İLİM VE İMAN MERHALESİ
Bazen bu tür gerçeklerin, bir ilme sahip olmasına karşın imandan yoksun olduğunu görüyorsunuz. Cenaze yıkayan ölüden korkmaz. Çünkü o kesin olarak bilmektedir ki, ölü, eziyet etme ve incitme gücüne sahip değildir.
Hayatta iken, bedenin bir ruhu varken onu böyle yıkamazdı. Ancak o şimdi boş bir kalıp halini almıştır. Ölüden korkan kimselerin korkularının sebebi, bu gerçeğe iman etmemelerinden ileri gelmektedir. Onlar sadece bilgi sahibidirler. Allah'ı ve ceza gününü biliyorlar, ancak yakinen iman etmiyorlar.
Aklın vakıf olduğu şeyden kalp habersizdir. Kendilerine gelen delile uygun olarak, Allah'ı, kıyametin ve meadin var olduğunu biliyorlar. Ancak aynı aklî delilin kalbin üzerini örtmesi, iman nurunun kalbe girmesini engellemesi de pekâlâ mümkündür. Ta ki yüce Allah onu karanlık ve zulümden çıkararak nur ve aydınlık âlemine girdirene kadar. «Allah insanların dostudur.
Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır» (38). Allah Tebareke ve Teâlâ, onun dostu velisi) olduğu için onu karanlıkların dışına çıkarır. Artık günah işlemez, gıybet etmez, suç işlemez, din kardeşine karşı kin ve hased beslemez.
Kalbinde nurlanma olduğunu hissederek dünyaya ve dünyadakilere değer vermez. Buna ilişkin Hz. Emir şöyle buyurmuştur: «eğer, bir karıncanın ağzından onun rızk olarak topladığı şeyi zorbalıkla ve adaletsiz bir şekilde almam şartıyla, bütün dünyayı içindekilerle birlikte bana verseler bunu kabul etmem» (39). Ancak sizden bazıları her şeyi ayaklar altına alıyorsunuz, İslam büyüklerinin gıybetini yapıyorsunuz.
Eğer başkaları sokaktaki bakkalın ya da attarın gıybetini, koğuşunu yapsa bile bunlar yakışıksız bir şekilde İslam âlimlerinin üzerine yıkıyorlar ve böylece onlara küstahlık ve ihanet ediyorlar.
Çünkü iman yakın derecesine ulaşmamış olduğundan kendi yapıp ettiklerinin karşılığını göreceklerine inanmamaktadırlar. Oysa günahsızlık (ismet) «kamil iman»dan başka bir anlama gelmemektedir.
Peygamberler ve Velileri Cebrail onların ellerinden tuttuğu için masum (günahsız) değildirler. (Elbette eğer Cebrail de onların elini tuttuysa artık günah işlemezler) İsmet, imanın fazlalığı demektir. Eğer insanın Hakk Teâlâ’ya imanı varsa ve kalp gözüyle Yüce Rabb'ı güneş gibi görüyorsa, günah ve masiyet işlemesi mümkün değildir. İşte buna mukabil olarak ismet sıfatıyla, güç yetiren ve silahlı birisi olarak görülür.
Bu korku Allah'ın huzuruna iman etmekten kaynaklanmaktadır. Ki bu da insanı günaha düşmekten korur. Masum İmamlar (a), temiz bir şekilde pak olarak yaratıldıktan sonra, riyazetten nuraniliğin ve fazıl melekelerin kesbedilişine paralel olarak, kendilerini, her şeyi bilen ve bütün işlere vakıf olan Allah Teâlâ’nın huzurunda görmekteydiler.
İnanmış oldukları «La ilahe illallah»ın manasından yola çıkarak Allah'tan başka her şeyin ve herkesin fani olduğuna ve insanın alın yazısına müdahale edemeyeceklerine iman etmişlerdi. «... O'nun yüzü (zatı)'ndan başka her şey helak olacaktır.» (40)
Eğer insan gizli açık tüm âlemlerin, Rabb'i huzurunda olduğuna ve Hakk Teâlâ’nın her yerde bulunduğuna ve her yeri gözettiğine iman ederse, Hakk'ın huzurunda ve Hakk'ın nimetinin huzurunda iken günah işlemesi mümkün değildir.
