İlahi bir öğretiyle beşeriyetin hayatını yönlendirecek ve şekillendirecek olan isimlerle donatılmış olan insan, yeryüzünde insaniyet mektebini ve medresesini oluşturmuştur. İlk insan ve ilk peygamber olan Adem (a.s) ilahi ahadiyyet sıfatının tecelliyatı olan vahdeti insaniyet mektebi için ana ilke olarak kabul görmüştür. Tevhidi ilkelerle kurulmuş olan bu ilahi medrese, insanın fıtratında var olan yüce ve âli değerlerini koruma altına almıştır. Vahdet insanın derunundaki var olan fıtri gerçeğidir. Buna binaen yüz yirmi dört bin peygamberin gönderilişindeki hedef insanın gerçeği olan fıtri özelliğini korumak içindir. Bu gerçeği Kur’an-i Kerim şöyle açıklar:
(Resülüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler. 30/30
Yüzünü Allah’ın halis ayınnamesi olan dine çevir, o din ki Allah insanları o fıtrat üzere yaratmıştır. Bu fıtri dinin temelini oluşturan tevhit vahdetin mayasını oluşturmaktadır. Batılın yol bulamadığı hanif din, beşerin yaratılışındaki yapı taşlarının yapısını oluşturarak insaniyet mektebinin vahdet çatısınını oluşturmuştur. Her insanın yapı taşlarının oluşumunda var olan vahdet bütün insanları yeryüzündeki ilahi medresenin çatısı altında toplar ve böylece ümmet birliğini sağlar.
İnsan bu ilahi düzene muhalefet ettiğinde kendi varlığına muhalefet etmiş olur ki ilahi ahadiyyet sıfatının tecelli merkezi olan vahdeti bozmuş olur. Bu muhalefet insan hayatına şirk düşürür böylece beşeriyetin hayatında birden fazla ilahlar oluşur. İnsanın fıtratıyla uyum sağlamayan ilahlar insan hayatında savaşı başlatır ve çelişkiler içinde yaşamaya başlar. Çelişkili bir yaşam tarzı insanın dış dünyasına yansıma yapar, dışa yansıma yapan bu çelişkili yaşam diğer insanlar arasındada çelişki yaratır ve insanlar arasında var olan fıtri yaratılıştaki vahdeti bozar ve insaniyet mektebi paramparça olur ve aynı zamanda savaşlar başlar, insanlık kan ve gözyaşlarına boğulur, bunu tarih yazmıştır yazıyor ve yazacaktır.
Beşeriyetin hayatıyla uyum sağlamayan bu çirkef durum insanın insani değerlerini yok ederek tarihe çok kötü bir isim bırakmış olur. İnsanlığın içinde bulunduğu bu karanlığa ışık tutacak olan ilahi çağrı fıtratla bağlantısı olan ‘Hablül metine’ bağlanmaya davet eder.
‘’Hepiniz toptan Allah’ın dinine sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın
Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lutfu ile kardeş olmuştunuz.
Siz bir ateşin çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi o kurtarmıştı’’ 3/103
Yukardaki ayetle ciddi bir uyarıda bulunuyor yüce Allah! İnsanın yaratılışındaki var olan gerçeğine davet ederek fıtratındaki tekvini olan dine teşri-i dinle bağlanmasını ister. Teşri-i dinle tekvini din içiçe insan hayatında yaşadığı zaman insanın değeri olan vahdet sağlanmış olur. Yaratılmışlar arasında üstün bir değer ortaya koyan insan, fıtratındaki vahdetin mayası olan tevhidin sayesindedir. İnsan bu üstün değeri kayıp ettiğinde yırtıcı bir hayvanın verdiği zarardan daha zararlı olan fitnenin odağı haline gelir.
İnsanların birbirine bağlayıcı olan tekvini ve teşri-i din, hayattan uzaklaşınca, beşerden insanlık ve insani değerler de beraberinde uzaklaşır ve insan kendisini tefrika çukurunun kenarında büyük bir tehlike ile yüzyüze kalmış bulur. Kur’an-i Kerim şöyle beyanda bulunur. ‘’Siz bir ateşin çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi o kurtarmıştır.’’
Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki yüz yılllık savaşın metnindeki gerçek insanın üzerinde yaratılmış oldukları hanif dinden ayrılışıyla yaşamış oldukları batıl idare sistemlerinin yaratmış olduğu ateşin kenarında dramatik bir sahnenin günümüzdeki yaşanan tefrikayı kendi aynasından göstermektedir. Tefrika ateşinin içinde yanmış olan insanlar tarihten bir çağrı yaparak kurtuluşun ilahi davete kulak verip Allah’ın dini olan ‘hablul metin’e’ bağlanmakta olduğununun haberini vermektedir.
