وَاٰتٰیكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَدًا مِنَ الْعَالَمٖينَ
“Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi…(20)”
Hakk’ın Azamet Dergâhına Ulaşmak Allah’ın İnhisarındadır
Dünya perestler ve haberden yoksun olanlar ne kadar gafildirler ki şahadetin değerini doğanın sayfalarında araştırmakta ve onun vasfını şarkılarda, hamasilerde ve şiirlerde aramakta ve onu keşfetmek için tahayyül sanatından, anlayış kitabından medet ummaktadırlar ve haşa ki bu muamma aşk dışında müyesser olmayacaktır ki bizim halkımıza kolay olmuştur. Ve şimdi biz şahidiz ki şehadet aşığı hafiflemişler şeref ve izzetle kan miraçlarına taşındılar ve Hakkın azamet dergâhında ve cemu’l cem makamında Şuhut ve huzura kavuştular. Ve arzın genişliğine, kendi cesaret ve fedakârlıklarının semeresiyle bakmaktadırlar… ve biz güneşi görmenin intizarındayız ve şehitlere demek gerekir: “Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi…”*[1]
***
قَالَ رَبِّ اِنّٖى لَا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْسٖى وَاَخٖى فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقٖينَ
“(Musa:) "Rabbim, gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum. Öyleyse bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır." dedi. (25)”
(Malikiyet İddiasında Bulunmak, Büyük Bir İddiadır)
Şahsın kendi nefsine malikiyeti önemli bir şeydir. —ki Hz. Musa (a.s) böyle bir iddiada bulunmuştur. Ve o hakkında Allah Tebareke ve Teâla’ya ben kendim ve kardeşim dışında hiç kimseye malik değilim diye arz etmiştir.- Bu peygamberlere layık büyük bir iddiadır. Bizler kendimize malik değiliz. Kardeşlerimize hem malik değiliz, çocuklarımıza hem malik değiliz. Dost ve arkadaşlarımıza hem malik değiliz. Genel olarak kendi kendine malikiyettir. İnsan konuşmak istediği zaman, dil onun memlukü (kölesi) olmalı ve o kendi diline hâkim ve üstün olmalıdır. Yoksa şeytan onun nefsine ve diline hâkim olur, söz, sopa ve silaha dönüşür ki Saddam’ın silahlarından bile daha keskin olur.*[2]
***
Peygamberlik Kendi ve Kardeşine Malikiyetine Delil
Konuşmacılarımız, yazarlarımız, bu zamanda konuşma yapmak isteyenler dikkat etmelidirler ki acaba kendilerine malik midirler? Büyük Peygamber Hz. Musa’nın (a.s) ettiği iddiayı edebilirler mi: “gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum.” Onun kardeşi de peygamber olan bir kardeşti. Peygamber olduğu için Hz. Musa’nın sözü onun için icra edilecek bir sözdü, ama her kim bu makama ulaşmamışsa: “gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum.” Dememeli ve şöyle demelidir: “gerçekten ben, kendime ve kardeşime malik değilim.”*[3]
***
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَیْ اٰدَمَ بِالْحَقِّ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّقٖينَ
“Onlara, Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), «Andolsun seni öldüreceğim» dedi. Diğeri de «Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder» dedi. (27)”
Muttakilerin Amellerinin Kabul Olma Keyfiyeti
Bilmek gerekir ki takva, nefisleri pislik ve kirlilikten arındırmaktadır ve hiç şüphesiz eğer nefis sayfası günah perdelerinden ve pisliklerinden arındırılmış olursa, güzel ameller nefste daha çok etkili olur ve insan amacına daha çabuk ulaşır. Nefsin riyazeti, melekût boyutunun mülkî boyuta üstün gelmesi ve nefsin etken iradesinin nüfuzu olan ibadetlerin büyük sırrı da daha iyi bir şekilde gerçekleşmiş olur.