İnsan buluğa erişmiş bir çocuğun karşısında bile günah işlemiyor, ona ayıp yerlerini açamıyorken, nasıl olur da Rabb'ın huzurunda ayıp yerlerini açabilir? Bunun sebebi çocuğun karşısına çıkmaya iman etmiş olmasıdır. Ancak Hakk Teâlâ’nın huzuruna çıkacağına dair bilgisi vardır fakat imanı yoktur. Günahlarının çokluğu sebebiyle siyahlanmış kalbi, bu tür meseleleri ve gerçekleri asla kabul edemez.
Belki bunların doğruluğuna ve gerçekleşeceğine ihtimal bile vermemektedir. Gerçekte, eğer insan Kur'an da haber verilen şeylerin, yapılan vaadlerin ve korkutmaların doğru olabileceğine ihtimali de olsa (yakinen bir imana gerek yok) bir imanı olsaydı, kendi amellerini ve davranışlarını tekrar göz önüne getirir, bu şekilde başıboş ve pervasızca hareket etmezdi.
Sizler eğer yürüyeceğiniz yol üzerinde, size zarar verebilecek bir yırtıcı hayvanın olduğuna ya da size saldırabilecek silahlı bir kişinin olduğuna ihtimal verirseniz, böyle bir yolculuğa çıkmaktan çekinerek durursunuz ve bu yolun sıhhatinin, sakatlığının ne olduğunu araştırırsınız.
Acaba birinin hem cehennemin varlığına ve ateşte ebedi kalınacağına ihtimal verip de hem de bunun aksine şeyler işlemesi mümkün müdür? Acaba birinin hem Allah Teâlâ’yı hazır ve nazır (gözetleyen) olarak kabul etmesi, kendisini rububiyet makamından gözetlemesini, kendi yapıp ettiklerinin karşılığını göreceğine ihtimal vermesi, hesabın ve cezanın olacağına,
bu dünyada söylediği her kelimenin, attığı her adımın, yaptığı her işin kaydedildiğine, Allah'ın gözetici ve kontrol edici melekleri olduğuna (41) ve onu devamlı gözettiklerine, onun tüm sözlerini işlerini kaydettiklerine ihtimal vermesi ve aynı zamanda da bunların hilafına olan amelleri dilediğinden dolayı onun ağlamayacağını söylemek mümkün müdür?
Problem, bu gerçeklerin meydana geleceğine dahi ihtimal verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Yaşam şeklinden, gidişattan ve yürünen yolun türünden dolayı öyleleri ortaya çıkıyor ki bu evrenin ötesinde başka bir alemin olabileceğine dahi ihtimal vermiyorlar. Çünkü insanın böyle bir ihtimali vermesi için işlediği bir hayli uygunsuz şeylerin olması yetmektedir.
ALLAH'A GİDEN YOLDA İLK LAZIM OLAN ŞEY! UYANIK OLMAKTIR
Ne zamana kadar gaflet uykusunda kalmak, fesat, sapıklık içinde batmak niyetindesiniz. Allah'tan korkunuz. İşlerin sonundan çekininiz. Gaflet uykusundan uyanınız. Sizler henüz uyanmış değilsiniz. Henüz ilk adımı atmış değilsiniz. Allah'a giden yolda atılması gereken ilk adım, uyanıklıktır. Ancak sizler hala kafayı vurmuş yatıyorsunuz. Gözleriniz açık, ancak gönülleriniz uykuya dalmış.
Eğer gönüller uykuya bulanmış, kalpler günah işlemekten kararmış ve pas tutmuş olmasaydı, böyle rahatça ve vurdumduymaz bir şekilde, uygun olmayan işleri yapmaya devam etmezdiniz.
Eğer birazcık olsun uhrevi şeyleri ve orada ki dehşetli azabı düşünmüş olsaydınız, bugün omzunda bulunan sorumluluklarınıza ve size yöneltilen tekliflere daha fazla önem verirdiniz. Sizlerin gideceği başka bir dünya daha vardır. Aynı şekilde kıyamet ve mead da sizin için söz konusudur.
