Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Allah hakkı ve kul hakkı veya hakullah ve hakkunnas (Arapça: حقاللّه و حقالناس), Fıkıh ve hukukta yer alan ünlü iki kavramdır. Allah hakkından maksat, Allah’ın kulları üzerindeki hakları; kul hakkından maksat ise can, mal ve ırz güvenliği dâhil olmak üzere insanların bir birlerine olan haklarıdır. Tüm dini vazifelerin Allah hakkı yönü olduğu gibi bazılarının kul hakkı yönü de vardır.
Bu haklardan bazıları vacip, bazıları ise müstahaptır. Vacip bir hakkın zayi edilmesi durumunda tövbenin yanı sıra vacip namazların kaza edilmesi veya insanlara ait (çalınan, gaspedilen veya haksızlıkla alınan) malların sahibine geri verilmesi gibi bir çok yerde bu hakların telafi edilerek eda edilmesi gerekir. Kul hakkı tövbe ile bağışlanmamaktadır. Bunun için tövbenin yanı sıra hakkına geçilen insanın haklarının iade edilmesi veya hak sahibinin hakkını helal etmesi gerekir.
Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti, kul hakkı ile ilgilidir. Hadislerde Allah ve kullarının haklarının eda edilmesine oldukça vurgu yapılmış ve insanın boynunda bulunan kul hakkının kişinin dualarının kabul olmamasına neden olacağı ileri sürülmüştür.
Etimoloji
Allah hakkı ve kul hakkı, fıkıh ve hukukta yer alan ünlü iki kavramdır. Allah hakkından maksat, Allah’ın kulları üzerindeki hakları; kul hakkından maksat ise can, mal ve ırz güvenliği dâhil olmak üzere insanların bir birlerine olan haklarıdır. Tüm vacip ve haram hükümler Allah hakkıdır.(1) Mali veya mali olmayan başkalarını kapsayan haklar, aynı zamanda kul hakkı veya insan hakkıdır da. Bu iki terimin edebiyat ve yaygın örfte daha has bir manası vardır: Başkaları için hukuki bir etkisi olmayan, yalnızca Allah’a yakınlık için yerine getirilen ibadet hükümleri, Allah hakkı olarak belirtilmiş, buna karşın, kişilerin kendilerine has dünyevi hak ve çıkarlarını korumak ve onların haklarını tespit için konulmuş haklara kul veya insan hakkları denmiştir.(2)
Bazı fakihler, hakları (özellikle kul hakkının Allah hakkı mukabilinde kullanıldığı zaman) üç bölüme ayırmaktadırlar: halis kul hakkı: insanların can ve malına riayet etmek gibi haklar; halis Allah hakkı: namaz, oruç kılmak gibi haklar; Allah hakkı ve kul hakkı: zekât ve hums gibi Allah ve kul hakkı yönü olan haklar.(3)
Hadislerde ve fıkıh kaynaklarında, kul hakkı yerine; abd/kul hakkı, kulların hakkı, insan hakkı, insanların hakları ve Müslümanların hakları gibi ifadeler kullanılmıştır.(4)
Kur’an ve Hadislerde Hakların Önemi
Allah hakkı ve kul hakkının Kur’an’da çok özel bir yeri vardır. Bir çok ayette namaz, Allah haklarının sembolü, zekât ise kul haklarının sembolü olarak zikredilmiştir.(5) Mutaffifin, Hucurat ve Hümeze gibi sureler, kul haklarına yöneliktir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti olan Bakara suresinin 282. Ayeti de kul hakkı ile ilgilidir. Allame Tabatabai, tüm Allah haklarını iki cümle ile özetlemiştir: dini öğrenmek ve amel etmek.(6) Açıktır ki bu iki konu tüm dini vacip ve haramları kapsamaktadır.
Kul Haklarının Yeri
Bazı hadisler, kul hakkını Allah hakkından daha önemli bilmiştir, zira kul hakkı, aynı zamanda Allah hakkıdır, ancak Allah hakkı kul hakkı değildir. Her kim günah işlerse fakat Allah’a borçlu olur, ancak insanların haklarının zayi olmasına neden olan bir şey yaparsa, Allah hem hak sahibi olur.
