- Ayetullah Şeyh Nemr Bakır en-Nemr 2007 yılı yazında siyasi projesine başladı. O, başlattığı bu projesiyle Arabistan’daki hakim sistemi alaşağı etmeyi değil, hakim sistemle halk arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi ve iyileştirilmesini hedefliyordu. Ayetullah Nemr Cuma hutbelerinin birisinde sunduğu “İzzet ve Keramet Dilekçesi” yle bu projeye yönelik eğilimin şekillenmesini açıkladı. Ayetullah Nemr projesini ortaya koymakla aynı zamanda adalet, eşitlik, özgürlük ve keramet temellerine dayanan milli devlet kavramının ve kanuni devletin savunulması ve adil ve insafa dayalı yargı gücü aracılığıyla kanuni devletin güçlendirilmesinin yaygınlaştırılmasına çalışıyordu. Bu dilekçe Arabistan halkının siyasi ve meşru isteklerinin yerine getirilmesi için bir devletin oluşturulması doğrultusunda gerçekten de milli bir dilekçeydi. Adalet, özgürlük ve kerametin gerçekleşmesi için gerekli kanun koyma, gözetme ve yargıyı içinde barındıran ve toplum üyeleri arasında hiçbir ayırımcılığın gözetilmediği bir devlet.
Söz konusu bu dilekçe, Arabistan içinde ve Arabistan dışında genel kanıyı celp ederek konuşma ortamlarının tamamının konusu oldu. Bu durum Suudi hükümet ve sistemini kaygılandırdı ve sonuç itibariyle 8 Temmuz 2012 yılında Ayetullah Şeyh Nemr vahşice ve medeni devlet ölçülerine uymayacak bir yöntemle tutuklandı. Dünya insanları uydu yayınlarından Ayetullah Şeyh Nemr’in nasıl tutuklandığını gördü. Güvenlik güçleri Ayetullah Şeyh Nemr’i takip esnasında araç kullanırken ateş açtılar ve silahlı saldırı neticesinde iki bacağına dört mermi isabet etmişti. Sonra aracıyla yol kenarında elektrik direğine çarpmanın etkisiyle bayılan Ayetullah Nemr’i kana bulanmış elbisesiyle zindana götürdüler.
Ayetullah Nemr yargılandı ve Suudi hükümeti 15 Ekim 2014 yılında Uluslararası apaçık normal yargılarla bile uyuşmayan 13 yargı oturumundan sonra hem kırbaçlanması ve hem de idam edilmesi kararı çıkartıldı. Mahkeme Ayetullah Şeyh Nemr’in milli devletin güçlendirilmesi için ortaya attığı planı büyük bir suç ve idama müstahak bildi.
Ayetullah Nemr’in Suud rejimine sunduğu dilekçe:
Bismillahirrahmanirrahim
Hakkı apaçık ve kalıcı yaratan ve batılı gizli ve geçici yaratan Allah’a hamdolsun. Muhammed’e (s.a.a) ve onun hak üzerinde ısrar edip dosdoğru konuşan Ehlibeyt’ine (a.s) salat ve selam olsun.
Başlangıçta istekler konusuna girmeden önce birkaç noktaya değinmek istiyorum:
Birincisi: Ben açık, anlaşılır ve takiye yapmaksızın konuşacağım; zira takiye çok ciddi zararın uzaklaştırılması ve zulüm, sitem ve bastırılma korkusu içindir ve benim böyle bir beklentim yok, dolayısıyla takiye yapma – ki sadece ciddi zararın uzaklaştırılması ve zulüm, sitem ve bastırılma korkusu için caizdir – zorunda değilim.
İkincisi: Güzel işitme ve duyma sanatı – çoğu yerde – güzel konuşma sanatından çok daha önemlidir, çünkü hâkim-mahkum, baba-çocuk ve benzeri ilişkilerin gevşemesinin asli etkenlerinden birisi, mahkum ve çocuğun düşüncelerinin hâkim ve baba tarafından anlaşılmaması ve onların sesinin işitilmemesi veya dinlenilmeksizin onlara fildişi kulesinden bakılmasından kaynaklanır.
