Günümüzde Batı dünyasının tüm medya organları ve kitle iletişim araçlarının tüm çabaları barış ve hoşgörü ve sevgi dini olan İslam dininden şiddet yanlısı ve gerçek dışı bir imaj sunma üzerinde odaklanmış ve dünya genelinde ve özellikle Batılı ülkelerde İslamofobia dalgası yükseltilmektedir. Bugün Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanlar sırf Müslüman oldukları için ve sırf inanç özgürlüğünden yararlandıkları için türlü ırkçı saldırılara ve şiddet uygulamalarına ve tacizlere ve hakaretlere maruz kalmaktadır. Filistin, Yemen, Myanmar ve Bahreyn gibi bazı ülkelerde Müslümanlar katlediliyor veya yakılıyor ve beşeriyete karşı suçlara ve soykırıma maruz kalıyor.
Gerçi sapkın Vahabi tarikatı ve radikal selefi akımların yanlış öğretileri ve uygulamaları bu olumsuz imajın yaratılmasında etkili olmuştur, ama yine de esas mesele küresel sulta düzeninin kutsal İslam dinini karalama politikasıdır.
Oysa semavi İslam dini 1400 yılı aşkın bir süredir insanların eşitliğine ve özgürlüğüne vurgu yapıyor ve tüm insani asil ve öz ilkeleri tüm insanların hangi renkten ve ırktan olursa olsun saadeti uğruna tanıyor.
Buna göre şimdi İslamî insan hakları günü İslam’ın insani boyutlarını ve insan hakları anlayışını beyan etmek ve dünyayı bu ilahi dinin asil ve öz hakikatleri ile tanıştırmak için uygun bir fırsat sayılır.
İran’ın resmi takviminde 5 Ağustos günü, İslamî insan hakları ve insani keramet günü olarak adlandırılmıştır. İslam işbirliği teşkilatı İİT’ye üye ülkelerin İslamî insan hakları bildirgesini yayımlaması, İslam ülkeleri İslamî düşünce temelinde insan hakları ve insani kerametin çerçevelerini belirleyen bir bildirge yayımlamaları ve böylece evrensel insan hakları bildirgesinde İslamî çerçevelerle çelişki arz eden konulara karşı topluca bir tepki vermeleri ve insan haklarına İslamî şeriatin bakışını sunmalarına bir zemin oluşturdu.
Kahire bildirgesi İslamî açıdan insan haklarını beyan ediyor ve evrensel insan hakları bildirgesi ile köklü farklılıklar arz ediyor ve özellikle insan hakları ile ilgili batılıların bakışındaki bazı eksiklikleri ve yanlışları düzeltiyor.
Örneğin İslamî insan hakları bildirgesinin en değerli özelliklerinden biri, evrensel insan hakları bildirgesinde gözetilmemiş noktalara temas etmesidir. Söz konusu bildirge sömürü ve sömürücülüğü yasak ilan ederek bu durumlarla mücadeleyi tüm insanların hakkı olarak tanımlıyor ve açıkça türlü sömürüleri köleliğin en kötü biçimleri olarak boykot ediyor.
İslamî insan hakları bildirgesi sömürüden kurtuluşu ve kendi kaderini belirlemeyi, sömürülmekten acı çeken tüm milletlerin hakkı olarak tanıyor ve tüm milletlerin ve devletlerin bu yıkıcı afetin kurbanı olan insanlara yardım etmekle yükümlü hale getiriyor.
Kahire bildirgesi adı ile anılan İslamî insan hakları bildirgesi ayrıca her türlü ahlaki fesattan arınmış pak bir ortamda yaşamayı ve ölümden sonra insanların hürmetinin korunmasını birer hak olarak vurguluyor. Yine bu bildirge, hükümet ve iktidarın gücünü hakime veya hakim sınıfa devredilen bir emanet şeklinde tanımlıyor ve emaneti korumanın gereği bu gücün kötüye kullanmaması gerektiğini vurguluyor. Buna göre her türlü diktatörlük ve istibdat ve gücü her türlü kötüye kullanmak emanete ihanet şeklinde tellakki edilerek yasak ilan ediliyor.
