İnsanlarda da durum tamamen böyledir ; İnsan meydana getirmenin de iki boyutu yolu vardır.
1) Her hangi bir eşyanın yapımında izlenen yol. Yani yapı, yalnız kendi maksadını ve çıkarını göz önünde bulundurur ve bu maksadına ulaşabilmek için kişiyi belli bir şekle sokar. Bu arada onu kemale mi erdirdiği, yoksa usranamı uğratığı veya noksanlığından yararlanarak götürdüğü onun için hiç mi önemli değildir.
Sosyal asâlete ki ( nihayet bu sosyal âsâlet de egemenler sınıfına olan özel bir sınıfın asaletine dönüşüvermektedir ) insanlar, egemen tabakanın maksadının daha iyi sağlanabileceği veya onlarca topluma daha yararlı olabileceği bir biçime sokmak isterler insanları ( kişinin mükemmelliğiyle toplumun mükemmelliği arasında tezak disiplinli olup olamadığını ve bir çok meselelerde toplumu mükemmelliğe ulaşmak için kişiyi noksanlaştırmaya mecbur olup olmadığımızı ilerde söz konusunu edeceğiz ) Toplucular, " toplum için ile de şu veya bu tür insanlar meydana getirilmeldir" derler. Ne tür insanları istedikleride onlar için önemli değildirler ? Meselâ, toplumun, verilen emre kayıtsız kalması ve ittat edecek ve komutanının emrinden başka bir şeyi " düşünmüyecek " yüzde yüz disiplinli askerlere ihtiyacı da vardır, derler. Bu durumda eğer bir insan, kendisinde irade ve akıl asâleti olmasını isterse, yani akıl ve düşünce açısından bağımsız olmak ister ve kendisine " verilen bu emri uygulamam gerekir mi ? neden ? diye sorarsa veya bir takım insan-i duygulara sahip olursa onlara göre toplumun işine yaramacaktır. Onların nazarında, zerrece bir değere ve düşüncesi ve şefkâti olmayan kişiler topluma faydalı olurlar. Eğer ona bir bomba verseler ve git şu şehrin üzerine at deseler, orada masum insanların olduğunu, kadın erkek, yaşlı genç... insanların yaşadığını düşünmemelidir ; ne düşünmeli, ne de zerrece şefkat duygusu olmamalıdır ! Tıpkı daha iyi otlayan ve memirmesi için koyun ve ineğin beslendiği gibi, şefkat ve duygu damarlarını onun vücudunda söküp alırlar, fikir özgürlüğü ve bağımsızlığını yitirmesi için yırtıcı bir özellik veririler ona. İşte o zaman tamamıyla onlara yaranabilecek bir insn olur..."
Ancak bu gerçek anlamda bir " terbiye" ve eğitim konumuna getirilemez. " Terbiye'nin "insanın gerçek istidatlarını eğitmek demektir. Eğer o akli, fikri istidat ve meselelerde " niyet ve niçin " sorularına bizatihi sahipse, ondaki bu istidatlar yok edilmemelidir ; aksine gereğince eğitilmeli, eğer orda meselâ merhamet gibi insan-i bir duygu varsa onu terbiye etmelidir. ( ifrat ve tefrit haddini gözeterek tabii ) insancıl duygularla eğitilmelidir.
2-- ) Maksadım ; " fıtrat" meselesiyle " terbiye " meselesinin yekdeğeriyle çok yakından ilgili şeyler olduğudur.
Bugünkü insan-i felsefelerde ve sosyolojilerde önemli kavramlardan birisi " Tarihin tekâmülü " sorunudur. Eğer insan için fıtratı kabul edecek olursak " Tarihin tekâmülü" nü özel bir şekilde izâh etmeli ; ancak, fıtratı kabul etmezsek ki, ( bügünkü okulların birçoğu fıtratı tamamıyla inkâr etmektedir ) bu kendi itidari çıkarların doğrultusunda onlarca üstün bir kavramdır. "Tarih'in tekâmülü" ne başka bir izâh getirmeliyiz düşüncesindeyim.