Üçüncüsü: Başta açıklık ve hakikat acı ve zahmetlidir, ancak bunun üzerinde düşünülüp geleceği bunların aracılığıyla öngördüğümüz ve korkusuzca işlerin sorumluluğunu ele almak istediğimiz zaman tatlı, lezzetli ve latif olacaktır.
Dördüncüsü: Belirsizliklerden, zorluklardan, kargaşalardan ve hatalardan kurtulmak için hakikatin sıradan mütalaası yeterlidir, ne var ki böyle bir mütalaa yalan haber yığınlarıyla veya hata kirliliğiyle, sanısal ve yanlış veri depolarıyla, kötümser veya kasıtlı, kirli, zanna dayalı, yanlış, taraflı ve öngörülü analizlerle sınırlı olmaması koşuluna bağlıdır.
Beşincisi: Temiz kalp sahiplerinin ve doğru söyleyen dillerin takiyeye ihtiyaç duymaması; hasta kalp sahiplerinin ve zehirli dillerin de nifak, ikiyüzlülük yalan, zorba ve hıyanetten geri durması için açıklığı, doğru sözlülüğü ve belirsizlikten uzaklığı barındıracak genişlikte yüreklerin olmasını ümit ediyorum.
Altıncısı: Şia düşüncesi Rafiziliği dışlayan bir görüştür yani adaletsizliği, zulmü ve bastırılmayı dışlar, ancak bununla birlikte din, mezhep, sistem ve toplumların tamamıyla en mükemmel sosyal yaşama sahiptir, çünkü zulüm ve sitem kendi hakkının zayıflatılması pahasına olsa dahi topluca ıslahçılığın ve barışın peşindedir, zira Şia düşüncesi kargaşayı, huşuneti, savaş istemini ve gerginliği dışlar.
Emirü’l Müminin Ali b. Ebi Talip (a.s) bu düşünceyi temellendirmiştir. Savaş meydanının kahramanı ve aslanı olmasına rağmen Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a andolsun ki falan kimse, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel benden akar ve hiç bir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim. Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ula şıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer. Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağ malandığını görüyordum. Ta ki birincisi yolunu tamamla yıp, onu kendinden sonraki falana verdi, gitti.” Ali (a.s) medeni ve toplumsal dinginliğin korunması için zulme tahammül etmeyi bu şekilde bize öğretti. Nitekim yine şöyle buyurmuştur:“Müslümanlar huzur içinde olana kadar ve benden başka kimseye zulmedilmemesi için boyun eğdim.” Emirü’l Müminin’in (a.s) bu buyrukları henüz mürit ve tabilerinin kulaklarında yankılanır.
Bu mukaddemeden sonra konuşmama Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’deki şu yüce ayetiyle başlıyorum: “Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.”
Biz ülke veya halkın güvenliğini tehdit eden veya devlet erkânını gevşeten veya ömrünü azaltan veya organlarının zayıflamasına sebep olan hiçbir şeyi istemedik ve istemeyeceğiz. Bizim istediğimiz şeylerin tamamı, güvenlik ve dinginliği gerçekleştirecek, devlet erkânını güçlendirip kalıcı yapacak ve organlarının güçlenmesine sebep olacaktır. Çünkü biz, Allah Teâlâ’nın kulları için dikkate aldığı ve peygamberlerin Allah Teâlâ’nın dikkate aldığı şeyleri halk arasında uygulamasını istediği hakkın dışında bir şey istemiyoruz. Bu hak, Allah Teâlâ’nın Âdemoğluna saygınca yaşaması için has kıldığı – “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık”– hakka gerçeklik bahşeder. Ne kadar güçlü olursa olsun ve hangi makamda olursa olsun hiç kimsenin insanın izzet ve saygınlığını selp etmeye veya ayaklar altına almaya hakkı yoktur, hatta insanın kendisi bile böyle bir hakkın gerçekleşmesini görmezlikten gelemez. Çünkü bu şeref ve saygınlık, sahibinin koruyup hiç kimsenin ihtiyarına bırakamayacağı hakların sınıfındandır. Bu hak, başkalarının kullanma izninin olmadığı yaşam hakkından daha yüce ve insanın hayat ve bakasının yorumlanması için dayanabileceği bir hak; onsuz hiçbir değeri olmayan izzet ve saygın yaşama hakkıdır.