Dünyada var olan tüm dinler, inançlar ve mezhepler gözden geçirildiğinde, eşrefi mahlukat, yani insanların haklarına en güzel bakış ve yaklaşımın İslam’ın bakışı ve yaklaşımı olduğu anlaşılıyor. Nitekim Kur'an'ı Kerim’in güzel tabirleri ve masum imamların –s– nurani beyanatı bu gerçeği yansıtıyor. Yüce Allah Hucurat suresinin 13. Ayetinde şöyle buyuruyor:
... Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.
Kuşkusuz en takvalı beşeri unsur, tüm insani kerametleri taşıyan ve koruyan unsurdur ve insan haklarının en büyük koruyucuları da İslam’ın elinde yetişen insanlardır.
İslam dinine göre tüm insanlar, ister Müslüman, ister gayri müslim ve hatta suçlu ve günahkar insanlar insani keramete sahiptir ve bu bakış, ilam dininin insana ve hürmeti ve kerametinin korunma zaruretine yönelik bakışının ne denli derin olduğunu yansıtır.
Yüce Allah peygamberinin dilinden insanların arasında hakları ve insani kerametlerinin korunmasına vurgu yapan nurani bir cümlede bu konuya vurgu yapıyor. İslam Peygamberi –s– bir hadiste şöyle buyuruyor:
Ey insanlar, bilin ki Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Dolaysıyla ne Arap aceme, ne acem araba ve ne kızılderili siyah deriliye ve ne de siyah derili kızılderiliye nazaran üstündür ve üstünlük kriteri ancak takvadır.
Hz. Ali –s– da bu konuda valisi Malik Eştere hitaben tüm insanlara ister Müslüman ister gayri müslim olsun sürekli iyi davranmasını tavsiye ederek şöyle buyurmakta: Toplumun bireyleri iki kesimdir; ya senin din kardeşindir, ya da senin gibi insan ve Allah’ın mahlukudur.
Özgürlük, irade ve yetki, insanların zati kerametinin en önemli bileşenleridir ve İslam öğretilerinde de vurgulanmıştır. Bu konuda İslam Peygamberi –s– şöyle buyurur: hiç bir şey yüce Allah katında insanlardan daha saygın değildir. Allah Resulü’nden –s– acaba melekler de mi? diye sorulduğunda şöyle karşılık verir: Evet, zira melekler de güneş ve ay gibi mecburdur, ancak insan hür irade ile yaratılmıştır.
İslam dini Batılı insan hakları belgelerinde gözetilen zati kerametten başka insani kerametin bir başka çeşidinden de söz ediyor, ki o da değersel veya elde edilen ve kazanılan keramettir. Bu keramet, insanın hür iradesi ile elde ettiği keramettir ve insanın nihai değeri de bu kerameti ile ölçülür. Değersel veya kazanılan keramet, insan hür iradesi ve zati yeteneklerini ahlaki fazilet elde etme ve gelişme yolunda kullanarak elde ettiği keramettir. Bir başka tabirle gerçi tüm insanlar şan ve haysiyet bakımından eşittir, ancak her insan kendi yeteneklerini harekete geçirerek insaniyetin kemal mertebelerini aşarak yüce derecelere ulaşabilmeye muktedirdir.
İslam dini insanlara zati olarak yüce değer ve kişilik tanır ve insanı Allah’tan başka hiç kimsenin kulu bilmez. İslam dininde özgürlük, Allah’tan başkasının kulluğundan ve hakimiyetinden kurtulmaktır. İslam dininde özgürlük, insanlar onunla saadet yolunu seçtikleri bir muhibettir. İslam dini özgürlük habercisidir, zira insanları saadet ve kemale erme yolunu seçmekte ve bu yoldaki engelleri ortadan kaldırmakta hür bırakmıştır. Dolaysıyla İslam dininde özgürlük, her türlü şarttan ve yükümlülükten bağımsız olma anlamına gelmez. Hiç bir mahluk ister insan ister başkası, hiç bir sınırı tanımadan kemale ermesi mümkün değildir.
