kufeli idiler.
c) Şamlılar
Âşûrâ faciasında ve İmam Hüseyin'in katlinde göz alıcı paya sahip üçüncü topluluk, Şam'dan hem Kufe'ye hem de Kerbela'ya gönderilen askerlerdir. İleride Şamlıların rolüne tekrar değineceğiz.
İmam Hüseyin'in Kıyamı ve Âşûrâ Hadisesi ile ilgili üç farklı rivayet
Şeyh Saduk'un Maktelü'l-Hüseyn adlı kitabının tahkikli neşrini yıllar önce yayımlamıştık. Bu kitap üzerine çalışırken Âşûrâ ve İmam Hüseyin'in hayatının son altı ayı ile ilgili rivayetleri, farklı kaynaklara başvurmadan doğrudan Alevî kaynaklardan derleme düşüncesi zihnimizde canlanmıştı. Bu amaçla beş yıldır notlar tutmaktayım. Çalışmam sırasında beni hayrete düşüren bir şey oldu: İmam Hüseyin ve ashabının şehadeti hakkında üç farklı rivayetin bulunduğunu fark ettim!
a) Emevî rivayeti
Bir grup rivayet tam manasıyla Emevî kaynaklıdır. Emevîler bu rivayetleri imal etmiş, resmîleştirmiş ve tarihe mal etmişlerdir. Genel kanaat, Emevî Devleti'nin Abbasîlerin kıyamından sonra yıkıldığı yönündedir. Bu kanaatte olanlara göre Abbasîler hilafeti ele geçirince Emevîler Şamat'tan göç etmiş ve bugün İspanya olarak bilinen Endülüs'e yerleşmişlerdir. İspanya'da dört yüzyıldan fazla hükümet eden Endülüs Emevîleri orada bugün hakkında yüzlerce kitap yazılan bir medeniyet vücuda getirmişlerdir. Dört yüzyıldan fazla süren bu dönemde hükümetin kontrolünde olan tarihçiler vardı. Bu tarihçiler İslâm tarihi rivayetlerini derler ve yazarlardı. Buna Mukaddime'nin müellifi İbn Haldun'u örnek verebiliriz. İbn Haldun Mukaddime'sinde İmam Hüseyin'in kıyamı ve mazlumca canını savunmasıyla ilgili bilinenin tam tersi rivayetler nakleder. Bu, üzücü olduğu kadar İslâm tarihini yıl yıl, kronolojik olarak kaleme alan bir müellif açısından şaşılacak bir durumdur. Hicrî 60-61 yılına geldiğinde Müslim b. Akil'in Kufe'ye gönderilmesinden söz eder; ancak Müslim'in Kufe'ye gidişinden sonra meydana gelen gelişmelerden söz etmez, sessiz kalır. İbn Haldun'unTarih'inin elyazması nüshalarında bu olaydan söz ettiği sayfanın devamındaki birkaç yaprak bembeyazdır, boştur. İbn Haldun ne yazacağına sonradan karar vermek için bu sayfaları boş bırakmış, daha sonra da hiçbir şey yazmamayı tercih etmiştir. İbn Haldun, kitabında, İslâm tarihini 61 yılından, Âşûrâ hadisesinin vuku bulduğu yıldan çok sonraki yıllara, hatta yüzyıllara değin anlatmıştır. Fakat İmam Hüseyin'in kıyamından hiç söz etmemiş, bu konuda tek bir rivayet nakletmemiştir. Şayet bu konuya girseydi ve doğruları yazsaydı sorgulanırdı. Yanlış bilgiler verecek olsaydı, tarihte yargılanırdı. Bu yüzden o sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bununla birlikte İbn Haldun Mukaddime'sinde Âşûrâ'ya dair Emevîlerin beğenisini kazanacağı türde tahriflerle dolu bir tahlilde bulunur.