O halde nefislerin takvasında tam etkili hususlardan biri olan Allah korkusu; nefsi ıslah etmenin en müessir etkenlerinden ve amellerin doğruluk, güzellik ve kemal (perfection) faktörlerinden biridir. Çünkü takva, bizahiti nefsin ıslah faktörlerinden biri olmakla beraber, kalbî ve kalıbî (batınî ve zahirî) amellerin daha etkili olmalarının ve aynı za-manda kabul da edilmelerinin de temel etkenlerinden biridir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder.”*[4]-[5]
***
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَ كَتَبْنَا عَلٰى بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَا اَحْيَا النَّاسَ جَمٖيعًا
“Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. (32)”
Esir İnsanların Eğitim ve Hidayeti Diriltmenin Örneklerindendir
Biliyoruz ki mektepte olma ve doğru İslam’a taahhüt iktiza etmektedir ki İslam savaşçıları savaş esirlerine ve sığınmacılara şefkat ve cömertlikle davransınlar. Öyle ki İslami davranmalıdırlar, hamd olsun ki öyle de davranmaktadırlar. Her ne kadar –bunlara aykırı olarak- Saddam ve Saddamların, davranışları gayri insani ve vahşi olsun, ancak tezekkür ve tekit faydalıdır. Gençlerimiz ve esir ve sığınmacılardan sorumlu olanlar, İslam’ın tatlı rahmet mezesini ve büyüklüğünü onlara tattırmalıdırlar. Ve onlara öyle davranmalıdırlar ki onların Mevla ve azimu’ş şan önderleri, Allah’ın en kötü mahlûku ve insanların en cinayetkarı olan İbn Mülcem’e (lanetullahi aleyh) davranmıştır. Böylece ruhi darbe almış esirler, İslam hükümetinde huzur bulmalı ve onu telafi etmelidirler. Ve özgür kaldıktan sonra İslam yolunun tebliğcileri ve hatta ona feda olanlardan olsunlar. Bunun kendisi İslam ve İslam Cumhuriyetine değerli bir hizmettir. Ve muhtemelen bu esirler ve sığınmacılar, zorla ve kendi ve ailelerini ölüm tehdidiyle cephelere gönderilmişlerdir. Nitekim bazılarının böyle iddiaları vardır. Saddam’ın emsallerinde olan o cinayet ve vahşilik huyunun bunlarda olduğunu sanmayın. Ne kadar güzel olur ki aziz gençler ve muhafızlar, oyunda yenilmiş Saddamcı bir mevcuttan veya cinayet hizmetinde olanlardan, mukaddes Kur’an mektebinin hizmetinde İslami bir insan yetiştirsinler ve bilsinler ki: “Kim bir nefsi diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.”[6] Hidayet etmek, diriltmenin en büyük mazharlarındandır.*[7]
***
İhya ve Diriltme Vazifesinin Selbi ve İcabi Bir Boyutu Vardır
İslami üstlerin, İslam’ı tanıtmak ve kurtuluş hakikatlerinin imkân ölçüsünde dünyanın her noktasında yayılması için olması gerekir. Hemahenk ve uyum içinde bir kuruluş çatısı altında adaletin yayılması, zalimlerin ve yağmacıların ellerinin kesilmesi için çalışmalar yapmalıdır. Aldatılmış az deneyimli gençlerimize, diğer mekteplerin inhiraflarını gösterip, İslami nizamla tanıştırarak kurtarmamız gerekir: “Kim de onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur.”*[8]
***
إِنَّا أَنْزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ ۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا لِلَّذِينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ ۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا ۚ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ ﴿۴۴﴾ وَقَفَّيْنَا عَلَىٰ آثَارِهِمْ بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ ۖ وَآتَيْنَاهُ الْإِنْجِيلَ فِيهِ هُدًى وَنُورٌ وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِينَ ﴿۴۶﴾ وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الْإِنْجِيلِ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فِيهِ ۚ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿۴۷﴾ وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ ۖ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ ۖ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ ۚ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ ۖ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ ۚ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿۴۸﴾ وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ ۖ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُصِيبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ ۗ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ ﴿۴۹﴾ أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ ۚ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿۵۰﴾
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. (44)
Kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nûr bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik. (46)
İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır. (47)
Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir. (48)
(Sana şu talîmatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. (49)
Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir? (50)
(Hüküm Allah’a Mahsustur)
Gerçi her kim bu sözü[9] doğru görür ve etraflıca düşünürse kabul edecektir. Beşer her ne kadar güçlü olsa, güç ve saltanat sahibi de olsa, akıl onun hükmünü hak bilmez ve gereksiz yere kabul etmez; saltanat ve hükümetini zalimce ve düşüncesizce bilir, ancak bizler hüküm ve hükümetlerin durumu netlik kazansın diye burada Allah’ın sözlerinden şahit getireceğiz. Şimdi Allah’ın Kur’an’ından Maide Suresi’nin 44–50. Ayetlerinden tanıklar: “ Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir…(44)”, “Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir…(45)”, “Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır…(47)”, “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma…(48)”, “(Sana şu talîmatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et…(49)”, “Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? Hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır? (50)”
Eğer hükümleri genel olarak Allah’a mahsus kılan ve özellikle yasaları tek tek Allah’ın yasaları tekelinde karar kılan ayetleri sayacak olursak, söz uzar ve kapsamlı olur. Burada yine tüm bunları bir kenara bırakıp, akıl ve anlayışa soruyoruz: acaba âlemi eşsiz bir düzen ve tertiple hikmet ve mahlûkatın maslahatı üzerine yaratmış olan Allah, kendisi de beşeri tanımakta ve ne kadar şaşırtıcı bir varlık olduğunu, her birisindeki saltanat arzusunun tüm âlem olduğunu; ayrıca hiçbirisi kendi sofrasından ekmek yememekte ve herkesin içerisinde başkalarına karşı haddi aşma ve tecavüzde bulunmanın olduğunu bilmekte. (Acaba) onları teklifsiz başıboş bırakması ve onlar arasında kendisinin adilce bir hükümet kurmaması mümkün müdür?
İster istemez, aklın hükmünün dışında olan bu işin, her işi aklın sağlamlığında bina edilen Allah’a nispet verilmemesi gerekir.
Dolayısıyla, ülkelerde hükümet tesis edilmesi ve yasaların yürürlüğe konulmasını kendisi uhdesine almalı ve kaçınılmaz olarak tüm yasaları adalet, hukuk ve nizamın korunması payesi esasına göre bina edilmelidir, elbette semavi yasalarda kişisel çıkarlar, hususi yorumlar ve bu alemin çeşitli faktörleri asla etkin değildir. Zira Allah, tüm bunlardan mukaddes ve uzaktır. Dünya ülkelerinin genel yasalarından, kişilerin aile hususiyetlerine, tüm beşerin sosyal yaşamından, yalnızca bir mağarada yaşayan bir insanın kişisel yaşantısına, rahimde insan nutfesi kılınma öncesinden, daracık kabre konulana kadar binlerce yasa geçmiştir. İşte bu Allah’ın dini olan İslam dinidir: “Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır.”[10]
Biz bundan sonra açık bir delille zikrediyoruz ki İslam kanunları, hükümet teşkil tarzında, vergi mevzuatı, hukuk ve ceza kuralları ve ordu teşkil etmekten tutun, yönetim dairelerinin teşkiline kadar ülke nizamıyla ilgili olan hiçbir şeyi atlamamıştır. Sizler bunlardan habersizsiniz. Tüm talihsizlikler şudur ki böyle yasaları olan bir ülke, ellerini yabancı ülkelere uzatmış, bir avuç kendini beğenmişin zehirli düşüncelerinden damıtılmış sahte ve yapmacık yasaları kendi ülkesinde icra etmekte ve ilahî dini memleket olan kendi ülkesinin yasalarından gafil olmasıdır. Ve yine öyle zannedecek ki burada kanun yoktur ya da kanunları eksiktir. En güzel bir tarzda ve en kolay bir tertiple yargılama işini halleden yalnızca yargı alanında dinde binlerce madde vardır.*[11]
***
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دٖينِهٖ فَسَوْفَ يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرٖينَ يُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْتٖيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. (54)
(Müminlere Saygı ve Tevazu Allah’ın Sevdiği İnsanların Sıfatlarındandır)
Bizler, Allah’ın emri ile Müminlere, peygamberlere ve insanlığın kemal ve imanın en yüce meseline sahip olan İmamlara saygı göstermekte ve tevazu etmekteyiz. Nitekim Maide Suresi 54. Ayetinde şöyle zikredilmiştir: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar.”