Şurada önemli bir noktaya işaret etmek gerekir ‘Hablullah’ bir hakikata işarettir ki insan normal şartlarda sağlam bir ipe bağlanmazsa tabiatın derin derelerinde ve karanlık kuyularında, şeytani nefsin kötü isteklerinin ve cehaletin zindanlarında ebedi kalacaktır. Tabiatın bu karanlık ve tehlikeli çukurundan kurtulmak için sağlam bir ipe ihtiyaç vardır. Bu ip ilahi kelam olan Kur’an-i Kerim ve onu beşeriyete sunan Rahmet peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) ve onun vasileri ve varisi olan imamlara sımsıkı sarılıp hep birlikte tabiatın acımasız yakıcı kuyusundan çıkıp fıtrattaki huzurun ve güvenin merkezi olan vahdet ve kardeşlik kurumunda birlik sağlamış olmalı.
İnsaniyet mektebinin büyük öğreticisi yüce İslam peygamberi insanın fıtratındaki hanif dininin korunmasında ve ümmet vahdetinin sağlanabilmesinde önemli bir uyarı yaparak dikkatleri fıtrattaki vahdetin mayası olan tevhide çekmektedir ve şöyle buyurmaktadır:
’’Namaz dinin sutunudur; yerine getirildiğinde din korunmaya alınmış olunur; terk edildiğinde dinini yıkmış olur.’’
Dinin varlığı tevhidin varlığıdır, tevhidin varlığı vahtedin varlığıdır, namazın emre uygun yerine getirilmesi halinde vahdet sağlanmış olur. Vahtedin varlığı tevhidin kalplerde işlediğini gösterir, bu gösteri ilahi velayet makamının fıtratı muhatap aldığının göstergesi olmuş olur. Yukardaki hadisin metnideki var olan gerçek, vahdetin velayetin öncülüğünde ikame edilen namazla korunma altına alınacağının haberini vermektedir.
Peygamberin önemle üzerinde durduğu namaz, ümmetin vahdetinde kilit noktası olduğuna işaret etmektedir. İmamet ve velayet makamının ekseninde ikame edilen namaz ikame edildiğinde kalplerdeki tevhidin verdiği aşkla insanlar saf bağlayarak omuz omuza vahdetin sesini imamın öncülüğünde Allah’u ekber sesiyle ilan ederler. Buna binaen velayetsiz namaz başsız beden gibidir, tefrikalar içinde kılınan namaz ise ruhsuz bir beden gibi bitkisel bir hayat yaşayandır. Zira namaz insanın fıtratında var olan vahdetin mayası olan tevhidin mevlasiyle irtibatını sağlar. Velayet inancı ve kabulu ise fıtri vahdetin temel sutunu kabul edilir.
‘Namaz’ dinin direği olduğunu belirleyen İslam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) imamet ve velayet makamından fıtri din olan hanif dinini namazla korunma altına alınması istemektedir. Bu istek velayet makamının varlığı süreci içinde ümmet birliğini seferde, savaşta ve hazırda kılınan namaz, ümmetin vahdetini, safları birleştirerek omuz omuza kılınan namazla sağlar. Velayet makamı ilğa edilince ümmet arasında tefrika kan dökerek ümmetin vahdetini bozar. Her ne kadar namazlar cemaatla kılınsa bile ümmetin bedeninden tefrika kanı akmaktadır. Birbirinden kopuk kalpler ilahi huzurda saf bağlasalarda namazın metnindeki varolan vahdeti sağlamış olamazlar.
Yapılması emr olan ibadetlerin her biri insanın üzerinde yaratılmış olduğu fıtri ve tekvini dinin korunması içindir. Teşri-i olan ilahi emir ve yasakları yerine getirmekle ümmetin vahdeti Velayet-i Fakih’in gölgesinde sağlanmış olacaktır.
Ey İslam ümmeti! Hablullah olan Allah’ın velayet ipine sımsıkı sarılın ta tefrika ateşi bizi ve sonraki nesillerimizi yakmasın!
Ey müslümanlar! Velayet-i Fakih’e karşı görevimizi yerine getirelim, yoksa sonra gelecek olan nesillerimiz Allah’ın adını anma cesaretini kendilerinde bulamayacaklardır.
Ey Muhammed (s.a.a) ümmeti! Kasırgalar gibi gelen fitne ateşinden korunabilmek için kurtuluş gemisi olan Ehl-i Beyt’in gemisine binerek vahdeti sağlayın, aksi halde denizin acımasız dalgaları gibi gelen fitne ateşinde yanarsınız!
Muhammed Avci
source : abna24