Âşûrâ'nın Emevî rivayetini imal etme sorumluluğunun yüklendiği bir başka isim, el-Avasim mine'l-kavasim'in müellifi Ebubekir İbnü'l-Arabî'dir. İbnü'l-Arabî nasıbî (Ehl-i Beyt düşmanı) ve mutaassıptı. O, el-Avasim mine'l-kavasim'inde katil yerine maktulü ağır ve sert ifadelerle eleştirir. Öyle ki İbn Haldun bile onun bu tutumunu yadırgamıştır. Çünkü biraz da olsa tarih ilminde İbn Haldun, İbnü'l-Arabî'den önde idi.
İbn Haldun Mukaddime'sinde, “İbnü'l-Arabî'nin, ‘Hüseyin dedesinin kılıcıyla öldürüldü' sözü doğru bir söz değildir.” diye yazar. Elbette İbnü'l-Arabî kelimesi kelimesine böyle bir söz söylememiştir, İbn Haldun İbnü'l-Arabî'nin yorumundan anlaşılanı ifade etmiştir. Bu yorum, Emevîlerin Âşûrâ okumasının göstergesidir. Endülüs ve İşbiliye'de yetişen ve Âşûrâ'yı bu şekilde yorumlayan müelliflerden çok sayıda benzer örnek zikretmek mümkündür. 10
b) Abbasî rivayeti
Âşûrâ ile ilgili ikinci rivayet, bizim burada, ilgili bütün rivayetleri nakletmek çok uzun olacağından, kısaca ele alacağımız Abbasî rivayetidir. Abbasîler hilafeti sahiplendikten sonra tarihi kendilerine hoş gelecek biçimde yazan tarihçileri yanlarına aldılar. Resmî tarihlerin muhatabı daima halktan önce yöneticiler olmuştur. Bu tarihçiler Âşûrâ'ya dair rivayetleri üstünkörü bir incelemeyle bile anlaşılacağı üzere Abbasî rengine boyamışlardır. Âşûrâ'nın Abbasî rivayetini Taberî'nin Tarih'inde görmek mümkündür.
Taberî Tarih'inde Ebu Mihnef'in Maktelü'l-Hüseyn'inden kitabının Abbasî hilafetinde resmiyet kazanmasına imkân sağlayacak kadar alıntı yapmıştır. Taberî'nin Tarih'ini okuduğumuzda rivayetlerin tam manasıyla Abbasî bir renge sahip olduğunu görürsünüz. Bu kitaptaki Âşûra rivayetlerinde Abbasîlerin atası Abdullah b. Abbas ileri görüşlü bir insan olarak tanıtılır; olacakları öngörür. Buna karşın Hüseyin b. Ali saf, samimi, temiz yürekli bir insandır ve herkesi kendi gibi sanır; kimsenin yalan söyleyebileceğine ihtimal vermez. Bu yüzden de Kufelilerin oyununa gelerek Kerbela'ya gider ve orada öldürülür. Abbasîlerin Âşûrâ okumasında Abdullah b. Abbas'ın büyük bir rolü vardır.
Taberî'nin Tarih'inde İmam Hüseyin'e “Bu yoldan gitme, öldürülürsün!” diyen İbn Abbas'ın adı sık sık geçer. İmam Hüseyin onun sözünü dinlemez ve Âşûrâ günü çadırlardan kadın ve çocukların çığlıklarının yükseldiği güne kadar yoluna devam eder. İmam Hüseyin çadırdaki kadın ve çocukların çığlık ve hıçkırık seslerini duyduğunda, “Allah İbn Abbas'ı korusun! Gerçekten doğru söylemiş!” der. “Oysa bana gideceksen de tek başına git, aileni götürme demişti. Sözünü dinlemedim.” Kitapta İmam Hüseyin'in dilinden İbn Abbas'ın öngörülerinin çıktığı, kendisininse onun sözünü dinlemediği nakledilir.11
Taberî'den nakledeceğimiz bir başka örnekte Abbasî rivayetinin rengi daha iyi anlaşılacaktır. Taberî, hicrî 203 yılının tarihini yazarken İmam Rıza'nın (a.s) zehirlenerek şehid edilmesi olayına değinir. Taberî'ye göre İmam Rıza'nın ölüm sebebi şudur: “Ali b. Musa er-Rıza Abbasî halifesiyle birlikte o kadar çok üzüm yedi ki çok yemekten hastalanıp öldü.”12 Görüldüğü üzere başka hiçbir rivayeti nakletmemiş, İmam Rıza'nın ölümünü çok üzüm yemesine bağlamıştır!