Şia İmamları (a.s), müminlerin haklarını eda etmekten daha üstün bir ibadet çeşidi yoktur demişlerdir. (notlar1) Yine mümine borçlu kalmak ve hakkında hıyaneti müminin konumundan uzak bilmektedirler.(notlar2) İmam Hüseyin (a.s) Aşura gecesi yârenlerinden üzerinde kul hakkı olanların ordusunda yer almamasını istemiştir.(notlar3) İnsanların tövbesi bile Allah ve kul haklarının eda edilmesi ile kabul olmaktadır.(notlar4)
Hz. Resulullah Efendimizden (s.a.a) nakledilen “menahi hadisi”nde; kişi yerine getirme gücü olduğu halde boynunda olan hakkı ödemezse, her gün amel (defterine) zalim bir reisin günahı kadar günahın yazıldığı belirtilmiştir. Altıncı imam, Hz. İmam Cafer Sadık (a.s), insanın kıyametteki en zor halinin zekât ve humusa müstahak olanların kişinin önünü keserek hakkını istedikleri: Allah’ım! Bu kişi malının zekât ve humusunu bize vermedi, dedikleri ve Allah’ın da bu kişinin iyiliklerini onlarla değiştirdiği, haldir demiştir.
Dini açıdan, kul hakkı insanların malına özgü değildir, insanın can ve ırzını da kapsamaktadır.(notlar5) Hatta insanları yersiz bir şekilde korkutmak, huzursuz etmek, rahatsız etmek de kul hakkı olarak sayılmış ve kıyamette ağır cezaları gerektirmektedir.(notlar6)(notlar7) Alay etmek, iğnelemek, kişinin şahsiyet ve onuruyla oynamak, sırlarını ifşa etmek de şiddetle yasaklanmış haklardandır.(notlar8)notlar9) İnsanlara zulüm ve kul hakkı, aynı zamanda duaların kabul olmama nedenlerindendir.(notlar10)
İmam Seccad’ın Hukuk Risalesi
Allah ve kul haklarının açıklayan en kapsamlı ve en veciz hadislerden birisi İmam Seccad’dan (a.s) nakledilen hukuk risalesi adlı hadistir. Bu hadiste İmam Zeynel Abidin (a.s) Allah’ın en önemli haklarını, imamların, yöneticilerin, cemaat imamlarının, anne, baba, eş, çocuk, komşu, öğretmen, öğrenci… Haklarını belirtmiştir.
Teşhis Ölçüsü
Allah hakkını kul hakkından ayırmak ve teşhis etmek için bir takım kaideler belirtilmiştir. Bunların en önemlilerinden birisi Allah hakkının umumi ve kamu yararı yönünün bulunması, kul hakkının ise ihtisasi ve özel bir yönünün bulunmasıdır. Yine Allah hakkı, (günahkâr kişinin tövbe etmesi gibi bazı özel durumlar dışında) (zarara uğrayan) insanların razı olması ile insanın boynundan kalkmaz ve hakeza Allah hakkı olan günahlarda (zina gibi, bireyin) kendisine karşı yapılan haksızlık ve suçu bağışlaması ile cezalandırma işlemi sakıt olmaz, oysa bazı kul hakları, bağışlanma veya intikal özelliğine sahiptir.
İran Yüksek Yargı Konseyinin görüşüne göre, suçlarla ilgili konularda, her zaman Allah hakkı ve suçun umumi olma yönü dikkate alınarak tercihte bulunulmakta ve kişilerin razı olmaları cezaların düşmesine neden olmamaktadır…(7) İran Yüksek Yargı Konseyinin görüşüne “Birey veya belli bir toplumun zararına neden olan suçlar kul hakkı; düzen ve sistemde kargaşa ve düzensizliğe neden olan, sosyal ve umumi haklara zarar veren suçlar ise Allah hakkı olarak sayılmaktadır…”(8)
Bu İki Hak Arasındaki Farklı Hükümler
Halis ve mutlak olarak nitelenen Allah ve kul hakları, özellikle yargı ve şehadet baplarında derin farklara sahiptir. Bu farkların en önemlisi şuradan kaynaklanmaktadır ki (bilhassa suçlar ve cezalandırmalar konusundaki) Allah hakları ile ilgili hükümler, hoşgörü, tolerans ve hafifletici sebeplere tabidir, buna karşın kul hakları dikkat, titizlik ve ihtiyata tabidir.(9) Buna göre, şüphe ve kuşku durumlarında hududun icra edilmemesi söylenmiştir.(10)