(Tıpkı dirilmeleri ve dönüşleri olmayan diğer varlıklar gibi değilsiniz siz.) Neden öğüt almıyorsunuz? Neden uyanık ve uslu olmuyorsunuz? Neden böyle rahat rahat diğer Müslüman kardeşlerinizin koğuşunu, gıybetini yapıyorsunuz veya bunları dinliyorsunuz?
Gıybet yapmak için uzanan dilin kıyamet günü başkalarının ayakları altında linç olacağını biliyor musunuz? Acaba hiç duymuş muydunuz ki «gıybet, cehennem köpeğinin yalağıdır»
(42) Acaba hiç düşündünüz mü ki tüm bu ihtilafların, düşmanlıkların, hasedlerin, karamsarlıkların, bencilliklerin, gurur ve büyüklenmenin akıbeti çok kötü olacaktır? Acaba tüm bu rezalet ve haram kılınmış hareketlerinizin, sonuçta cehenneme götüreceğini ve —Allah korusun— ebedi olarak cehennemde kalışınıza sebep olacağını biliyor muydunuz?
Allah saklasın, insan sızısı olmayan hastalıklara tutulur. Ağrısı sızısı olan hastalıklar insanı tedavi olmaya, hastane ve doktora gitmeye zorlar. Ancak ağrısız sızışız hastalıklar vardır ki insan hasta olduğunu hissetmez bile. Bunlar çok tehlikelidir. İnsan hasta olduğunun farkına vardığında zaten iş, işten geçmiş olur.
Kalp hastalıkları aynı şekilde, eğer (insanda hastalığına bir belirti olarak) insanı sonuçta tedaviye yöneltiyorsa buna şükredilmelidir. Ancak eğer bu tehlikeli hastalıklar ağzı yapmıyorsa ne yapılabilir ki? Gurur, kendini beğenmişlik gibi hastalıklar ağrısız ve sızısızdırlar. Yine, ağrı ve sızışız çekilen diğer günahlar da kalbi ve ruhun (paklığını) bozarlar.
Bu hastalıkların acısız olmaları bir yana, görünüşte insana zevk bile vermektedirler. Gıybetlerin yapıldığı sohbet meclisleri oldukça sıcak ve tatlı gelir. Tüm günahların temelinde yatan nefis sevgisi ve dünya sevgisi O lezzet veriyor, susuz, şarap içmekten mahvolduğu halde son yudumuna kadar şaraptan lezzet olarak içiyor.
İnsan eğer bir hastalıktan lezzet alıyorsa ve onun sızısını çekmiyorsa, zorunlu olarak da tedavi yoluna gitmeyecektir. Onun bu tehlikeli hastalığa tutulduğunu hatırlatanlara da pek aldırmayacaktır.
Eğer insan dünyaperestliğe ve hevaperestliğe müptela olursa, kalbini dünya sevgisi bürürse, dünya ve dünyanın dışındaki şeylere' ilgisiz kalırsa, —Allah'a sığınırız—
Allah'a, Allah'ın kullarına, Peygamberlere, Allah'ın velilerine ve Allah'ın meleklerine düşman oluverir. Onlara karşı kin ve nefret besler. Melekler, Allah'ın emriyle onun canını almak için geldiklerinde onlara karşı şiddetli bir isteksizlik ve nefret hisseder. Çünkü Allah'ın meleklerinin, onu sevgilisinden (dünya işlerinden) ayırmak istediklerini görür. Bu durumda Hakk Teâlâ’ya karşı duyduğu düşmanlık ve kin duygularıyla dünyadan göçüp gitmesi mümkündür.
Kazvin (şehrinin) büyüklerinden bir zat (Allah ona rahmet etsin) anlatıyordu: «Ölmek üzere olan bir adamın başında bulunuyordum. Son dakikalarda gözünü açarak dedi ki; Allah'ın bana ettiği zulmü hiç kimse etmemiştir.
Çünkü bu çocukları büyütürken ne sitemler çektim. Oysa şimdi beni onlardan ayırmak istiyor. Bundan daha büyük zulüm olur mu?» Eğer insan kendi kendini arındırmazsa, dünyadan yüz çevirmezse ve dünya sevgisini gönlünden uzaklaştırmazsa, ölüm anında Allah'a ve Allah'ın dostlarına karşı duyduğu kin ve buğzdan titreyen bir kalple can verir.
