Şüphesiz ki iyiler, karışımı kâfur olan bir kadehten içerler. Bir kaynak ki, Allah’ın kulları ondan içerler ve onu fışkırtarak akıtırlar. Onlar, adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Kendi canları çektiği halde, yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size, ancak Allah rızası için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne de bir teşekkür. Biz, asık suratlı, sert bir günden dolayı Rabbimizden korkuyoruz.” Böylece Allah, onları o günün şerrinden korumuş ve onları bir parlaklığa ve bir sevince kavuşturmuştur. Sabretmelerine karşılık da, onları cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada tahtlar üzerine yaslanmış olarak bulunurlar. Ne yakıcı bir sıcak görürler orada, ne de dondurucu bir soğuk. (Cennet ağaçlarının) Gölgeleri üzerlerine sarkmış ve (meyvelerinin) devşirilmesi kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış. Çevrelerinde gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır. Gümüşten billûrlar ki, belli bir ölçüde belirlemişlerdir onları. Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. Oradaki bir pınardan ki, "Selsebil" olarak adlandırılır. Çevrelerinde ölümsüz gençler dolaşır durur. Onları gördüğünde, saçılmış inciler sanırsın. Nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. Üzerlerinde ipekten ince ve kalın yeşil elbiseler vardır; gümüşten bileziklerle de bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir içki içirmiştir. Bu, sizin için bir mükâfattır ve gayretiniz karşılığını bulmuştur."
(İnsan Sûresi: 5-22)
Hiç kuşkusuz, bu ayetlerde cennet ile müjdelenen Ehl-i Beyt’tir. Onlara uyan ve onların yolunda hareket eden kimseler de onlarla birlikte mahşur olur.
Zemahşerî, bu ayetlerin tefsirinde şöyle diyor:
“İbn-i Abbas (r.a) nakletmiştir: “Bir gün Hasan ve Hüseyin hasta olmuşlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) ashaptan bir grup ile birlikte onları görmeye gittiler. Bu ziyaret esnasında: “Ey Ebe'l-Hasan, çocuklarının şifası için bir adak ada." buyurdular. Ali (a.s), Fatıma (a.s) ve hizmetçileri Fizze, her üçü, "Hasan ve Hüseyin (a.s) şifa bulurlarsa, üç gün oruç tutacağız." diye nezrettiler. Hasan ve Hüseyin (a.s) şifa buldular. Fakat o günlerde evlerinde yiyecek herhangi bir şey yoktu. Ali (a.s), Şem’un isimli bir Yahudiden üç sa' miktarında arpa borç aldı. Hz. Fatıma (a.s) onun bir sa'ını öğütüp kendi sayılarınca beş adet ekmek pişirdi. Onları iftar vakti yemek için önlerine koydukları sırada, bir dilenci kapının önünde durup şöyle seslendi: “Selâm olsun size Ey Muhammed’in Ehl-i Beyt'i! Ben bir fakirim; bana yiyecek verin, Allah size cennet sofralarından yedirsin." Bunun üzerine, hepsi fedakârlık edip ekmeklerini dilenciye verdiler ve kendileri suyla iftar edip o geceyi öylece sabahladılar. Ertesi gün yine oruç tuttular. Akşam vakti sofra başına oturup iftar edecekleri sırada, bu sefer bir yetim kapıya gelip yiyecek istedi. Onlar da ekmeklerini ona verdiler ve o gün de aç kaldılar. Üçüncü gün iftar vakti bir esir gelip yiyecek istedi. Onlar da iftarlıklarını ona verdiler. Ertesi gün Hz. Ali (a.s), Hasan ve Hüseyin (a.s)’ın ellerinden tutup Hz. Peygamber (s.a.a)'in huzuruna geldiler. Hz. Peygamber, onları açlıktan titrer halde görünce şöyle buyurdu: “Sizi bu halde görmek bana çok ağır geliyor.” Daha sonra onlarla beraber Fatıma (a.s)'ın evine geldiler. Hz. Peygamber kızı Fatıma (a.s)'ı mihrabında açlıktan karnı vücuduna yapışmış ve gözleri çukurlaşmış bir halde gördü. Bu manzara, Peygamber'i çok üzdü. Bu sırada Cebrail (a.s) nazil oldu ve: “Ey Muhammed! Allah böyle Ehl-i Beyt'ten dolayı seni müjdeliyor.” dedi ve İnsan Sûresini Peygamber (s.a.a)’e okudu."[21]
Bu husustaki hadislerin ifadelerinde biraz değişiklik olmasına rağmen hepsi, bu ayetlerin, Ali (a.s), Fatıma (a.s) Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s)'ın hakkında nazil olduğunu açıkça ortaya koymaktadırlar. Ehl-i Beyt İmamlarından da bu hususta birçok hadis nakledilmiştir.
Bu ayetler, Ehl-i Beyt (a.s)'ın, Allah’ın “ebrar=iyiler" olarak nitelendirdiği kulları olduğunu bildirmekte ve onları cennetle müjdelemektedir.