İnsanın ilk kuşağı olan Hz. Adem ile eşi, evlenme yolu ile insan üremesini başlatarak oğullar ve kızlar (erkek ve kız kardeşler) dünyaya getirdiler. Bu kardeşler, aralarında evlenerek mi, yoksa başka bir yolla mı ürediler? “Ve ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yaydı” ifadesinin zahiri anlamı yukarıda yapılan açıklamasından görüldüğü üzere mevcut insan neslinin Hz. Adem ile eşine dayandığını, bu konuda bu çifte erkek veya dişi hiçbir varlığın katkısı olmadığını belirtmektedir. Kur’an-ı Kerim üreyip yeryüzüne dağıtma eyleminde bir çiftten başkasının rol aldığına değinmiyor...
Kur’an:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinizden sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.”[1]
“Hani Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti de melekler, “Orada fesat yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni devamlı takdis ediyoruz” dediler. Allah “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. Ve Adem’e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere gösterdi. “Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin” dedi. Cevap verdiler “Sen münezzehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen hem bilensin, hem hikmet sahibisin.” Allah “Ey Adem! Onlara isimlerini söyle” dedi. Adem isimlerini söyleyince, Allah, “Ben göklerin ve yerin gaybini biliyorum, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söylememiş miydim?” dedi.”[2]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar (tümü) Adem’in çocuklarıdır ve Adem de topraktandır.”[3]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Adem’i bütün yeryüzünden aldığı bir avuç topraktan yarattı. O halde Adem’in çocukları yerle uyumlu olarak yaratılmışlardır. Onlardan bazısı, kızıl derilidir, bazısı beyaz, bazısı siyah, bazısı bu renklerin ortası, bazısı yumuşak, bazısı kaba, bazısı temiz, bazısı kirli, bazısı da bunların ortasında bir yerdedir.”[4]
İmam Ali (a.s), Adem’in (a.s) yaratılışı hakkında şöyle buyurmuştur: “Sonra münezzeh Allah yerin sarpından ve yumuşağından, tatlısından ve tuzlusundan toprakları bir araya topladı, suyla karıştırıp halis bir kıvama getirdi. Nemlendirerek yapışkan hale getirdi. Bundan yönleri, ilişik yerleri, organları ve bölümleri olan bir suret (beti) yarattı. Pekişinceye kadar kurutmuş, belli ve sınırlı bir süre sıklaştırmıştır. Sonra O’na ruhundan üfleyince kendini idare edecek zihni, tasarrufta bulunduğu fikirleri… tatları, kokuları, renkleri ve türleri ayıran bir bilgisi olan bir insan oluverdi. Ayrı renklerdeki topraklarla yoğruldu. Benzer ve zıtlarla birleşik hale getirildi. Soğuk-sıcak yaş ve kuru farklı unsurları ile yoğruldu.”[5]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adem, içinde temiz ve kötü toprağın bulunduğu yeryüzünün üst kısmından yaratılmıştır. Nitekim sen bütün bu sıfatları Ademoğlunda görmektesin.”[6]
Resulullah (s.a.a), kendisine Adem’in neden Adem olarak adlandırıldığını soran İbn-i Selam’a şöyle buyurmuştur: “Çünkü Adem topraktan ve yeryüzünün üst tabakasından yaratılmıştır.” Kendisine şöyle sordu: “Bu durumda acaba Adem, yeryüzünün bütün toprağından mı yaratıldı, yoksa bir topraktan mı?” Peygamber şöyle buyurdu: “Bütün topraktan. Eğer bir topraktan yaratılmış olsaydı, o zaman insanların yüzü birbirinden ayırt edilmez, hepsi aynı şekilde olurdu.”