Akıllı ve şerif insanların tamamının arzusu olan bu saygınlık ve keramet basamaklarının kat edilip geride bırakılması takva aracılığıyla mümkündür ve takva insanı kerametin en yüce derecesine ulaştırır: “Allah katında en değerli/en üstün olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” Bundan dolayıdır ki takva enbiya ve imamların tamamının yaratışlarında kararlaştırılan güzel özellik olup enbiya ve imamların hepsi dostlarına tavsiye etmişlerdir. Çünkü takva hükümetin selamet ve istikrarını korur ve dağılmasının önünü alır. “Binasını takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.”
Hükümetin, takvanın renk ve kokusunu – ki hayır ve istikrarın alt yapısı olup dağılmanın önünü alır – bulundurması için kanunların tamamının ve küçüğüyle büyüğüyle bakanlık ve devlet organlarının hepsinin takvaya ulaşmanın en kısa yolu olan adaletle donanması gerekir. “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
Halka adaletle hükümet etmek, Allah Teâlâ’nın peygamberi Davud’da (a.s) buyurduğu hakkın kendisidir ve keza bu hak, Allah Teâla’nın en hayırlı kulu, nebilerin süruru ve resullerin en şereflisi Muhammed’e (s.a.a) buyrulan ilahi emirle aynıdır: “(Ey Muhammed!) Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum.” Bu ilahi emir hükümet koltuğunda oturan her kesin uyması gereken emirdir: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” Adaletin kâmil olması için halk içinde adaletin dimdik ayakta tutulması dışında bir yol yoktur: “Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” Allah Teâlâ adaletin dimdik ayakta tutulması için anlaşılır delillerle resullerini ve apaçık burhanlarını göndermiş ve halkın adaleti ayakta tutup hiç kimsenin bir diğerine zulüm etmemesi için resullerin eşliğinde kitap, kuşatıcı emirler – ki yargı hükümleri bizi zulümden korur – ve adalet ölçüsünü indirmiştir. Keza Allah Teâlâ, halkın hakları ayaklar altına alındığında cezalandırmak için engelleyici kuvvetli bir güç de indirmiştir ki bu cezalandırma bazen en şiddetli ölçüye yani savaş ve öldürme derecesine kadar ulaşır. Bunların tamamı şehvet ve öfkenin bastırılması için değil; halkın yaşamı, saygınlığı, güvenliği, onların haklarının tamamına riayet edilmesi ve birbirlerine zulüm etmelerinden alı konulması içindir: “Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”
Dolayısıyla hâkimin birisi adil bir hükümetin ikame edilmesi ve diğeri hükümetin kıst/adalet temellerine dayandırılması gibi kuşanması gereken iki önemli sorumluluğu vardır, zira adalet yani hâkim tarafından yapılan zulmün yok edilmesi ve kıst yani halkın birbirine zulmetmesinin önünün alınmasıdır. Adalet ve kıst hükümetinin ikame edilmesiyle insan, haklarının tamamına sahip olur ve yaşamsal, siyasi, iktisadi, sosyal, itikadi, bireysel ve diğer izzet ve saygınlığın tüm boyutlarıyla hayatını sürdürür.
Dolayısıyla hâkimin vazifelerinden iki şey en temel farzlardandır:
Birincisi: Adalete dayalı hükümetin oluşturulması, yani zulmetmemesi.
İkincisi: Kısta dayalı hükümetin oluşturulması yani hiç kimsenin bir diğerine zulüm etmemesi.
Hâkim tarafından adaletin ikame edilmesi ve hâkim ve halk tarafından kıstın ikame edilmesi, güçlü ve kalıcı bir hükümetin temel iki sütunu olup toplumun peşi sıra gittiği ve gerçekleşmesini arzu ettiği isteklerinin özeti budur. Böylelikle sistem; toplumun rızayetini, yapıcı aktiviteyi, dinamik aklı ve istikrarlı güveni gerçekleştirir. Hâkimler adalet ve kısta dayalı hükümetin ikame edilmesine sadık kalsalar, zulüm ve sitem kökünden kazınır ve zulüm ve sitem kökünden kazınırsa, sistemin gemisi şiddetli çalkalanmalarla dolu denizin dalgalarından korunarak sahile çıkar, yaşamın tüm alanlarında güvenliğin gölgesi kendini gösterir ve güvenlik kendini gösterirse iktisat gelişir, servet kaç misli artar, halkın tamamının ihtiyacı karşılanır ve insanların hepsi eksizsiz olarak haklarını elde eder. “Kaimimiz kıyam ettiği zaman adaletle hükümet eder, onun hükümeti zamanında zulüm kökünden kazınır, yollar güvenlik bulur, yeryüzü bereketlerini dışarı çıkartır ve hakların tamamı hak sahiplerine döner.”