Özgürlük, insanın zati yeteneklerinin ortaya çıkmasına ve gelişmesine mani olan her türlü engelden ve kısıtlamadan kurtulmaktır. İnsan Allah vergisi fikri, cismi ve manevi yetenekler olmak üzere bir dizi yetenekleri vardır ve bu yeteneklerini keşfetmesi ve kullanması gerekir ve başka insanlar bu yeteneklerin ortaya çıkmasına mani olmamalıdır. Demek ki İslam dinine göre özgürlük, engellerden kurtulmak ve özgür olmaktır.
Yüce Allah Araf suresinin 157. Ayetinde peygamberinin risaletine ve İslam dininin sonuçlarına işaret ediyor ve o hazretin insanları İslam’a davet ederek, ayaklarında ağırlık eden ve hareket etmelerine ve yükselmelerine ve insani kemale ermelerine engel olan zincirleri açtığını buyuruyor.
İslam dinine göre renk, ırk, cinsiyet ve benzeri özellikler hiç bir insanı başka insanlardan üstün hale getirmiyor. zira İslam dini tüm insanları hür biliyor. Fransa devriminin önemli belgelerinde yer alan ve günümüzde Batılılarca sürekli dile getirilen her insan hür doğmuştur, cümlesi bundan 1400 yüz önce Müslümanların önderi Hz. Ali –s– tarafından beyan edilmiştir. O hazret oğlu İmam Hasan Muctaba’ya hitaben şöyle buyurmuştur: Allah’tan başkasının kulu olma, zira Allah seni hür yaratmıştır.
İslam dini insanları saadet ve kemal yolunu seçmek ve bu yoldaki engelleri ortadan kaldırmak ve uygun şartları oluşturmakta hür bırakmıştır. Dolaysıyla insan hür iradeye sahip olan bir mahluktur. Ancak İslam dininde özgürlüğün, yükümlülük adında bir başka yüzü de söz konusudur. Aslında insanlar hürdür, çünkü amellerine karşı sorumludur ve kendilerini her an sorgulanmakla karşı karşıya görmektedir. Bu yüzden bir Müslüman aralarında özgürlüğün de bulunduğu tüm mevcut imkanlardan en makul biçimde yararlanmaya çalışır. Bir başka ifade ile Müslüman insan özgürlüğün yanında fıtratı ve şeriatinin getirdiği kısıtlamaları da kabul eder ve böylece dünyevi ve uhrevi saadet yolunda ilerlerken başkalarının özgürlüğüne ve haklarına mani olmaz.
Oysa Batılı liberal ideolojisinde özgürlük, yükümlülükle çelişki arz eder, zira Batı’nın düşüncesinde özgürlüğün kökü ve kaynağı, insani istek ve eğilimlerdir. Batı’nın özgürlük anlamı, sorumluluk ve yükümlülükten bağımsız ve özgür olmaktır. Batılı filozoflara göre insan bir dizi istekleri olan bir mahluktur ve bu isteklere göre yaşamak ister ve bu istek ve eğilim onun özgür hareket etmesinin kaynağı olmalıdır. Bireyin özgürlüğünü kısıtlayan şey ise başkalarını istek ve eğilimleridir ve başka hiç bir kural ve çerçeve insanın özgürlüğünü ve eğilimlerini kısıtlayamaz. Ancak bu tarzda bir özgürlüğün bir nevi başı boş bırakılan hayvani bir özgürlük olduğunu ve buna göre bu tür insani özgürlükle hayvani özgürlük arasında hiç bir fark bulunmadığı belirtilmelidir.
Başta İslam dini olmak üzere dini kavramların insan hakları üzerine yapılan vurguda ifa ettikleri rol ve insanların adalete ve başkalarının haklarına saygı göstermeye teşvik edilmeleri, eşsiz bir konudur. İslam dini zuhur ettiği ve Allah Resulü –s– ilahi risaleti üstlendiği günden itibaren bu semavi dinin tüm insanlara mesajı, başkalarının haklarına saygı göstermek olmuştur. Şimdi bu semavi dinin yüce öğretilerinin sadece küçük bir bölümü beyan edildikten sonra beklenen o ki insanlar İslam’ın önemli ve hayati kavramları üzerinde daha derin düşünerek bu konuda daha adil bir şekilde yargıda bulunmalıdır.