Başka birisi şöyle sordu: “O halde Ademoğullarının, dünyada benzerleri vardır.” Peygamber şöyle buyurdu: “Evet, toprakta beyaz vardır, yeşil vardır, sarı vardır, toprak rengi vardır, kırmızı vardır, tatlı vardır, tuzlu vardır, kaba vardır, sert vardır, yumuşak vardır ve beyaz veya kırmızıya çalan sarılır vardır. Bu yüzden insanlar arasında yumuşak olanı vardır, kaba olanı vardır, beyaz olanı vardır, sarı, kırmızı, kırmızıya veya beyaza çalan sarı, siyah ve toprak renklerinde olanı vardır.” [7]
İmam Ali (a.s), Adem ve Havva’nın bu isimlerle adlandırılmasının sebebi sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “Adem yeryüzünün ediminden (üst tabakasından) yaratıldığı için Adem olarak adlandırılmıştır. Allah Tebarek ve Teala Cebrail’i (a.s) yeryüzüne gönderdi ve ona yeryüzünün ediminin (üst tabakasının) dört yerinden toprak getirmesini istedi. Beyaz toprak, kırmızı toprak, kahverengi toprak ve siyah toprak. Onları yeryüzünün yumuşak ve sert yerlerinden temin etti. Daha sonra da dört çeşit su getirmesini emretti: Tatlı su, tuzlu su, acı su ve kokuşmuş su. Daha sonra da suyu toprağa dökmesini emretti. Allah (kudret) eliyle onları birbirine karıştırdı. Öyle ki, ne bir toprak geriye kaldı, ne de suya ihtiyaç duydu ve ne de toprağa ihtiyaç duyan bir su kaldı. Böylece tatlı suyu boğaz tarafında karar kıldı. Tuzlu suyu gözlerinde, acı suyu kulaklarında, kokuşmuş suyu ise burnunda karar kıldı. Havva da hayydan (canlı varlıktan) yaratıldığı için Havva olarak adlandırılmıştır.”[8]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adem yeryüzünün ediminden (yüzeyinden) yaratıldığı için Adem olarak adlandırılmıştır.”[9]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Havva, “hayy”dan (canlı varlıktan) yaratıldığı için Havva olarak adlandırılmıştır. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden…”[10]
Ebu’l-Mikdam şöyle diyor: “İmam Bakır (a.s)’a şunu sordum: “Allah Hava’yı hangi şeyden yarattı?” İmam şöyle buyurdu: “Bu insanlar ne diyorlar?” Ben şöyle arzettim: “Şöyle diyorlar: “Allah onu Adem’in bir kaburgasından yarattı.” İmam şöyle buyurdu: “Yalan söylüyorlar, Allah onu Adem’in kaburgasından başka bir şeyle yaratmaktan aciz miydi?” Ben şöyle arzettim: “Fedan olayım Ee İbn-i Resulillah! Onu hangi şeyden yarattı?” İmam şöyle buyurdu: “Babam, babalarından (a.s) Peygamber’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Allah Tebarek ve Teala bir avuç toprak aldı, onu sağ eliyle –Allah’ın her iki eli de sağdır- birbirine karıştırdı. Ondan Adem’i yarattı. Ondan bir miktar arttı ve ondan da Hava’yı yarattı.”[11]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünü döşeyip, işini bitirince Adem’i yaratıkları arasından seçmişti. Onu insan yaratılışının ilk türü olarak yaratmıştı.”[12]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah Adem’i cennetten dışarı çıkardığında, onun azığını, cennet meyvelerinden karar kıldı ve ona her şeyi yapma tekniğini öğreti.”[13]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dokumacılara lanet etmeyin. Zira ilk dokumacılık yapan kimse, babanız Adem’di.”[14]
İNSAN TÜRÜNÜN ÖMRÜ VE İLK İNSAN
Yahudi tarihi, insan türünün ömrünün yaklaşık yedi bin yıldan fazla olmadığını kaydediyor. Aklî değerlendirmeler de bu görüşü destekliyor. Çünkü, bu türün bir erkeği ile bir dişisini (bir çiftini) ele alırsak ki, bu çift ortalama bir ömür sürmüş olsun; normal vücut yapısına sahip olsunlar; güvenlik, rahatlık ve refah gibi faktörleri de ortalama olarak düşünelim; insan hayatında etkili olan diğer faktörlerin ve şartların uygunluk derecesini de ortalama olarak kabul edelim; sonra bu çiftin evlendiğini ve uygun ortalama ortamda çocuk dünyaya getirdiğini farz edelim; sonra bu sürecin erkek ve kız çocuklarında da devam ettiğini ve bütün kuşaklarda aynı ortalama durumun geçerli kaldığını farz edelim; bu faraziyelerin ışığında yapılacak hesaplarda bir çiftin bir yüzyılda bin kişiden çok çoğaldığını, yani bir kişinin yaklaşık beş yüz kişi arttığını buluruz.
Arkasından insanın karşılaştığı, varlığına zıt faktörleri ele alalım. İnsan türünün geneline zarar veren sıcaklık, soğukluk, sel, deprem, kuraklık, veba, kolera, toprak kayması, yıkım ve acı savaşlar gibi ve yine genele yaygın olmayan musibetleri göz önüne alalım. Bu belâlara bu türden alıp götürecekleri payı fazlası ile verelim. Hatta çok fazla boyutlarda düşünüp bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişinin bu afetlerde kayba uğradığını düşünürsek, yüz yıl boyunca bin kişiden sadece bir kişinin kaldığı sonucuna varırız. Yani üreme faktörü her yüz yılda iki kişiye sadece bir kişi ekleyebiliyor. Bu da binde birlik bir nüfus artışı demektir. Sonra ilk bulduğumuz bu farazi sayıyı bu oranla yedi bin yıla (yetmiş yüzyıla) yaydığımızda iki buçuk milyar tutarında bir rakam elde ederiz. Bu da milletler arası istatistiklerine göre günümüzün dünya nüfusuna denktir.