Tevazu ve alçak gönüllülüğün en yüce mertebesi olan zillet, Allah’ın sevdiği ve onların da Allah’ı sevdiği kişilerin sıfatlarındandır. Onlar, müminlere ve dindaşlarına karşı son derece tevazulu ve alçak gönüllülükle, kâfirlere karşı ise onurlu ve izzetle davranırlar.*[12]
***
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا الَّذٖينَ يُقٖيمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Sizin dostunuz, sahibiniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir. (55)
Mevla ve Mutasarrıf Anlamda Veli, Hz. Ali b. Ebu Talip’tir
Yani, sizin Mevla ve mutasarrıfınız, ancak Allah ve Peygamberidir ve inanlar, namaz kılanlar ve zekatı rükû halinde verenlerdir.
Ehlisünnetten nakledilen yirmi dört hadis[13] bu ayetin Hz. Ali b. Ebu Talip (a.s) hakkında nazil olduğunu anlatmaktadır. Biz, burada Sünnilerin naklettiği o hadislerden birisini zikrediyoruz:
Ehlisünnetin büyüklerinden olan Hamuni ve Salebi (vefatı, 427 h.) kendi senediyle İbadet b. Rabii’den nakletmektedir ki İbn Abbas, zemzem kuyusunun başında oturmuş ve Peygamberden hadis nakletmekteydi. Birden sarığını kendisine sarmış birisi çıkageldi ve İbn Abbas her ne hadis naklettiyse o da bir hadis nakletti. İbn Abbas dedi ki: Allah için söyle sen kimsin? Sarığını açtı ve dedi ki her kes beni tanıyorsa tanısın ve her kim tanımıyorsa ben Ebu Zer Gaffari’yim. Peygamberden bu iki kulağımla duydum, yoksa sağır olsunlar, bu iki gözümle gördüm, yoksa kör olsunlar ki şöyle buyurdu:
“Ali müminlerin önderi, kafirleri öldürendir; ona yardım eden (Allah'tan) yardım görür; onu yalnız bırakan (Allah tarafından) yalnız bırakılır.”[14]
Biliniz ki ben, Resulullah'la (s.a.a) birlikte öğlen namazı kıldığım bir gün, bir fakir mescitte halktan yardım diledi. Ama hiç kimse ona bir şey vermedi. Bunun üzerine o fakir ellerini göğe doğru kaldırarak şöyle dedi: ‘Allah’ım! Şahit ol ki Resulullah’ın mescidinde istekte bulundum, ama hiç kimse bana bir şey vermedi.’ Hazreti Ali rükû halinde idi; sağ elinin serçe parmağını ona doğru uzattı; o parmağında yüzük vardı. Fakir gelip parmağından o yüzüğü çıkardı. Bu olay Resulullah’ın gözlerinin önünde cereyan etti. Peygamber namazını bitirdikten sonra, başını göğe doğru kaldırarak şöyle buyurdu:
“Allah'ım! Musa sana dua ederek “Rabbim! Yüreğime genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimden (şu) bağı çöz. Ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver, Kardeşim Harun'u. Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir. Ve onu işime ortak kıl.” sen ise ona yakında seni kardeşinle güçlendireceğim ve seni Firavunlara musallat edeceğim ve onlar size ulaşamayacaklar diye vahyettin.
