Birgün indi rahmet pınarından bir gül,
Gülden yoksun olan insanlığa…
Ahlaktan, terbiyeden nasibini almamış putperest bir toğluluğa.
O gülle açıldı göğün rahmet kapıları,
O gülle canlandı insanlığın nurlu yanı…
Ya Rabb!
Nasıl bir güldür ki bu:
Uğruna alemler yaratılmış.
Nasıl bir güldür ki bu:
Uğruna canlar feda olmuş.
Güllerin en güzeli ,
Yüce Allah’ın Habibi,
Muhammed Mustafa!
Gül cemaline kurban olayım ey Habip!
Seni soldurmak isteyenlere lanet okuyayım ey Habip!
Senin o mukaddes vücuduna taş atan eller kurusun!
Sana küfürler yağdıran diller tutulsun!
İnsan kılığına girmiş şeytanlara lanet olsun!
Ama seni koruyan ve gözeten Rabb’a hamdolsun.
Bir kez değil binlerce kez hamdolsun;
Muhammed ümmeti olduğum için,
Bu lütfu bana bahşettiği için…
Ey Muhammed
Ne kadar isterdim seninle olmayı, yaşamayı,
O gül cemaline bakmayı…
Sana savaş açanlarla savaşmayı…
Ölümünle birlikte gül bahçeleri hüzün doldu.
Çünkü artık yoktu Habibullah, olamayacaktı.
Ümmet nasıl dayanacaktı onun yokluğuna.
Biricik Fatıma artık kime sığınacaktı?
Ya bir de ümmet delalete düşerse ne olacaktı?
Nitekim olanlar oldu…
O gül dünyadan göçtü!
Herkes hüzne boğuldu.
Fatıma artık Beytül Ahzan’a sığınır oldu.
Ümmete ayrılık tohumları ekildi.
Sanki şahit olmadı mı bunlara?
Kim bilir göklerden bakıp da ne kadar üzüldü ümmetine…
Üzdüler ya seni ey gül.
Ümmetin Seni çok üzdü ey Habip!
Peki ya şimdi?
Şimdi de üzüyoruz seni değil mi?
Gene üzülüyorsun değil mi bu hallerimize?
Yüzüm yok ama bunu söylemeye;
Şefaatçi ol bize.
Yüce Rahman senin hürmetine
Alsın bizi cennetine.
“Allah’ım sen bizi Habibin Muhammed’in şefaatine nail eyle!”