Bu aklî değerlendirmeler, insanın dünyadaki ömrüne ilişkin görüşü teyit ediyor. Fakat jeoloji bilginleri insanın yeryüzündeki ömrünün milyonlarca yıldan fazla olduğunu söylüyorlar. Onlar beş yüz yıl öncesine ait olduğunu söyledikleri insan fosilleri, insan cesetleri ve kalıntılar bulmuşlardır. Bu onların görüşüdür. Fakat fosilleri bulunan eski milletler ile bu neslin ataları arasında kesintisiz bir bağlantının olduğuna dair insanı tatmin edici ve inandırıcı deliller gösteremiyorlar. Çünkü, insan türü yeryüzünde belirmiş, çoğalmış, yaşamış, sonra toptan yok olmuş, sonra tekrar ortaya çıkıp arkasından yok olmuş ve bu süreç bir kaç dönem tekrarlanmış ve bizim neslimiz bu dönemlerin sonuncusu olmuş olabilir.
Kur'an-ı Kerim, insan türünün ortaya çıkışının bizim şu dönemimizle mi sınırlı olduğu, yoksa bizim sonuncusunu oluşturduğumuz başka dönemlerin yaşanıp yaşanmadığı hususuna net bir açıklama getirmiyor. Gerçi aşağıdaki ayetten insanlığın şimdikinden önce başka bir dönem geçirdiği yönünde bir izlenim edinilebilir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hani Rabbin, meleklere 'ben yeryüzünde bir halife yara-tacağım' demişti. Melekler 'Ya Rabbi, sen yeryüzünde kargaşa çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın..." (Bakara, 30) Bu ayetin tefsiri sırasında bu noktaya işaret edilmişti.
Evet; Ehl-i Beyt İmamlarından gelen bazı rivayetlerde, insanlığın şimdiki döneminden önce başka dönemler geçirdiğini ispat eden sözler vardır. Ayetlerin hadisler ışığında incelenmesi bölümünde, bu hususa değineceğiz.
ŞİMDİKİ KUŞAK, HZ. ADEM VE EŞİ
Şöyle denilmiştir: Bilindiği gibi, insanlar deri rengi bakımından dört ana gruba ayrılırlar. Asya’daki ve Avrupa’daki ılıman iklimli yörelerin insanları beyaz, güney Afrika yöresinini insanları siyah, Çin’de ve Japonya’da yaşayan insanların renkleri sarı ve Amerika’da yaşayan kızılderelilerin deri rengi kızıldır. Bu deri renginde görülen farklılık, her rengi taşıyan insan neslinin öbür rengi taşıyan insan neslinden farklı bir kaynağa dayanmasını gerektirir. Çünkü deri rengi farklılığı beraberinde kan yapısı farklılığını taşır. Buna göre bütün insan fertlerinin kaynağını, dört renk için dört kaynak hesabı ile dört erkek ve eşten aşağıya düşürmek mümkün değildir.
Bu görüş şöyle bir delille savunulabilir: Bilindiği gibi Amerikan kıtası keşfedildiğinde boş değildi ve orada insanlar yaşıyorlardı. Bu insanlar doğu yarım küresinde yaşayan insanlardan kopuktu. Aralarında öyle büyük bir uzaklık vardı ki, bu uzaklığa rağmen bu iki insan neslinin aynı ana-babadan gelmede birleşmeleri ihtimali yoktur.
Fakat görüldüğü gibi bu iki delilin her ikisi de sakattır. Önce, deri rengi farklılığı ile kan yapısı farklılığının meydana geleceği iddiasını ele alalım. Günümüzün biyolojik araştırmaları, canlı türlerinde tekamülün geçerli olduğu faraziyesine dayanır. Bu faraziyeden hareket edilirse, kan yapısı ve bunun getirdiği deri rengi farklılığının bu türde tekamülle meydana gelmiş olmasına dayandırılmamasına nasıl güvenilebilir? Oysa biyoloji bilginleri at, koyun, fil gibi çok sayıda canlıda tekamüller olduğunu kesin bir dille ileri sürmüşlerdir. İncelemeler ve çok sayıda jeolojik kalıntılar üzerinde yapılan araştırmalar bu tekamül gerçeğini ortaya koyuyor. Üstelik günümüzde bilim adamları bu farklılığı o kadar önemli görmüyorlar.
İnsanların okyanuslar ötesinde bulunmalarına gelince, tabiat bilginlerinin söylediklerine göre insanın yeryüzündeki ömrü milyonlarca yılı aşkındır. Oysa tarihin kaydettiği insan ömrü altı bin yılı geçmez. Böyle olunca tarihten önce Amerika kıtasını diğer kıtalardan koparan bir takım jeolojik olaylar meydana gelmiş olamaz mı? Zaten birçok jeolojik kalıntılar yüzyılların geçmesi ile yer yüzeyinde önemli değişmelerin meydana geldiğini gösteriyor. Mesela denizler karalara, dağlar ovalara dönüştüğü gibi bunların tersleri de olmuştur. Bunlardan daha önemli olarak yerküresinin iki kutbu ile coğrafi alanlarda değişmeler görülmüştür. Jeoloji, astronomi ve coğrafya bilginleri bu değişmeleri açıklıyorlar. Bu durumda bu savunmayı yapanların bu söylenenleri ihtimal dışı görmekten başka hiçbir dayanakları kalmıyor. Buna iyice dikkat edilmelidir.