İkisi arasındaki farklardan bazıları şunlardır:
* Allah hakkının yargıç ve hâkim karşısındaki ispatı daha zordur, zira Allah hakkı; bir erkek ve iki kadının tanıklığı veya erkeğin yeminle birlikte tanıklığı veya kadınların yalnızca tanıklığı ile ispat edilememektedir, ancak buna karşın bazı kul hakları, bu tanıklıklarla ispat edilebilmektedir.(11)
* Allah hakkıyla ilintili konuların icra edilmesi birisinin talep etmesine bağlı değildir, ancak kul hakkında hak sahibinin bunu talep etmesi gerekmektedir.(11)
* Allah hakkında “teberrü şehadet” kabul edilmekte, ancak bazı fakihlere göre, kul hakkı olduğu yerlerde hak sahibinin yargıçtan şehadet talep etmesinden sonra yargıcın şahitlerden istemesi ile ikame edilmektedir.(12)
* Kul hakkı olan yerlerin aksine Allah hakkı olan yerlerde yargıç, suçluyu ikrar etmekten vazgeçirebilir.(14)
* Allah hakkı olan yerlerde, yargıcın orada olmayan kayıp kişi hakkında yargı ve hükümde bulunmaya hakkı yoktur.(15)
* Allah hakkı ile ilgili davalarda, müştekinin şahidi olmaz ve sanık da ikrar etmezse iki taraftan da yemin etmesi istenmez.(16)
Allah Hakkı
Yalan konuşmak, namahreme bakmak, zina etmek… gibi bazı günahlar tövbe ile temizlenmektedir. Ancak namaz kılmamak gibi bazı günahlar, tövbenin yanı sıra namazların kaza edilmesine de gerektirmektedir.
Kul Hakkı
Hırsızlık, faiz, gıybet, töhmet, iftira, dil yarası, onurla oynanması… vb. gibi günahlar, Allah’a istiğfar ve tövbenin yanı sıra, kişi veya kişilerden helallik alınması ve haklarının telafi edilmesini de gerekli kılmaktadır. Hatta Allah yolunda şehit olmak bile bu tür günahları telafi etmemektedir.(notlar1)
Ergenlik ve Buluğ Öncesine Ait Kul Hakları
Eğer bir kişi çocukluğunda birey veya bireylere zararda bulunmuşsa, borçlu, tazmin etmeye mecbur ve sorumludur. Eğer çaldığı veya gasp ettiği mal halen mevcutsa onu geri vermelidir; eğer mal mevcut değilse bir şekilde onu telafi etmeli veya mal sahibini razı ederek helallik almalıdır. Eğer hak sahibi ölmüşse varislerine kişinin hakkını geri vermelidir...(17)
Çocukların anne ve babaları çocuklarının zarar ve ziyanlarını o anda telafi edebilir ve çocuklarını bu şekilde başkalarına borçlu bırakmayabilirler. Bu hem çocuklara konunun önemini vurgulamış olur ve hem de başkalarının haklarına saygılı olmalarını sağlar.
Notlar
“ما عُبِدَ اللّه بِشَیء اَفضَلُ مِن اَداء حَقّ المُؤمن”, Mizanu’l-Hikmet, c. 2, s. 481.
Ebu Sumame şöyle diyor: “İmam Bakır’ın (a.s) yanına giderek şöyle dedim: ‘Fedanız olayım! Ben Mekke’de yaşamak isteyen birisiyim, ancak Mürcie mezhebine mensup birisi benden alacaklıdır ve ben ona borçluyum. Sizin görüşünüz nedir; vatanıma dönüp o kişiye olan borcumu mu ödemeliyim? Yoksa o kişinin batıl bir mezhebe mensup olduğunu göz önünde bulundurarak borcumu geciktirerek bu şekilde Mekke’de mi kalmalıyım?’ İmam Muhammed Bakır (aleyhi selam) şöyle buyurdu: ‘Alacaklı olduğun kişinin yanına git ve borcunu öde. Öyle bir şekilde yaşa ki ölüm anında ve Allah’la mülakat ettiğinde boynunda başkalarının bir alacağı ve talebi olmasın, zira mümin asla hıyanet etmez.” Biharu’l-Envar, c. 103, s. 142.