İnsanın önünde (karşılaşması muhtemel) böyle tehlikeli ve kötü bir son vardır. Bu yaratıkların en şereflisi olan insanın yakasında böyle uğursuz bir el vardır. Acaba bu baştan çıkmış olan insan «en şerefli mahlûk» mudur yoksa «en şerli mahlûk» mudur? «Asra andolsun ki insan ziyan içindedir.
Ancak inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler, başka.» (44). Bu surede sadece «iyi işler» yapan mü'minler istisna edilmişlerdir. Söz konusu edilen «iyi işler»se ruhla alakalı şeylerdir. Fakat gördüğünüz gibi bugün insanların birçok işleri «madde» ile ilgilidir. «Tavsiyeleşme» uygulanmıyor.
Dünya ve nefis sevgisi sizin içinizde kökleşir de size üstün gelir ve hakikatleri ve olayları anlamanıza, kendinizi sadece Allah'a döndürmenize engel olursa, sizi; hakkı öğütlemekten, sabrı öğütlemekten alıkoyarsa ve sizin hidayete giden yolunuza set çekerse, kaybedenlerden olmuş olursunuz. Ahirette ve dünyada (kendine) yazık edenlerden olmuş olursunuz.
Çünkü gençliğinizi bu yolda harcadınız. Dünyadan mahrum kaldığınız gibi, cennet nimetlerinden ve ahi rette (mü'minlere tanınan) ayrıcalıklardan da mahrum kalmış olursunuz.
Diğerlerinin, ilahi cennete bir yolculukları yoksa da, rahmet kapıları onların yüzüne kapanacaksa da ve cehennem ateşinde ebedi kalacaksalar da en azından bir dünyaları var onların! Dünyanın ayrıcalıklarından faydalanıyorlar..
Ya siz... Nefis ve dünya sevginizin yavaş yavaş artarak, şeytanın, imanınızı elinizden alabilecek seviyeye gelmesinden sakınınız. Şeytanın tüm çabalarının imanı çalmak için olduğu söylenir. Gece gündüz tüm yolları kullanarak ciddiyetle çalışması tamamen insanın imanının çalınmasına yöneliktir. Hiç kimse imanınızın sabit kalacağına dair senet vermemiştir. İman bizde eğreti bir halde de olabilir (45). Sonunda da şeytan onu sizden alır. Ve dünyadan, Allah'a, O' nun velilerine düşman olarak ayrılırsınız.
Bir ömrü Allah'ın nimetlerinden istifade ederek, zamanın imamının sofrasına oturarak geçirir ve fakat sonunda —Allah korusun— kendi velinimetine düşmanlık yaparak imansız kalmış olursunuz. Gayret ediniz.
Eğer dünya ile bir alakanız, dünyaya bir sevginiz varsa bunu sona erdiriniz. Dünya, bütün bu şaşasına rağmen, bu yaşamdan dahi mahrum edecek bir sevgi beslemeyecek kadar önemsizdir. Sizin dünyada neyiniz var ki ona gönül bağlıyorsunuz? İşte siz ve işte mescit, mihrap, medrese ya da evinizin köşesi; acaba bu mescidin içinde birbirinizle rekabet ederek ve ihtilaf çıkararak toplumu fesada boğmak doğru mudur?
Eğer sizler dünya ehli gibi müreffeh ve parlak bir hayat yaşarsanız, (Allah etmesin) ömrünüzü ayyaşlıkla ve işretle geçirirseniz ömrünüz bittikten sonra yaşamınızın tatlı bir rüya gibi geçtiğini göreceksiniz.
Ancak cezalar ve sorumluluklar devamlı yolunuzda olacaktır. Bu hayatın, çok çabuk olarak ve görünüşte tatlı olarak geçmesinin (oldukça tatlı geçmesine rağmen) sonsuz azabın karşısında ne değeri var ki? Bazen dünya ehlinin azabı sonsuz olmaktadır
Ehli dünya, dünyada ebedileşeceğini, dünyanın tüm ayrıcalıklarından ve faydalarından nasibini ala-, cağını hayal etmekle gaflete düşmüşlerdir ve yanlış yapmaktadırlar. Herkes dünyayı kendi penceresinden ve yaşadığı yerden seyrediyor.