Buraya kadar ortaya koyduğumuz konuşmalarımızın arasında bizim isteklerimiz ortaya çıkar; bu isteklerin özeti şunlardan ibarettir:
1. İnancın seçilmesi ve pratiğe dökülmesinde, düşünce ve düşüncelere eğilimlerine tabi olup dile getirilmesinde (itikadi ve düşünsel adalet ve özgürlük) adalet, kıst ve özgürlük.
2. Meslek seçimi ve devlet kuruluşlarının tamamında ve hatta en adil kuruluşunda bile mesleki gelişimde adalet ve kıst (mesleki adalet ve özgürlük).
3. Allah Teâlâ’nın bu mübarek topraklara bahşettiği servetlerden yararlanılmasında adalet ve kıst (iktisadi adalet ve özgürlük).
4. Görüşlerde, düşüncelerde, toplumsal konum ve siyasi katılımlarda adalet ve kıst (siyasi adalet ve özgürlük).
5. Toplumsal ve bireysel konularda adalet, kıst ve özgürlük (toplumsal adalet ve özgürlük).
6. Yargı hükümlerinde adalet ve kıst (yargı adaleti).
İsteklerin gizli saklı kalmaması ve genel söylemler içinde boğulmamak için bazı isteklerin – ki bunların gerçekleşmesi toplumun arzusudur – anlamsal belirsizliğini aydınlatma doğrultusunda açıklamasını yapacağız:
1. Şia mezhebinin kanuni kabulü, resmi tanınması, saygınlığının gözetilmesi ve devlet dairelerinin tamamında Şia mezhebi karşısında insaflı pratik davranış sergilenmesi.
2. Müslüman veya gayri Müslüman her insanın kabul ettiği mezhebe tabi olma hakkı vardır, dolayısıyla Ehlibeyt (a.s) mezhebini kendi mezhebi unvanında seçme, usul ve furuuatını kabul etme ve buna uygun olarak ibadet etme hakkı vardır ve hiç kimsenin Şia mezhebine tabi olan şahsı, mezhebini terk ettirmeye veya dini ibadetlerini uygulamasının önünü almaya veya ona eziyet etmeye hakkı yoktur.
3. Şia mezhebinin haklarıyla uyuşmayan veya Şia mezhebini kenara iten kanunların, sistemlerin ve tedbirlerin tamamın lağvedilmesi.
4. Okul ve üniversitelerde din derslerinin tamamının değiştirilip aşağıdaki seçeneklerin birisiyle yer değiştirilmesi:
a) Din dersi konularının yalnızca mezheplerin ortak noktalarını kapsayacak şekilde yazılması ve ihtilaflı konuların hiçbirisine işaret edilmemesi. Bu, kökten yok sayıcı tekfirciler, başkalarını güç veya silahla kenara itmek isteyenler ve delil karşısında delil ve burhan karşısında burhan getirmekten aciz kimselerin dışında herkesi sevindirecek en güzel seçenektir.
b) Buluğ çağına giren her öğrenci ve üniversitelinin veya buluğ çağına girmeyen öğrencilerin velisi konu başlıklarını seçebileceği şekilde her mezhep için ayrı ders bölümlerinin kaleme alınması.
c) Nüfus çoğunluğu esasına göre ders kitaplarının konu başlıklarının belirlenmesi, yani Katif ve benzeri bölgelerde Şia metinlerinin okutulması.
d) Okul öğrencilerinin nüfus çoğunluğu esasına göre ders konu başlıklarının belirlenmesi, yani Katif ve benzeri bölgelerdeki çoğu okullarda Şia ders metinlerinin tedris edilmesi.