“Allah'ım! Ben Muhammed’im ve senin seçtiğin peygamberinim. Sen benim de göğsümü aç; işimi kolaylaştır. Bana kendi ehlimden Ali’yi vezir (halife, yardımcı) karar ver; onunla beni güçlendir.”
Ebu Zer şöyle diyor: “Henüz Resulullah (s.a.a) sözünü tamamlamamıştı ki Cebrail, Allah Teala katından nazil olup şu ayeti getirdi:
"Sizin veliniz (emir sahibiniz) ancak Allah, Resul’ü ve namaz kılıp ruku halindeyken zekât veren müminlerdir.”[15]
Sünni ulemalardan Muvaffak b. Ahmed’in naklettiğine göre, Amr b. As, Muaviye’ye Kur’an’da Ali b. Ebu Talip hakkında nazil olan şeylerde hiç kimse onunla şerik değildir, diye yazmıştır. Bu ayeti de onlardan saymıştır.[16]
İbn Şehriaşub diyor ki: Ümmetin icması ile bu ayet, Müminlerin Emiri Hz. Ali hakkında nazil olmuştur.[17]
Sünnilerin büyüklerinden olan Kuşçi (vefatı, 879 h.) Şerh-i Tecrit kitabında şöyle demektedir: Müfessirlerin icmasıyla bu ayet, (Hz.) Ali (a.s) hakkındadır.*[18]-[19]
***
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.
Ulûhiyet ve Melekûta Davet, İlahî Hizipten Olma Alametlerindendir
Âlemin ilk gününden bu yana, iki hizip vardı: birisi ilahî hizip, ötekisi ise gayri ilahî ve şeytani. Her birisinin eseri de ayrıdır. Allah’ın malı olduğu an, Allah Tebareke ve Teâlâ’nın maksadı olduğu için, O’na doğru ve müstakim yoldadır, bu yolun hilafında olduğu zaman ise, çoğunluğunda bunlardan olduğu şeytani hiziptendirler. Âlemin ilk gününden bugüne kadar, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) zamanında da hem böyle idi ve kendi zamanımızda da “Diriliş” partisinin[20] maksadının ne olduğunu gördünüz. İlahî hiziplerin, eseri şudur ki Allah’ın ruhudur, yani onun çabası kendisine davet değil, Allah’a davet etmektir; doğaya davet değil, ulûhiyet ve melekûta davettir. Ve bu insanın kendisinin nereye gittiğini anlayacağı bir alamettir; acaba Allah’ın hizbinden taraf ve Allah’a mı gidiyor ve Hizbullah’ın cüzünden midir yoksa öteki hiziplere mi doğru? İnsan, ne olduğunu teşhis edebilir.
Elbette, bazen hicaplar insanın ne olduğunu anlamasına mani olmaktadır. Bu yolda olanlar, bu yolu bulmalılar, hicapları yırtabilirler ve Hizbullah yoluna gelebilirler. Bu baptan ki: “galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” Bir süre kalacakları farz edilse de öteki hizipler el ayak çırpsalar da mağlupturlar.
Tüm beşer için gerekli olan şey, kendilerini Allah’ın hizbine sokmaya dikkat etmeleridir, yani eğer savaştılarsa, Allah içindi, eğer barıştılarsa Allah içindi, eğer davet ettilerse Allah içindi. Bir köşeye çekilen hiçbir peygamberi duymadık.*[21]
Devam edecek…
İmam Ruhullah Musevi Humeyni (r.a)
Derleyen: Seyyid Muhammed Ali İyazi
Gözden geçiren: Ayetullah Muhammed Hadi Marifet
ABNA.İR
-----------------------------------------
[1] —* Sahife-i İmam, c. 20, s. 196–197.