Bu durumda da dünyayı, kendi gördüğü dünya olarak algılıyor (46). Bu cisimler âlemi, insanın düşündüğünden, elde ettiği şeylerden, keşfettiği şeylerden daha geniştir.
Bu dünyanın, tüm alet ve vasıtalarıyla birlikte ne olduğu, bir rivayette şöyle geçmektedir. «Oraya (dünyaya) rahmet gözüyle baktı». Böylece dünyaya başka bir gözle; Allah, rahmet gözüyle bakınca nasıl olduğunu, insanı davet ettiği «büyüklüğün cevheri» nin ne olduğunu ve nasıl olduğunu görmek gerekir. İnsan bu büyüklük cevherinin ne olduğunu anlamayacak kadar küçüktür.
Eğer niyetlerinizi halis tutuyorsanız, amellerinizi de «salih» olarak yapınız. Nefis sevgisini, şöhret sevgisini nefislerinizden uzaklaştırınız. Yüce makamlar ve yüksek dereceler sizin için hazırlanmaktadır. Allah'ın salih kulları için taahhüd ettiği makamın yanında, dünya ve tüm içindeki yapıcı cazibelerin beş paralık değeri yoktur. Gayret ediniz ve böylesi bir yüce makama erişiniz.
Elinizden geliyorsa kendinizi olgunlaştırınız. O kadar ki, bu tür makamlara bile önem vermeyiniz. Allah'a sırf bu tür makamlara ulaşmak için kulluk etmeyiniz. Allah'ın büyüklüğünden ve kulluk edilmeye layık olduğundan ibadet ediniz (47)- O'na yönelip secde ederek, alnınızı toprağa koyup tozlandırınız. İşte o zaman nur perdesini parçalayarak yücelik cevherine erişirsiniz.
Acaba bütün bu tavrınızla, amellerinizle, yürüdüğünüz bu yolla böyle bir makamı elde edebilecek misiniz? Acaba ilahi cezalandırmadan kurtuluş, korkunç azaplar tufanından ve cehennem ateşinden kaçış kolaylıkla gerçekleşecek mi? Sizler,
temiz imamların oğullarının ve Hz. Seccad (a)'ın inlemelerinin insanların ibret alması için mi olduğunu sanıyorsunuz? Onlar, bütün yüce makamların ve manevi derecelerine rağmen, Allah'tan korktukları için ağlıyorlardı.
Onlar önlerindeki yolun yürünmesinin ne kadar müşkil ve tehlikeli olduğunu biliyorlardı. Zorluklardan, sıkıntılardan, karmaşıklıklardan, bir ucu dünyada diğer ucu ahirette olan ve cehennemin içinden geçen sırattan haberdarlardı. Kabir âleminden, kıyamet berzahından ve onun dehşetli azabından haberdarlardı. Bu yüzden, hiç bir zaman rahat edemiyorlar, ahiretin şiddetli cezalarından Allah'a sığmıyorlardı.
Sizler bu korkunç azap hakkında, insanın elini kolunu böyle bırakan azap hakkında neler düşünüyorsunuz? Bundan kurtulmak için ne tür bir yol buldunuz? Daha ne zaman kendinizi arındırmak için kolları sıvamak niyetindesiniz? Sizler şimdi gençsiniz, henüz gençliğin verdiği kuvvet var üzerinizde. Kendi kuvvetlerinize hâkim oluyorsunuz. Henüz bedeninize zayıflık çökmedi.
Eğer şimdi aklınızda kendinizi arındırmak ve ahlaklandırmak diye bir düşünce yoksa zayıflık, uyuşukluk, rehavet ve soğukluğun bedeninizi ve ruhunuzu istila ettiği,
irade karar ve mukavemet gücünüzün elden gittiği, günah ve masiyet yükünün kalbi daha da kararttığı yaşlılık anında nasıl kendinizi düzelteceksiniz ve arındıracaksınız? Alıp verdiğiniz her nefesle ve attığınız her adımla ve ömrünüzden geçen her an ile birlikte düzelme daha da zorlaşmakta ve belki de azgınlık, sapkınlık daha da artmaktadır.
