Bu hususta Şiilerin ne yapacaklarını bilmediklerini gösteren rivayetlerden biri Hişam b. Salim'den nakledilmiştir:
Mümin-i Tâk ile beraber Medine'de idik. Bir grup Abdullah b. Cafer b. Muhammed'in evinin önüne toplandılar. Biz zekatla ilgili bazı sorular sorduk, Abdullah'a... Sorduğumuz sorulara doğru cevap veremeyince dışarı çıktık. Mürcie, Kaderiye, Zeydiye, Mütezile ve Havaric fırkalarından hangisinin sözünü kabul edeceğimizi bilmiyorduk. Bu arada yaşlı birini gördük ve onu tanıdığımızdan dolayı Mansur'un casuslarından olabilir diye düşündük –çünkü Mansur'un casusları Medine'deki Şiaları tanımak amacıyla onların arasına sızmışlardı-. Fakat düşündüğümüzün tam tersine bizi Eb'ul Hasan Musa b. Cafer'in evine götürdü. Bu sırada Fuzayl ve Ebu Basir de eve gelip O Hazrete bazı sorular sordular ve doğru cevaplar alıp O'nun imametine yakin ettiler. Daha sonra Ammar Sabati'nin grubu ve Abdullah b. Cafer'i kabul eden çok az bir grup hariç, bütün halk bölük bölük Hazretin evine geldiler. [1]
Bu rivayetten de anlaşıldığı üzere Şiiler, imamet iddiası eden herkesi araştırmadan, onun hakkında tahkik yapmadan kabul etmiyorlardı. Şiiler önce bazı özel sorular sorarak imamet iddiasında bulunan birinin ilmi boyutunu değerlendiriyor ve ilmî açıdan onun imametine yakin ettikten sonra onu imam olarak kabul ediyorlardı. Bu rivayetten ele gelen diğer iki nokta da Hişam, Fuzayl ve Ebu Basir'in bu husustaki tahkik ve dikkati ve de İmam Sadık (a.s.) Şiilerinin Mansur tarafından tehdit edildiğidir. Bunlar çok açık bir şekilde bu rivayetten anlaşılmaktadır.
Bu rivayetten anlaşılan dördüncü bir nokta da şu ki; Şiiler, Abdullah b. Cafer'e –meşhur adı Abdullah Aftah'tır ve bu yüzden de ona inananlara Fatahiye denilmiştir-[2] helal ve haram hakkında namaz ve zekatla ilgili bazı sorular sorarak onu ilmi açıdan denemiş ve onun yanında ilim bulamadıklarından dolayı ondan yüz çevirmişlerdi. Nevbahti de "Fırak-uş Şia"[3] kitabında, bu hususta bazı rivayetler nakletmiş ve bu rivayetlerde Abdullah'ın akide açısından Mürcie eğilimli olduğuna değinilmiştir. [4]
Nevbahti, İmam Sadık'in (a.s.) şehadetinden sonra Şiilerin altı fırkaya bölündüğünü şöyle nakleder:
1. İmam Sadık'ın (a.s.) Mehdi olduğuna inanan kimseler.
2. Henüz bile İsmail'in hayatta olduğuna inanan İsmailiye.
3. İsmail'in oğlu Muhammed'in imametine inananlar. [5]
4. Dibac diye tanınan Muhammed b. Cafer'in imametine itikat edenler.
5. Abdullah Aftah'ın imametini kabul edenler.
Nevbahti, Şiilerin Abdullah Aftah'ın imam olduğuna inanmalarını şöyle yorumlar: Şiiler, "İmamet, bir önceki imamın büyük oğluna mahsustur" hadisine dayanarak Abdullah Aftah'a yöneldiler ancak, ona bazı sorular sorup doğru cevap alamayınca onu terk ettiler. Ve şöyle devam ediyor:
Şia'nın önde gelen şahıslarından çoğu önce Abdullah'a yöneldiler ancak Abdullah, İmam Sadık'ın (a.s.) şehadetinden yetmiş gün sonra vefat etti ve onun erkek çocuğu olmadığından dolayı onun imametine inananların tümü mecburen onu terk edip Musa b. Cafer'in (a.s.) imametine inandılar. Fakat Abdullah hayatta olduğu zaman içerisinde de bazıları onu terk etmiş ve İmam Musa Kâzım'a (a.s.) yönelmişlerdi.
6. Musa b. Cafer'in (a.s.) imametine inanan kimseler. Hişam b. Salim, Abdullah b. Ebi Ya'fur, Ömer b. Yezid Beyya' es-Sabiri, Muhammed b. Nüman, Mümin-i Tâk, Übeyde b. Zürare, Cemil b. Dürrac, Eban b. Tağlib ve Hişam b. Hakem gibi Şia'nın önde gelen fakihleri, ilim ve görüş sahibi şahsiyetleri, Musa b. Cafer'in (a.s.) imametine inandılar. Sadece Abdullah b. Bükeyr b. A'yan ve Ammar b. Musa es-Sabati onun imam olduğuna inanmadılar. [6]
Merhum Tabersi "A'lam ül-Vera" kitabında, İmam Sadık'ın (a.s.) vefatından sonra ortaya çıkan Şia fırkalarını zikretmiş ve onların o fırkalara eğilim nedenlerini de açıklamıştı. [7]
[1]-Kafi, c: 1, s: 351-352. el-Harâic vel-Cerâih, s: 297.
[2]-Bu fırkanın Fatahiye diye adlandırması hususunda bir başka sebep de söylenmiştir. Bakınız: Fırak-uş Şia, s: 77.
[3]- Fırak-uş Şia", s: 77-78.
[4]- El-Fusûl ul-Muhtare, s: 253.
[5]-Şeyh Müfid, onun imametini kabul edenlerin çok az olduğunu yazmıştır. El-Fusûl-ul Muhtare, s: 252.
[6]- Firak-üş Şia, s: 79.
[7]- A'lam ül-Vera, s: 288.