c) Alevî rivayeti
Âşûrâ'nın yukarıda açıklanan iki okumasının dışında, bizim Alevî rivayeti veya Âl-i Ali okuması adını verdiğimiz bir başka okuması daha vardır. Ne yazık ki bu üçüncü rivayetin inşa edilebileceği metinler İmam Hüseyin'in ve ashabının şehadetinden sonra kaybolmuştur; birileri bu metinlerin bize ulaşmasını engellemiştir. İbn Tavus'un el-Luhuf'undan önce ilk yüzyılda Şiîlerin elinde, hiçbiri günümüze ulaşmayan yirmiden fazla maktel-i Hüseyin bulunmaktaydı.
İlk makteli Esbağ b. Nubate yazmıştı. Daha sonra İmam Bâkır'ın ve İmam Sadık'ın (a.s) talebelerinin yazdığı makteller bulunuyordu.
Şeyh Saduk, Şeyh Tusî, Yakubî ve Şeyh Müfid de birer maktel kaleme almışlardı. Fakat ne yazık ki bu kitaplardan hiçbiri elimize ulaşmadı. Yani ilk yüzyıldan altıncı yüzyıla kadarki dönemde yazılan maktellerin bize ulaşmasına izin vermediler. Hepsini yok ettiler; geriye yalnızca isimleri kaldı. Biz uzun uğraşlar sonucunda sadece Şeyh Saduk'un maktelini imkân dâhilinde yeniden inşa etmeye muvaffak olduk. Şeyh Saduk'un Rivayetine Göre Maktel-i Hüseyin (Maktelü'l-Hüseyin be Rivayet-i Şeyh Saduk) başlıklı çalışmamızda, İmam Hüseyin'in şehadeti ve Âşûrâ faciası hakkında İmam Zeynelabidin'den ve öteki Masum İmamlar'dan nakledilen iki yüz rivayeti bir araya getirdik. Bu kitap yayımlanalı beş yıl oldu. Hâlihazırda Şeyh Saduk'un eserleri dışında nakledilen bütün Alevî rivayetleri derleme çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Alevî rivayeti, yukarıda izah edilen iki rivayet ile en az on beş noktada farklılık gösterir. Teessüfle ifade etmek isterim ki, bugün Muharrem ve Sefer aylarında mescit, tekke ve hüseyniyelerde tertiplenen meclislerde, hatta medya yoluyla yapılan anma programlarında, kısacası günümüzün Âşûrâ edebiyatında Emevî ve Abbasî rivayetlerinin etkisi görülmektedir. Alevî rivayet metruk kalmıştır; çünkü ona ait metinler yok edilmiştir. Bu yüzden de Şiîler önceki iki rivayete, bilhassa Abbasî rivayetine yönelmişlerdir. Bugün akademiye müracaat ettiğinizde, tarih kürsüsünde son sözü Taberî'nin Tarih'i söylemektedir. Detayları yansıtan, tam manasıyla Şiî olan, Şiîlerce kaleme alınan ve bu şekliyle bize ulaşan bir metinlerden yoksunuz. Mesudî'nin Murucü'z-zeheb'i ve Yakubî'nin Tarih'i bir ölçüde ihtiyacımıza cevap verseler de bu ikisi muhtasar metinlerdir. Şeyh Müfid'in el-İrşad'ı ise Taberî'nin rivayetlerine dayanmaktadır ve böyle olmasının da siyasî-sosyal nedenleri vardır.