Yaş ilerledikçe insanın saadetini engelleyen şeyler artış gösterirken, insanın gücü de azalmaktadır. İhtiyarlık yaşma ulaştığınızda artık, arınmada, ahlaklanmada başarılı olmanız, fazileti ve takvayı kazanmanız çok zordur.
Tevbe etmeye bile gücünüz yetmez. Çünkü tevbe «Etubu illallah» (Allah'a tevbe ediyorum) cümlesinden ibaret bir şey değildir. Bilakis pişmanlık ve kötü filleri terk etmeye azmetmektir. Bu tür pişmanlık ve işlediği günahları terk etmeye azmetmek, elli ya da altmış yıl gıybet etmiş, yalan söylemiş, sakalını günah işleyerek ağartmış kimsenin yapabileceği bir şey değildir. Bunlar ömürlerinin sonuna kadar günah işlemeye müptela oluyorlar.
Gençler atıl oturmasınlar ki, ihtiyarlık tozu onların da başını ve yüzünü beyazlaştırmasın. (Bizler ihtiyarladığımızdan, ihtiyarlığın zorluklarının ve sıkıntılarının neler olduğunu biliyoruz). Sizler genç kaldıkça birçok şeye güç yetirebilirsiniz.
Gençlik gücünü ve iradesini elinizde tuttukça, nefsanî hevaları, dünya servetlerini, hayvani istekleri kendinizden uzaklaştırabilirsiniz. Ancak eğer gençliğinizde kendinizi ıslah etmeye ve arındırmaya girişmezseniz, artık ihtiyarlıkta iş işten geçmiş olur. Gençliğiniz müddetince düşününüz, kendinizi ıslah etmeyi ihtiyarlık ve köhnelik gününe bırakmayınız.
Gencin kalbi yumuşak ve güçlüdür. Orada fesada kapı aralayan şeyler zayıftır. Fakat yaş ilerledikçe, orada günahın kökenleri daha da güçlenir. Sonunda öyle bir hale gelir ki, artık o günahı gönülden söküp atmak mümkün olmaz.
Rivayet edildiğine göre, insan kalbi başlangıçta tertemiz bir ayna gibidir. Ve nurani bir şekildedir. İnsanın işlediği her günahın ardından kalpte siyah bir nokta belirmektedir, Günahlar fazlalaştıkça kalbin üzerindeki siyah noktalarda artış görülür (48). Sonunda kalbi simsiyah eder. Hatta üzerinden, günah işlenmemiş bir gün ve gecenin geçmemesi bile mümkündür. Yaşlılık gelip çatınca, kalbi başlangıçtaki saflığına döndürmek oldukça zordur.
Sizler —Allah göstermesin— kendinizi düzeltmeden, siyah kalplerle, günaha bulanmış göz, kulak ve dillerle dünyadan göçerseniz Allah'la nasıl yüz-yüze geleceksiniz?
Tertemiz olarak size verilmiş olan bu emanetleri, rezalete bulaşmış bir halde nasıl iade edeceksiniz? Sizin ihtiyarınız altında olan bu göz ve kulak, sizin emriniz altında olan bu el, bu ayak yaşamınızı onlarla idame ettirdiğiniz bu azalarınızın hepsi de yüce Allah'ın emanetleridirler. Tertemiz ve saf bir şekilde size verilmişlerdir.
Eğer günah işlemeye müptela olursanız safiyetini kaybederler. Allah etmesin eğer onları haramlara bulaştırırsanız tam bir rezalet ortaya çıkar. Ve bu durumda da emanetleri teslim edeceğiniz zaman size soracaklardır: Emanetçilik böyle mi yapılır?
Biz bu emanetleri size bu şekilde mi vermiştik? Sana verdiğimiz kalbi böyle mi vermiştik? Sana verdiğimiz göz bu şekilde miydi? Senin ihtiyarına sunduğumuz diğer azaların verilirken böyle pis bulaşık mıydı? Bu sorulara karşılık ne cevap vereceksin? Sana verdiği emanetlerine bu şekilde hıyanet ettiğin Allah'ın huzuruna ne yüzle çıkacaksın?