[2] —* Sahife-i İmam, c. 14, s. 145.
[3] —* Aynı kaynak.
[4] —* Kırk Hadis Şerhi, s. 325, 20. Hadisin şerhi.
[5] — Oldukça özet ve muallim diliyle anlatılan bu konuşmanın nüktelerinin şerhi şöyledir:
a) Takva sahibi olmak, kalplerin paslardan arınmasına ve kirlilikten temizlenmesine neden olur.
b) Pasların temizlenmesi ve perdelerin bertaraf edilmesi durumunda, güzel ameller daha etkili olur ve kendi amacına ulaşır.
c) İbadetin önemli delil ve büyük felsefesi, tabiata galebe çalmak ve melakut âlemine, mülk âlemine nüfuz becerisine sahip olmak ve insanın hakiki iradesinin nüfuzu tahakkuk bulmaktadır.
d) Hakkın karşısında huşu, takvada etki bırakmakta, nefislerin ıslahında önemli faktör ve amellerin neticesinde müessirdir.
f) Son olarak, takva, nefsin ıslah edicisi olmasının yanı sıra, insanın kalbi amellerinde etkilidir. Bu da amellerin kabulü anlamındadır.
[6] — Bu cümle, hidayet ve tebliğin önemi yönünde yukarıdaki ayeti kerimeden iktibas edilmiştir. Nitekim Ehlibeyt’in (a.s) hadislerinde diriltmek, dalaletten dışarı çıkarmak ve yolu göstermek olarak tefsir edilmiştir. Bu konuda Bkz. Kâfi, c. 2, s. 168, h. 1; Mehasin Barki, s. 231, h. 181 ve 182; Bahrani, el-Burhan, c. 2, s. 438.
[7] —* Sahife-i Nur, c. 16, s. 158.
[8] —* Aynı kaynak, c. 3, s. 324.
[9] — İmam Humeyni’nin maksadı, beşer tarafından yürürlüğe konulan yasa ve hükümlerdir. Bkz. Keşfu’l Esrar, s. 152–153.
[10] — Al-i İmran, 19.
[11] —* Keşfu’l Esrar, s. 183 – 184.
[12] — Aynı kaynak, s. 25.
[13] — Bkz. Bahrani, Gayetu’l Meram, c. 2, s. 5–14, bap. 18.
[14] — Salebi, el-Keşf ve’l Beyan, c. 4, s. 80, “Sizin veliniz ancak…” ayetinin zeylinde.
[15] — Salebi, Ebu İshak, el-Keşf ve’l Beyan, c. 4, s. 80, ayetin zeylinde. Beyrut, Daru’l Hadis; Arıca Bahrani, Gayetu’l Meram, c. 2, s. 5, h. 1; Menakib-u Şehriaşub, c. 3, s. 6.
[16] — İbn Mağazili, El-Menakib, s. 200, h. 240; Gayetu’l Meram, c. 2, s. 8, h. 10.
[17] — İbn Şehriaşub Suri, Muhammed b. Ali, Menakib Al-i Ebi Talib, c. 3, s. 5, babu’n nususi ale imametihi, Beyrut, Daru’l ida.
[18] — Keşfu’l Esrar, s. 137–138.
[19] — Kuşçi, Ali b. Muhammed: Şerhi Tecridu’l İ’tikad, el-Maksadu’l hamis fi’l imamet, s. 202, Kum, Menşuratu Şerif Razi, ofset tabi hicrî.
[20] — İran Şahı, 1353’te (1974 m.) Diriliş Partisini ülkenin tek yasal partisi olarak ilan etti. Ona üye olmayı zorunlu kıldı. Bu parti üç esas üzerine kurulmuştur: Anayasaya bağlılık, Krallık, Şah’ın inkılabı ve millet esaslı idi.
[21] —* Sahife-i Nur, c. 17, s. 191–192.
source : abna24