Kur’an’a gelince, nass [yani tevile ihtimali olmayan] denecek derecede olan zahiri anlamından anlaşıldığına göre, şimdi görülen insan nesli bir kadın ile bir erkeğe varıp dayanır. Bu çift bütün insan fertlerinin ana-babasıdır. Babayı yüce Allah Kur’an’da Adem diye adlandırmıştır. Ama eşinin Kur’an’da adı geçmiyor. Fakat eldeki Tevrat’ta olduğu gibi, rivayetler onu Havva adı ile anıyorlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “…Allah insanı başlangıçta çamurdan yarattı. Sonra onun soyunu bayağı bir sıvıdan var etti.”[15] “Allah katında İsa’nın örneği Adem’in örneği gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra “Ol” dedi. O da oluverdi.”[16] “Hani Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi. Melekler “Ya rabbi! Sen yeryüzünde kargaşa çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ve takdis ediyoruz” dediler. Allah meleklere “ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. Allah, Adem’e bütün isimleri öğretti…”[17] “Hani Rabbin meleklere “Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Ona biçim verip kendisine ruhumdan bir soluk üflediğimde onun için secdeye kapanın” dedi.[18]”
Görüldüğü gibi bu ayetler, yüce Allah’ın yasasının, bu insan neslinin devam etmesi için meniyi sebep kıldığına ama onun ilk ortaya çıkışının topraktan yaratılması biçiminde gerçekleştiğine şahitlik ediyor. Ayrıca bu ayetlere göre Adem topraktan yaratıldı ve insanlar onun evlatlarıdır. Ayetlerin açık anlamlarına göre insan neslinin Adem ile eşine dayandığı şüphesizdir. Ama bu gerçek, yoruma ve tevile kapalı değildir.
Kimi zaman şöyle deniyor: Hilkat ve secde ayetlerinde sözü geçen Adem’den maksat bir şahıs olarak Adem değil, türün sembolü olarak Adem’dir. Mutlak insan açısından yaratılışın toprağa dayanması, devam içinde üreme ve doğurma sürecini gerçekleştirmesi bakımından Adem olarak adlandırılmıştır. Bu durum, yüce Allah’ın şu sözünden de anlaşılabilir: “Biz sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere “Adem’e secde edin” dedik.”[19] Bu ayet, meleklere, Allah tarafından yaratılarak, biçim verilerek hazırlanan varlığa secde etmeleri emredildiğine yönelik bir işaret sayılabilir. Ayetten anlaşıldığına göre bu varlık belirli bir insan veya bir şahıs değil, bütün insan fertleridir. Çünkü“Sizi yarattık, sonra biçimlendirdik” buyuruluyor. Aşağıdaki ayet de böyledir: “Allah, ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?... dedi. İblis, “senin izzet ve şerefine yemin ederim ki, onların tümünü yoldan çıkaracağım. Yalnız onlardan ihlaslı kılınan kulların hariç.”[20] Görülüyor ki, Adem’den ilk başta tekil olarak söz edilmişken sonra bu ifade çoğula dönüştürüldü.
Bu iddia, naklettiğimiz ayetlerin zahiri anlamlarına ters olmasına ek olarak şu ayetin zahir anlamı ile de reddediliyor. Yüce Allah, Adem ile ilgili hikayeyi, meleklerin secde etmesini ve İblis’in secde etmeyi reddetmesini anlattıktan sonra şöyle buyuruyor: “Ey Ademoğulları! Şeytan ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizleri de aldatmasın.”[21] Ayette Adem’den şahıs olarak söz edildiğinin açık olduğu hususunda hiç şüphe edilmemelidir.
Şu ayet de aynı niteliktedir: “Hani biz meleklere “Adem’e secde edin” dedik. Hepsi secde etti. Yalnız İblis emrimize karşı geldi ve “Ben çamurdan yarattığın bir varlığa hiç secde eder miyim?” dedi. İblis dedi ki, “Benden üstün tuttuğun şu varlığı görüyor musun? Eğer bana kıyamet gününe kadar mühlet verirsen onun soyunu, pek az bir bölümü dışında, avucumun içine alıp mahvederim.”[22] Şimdi inceleme konumuz olan şu ayet de aynı niteliktedir:“Ey insanlar! Rabbinizden korkup-sakının ki O, sizi tek bir nefisten yarattı, ondan eşini de yarattı ve ikisinden birçok erkek ve kadın üretip-yaydı. Onun hatırına birbirinizden bir şey istediğiniz Allah’tan ve akrabaların haklarını çiğnemekten sakının. Allah, şüphesiz sizin üzerinizde gözetleyicidir.” Ayeti yorumlarken bu hususu açıklamıştık.