5. Medine-i Münevvere’de Baki Mezarlığında, benzeri ziyaretgâhlarda ve İran ve Irak’ta defnedilmiş imamların (a.s) yüce makamlarına uygun zarihlerin yapılması. Daha önce az tabileri olan küçük bir grubun baskılarına teslim olan devlet, bu gruba, pak imamların kabirlerini viran etme izni vererek sadece Şiaların kalbinde derin yaralar açmakla kalmamış, aksine Ehlibeyt (a.s) dostlarının tamamının gönlünde derin yaralar açmıştır. Devletin, geçmişte yapılan bu yanlışları telafi etmesi ve viran edilen yerlerin tamamının masraflarını kabullenmesi gerekir. Günler, yıllar ve asırların kalplerde bıraktığı bu derin yaralar, söz konusu ziyaretgâhların öncekinden daha iyi yapılması dışında iyileşmeyecektir. Geçmişte ziyaretgâhları viran eden grubun izlediği bu tutuma, kendilerinin bağlı olduğu mezhebin böyle bir kabulü olmaması bir tarafa diğer İslam mezhepleri de bu grupla ihtilaf içindedir. Bu küçük grupla İslam mezheplerinin ihtilafı olduğuna dair en büyük delil, İslam mezheplerinin Peygamber Ekrem’in (s.a.a) kabrini tahrip etmelerinin önünü almalarıdır.
6. Irak, İran, Suriye, Lübnan ve diğer İslam ülkelerinde yaygın olduğu gibi Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Ekrem (s.a.a) ve onun pak Ehlibeyt’ inin rivayetleri esasına dayanan dini ilim ve öğretilerin tedris edileceği ilim havzaları, üniversiteler ve dini kuruluşların yapım izninin çıkartılması.
7. Caferi mezhebi mahkemelerinin şeri büyük mahkemelerden tamamen bağımsızlaştırılması, Şiaların yargı işlerinin her birisinin Caferi mahkemelerinde halledilmesi, halk arasında hüküm ve yargının çıkartılması için yargısal atamaların eşliğinde zorunluluk ölçüsünde Şiaların mahkemesindeki yargıçların yetki alanlarının genişletilmesi ve onların şeri isteklerinin bertaraf edilmesi.
8. Yalnızca içtihada sahip olan fertlerin üyesi olabileceği ve Şiaların işlerinin tamamında geliştirme ve kılavuzluk sorumluluğunu üstlenip onların ihtiyaçlarının giderilmesi için çaba sarf edeceği “Ehlibeyt Fakihleri Şurası” ismiyle Şia âlimlerinin şura oluşturma izninin çıkartılması. Söz konusu bu şuranın iç ve dış müdahalelerden tamamen bağımsız ve korunmuş olması gerekir.
9. Cami, Hüseyniye ve dini kuruluş merkezlerin yapım izninin çıkartılması ve bu tür yapılanmalara engel olacak, durduracak, askıya alacak veya zorluk çıkartacak sorunların tamamının kaldırılması.
10. Dini şiarların tamamının düzenlenmesinde halkın özgür bırakılması.
11. Her türlü resmi medyada dini meselelerin açıklanması için Şiaların nüfus yoğunluğu ve nüfus yoğunluğuna uygun adil alan ve meydanın verilmesi.
12. Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi’de cemaat namazı imamlığında nüfus yoğunluğu ölçüsüyle uygun ve buralarda Şialara yakışır adil payın verilmesi.
13. Şia kitaplarının dışardan içeri girmesi ve bu kitapların içerde basılması için geniş ortamın oluşturulması.
14. Dünya Müslümanlar Birliği ve benzeri kuruluşlar gibi devletin gözetimindeki kuruluşlarda, nüfus yoğunluğu ölçüsüyle uygun ve Şialara yakışır adil payın verilmesi.
15. Bakanlıklar, danışma kurulu ve diplomatik birimlerde üyelik gibi üst makamlara devlet atamalarında, nüfus yoğunluğu ölçüsüyle örtüşen Şialara layık adil payın verilmesi.
16. Kız eğitim sisteminde okul müdürlüğü ve daha yüksek makamlara atamada, nüfus yoğunluğu ölçüsüyle örtüşen Şialara layık adil payın verilmesi.