Âşûrâ hadisesinin naklinde üç rivayet arasındaki farklar
Alevî rivayet ile önceki iki rivayet arasındaki en büyük fark, Alevî rivayetin söz birliğiyle İmam Hüseyin'in katillerini Şamlılar olarak tanıtmasıdır. Bu rivayete göre İmam Hüseyin'i Şam'dan gelen askerler katletmiştir. Bu konuda örnek birkaç rivayet nakledeceğiz:
a) el-Kâfi'de Kuleynî İmam Sadık'tan şöyle nakleder: “Tâsûâ günü, İmam Hüseyin ve ashabının Kerbela'da muhasara altına alındığı gündür. O gün Şam ordusu toplanmış ve Ömer b. Sad askerlerinin çokluğuyla övünmüştür.”13 Bu rivayette İmam Sadık, Şam ordusunun süvarilerinin İmam Hüseyin'i ve ashabını muhasara altına aldıklarını açıkça beyan etmektedir.
b) İkinci örneği Şeyh Saduk'un el-Emali'sini esas alarak inşa ettiğimiz Maktelü'l-Hüseyin'den aldık:“Allah düşmanı Sinan b. Enes el-İyadî ve Şimr b. Zi'l-cevşen el-Amirî, Şamlı adamların arasında öne çıkmıştı.”14 Bu rivayet, bu ikisinin İmam Hüseyin'i katletmek amacıyla öne çıktıkları anı tasvir eder.
c) İmam Sadık'tan şöyle nakledilir: “Şüphesiz Ümeyyeoğulları ve Şam ehlinden Hüseyin'in katlinde onlara yardım edenler Hüseyin'in katledildiği günü bayram ilan edip o günde şükür orucu tutmak için adaklar adadılar.”15
d) Üçüncü örnek rivayeti, Vâkıdî'nin kâtibi İbn Sad'dan nakledelim: “Şam ehlinden bir adam İmam Hüseyin'in oğlu Ali Ekber'e, senin Yezîd ile akrabalık bağın var; annen Ümeyyeoğullarındandır ve soyu onlara dayanır. Bu yüzden babandan ayrılman ve istediğin yere gitmen için sana güvence vereceğiz.”16
Bu rivayette “Şam ehlinden bir adam” ifadesi geçmektedir ve güvence, emanname teklifinin Kerbela'da yapıldığında şüphe yoktur. Bütün bu örneklerin en açık olanı, bizim burada ilk örnek rivayet olarak naklettiğimiz Kuleynî'nin rivayeti hakkında merhum Fethali Kazvinî şöyle bir not düşmüştür:
“Rivayet Şam ehlinin Kerbela'da toplandığını açıkça beyan etmektedir. Müslim b. Akil'in hal tercümesini yazarken naklettiğimiz gibi Müslim b. Akil'in şehadetinin ertesi günü on binlerce Şamlı asker Kufe'ye girmişti. Bu husus, Taberî'de ve diğer kaynaklarda da zikredilmiştir.”
Merhum Kazvinî şu neticeye varır: “Şam ordusunun oradaki varlığını inkâr edenin tarih bilgisi yoktur. Nitekim (İbn Şehraşub'un) Menakıb17 kitabında Şimr b. Zi'l-cevşen'in tamamı Şamlılardan oluşan dört bin kişilik orduya komutanlık ettiği yazılıdır.”18 Maktellerde de Kasım b. Hasan'ın Kerbela meydanında Şamlı Erzak adında biriyle göğüs göğse çarpıştığı yazmaktadır.