Görüldüğü gibi bu ayetler insana bir anlamda Adem ve başka bir anlamda da Adem’in çocukları demekten uzak oldukları gibi yaratılmayı bir açıdan toprağa ve başka bir açıdan da meniye nispet etmekten de uzaktırlar. Özellikle şu ayette bu gerçek açıktır: “Allah katında İsa’nın örneği, Adem’in örneği gibidir. Allah onu topraktan yarattı, sonra “Ol” dedi. O da oluverdi…”[23]Aksi halde bu ayetin Hz. İsa’nın yaratılışının, normal uygulama ile çelişen bir istisna olduğuna delil gösterilmesi yerinde olmaz. “Adem türsel bir semboldür” demek tefrittir. Bu tefritin karşılığı olan ifrat ise, “Tek Adem’den daha çok Adem yaratıldı” demenin küfür olduğunu söylemektir ki, bu görüşü Sünni alimlerden Zeyn’ul-Arab ileri sürmüştür.
İNSANIN BAĞIMSIZ BİR TÜR OLMASI, TEKAMÜL YOLUYLA AYRI TÜRDEN OLUŞMAMASI ÜZERİNE
Yukarıda okuduğumuz ayetler, bu konuya yeteri derecede cevap vermektedir. Çünkü bu ayetler meni aracılığı ile üremiş mevcut insan neslinin Hz. Adem ile eşine dayandığı, Hz. Adem ile eşinin ise topraktan yaratıldıklarını açıklıyor. Buna göre insanlık Hz. Adem ve eşine dayanırken onların dayandıkları bir benzerleri veya hemcinsleri yoktur. Onlar orijinal olarak var edilmemişlerdir. İnsan varoluşuna ilişkin araştırma yapanlar arasında şimdi şu görüş yaygındır: İlk insan tekamül yolu ile insan olmuş bir ferttir. Bu faraziye herkes tarafından kabul edilmiş son söz olmamakla ve ilim adamlarının ilgili kitaplarda bu nazariyeye birçok yönü ile itiraz etmiş olmalarına rağmen faraziyenin aslını oluşturan “insan, evrim yolu ile insan olmuş bir hayvandır” nazariyesi, araştırmacıların kabul ettikleri ve insan varoluşuna ilişkin incelemelerin hareket noktası sayılan bir görüştür.
Bu araştırmacılar faraziyelerini şöyle açıklıyorlar: Gezegenlerden biri olan yerküre, güneşten kopmuş bir parçadır. Önceleri sürekli alev saçan ve eriyen bir kitle iken zamanla dış faktörlerin etkisi ile soğumaya yüz tuttu. O sıralar bol yağmurlar alıyor, üzerinde seller akıyor, yüzeyinde denizler, okyanuslar oluşuyordu. Sonra üzerinde birtakım su ve toprak kaynaklı bileşimler oluştu. Bu bileşimlerden su bitkileri meydana geldi. Bu bitkilerin tekamül etmeleri ve hayat kırıntıları içermeleri yolu ile önce balıklar ve diğer suda yaşayan hayvanlar, arkasından hem suda hem karada yaşayan uçan balıklar, onların arkasından karada yaşayan hayvanlar, sonra da insan meydana geldi. Bütün bunlar toprak bileşiminin geçirdiği tekamülle oluştu. Her aşamadaki bileşimin tekamülü kendi biçimi içinde bir sonraki aşamaya dönüştü. Böylece bitkiden suda yaşayan hayvana, ondan hem suda hem karada yaşayan hayvana, ondan karada yaşayan hayvana, sonra da insana geçildi. Tekamül süreci bir sırayı izledi. Bu hususa iyice dikkat edilmelidir.
Bütün bunların delili bu varlıkların yapılarında görülen düzenli kemal, basitten mükemmele doğru aşamalı olarak seyreden düzenli gelişme ile bazı ayrıntılarda deneyler yolu ile gözlemlenen tekamüldür. Bu nazariyenin ortaya atılmasının sebebi, söz konusu türlerde beliren özellikleri ve etkileri gerekçelendirmek, açıklamaktır. Ama özellikle bu faraziyeyi ispat eden ve onun dışındaki görüşleri reddeden deliller gösterilmemiştir. Üstelik bu türleri birbirinden farklı, aralarında tekamül bağlantısı olmayan varlıklar olarak kabul etmek ve tekamülün bu varlıkların kendilerinde değil, durumlarında geçerli olduğunu düşünmek de mümkündür. Zaten deneylere konu olan da söz konusu türlerin çeşitli durumlarıdır. Nitekim bu türlerin hiçbir ferdinin başka bir türün ferdine dönüştüğünü, mesela bir maymunun insan olduğunu gösteren hiçbir deney, hiçbir yaşanmış tecrübe yoktur. Sadece bu türlerin bazılarında özellikleri, gerekleri ve arazları alanında tekamül olduğunu kanıtlayan deneyler vardır.