Musa bin Umeyr adlı bir kişi İmam Hüseyin’in (a.s) babasının imamın yârenlerinin arasından ayağa kalkarak yüksek sesle şöyle demesini emrettiğini nakletmektedir: ‘Halka borcu olan kimsenin benim ordumun içinde bulunmaya hakkı yoktur. Zira medyun olup da ölen ve sonra borcu eda edilmeyen kimse yoktur, ancak borcundan dolayı ateşe atılır. “ناد فی الناس ان لا یقاتلن معی رجل علیه دَینٌ” İhkaku’l-Hak, c. 19, s. 430.
Naha hanedanı ileri gelenlerinden birisi İmam Bakır’ın (aleyhi selam) huzuruna gelerek şöyle dedi: ‘Ben Haccac’ın (katliamları ile meşhur vali) zamanında her zaman tağut hükümetlerin komutanlarından biriydim. Tövbe edersem tövbem kabul olur mu?’ İmam (a.s) sustu ve bir şey demedi. Adam yeniden sordu. İmam Bakır (a.s) bu kez şöyle buyurdu: ‘yapamazsın, ancak tüm hak sahiplerinin haklarını vermen gerekir.” “لا، حتّی تؤدّی الی کل ذی حق حقّه”, Kâfi, c. 2, s. 331.
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin her şeyi; ırzı, namusu, malı ve kanı haram ve muhteremdir.” الْمُؤْمِنُ حَرَامٌ کُلُّهُ عِرْضُهُ وَ مَالُهُ وَ دَمُ, Biharu’l-Envar, c. 74, s. 160.
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim mümin birisini üzer ve ardından tüm dünyayı ona bağışlarsa, bu onun kefareti olmaz ve karşılığı sayılmaz.”, مَن اَحَزن مُومِنا ثُم اَعطاهَ الدُنیا لَم یکُن ذَلک کَفارتُه ولَم یوجَر عَلیه Kâfi, c. 5, s. 125.
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir mümine korkutmak için bakarsa, Allah Azze ve Celle, Allah’ın gölgesi dışında hiçbir gölgenin olmadığı (kıyamet) günde onu korkutur.” El-Kafi, c. 2, s. 369.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim mümin birini başka müminlerin içinde maskara eder alaya alırsa, en kötü bir biçimde ölür ve hiçbir zaman hayır yüzü görmemesinin yeri vardır.” El-Mahasin, c. 1, s. 101.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim birisinin bir yanlış yaptığını anlar, onu gizlemez ve ifşa ederse ve ardından tövbe etmezse, Allah nezdinde günah işleyen ve müminin günahını ifşa etme günahını da üstlenen kişi gibi olur, öyle ki Allah günah işleyen müminin günahını onuruna sürülen lekeden dolayı bağışlar.” Hakunnas, Rahimi, Abbas, s. 117.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlerden her kim duasının kabul olmasını istiyorsa, kazancını temizlemeli, insanların haklarını geri vermelidir. Şüphesiz Allah, karnında haram (lokma) olanın veya kullarından birinin hakkı üzerinde olanın duasını yukarı kaldırmaz (yani kabul etmez). Biharu’l-Envar, c. 90, s. 321.
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehitten akan ilk kan, günahlarının kefaretine neden olur, ancak kefareti eda edilmesine bağlı olan üstündeki borçlar (mal, para, hak) hariç. Vesailu’ş-Şia, c. 13, s. 85.
ABNA24.COM
WİKİSHİA.NET
Dipnotlar
“أَكْبَرُ حُقُوقِ اللّهِ عَلَيْكَ مَا أَوْجَبَهُ لِنَفْسِهِ تَبَارَكَ وَ تَعَالَى.” İmam Zeynel Abidin, Hukuk Risalesi.
Kitabu Mustalahat el-Fıkh, s. 215.
El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 8, s. 163; el-Kavaid ve’l-Fevaid, fi’l-Fıkh ve’l-Usul, kısım. 2, s. 42, 43.
Kafi, c. 7, s. 220, 413; Vesailu’ş-Şia, c. 28, s. 57, 29 ve c. 29, s. 174.
El-Mizan, c. 20, s. 97.
El-Mizan, c. 2, s. 444.
Ayini Dadresi Keyferi, c. 1, s. 162, dipnot.
Sukut Mücazat der Hukuk Keyferi İslam ve İran, s. 114.
Şeraiu’l-İslam, kısım, 4, s. 875.
Mesaliku’l-Efham, c. 13, s. 469.
El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 7, s. 248, 249.
Dirasat fi Velayeti’l-Fakih, c. 2, s. 201.
Mebabi Tekmiletu’l-Minhac, c. 1, s. 107.