İbn Şehraşub Menakıb'ında şunları kaydeder: Kasım b. Hasan'ın çarpıştığı kimse Şamlıydı. Hüseyin b. Ali'nin yeğeninin yardım çağrısı üzerine çadırdan hışımla çıktığını gördüğünde onun üzerine saldırmış ve ‘Bana yardım edin. Hüseyin b. Ali geliyor!' diye bağırarak askerlerinden yardım istemiştir. Bunun üzerine Ömer b. Sad'ın ordusundan bir bölük ayrıldı ve Kasım b. Hasan ile çarpışan bu Şamlıyı Hüseyin b. Ali'nin elinden kurtarmaya çalıştı.”19 Bu rivayette de Şamlılardan söz edilmektedir.
Siyasî ve sosyal itkileri araştıracak olursak Emevîlerin ve Abbasîlerin Kufelileri karalamak için birçok nedene sahip olduklarını görürüz. Iraklıların, bilhassa Kufelilerin kılıçları daima halifeye karşı kınından çıkarılmış halde bekliyordu. Emevîler döneminde de, Abbasîler döneminde de Kufeliler sakin değillerdi; Kufe isyanı, özellikle Âşûrâ faciasından sonra başlayan Tevvabin hareketiyle başlamış, Hasanoğullarının Abbasîlere karşı başlattığı kıyama dek sürmüştür. Buna göre Kufe halkı aleyhinde hadis imal etme serüveni Muâviye'nin sarayında başlamış, Abbasî saraylarında devam etmiştir. Çünkü Kufeliler hep hilafetin istemediği kitle olmuştur. Zeydî kıyamcıları ve Feh faciasında katledilenler de Kufe orijinliydi.
Öte yandan İmam Ali'den Kufelileri kınayan hadisler de nakledilmiştir. Örneğin İmam Ali Nehcü'l-belağa'da Kufelilere hitaben “Ey adam olamayan adamcıklar!” buyurmaktadır.
Bu ve benzeri hitaplarda İmam Ali'nin muhatabı Osmanîler ve Haricîler'dir. İmam Ali'nin ve diğer Masum İmamlar'ın Kufelileri metheden hadislerini bir araya getirdiğimizde sayıca çok olduklarını görürüz. Bizde meşhur olan Hz. Zeyneb'in hutbesi gibi rivayetler Kufelilerden övgüyle söz eden bu rivayetler karşısında fazla bir yekûn tutmaz. Söz gelimi bir rivayette, nasıl Mekke Allah'ın, Medine Hz. Peygamber'in haremi olarak tavsif edilmişse Kufe de İmam Ali'nin haremi olarak nitelenmiştir. Bu rivayetler isnad açısından tartışılamayacak kadar zengindirler.20 Bu hadisler karşısında Kufe'yi kınayan hadislerin rengi solmaktadır. Buna göre bütün suçu Kufe Şiîlerinin omuzlarına atmak olmaz. Kufe Şiîleri, Kufe halkının bir bölümünü oluşturuyordu. Aslında Kufe Şiîleri cihaddan geri kaldılar ve sessiz kalarak düşmanı İmam Hüseyin karşısında cesaretlendirdiler. Daha sonra hatalarının farkına vardıklarında ise art arda kıyam ederek şehid oldular.
Değerlendirme
İbn Teymiyye, Emevîleri aklamak istemektedir. Öyle ki Rasü'l-Hüseyn'inde Emevîlerden tek bir kimsenin tek bir Haşimoğlunu öldürmediğini iddia etmektedir. Aynı iddialı tutumuyla Haccac b. Yusuf es-Sakafî'yi de savunmaktadır. Sedece Zeyd b. Ali'nin kıyamı söz konusu olduğunda sertleşir.21 İbn Teymiyye yalnızca Şamlıların Âşûrâ faciasındaki rolünü inkâr etmekle kalmaz, faciada Emevîlerin de herhangi bir rolünün bulunmadığını ileri sürer. Çünkü aksini düşünmek sahabenin adaleti inancına terstir. Yezîd'in mahkûm olması demek, onu kendi yerine halife atayanın da, babası Muâviye'ye halife olma fırsatı tanıyanların da mahkûm olması demektir. İşin bu boyuta varmasını engellemek için İbn Teymiyye Emevîleri topyekûn aklar. Üstelik Yezîd'in ve Mervanoğullarının da adını anarak onları günahsız addeder ve sadece Şiîleri suçlar.