Bu incelemeyi derinleştirmek için başka bir fırsata ihtiyaç vardır. Buradaki maksadımız, araştırmacıların bazı ilgili meseleleri açıklayabilmek için bu faraziyeyi ortaya attıklarına ve bunu kesin bir delile bağlayamadıklarına işaret etmektir. Buna göre insanın diğer türlerden bağımsız ve ayrı bir tür olduğu yolundaki Kur’an’ın işaret ettiği gerçek hiçbir bilimsel bulgu ile çatışmalı değildir.[24]
ADEM’İN ÇOCUKLARININ EVLİLİĞİ
İmam Rıza (a.s), insanların neslinin Adem’den nasıl türediğini soran Bezenti’ye cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Havva, Habil ve kız kardeşine bir karında hamile kaldı. İkinci karında ise Kabil ve kız kardeşine ikiz olarak hamile kaldı. Daha sonra Habil’i, Kabil’in ikiziyle evlendirdi. Kabil’i de Habil’in ikiziyle evlendirdi. Ondan sonra da erkek ve kız kardeşin birbiriyle evlenmesi haram sayıldı.”[25]
İmam Zeyn’ül-Abidin (a.s), bir Kureşi ile Habil’in Kabil’in kız kardeşi Beluz’a ve Kabil’in de Habil’in kız kardeşi İklima ile evliliği hakkında tartışırken o Kureşi şöyle dedi: “O halde Adem ve Havva’nın çocukları birbiriyle evlenmiştir. İmam, “Evet” diye buyurdu. O Kureşi şöyle dedi: “Bu iş bugün Mecusilerin yaptığı iştir.” İmam Ali b. Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: “Mecusiler bu işi Allah haram kıldıktan sonra yaptı.” Ali b. Hüseyin (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Bu konuyu inkar etme! Bunlar gerçekleşen şeriatler ve kanunlardır. Allah Adem’in eşini de kendisinden yaratmadı mı? Daha sonra da onu Adem’e helal kılmadı mı? Bu onların şeriat ve kanunlarından biriydi. Ama daha sonra Allah bunu haram kılmıştır.”[26]
İNSANLARIN İKİNCİ NESLİNİN ÜREMESİ HAKKINDA BİR ÇİFT SÖZ
İnsanın ilk kuşağı olan Hz. Adem ile eşi, evlenme yolu ile insan üremesini başlatarak oğullar ve kızlar (erkek ve kız kardeşler) dünyaya getirdiler. Bu kardeşler, aralarında evlenerek mi, yoksa başka bir yolla mı ürediler? “Ve ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yaydı” ifadesinin zahiri anlamı yukarıda yapılan açıklamasından görüldüğü üzere mevcut insan neslinin Hz. Adem ile eşine dayandığını, bu konuda bu çifte erkek veya dişi hiçbir varlığın katkısı olmadığını belirtmektedir. Kur’an-ı Kerim üreyip yeryüzüne dağıtma eyleminde bir çiftten başkasının rol aldığına değinmiyor. Eğer bu süreçte bu çiftten başka bir canlının katkısı olsaydı, Kur’an-ı Kerim “ikisinden ve başkalarından türetip-yaydı” der veya duruma uygun düşecek başka bir ifade kullanırdı. İnsan üremesinin başlangıcını sadece Hz. Adem’e ve eşine hasretmenin, onların oğulları ile kızları arasında evliliklerin meydana gelmesini gerektirdiği bilinen bir gerçektir.Kardeşlerin birbirileri ile evlenmelerine ilişkin İslam’da varolan ve bize gelen bilgilere göre eski şeriatlerde de mevcut olan yasak hükme gelince, bu huküm maslahat ve zarara bağlı bir teşrii hükümdür, yoksa değişmesi mümkün olmayan bir tekvini hüküm değildir. Bu konuda dizginler yüce Allah’ın elindedir. O istediğini yapar ve dilediği hükmü verir. Zarurret gereği ile bir gün bir uygulamayı serbest ilan ederken başka bir gün ihtiyaç kalmadığı ve toplumda fuhuşun yayılmasına yol açtığı gerekçesi ile onu yasaklayabilir.