17. Aramco ve diğer devlete bağlı şirketlere müdürlük ve üst düzeydeki atamalarda, nüfus yoğunluğu ölçüsüyle uygun ve Şialara yakışır adil payın verilmesi.
18. Devlet idarelerinin, kurumlarının, kuruluşlarının ve bunlara bağlı idari birimlerin tamamında mesleki ve idari fırsatlarda, nüfus yoğunluğu ölçüsüyle uygun ve Şialara yakışır adil payın verilmesi.
19. Katif’de halkın ve esnafın ihtiyaç duyduğu önemli ve zorunlu ihtisas bölümlerinin tamamını kapsayacak; kız-erkek öğrencilerinin – hatta yaşça büyük olan veya mezuniyetlerinin üzerinden uzun süre geçen kimseleri bile – içinde barındıracak üniversiteliler için yerleşim bölgelerinin yapılması.
20. Miladi 1979 (1400 h.k) yılında tutuklama sebepleriyle işten atılan işçi ve memurların yeniden göreve alınması, haklarının tamamının geri verilip gelecek koşullarının iyileştirilmesi ve saygın bir yaşamdan faydalanmaya güç yetirmeleri doğrultusunda geçmişte gördükleri manevi ve maddi zararların telafi edilmesi.
21. Siyasi mahkûmların tamamı ve özellikle yıllar yılı kuyu zindanlarına mahkûm edilip aileleri, çocukları, babaları, anneleri, aile bireylerinin tamamı ve toplumları tarafından serbest bırakılması ve saygın bir hayata yeniden dönerek aile fertleriyle yeniden bir araya gelmesi beklenen mahkûmların serbest bırakılması.
22. Sanıya dayalı işsizlik sorununun çözümlenmesi ve saygın yaşam imkânının temin edilmesine – evlilikten sağlıklı aile kurulmasına ve ev sorunundan maddi imkânlarının arttırılmasına kadar – yetecek ücret karşılığı lise ve üniversite öğrencilerinin tamamının işe alınması; – hatta çok zahmetli yöntemlerle – helal rızık peşinde olan kimselerin, işverenler tarafından kullanılmasının önünün alınması hedefine yönelik ilmi ve ameli iş alanları için asgari çalışma saati ve asgari ücret belirlenmelidir.
23. Sorun ve meselelerin birbirinden ayrılması ve sürekli sorun ve meselelere güvenlik eğilimiyle yaklaşılmasından kaçınılması, çünkü sorunların çoğunun güvenlik alanıyla hiçbir irtibatı yoktur, ne var ki siyasileştirilip güvenlik sorunuymuş gibi davranılırsa sorun ve kaosa dönüşür.
24. Toplumdaki grup ve mezheplerin tamamına devletin eşit ölçüde yaklaşımını koruması ve bir mezhebin faydasına ve diğer grup ve mezheplerin zararına olacak davranıştan kaçınması. Zira sonuç itibariyle böyle davranılması devleti darboğaza sokacaktır.
25. Sorumluların ve devlet organlarında çalışanların, halkın şikâyetlerine cevap vermesi ve mazlumların hakkının alınıp hata yapanların cezalandırılması için medeni kuruluş ve hükümet biriminin oluşturulması. Bu kuruluşun valiliklerde olması, devletin güvendiği kimseleri bu kuruluş için temsilci seçmesi ve halkın da kendi arasında devletin belirlediği temsilci sayısınca temsilci belirlemesi çok daha iyidir. Keza zulüm gören kimselerin kendi şehir komitesine başvurmaları için bu kuruluşun her şehirde kendi komitelerinin olması gerekir.
Bu isteklerin sonunda Allah Teâlâ’dan kalplerimizi arındırmasını, dillerimizi temizlemesini, bizim aramızda sevgi ve muhabbet oluşturmasını, bizi bir araya getirmesini, düşmanları mağlup etmesini ve tertemiz tevhit sloganımıza yardım etmesini istiyorum.
“Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Allah’ın selamı Muhammed (s.a.a) ve onun tertemiz Ehlibeyt’ine (a.s) olsun.
Nemr Bakır en-Nemr
18 Temmuz 2007 Miladi
source : abna24