Bu, insafsızca bir yaklaşımdır ve tarihî gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Tarihi Alevî rivayetiyle değerlendirdiğimizde Şamlıların ve Emevîlerin Âşûrâ faciasındaki başat rolü ortaya çıkar. Gerçi, her ne kadar Kufelileri (Şiîleri) suçlamak için imal edilmiş olsalar da Emevî ve Abbasî rivayetleri de dikkatlice incelendiğinde de bu gerçek anlaşılmaktadır.
Notlar:
1. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 2, s. 241-242; İbn Teymiyye, el-Vasiyetü'l-kübra, s. 54.
2. Bkz. Tarih-i İmam Hüseyin, c. 6, s. 183-902. Burada onlarca tarih kaynağında yer alan rivayetler nakledilmiştir. Bu kaynaklardan bazıları şunlardır: Taberî, Tarih; İbn Asem, el-Fütuh; İbn Habban, es-Sikat; Harezmî, Maktelu İmam Hüseyn; İbn Esir, el-Kamil fi't-tarih; Birunî, Asarü'l-bakiye; Himyerî, Kurbü'l-esnad; İbn Abdurabbih, Ikdü'l-ferid; Saduk, Emali; Taberî, Camiü'l-beyan fi tefsiri'l-Kur'ân; İbn Batrik, el-Umde; Belazurî, Ensabü'l-eşraf; İbn Sad, Tabakatü'l-kübra, Dineverî, Ahbarü't-tıval; Yakubî, Tarih; Ebu Ferec Isfahanî, Makatilü't-Talibiyyin; Zübeyrî, Nesebu Kureyş; İbn Cevzî, er-Red alâ mutaassıbi'l-anid.
3. İbn Teymiyye, Rasü'l-Hüseyn, s. 199.
4. İbn Teymiyye, age., s. 205-207.
5. İbn Teymiyye, Camiü'l-mesail, el-Mecmuatü's-salise, s. 93.
6. İbn Teymiyye, Rasü'l-Hüseyn, s. 207; Dairetü'l-Maarif-i Buzurg-i İslâmî, c. 3, s. 173.
7. Taberî, Tarih, c. 8, s. 412; Harezmî, Maktelü'l-Hüseyin, s. 240, 244.
8. Taberî, age., c. 5, s. 435; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 103.
9. Muhammed Rıza Hidayetpenah, Baztab-i Tefekkür-i Osmanî der Vakıa-i Kerbela, s. 65.
10. İbnü'l-Arabî'nin ve İbn Haldun'un rivayetleri ve tahrifleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Âşûrâ-pejuhî, s. 170-176, 202-220.
11. Taberî, Tarih, c. 5, s. 424. Ayrıca bkz. Ebu Ferec Isfahanî, Makatü't-Talibiyyin, s. 110. Muhtemelen Taberî'den nakletmiştir.
12. Taberî, age., c. 9, s. 92.
13. Kuleynî, el-Kâfi, c. 4, s. 1247, hadis no: 7.
14. Bkz. Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Maktelü'l-Hüseyin be Rivayet-i Şeyh Saduk, s. 168.
15. Şeyh Saduk, el-Emali, c. 667, hadis no: 1397.
16. İbn Sad, Tabakatü'l-kübra, c. 6, s. 439.
17. İbn Şehraşub, Menakıbu Âl Ebi Tâlib, c. 4, s. 98.
18. Fethali Kazvinî, el-İmam el-Hüseyin ve Ashabuhu, c. 1, s. 253-254.
19. İbn Şehraşub, Menakıbu Âl Ebi Tâlib, c. 4, s. 109.