Bazıları bu uygulamanın insan fıtratı ile ve Allah’ın Peygamberlerine ilettiği fıtri dinin hükümleri ile bağdaşmayacağını ileri sürüyorlar. Yüce Allah, insanlar için ortaya koyduğu dinin fıtrata uygunluğunu şöyle anlatıyor: “Ey Muhammed! Allah’ı bir bilici olarak yüzünü doğruca dine çevir. Allah’ın yaratma kanununa uygun olarak dine dön ki, O insanları ona göre yarattı. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur.”[27] Söz konusu uygulamanın fıtarata aykırı olduğu yolundaki görüş dayanaksız ve geçersizdir. Çünkü insan fıtratı bu uygulamayı yani kardeşlerin birbirleri ile cinsel ilişki kurmaları uygulamasını sırf tiksindirici bulduğu için reddedip yerine başka tür bir uygulama önermiyor. Fıtratın onu reddetmesi, onu nefretle karşılamasının asıl gerekçesi bu uygulama yüzünden toplumda fuhuşun ve ahlaksızlığın yayılması, iffet içgüdüsünün etkisini yitirip ortadan kalkmasıdır. Hepimiz biliyoruz ki, bu tür cinsel ilişkiye günümüz toplumlarında ahlaksızlık ve fuhuş düşkünlüğü damgası vurmak uygundur. Ama yüce Allah’ın yaratma kanununun gereği olarak sadece erkek ve kız kardeşlerin varolduğu ve yüce Allah’ın bunların çoğalıp yeryüzüne dağılımlarını dilediği o günün toplumuna böyle bir damga vurmak uygun değildir.
İnsan fıtratının söz konusu uygulamayı içgüdüsel bir tiksinti ile rddetmediğinin delili şudur: Bu uygulama tarihin anlattığına göre yüz yıllarca Mecusiler arasında geçerli olmuş, anlatıldığına göre Rusya’da yasal bir hal almış ve batıda yasal evlilik dışı ve kanuna dayalı olmayan bir ilişki biçimi olarak günden güne yayılmaya başlamıştır.[28]
Şöyle denilebilir: Bu uygulama tabiat kanunlarına terstir. Bu kanunlar, insanın kendini mutlu etmek için toplum oluşturduğu günlerin öncesinde geçerli olmuş doğal kurallardır. Çünkü aile içinde kardeşler arasında geçerli olan kaynaşma ve sıkı yakınlık biçimi, onların arasında aşk duygularının ve cinsel ilişki kurma arzusunun yeşermesine engel olur. Buna ünlü bir hukuk bilgini olan Fransız Montesqiu “Kanunların Ruhu” adlı eserinde değinmiştir.
Cevabım şudur: Bir defa bu görüş, az önce açıkladığımız üzere, doğru değildir. İkinci olarak bu görüş, sadece bu uygulamaya zorunlu olarak ihtiyaç duyulmadığı durumlarda geçerlidir ve doğal olmayan mevzu (kanun koyucular tarafından koyulmuş) kanunların, korunması gerekli olan toplumsal maslahatı koruyamadığı ve toplumda yaşayan fertlerin mutluluğunu sağlayamadığı durumlara mahsustur. Yoksa günümüzün hayatında uygulanan kanunların ve gerçerli olan prensiplerin çoğunluğu doğal değil, toplumun ihtiyaçlarının ürünü olan mevzu kanunlardır.[29]
AYETİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
et-Tevhid adlı eserde, İmam Sadık'ın (a.s) bir hadiste raviye hitaben şöyle dediği rivayet edilir: "Herhâlde sen Allah'ın sizden başka insan topluluğu yaratmadığını düşünüyorsun? Evet. Vallahi, Allah bir milyon Âdem yarattı. Sizler bu Âdemlerin sonuncusunun soyunun par-çasısınız." (s.277)
Ben derim ki: İbn-i Meysem, Nehc-ül Belağa şerhinde İmam Sa-dık'tan (a.s) bu anlamı içeren bir rivayet nakletmiştir. (c.1, s.173) Bu rivayeti Şeyh Saduk da el-Hisal adlı eserinde nakletmiştir. (c.2, s.652, h:54)
el-Hisal adlı eserde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah on iki bin âlem yarattı. Bu âlemlerin her biri yedi gök ile yedi yerin bütününden büyüktür. Bu âlemlerin hiçbiri kendilerininki dışında bir âlemin olmadığı görüşündedir." (c.2, s.639, h:14)
Yine aynı eserde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah yeryüzünde başlangıcından beri Hz. Âdem'in soyu dışında yedi âlem yarattı. Bu âlemleri yerin yüzeyinden meydana çıkardı. Onları birbiri arkasından yeryüzünde kendi âlemleri ile birlikte yerleştirdi. Sonra yüce Allah insanın babası olan Hz. Âdem'i yarattı ve ondan onun soyunu meydana getirdi..." (c.2,s.358, h:45)
Şeybani Nehc-ül Beyan adlı eserinde Amr b. Ebu Mikdam'dan, o da babasından şöyle rivayet eder: "İmam Bâkır'a (a.s) 'Yüce Allah, Hz. Havva'yı neden (hangi şeyden) yarattı?' diye sordum. Bana 'Şu halk bu konuda ne diyor?' diye sordu. Ben de 'Allah onu Hz. Âdem'in kaburga-larının birinden yarattı, diyorlar' dedim. Bana 'Yalan söylüyorlar. Allah onu Hz. Âdem'in kaburgası dışında bir şeyden yaratmaktan âciz miydi?' dedi. Ben de 'Canım sana feda olsun, peki onu neden yarattı?' diye sordum. Bana şu cevabı verdi: 'Babamın, babalarına dayanarak bana verdiği bilgiye göre Resulullah (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmuştur: Yüce Allah bir avuç çamur alıp onu sağ eli ile -ki O'nun her iki eli de sağ eldir- karıştırdı ve bu çamurdan Âdem'i yarattı. Çamurdan bir mik-tar fazla kaldı. İşte çamurun geriye kalanından da Havva'yı yarattı."