Mukaddes Erdebili, c. 12, s. 91.
Bkz. İbn Kudame, c. 11, s. 486.
El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 8, s. 215, 216; İbn Kudame, c. 12, s. 127, 128.
Camiu’l-Mesail Fazil, c. 1, s. 387.
Kaynaklar
* Pejuh Websitesi.
* Danışnamei Cihan İslam.
* Mahmut Ahundi, Ayini Dadresi Keyferi, c. 1, Tahran, ş. 1368.
* İbn İdris Hilli, Kitabu’s-Serair el-Havi Li-Tahriri’l-Fetava, Kum, 1410.
* İbn Abdusselam, Kavaidu’l-Ahkâm fi Mesalihu’l-Enam, Beyrut, 1998.
* İbn Kudame, el-Muğni, Beyrut ofset baskısı, 1983.
* Mecmua Ceraim ve Mücazat ha, Tahran, Muavinet Pejuheş, Tedvin ve Tankih Kavanin ve Mukarerat, üçüncü baskı, ikinci tashih, 1385.
* Şiri, Abbas, Sukut Mücazat der Hukuk Keyferi İslam ve İran, Tahran, merkez İntişarat Cihad Danişkahi Şehit Beheşti, 1372.
* İbn Kudame Mukeddesi, eş-Şerhu’l-Kebir, Rıza Üstadi, Hakkullah ve Hakkunnas, Nur Ali.
* Hürrü Amuli, Ali Hüseyni Milani, Kitabu’l-Kaza, Takrirat Dersi Ayetullah Gulpeygani, Kum, 1413.
* Ahmed Huseri, Nazariyetu’l-Hukm ve Mesadiri’t-Teşri fi Usulu’l-Fıkhu’l-İslami, Beyrut, 1986.
* Muhsin Hekim, Müstemseku’l-Urvetu’l-Vuska, Kum ofset baskısı, 1404.
* Ebu’l-Kasım Hoi, Mebani Tekmletu’l-Menahic, 1975.
* Vehbet Mustafa Zuheyli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletuhu, Dımeşk, 1984.
* Muhammed bin Mekki Şehidi Evvel, el-Kavaidu ve’l-Vefaid, fi’l-Fıkh ve’l-Usul ve’t-Arabi, Abdulhadi Hekim baskısı, Necef, Kum ofset baskısı.
* Zeynuddin bin Ali Şehid Sani, Mesaliku’l-Efham ila Tenkihu Şeraiu’l-İslam, Kum, 1413.
* Muhammed bin Hasan Tusi, el-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, Tahran, el-Mektebetu’l-Murtazeviye, 1387.
* Hasan bin Yusuf Allame Hilli, Tahriru’l-Ahkâm eş-Şeria ale Mezhebi’l-İmamiye, İbrahim Bahadiri baskısı, Kum, 1420.
* Kuleyni, Kâfi.
* Ali bin Muhammed Maverdi, el-Havi el-Kebir fi Fıkhi Mezhebi’l-İmami Şafi, Şerh Muhtasar el-Mezeni, Ali Muhammed Muavvez ve Adil Ahmed Abdulmevcut, Beyrut, 1994.
* Cafer bin Hasan Muhakkik Hilli, Şeraiu’l-İslam fi Mesaili’l-Hilal ve’l-Haram, Sadık Şirazi baskısı, Tahran, 1409.
* Ali Meşkini, Kitab Mustalahat el-Fıkh, Kum, ş. 1379.
* Ahme bin Muhammed Mukaddes Erdebili, Mecmeu’L-Faide ve’l-Burhan fi şeri İrşadi’l-Ezhan, c. 12, Kum, 1414.
* Muhammed Ali bin Hüseyin Mekki Maliki, Tehzibu’l-Furuk ve’l-Kavaidi’s-Sünnet fi’l-Esrari’l-Fıkhiyye, Ahmed bin İdris Karafi.
* Hüseyinali Muntezeri, Dirasat fi Velayeti’l-Fekih ve Fikhi’d-Devleti’l-İslamiye, Kum, 1411.
* Muhammed Hasan bin Bakır Necefi, Cevahiru’l-Kelam fi Şerhi Şerai’l-İslam, Beyrut, 1981.
* Ahmed bin Muhammed Mehdi Neraki, Müstenedu’ş-Şia fi Ahkami’ş-Şeriat, c. 17, Kum, 1419.