Siz gençsiniz. Gençliğinizi bu yolda harcadınız. Ne var ki size dünyevi olarak fazla bir yarar sağlamamaktadır. Eğer bu değerli zamanınızı, gençlik baharınızı, Allah'ın yolunda ve apaçık olan mukaddes yolda çalışarak geçirirseniz zarar etmediğiniz gibi dünyanız ve Ahiret'iniz temin edilmiş olur. Ancak durumunuzu şimdi görüldüğü minval üzere devam ettirirseniz gençliğinizi mahvetmiş olursunuz.
Ömrünüzün en özlü günleri beyhude geçmiş olur. Öbür âlemde de, Allah'ın dergâhında şiddetli bir sorgulama göreceksiniz ve sorumlu tutulacaksınız. İşlemiş olduğunuz bu fesat dolu amellerin cezası sadece ahi-retle sınırlı değildir. Ayrıca bu dünyada da müşküllerle, sıkıntılarla, belalarla yüz yüze geleceksiniz. Belaların ve kara bahtlılığın girdabına düşeceksiniz.
UYANIK BİR FERYAD OLUNUZ
Geleceğiniz karanlık. Düşmanlar her taraftan ve her kesimden sizi çepeçevre kuşatmışlar. Sizleri ve ilmi kurumları yok etmek için şeytani planlar yürürlüğe konuyor. Sömürgeci güçler sizin çok erin uykulara dalmanızı uygun görmüşlerdir.
İslam'ın ve Müslümanların derin uykulara dalmasını uygun görmüşlerdir. İslam'a arka çıkmanızla beraber, size çok tehlikeli planlar hazırlamışlardır. Siz yalnızca, arınmanız, düzenli olmanız ve hazırlıklı olmanız sayesinde ancak bu fesadlarla, zorluklarla baş edebilirsiniz. Onların sömürgeci planlarını etkisiz hale getirebilirsiniz. Ben şimdi ömrümün son günlerini yaşıyorum.
Er geç sizin aranızdan ayrılacağım. Ancak "sizi karanlık bir geleceğin ve kara günlerin beklediğini sanıyorum. Eğer kendinizi düzeltmez, mücehhez olmaz, derslerde ve hayatınızda düzenli ve tertipli olarak kendinize hâkim olmazsanız —Allah göstermesin— yok olmaya mahkûm olursunuz.
Fırsat elden gitmeden, düşman tüm dini ve ilmi meselelerinize el atmadan düşününüz, uyanık olunuz. Kalkınız. Öncelikle nefsinizi-terbiye ve tezkiye etmeye önem veriniz. Kendinize bir çeki düzen veriniz, ilmi müesseselerde nizamı ve intizamı sağlayınız.
Başkalarının gelip ilmi müesseseleri düzenlemesine müsaade etmeyiniz. Düşmanların ilmi müesseselere el atmasına ve düzenleme veya ıslah etme adı altında medreseleri fesada vermelerine, sizi de kendi sultaları altına almalarına fırsat vermeyiniz.
Çünkü bu işe ehil olmayanlar, layık olmayanlar, ilimden anlamayanlar medreselerde toplanmışlardır. Eğer sizler düzenli ve arınmış kimseler olursanız, sizin bütün yönelimleriniz de düzenli ve tertipli olur.
Diğerlerinin sizi aldatma fikri de suya düşmüş olur. İlmi müesseselere ve ulema camiasına sızma imkânı bulamazlar. Sizler kendinizi donatınız, arındırınız. Kendinizi onların çıkarmak istedikleri fesatları önlemeye hazırlayınız. İlmi müesseseleri, onların çıkarmak istedikleri olaylara karşı mukavemet göstermesi için hazırlayınız.
Allah etmesin, önünüzde kara günler vardır. İleride kötü günler göreceğiniz anlaşılmaktadır. Sömürgeci güçler, İslam'ın bütün haysiyetini ortadan kaldırmak istemektedirler. Sizlerin buna karşı direnmeniz gerekir.