Ben derim ki: Bu rivayetin bir benzerini Şeyh Saduk, Amr'a dayandırarak nakletmiştir. Bu konuda başka rivayetler de vardır. Bunlara göre Hz. Havva, Hz. Âdem'in sırtındaki sol tarafına düşen en kısa kaburga kemiğinden yaratıldı. Bu husus Tevrat'ın Tekvin babının ikinci bölümünde de yer almıştır. Bu içerik özü bakımından muhal ve imkansızlığı gerektirmiyorsa da daha önce belirttiğimiz gibi Kur'an ayetlerinde bunu destekleyen bir açıklama yoktur.
el-İhticac adlı esere göre İmam Seccad (a.s) bir Kureyşli ile yaptığı konuşmada adama, Habil'in, Kabil'in ikiz kız kardeşi Luza ile, Kabil'in de Habil'in ikiz kız kardeşi İklıma ile evlendiğini anlatınca, Kureyşli İmama "Habil ile Kabil kız kardeşlerini hamile mi bıraktılar?" diye sordu. İmam "evet" deyince, Kureyşli "Bu, günümüz Mecusilerinin yaptıkları iştir." dedi. İmam adama "Mecusiler bu işi, onun Allah tarafından haram kılınmasından sonra yapıyorlar" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: "Bunu tuhaf görme. Bu, yüce Allah'ın yasalarıdır ki uygulanmıştır. Yüce Allah, Hz. Âdem'in eşini ondan yarattıktan sonra onu kendisine helâl kılmadı mı? Bu uygulama onların döneminde geçerli olan bir ilâhî kanundu. Sonra Allah onu yasaklayan hükmü indirdi..." (c.2, s.44, Necef baskısı)
Ben derim ki: Bu hadiste yer alan bilgi Kur'an'dan anlaşılan anlama ve aklî değerlendirmeye uygundur. Bu konuda mezkur rivayetle çelişen başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlere göre Hz. Âdem'in çocukları gökten inen huriler ve cinlerle evlendiler. Ancak bu konuda doğrunun ne olduğunu öğrenmiş bulunuyorsun.
* Makale Ayetullah Reyşehri'nin yazdığı "Mizanu'l Hikmet" kitabı ve Allame Tabatabai'nin yazdığı "El Mizan Tefsiri"nden alıntıdır.
ABNA.İR
Hz. Adem'in Çocuklarının Evliliği Hakkındaki Görüşler makalesini okumak için tıklayın...
---------------------------------------------------------
[1] Nisa suresi, 1. ayet
[2] Bakara suresi, 30-33. ayetler
[3] Kenz'ul-Ummal, 15134
[4] a.g.e. 15126
[5] Nehc'ül-Belağa, 1. hutbe
[6] Kenz'ul-Ummal, 15227
[7] Bihar, 11/101/6
[8] Bihar, 11/102/7
[9] İlel’uş-Şerayi’, 14/1
[10] a.g.e. 16/1
[11] Bihar, 11/116/46
[12] Nehc'ül-Belağa, 91. hutbe
[13] Dur’ul-Mensur, 1/137
[14] Kenz'ul-Ummal, 8190
[15] Secde suresi, 8. ayet
[16] Al-i İmran suresi, 59. ayet
[17] Bakara suresi, 30-31. ayetler
[18] Sad suresi, 71-72. ayetler
[19] A’raf suresi, 11. ayet
[20] Sad suresi, 83. ayet
[21] A’raf suresi, 27. ayet
[22] İsra suresi, 63. ayet
[23] Al-i İmran suresi, 59. ayet
[24] Tefsir’ul Mizan, 4/143
[25] Kurb’ul-Esnad, 366/1311
[26] el-İhticac, 2/143/180
[27] Rum suresi, 30. ayet
[28] Günümüzde gelişmiş toplumlarda örneğin Amerika ve Avrupa’da kız çocukları evlilik yaşına varmadan ve bulüğa ermeden bakireliklerini kaybetmektedirler. İstatistiklerin gösterdiğine göre bunlardan bir kısmı bakireliklerini babalarının ve kardeşlerinin vasıtasıyla kaybetmektedirler. (kaynağın dipnotundan)
[29] Tefsir’ul Mizan, 4/144