20. İbn Kulaveyh, Kâmilü'z-ziyarat, s. 30; Şeyh Tusî, Tehzibü'l-ahkâm, c. 6, s. 31-39; Şeyh Hur Amilî, Vesailü'ş-Şia, c. 10, s. 282; Muhaddis Nurî, Müstedrekü'l-vesail, c. 10, s. 202-208; Seyyid Hüseyin Berakî Necefî, Tarihu Kufe, s. 80-90; Eşarî Kummî, Tarihu Kum, s. 266-267.
21. İbn Teymiyye, Rasü'l-Hüseyn, s. 208.
Kaynaklar:
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir Taberî, Tarih, neşr: Muhammed Ebu'l-Fazl İbrahim, Beyrut 1967.
Ebu Ferec Isfahanî, Makatilü't-Talibiyyin, neşr: Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut 1427.
Hasan b. Muhammed b. Hasan Eşarî Kummî, Tarihu Kum, Farsçaya çev. Taceddin Hasan b. Bahauddin Ali b. Hasan Kummî, neşr: Muhammed Rıza Ensarî Kummî, Kum 1385.
İbn Kulaveyh, Kamilü'z-ziyarat, tashih: Allame Eminî, neşr: Gulamrıza İrfaniyan, Necef 1356.
İbn Şehraşub Mazenderanî, Menakıbu Âl Ebi Tâlib, neşr: Seyyid Haşim Resulî Muhallatî, Kum 1379.
İbn Teymiyye, Camiü'l-mesail, neşr: Muhammed Aziz Şems, Beyrut 1422.
İbn Teymiyye, Minhacü's-sünneti'n-Nebeviye, Beyrut (ty.).
İbn Teymiyye, Resü'l-Hüseyin, neşr: Seyyid Cemilî, Beyrut 1408.
İbn Teymiyye, Vasiyetü'l-kübra, neşr: Ayadullah Abdüllatif İbrahim, Bağdat 1995.
Mirza Hüseyin Nuri Tabersî, Müstedrekü'l-vesail, Kum 1407.
Muhammed b. Yakub Kuleynî, el-Kâfi, neşr: Ali Ekber Gaffarî, Tahran 1365.
Muhammed Rıza Hidayetpenah, Baztab-i Tefekkür-i Osmanî der Vakıa-i Kerbela, Kum 1388.
Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Âşûrâ-pejuhî ba Ruykerdi be Tahrif-şinasî-i Tarih-i İmam Hüseyin, Kum 1389.
Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Maktelü'l-Hüseyin be Rivayet-i Şeyh Saduk, Tahran 1384.
Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Şehid Fatih der Ayine-i Endişe, Kum 1381.
Muvaffak b. Ahmed Harezmî, Maktelü'l-Hüseyin, neşr: Muhammed Semavî, Kum 1948.
Seyyid Hüseyin Berakî Necefî, Tarihu Kufe, Farsçaya çev. Said Radrahimî, Meşhed 1388.
Seyyid Razî, Nehcü'l-belağa, Farsçaya çev. Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Kum 1391.
Şeyh Hur Amilî, Vesailü'ş-Şia, neşr: Abdurrahim Rabbanî Şirazî, Tahran 1403.
Şeyh Müfid, el-Emali, neşr: Ali Ekber Gaffarî-Hüseyin Üstad Veli, Kum 1418.
Şeyh Müfid, el-İrşad fi marifeti Hucecullah ala'l-ibad, Kum, 1416.
Şeyh Tusî, Tehzibü'l-ahkâm, Beyrut 1401.
Tarih-i İmam Hüseyin (Mevsuatü'l-İmam Hüseyin, Tahran 1387.
Muhammed Sıhhatî Serdurudî
Kum İlim Havzası
Muhammed Sıhhatî Serdurudî, “Tahrifha-yi İbn Teymiye ez Vakıa-i Âşûrâ”, Sirac-i Munir, Sayı: 7-8, Payiz-Zimistan 1391
Çev: Ertuğrul Ertekin