Nefis sevgisiyle, makam sevgisiyle kibir ve gururla direnmek mümkün değildir. Kötü âlim, dünyaya yönelmiş alim, aklı fikri kendinin «baş»lığını ve makamını korumada olan bir alim düşmanlarla savaşamaz, üstelik onun verdiği zarar diğerlerininkinden daha fazladır. Adımlarınızı ilahi çerçevenin çizdiği sınırlar içinde atınız.
Dünya sevgisini gönlünüzden çıkarınız. İşte ancak o zaman savaşabilirsiniz. Hemen şu andan itibaren şu nükteyi aklınızın bir köşesine yazınız: Ben ıslah eden bir İslam eri olmalıyım. Ve İslam için kendimi feda etmeliyim.
Ben, ölünceye dek İslam için çalışmalıyım. Bugün bunlara gerek olmadığını söyleyerek kendinize bahaneler yakıştırmayınız. İslam'ın istikbali için acı çekme yolunda çabalar sarf etmelisiniz. Kısaca, bir «insan» olunuz.
Sömürgeci güçler insandan korkmaktadırlar. «Âdem»den korkmaktadırlar. Her şeyimizi yağmalamak isteyen sömürgeciler, bizim dini ve ilmi üniversitelerimizde bırakmıyorlar ki insan yetişsin. İnsandan korkmaktadırlar. Eğer bir ülkede «insan» yetişecek olsa, bu onların huzurunu kaçırmakta ve onların çıkarlarını tehlikeye sokmaktadır.
Sizler kendi kendinizi düzeltmekle mükellefsiniz. Olgun bir insan olmaya bakın. İslam düşmanlarının meş'um planları karşısında dirençli olun. Eğer hazırlıklı ve düzenli olmazsanız, her gün İslam' m üslerine inen darbelere karşı mücadele edemezsiniz.
Hem kendiniz kaybolursunuz, hem de İslam ahkâmını ve kanunlarını yok edersiniz. Sizler sorumluluk alacak kişilersiniz, izler ulema, sizler ehl-i ilim ve sizler sorumlu Müslümanlarsınız. Sizler Ulema ve dinî ilim tahsil edenler olarak, en başta sorumlu olan kimselersiniz.
Öbür Müslümanların sorumluluğu sizden sonra gelir. «Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz şeylerden sorumlusunuz.» Siz gençler, her zulüm ve adaletsizliğin karşısında direnebilmek için iradelerinizi kuvvetlendiriniz.
Zaten bundan başka da çareniz yoktur. Sizlerin onuru, İslam'ın onuru ve İslam ülkelerinin onuru; (sömürgeye ve zulme karşı) direnmelerine ve mukavemet göstermelerine bağlıdır.
Allah; İslam'ı, Müslümanları ve İslam ülkelerini yabancıların şerrinden korusun. Sömürgecilerin ve hainlerin İslam'a, İslam ülkelerine, ilmi müesseselere uzanan ellerini kurutsun. Allah, İslam âlimlerini yüce merci-i taklidleri, mukaddes Kur'an'ın kanunlarını savunmada ve İslam'ın mukaddes hedeflerine ulaştırmada muvaffak eylesin.
Müslüman âlimlerin şu zamandaki ağır yükümlülükleri ve tehlikeli sorumlulukları konusunda uyanık kılsın. Allah, ilmi müesseseleri ve ulema merkezlerini düşmanının eline geçmekten ve düşmanın nüfuz etmesinden emin eylesin. Genç âlim, üniversiteli neslin ve bütün Müslümanların nefislerini terbiye etme ve arındırma yolunda onlara yardım buyursun.
Allah İslam milletini, Kur'an'ın nurani, inkılabi öğretilerinden ilham alarak kendilerine gelmeleri için, kıyam etmeleri için, birlik ve bütünlük sayesinde sömürgecileri ve tarihi İslam düşmanlarını İslam ülkelerinden kova-bilmeleri, böylece kaybettikleri özgürlüklerine, bağımsızlıklarına, şeref ve azametlerine tekrar kavuşabilmeleri için, gaflet uykusundan, uyuşukluk ve rehavetten, fikri donukluktan kurtarsın. Bize sabır ihsan etsin.
Kâfir kavme karşı ayaklarımızı sabit kılarak bize nusretini indirsin. Dualarınızı kabul etsin. Âmin.