Amerika Birletik Devletleri'nin bütün müttefikleri ile olduğu gibi Türkiye ile olan ilişkisi de bir tahakküm eden ve tahakküm edilen denklemi üzerinden yürüyordu. Özellikle soğuk savaş döneminde bu denklemin sahaya yansıması oldukça net bir şekilde gözlemlenebiliyordu.
Tahakküm eden ve tahakküm edilen ilişki biçimi Türkiye ile birlikte özellikle Almanya, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerde çok daha net bir şekilde kendini ortaya koyuyordu. Bu ülkeler görünürde bağımsız olmakla birlite, esasa taalluk eden noktalarda izlenecek politikaları belirleyen hep Amerika olmuştur. Bu ise fırsatlar oluştuğunda tahakküm eden ve tahakküm edilen ilişki denklemini ortadan kaldıracak hamleleri ortaya koyabilecek şartları gözleyen bir siyasi bilinçaltı oluşturdu.
Soğuk savaş döneminin bitmesi ile birlikte zamanımıza kadar uzanan süreçte bu siyasi bilinçaltı farklı oranlarda su üstüne çıkma sinyalleri verdi. Türkiye'de de böylesi bir gelişmenin olduğu yönünde bir yaklaşım söz konusu. Böylesi bir yaklaşımın varlığına dair ortaya çıkan veriler veya bu çerçevede tespitler içeren analizlerin sayısı giderek artıyor.
Temel soru şu: Türkiye ile Amerika arasında meydana gelen sürtüşme, mevzi karakterli mi yoksa aslında olması beklenilenin zamanla iyice ete kemiğe bürümüş hali mi? Yani mevcut iktidar olmasa bile aslında dünyada meydana gelen siyasi dengelerdeki değişiklikler ile birlikte zeten iktidarda kim olursa olsun böylesi bir durumun ortaya çıkması beklenebilir miydi?
Bu sorulara cevap arayan, Amerika'nın saygın bir yayın kuruluşu Foreignpolicy'de yayınlanmış bir analizi ilginize sunuyoruz...
Amerika'nın Türkiye ile ittifakı bir mit üzerine kurulu
Bu hafta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kötü olan ABD-Türkiye ilişkilerini daha beter hale sürükledi. Salı günü, Türkiye'deki ABD misyonlarına “casuslar” sızdığını iddia ederek Türkiye'nin Ankara'daki ABD elçisi John Bass'ı ABD'nin meşru temsilcisi görmediğini söyledi.
Türkiye'nin cumhurbaşkanı böylelikle, Pazar günü ABD Büyükelçiliği ABD'nin “Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin ABD misyonları ile personelinin güvenliğini koruma taahhüdünü yeniden değerlendirmek” zorunda kaldığını ve sonuç olarak göçmen dışı vize işlemlerini artık gerçekleştiremeyeceğini açıkladığında başlayan karşılıklı diplomatik krizi daha da yükseltmiş oldu. Karar kuşkusuz, Türkiye'nin başkentinde yıllardır Uyuşturucu ile Mücadele Birimi'nde “yurtdışı hizmetinde çalışan” ama başarısız Temmuz 2016 darbe girişiminden grubu sorumlu tutan Türk hükumeti tarafından Fethullahçı Terör Örgütü'nü desteklemekle suçlanan Metin Topuz'un tutuklanmasına yönelik bir tepkiydi. Türk hükümeti, Erdoğan sözlü saldırılarına geçmeden önce ABD'nin vize hizmetlerini askıya almasına aynı şekilde yanıt verdi.
Topuz davası ABD'nin Erdoğan Türkiye'si ile ilişkilerinde son birkaç yıldır giderek uzayan anlaşmazlıklar listesine eklenebilir. Artık Türkiye ile ABD'nin, özellikle de Ortadoğu'da müttefik ve ortaktan ziyade hasım ve stratejik rakip oldukları net.
Ama Washington ve Ankara'nın sorunlu ilişkilerini Türkiye'nin karizmatik ve kavgacı cumhurbaşkanına bağlamak hata olur. Aslında ABD ve Türkiye, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı 1991 Noel'inden bu yana, zıt düşmeye doğru gidiyorlardı.
Geçtiğimiz on yıl boyunca Türkiye üzerine yapılan analiz ve yorumlar, daha çok, Erdoğan'ın şahsi siyasi gücünü konsolide etmesine vurgu yaptı. Bunlar genel olarak isabetli yorum ve analizler olsalar da Türk siyaseti ve dış politikasındaki üç önemli faktörün üzerini örtme eğilimindeler. Birincisi, Erdoğan karar alma sürecinin merkezinde yer almasına rağmen, “Türk'ün gücü” ve Batı'ya güvensizlik gibi fikirler Türkler arasında yaygın ve bunun iyi de tarihsel sebepleri var.
İkincisi, ABD ile Türkiye ne ortak değerlere ne de ortak çıkarlara sahipler. Son olarak, ABD-Türkiye ittifakının çeyrek yüzyıl kadar önce yaşanan altın çağından bu yana, dünya epey değişti.
Değişen uluslararası dinamikler düşünüldüğünde, ABD'nin herhangi bir Türk iktidar partisi ile ilişkisi muhtemelen bu noktada gerilirdi. Örneğin iktdarda Türkiye'nin ana muhalefet partisi CHP olsaydı, ABD-Türkiye ilişkilerinde yine ciddi bir gerilim olurdu. Elbette işin şekli farklı olurdu ama “stratejik ilişki” veya “model ortaklık” şimdikinden fazla bir içerik ve anlam taşımazdı. Örneğin, CHP liderliği Suriye'de Beşar Esad'cı bir tutum sergiledi ve Kürt milliyetçiliğine en az Erdoğan'ın AKP'si kadar güçlü şekilde karşı. Ve değişen derecelerde, Türkiye'deki tüm siyasi partiler yıllar içinde İran ile flörte meyilli oldular.
Türkiye hakkında miadı dolmuş bir dizi fikirle iş yapmaya çalışan Amerikalı yetkililerin karşısında sıkça apışıp kaldığı gerçeklik bu. Amerikalılar ile Türklerin “Sovyetler Birliği'ne karşı büyük ideolojik mücadelede omuz omuza olduğu” gibi romantik bir retrospektif üretmiş olan Soğuk Savaş mitolojisine dayalı olarak politika belirlenmeye devam ediyor. Soğuk Savaş dönemi mitleri, ortak Sovyet tehdidi olmaksızın Washington ile Ankara'yı bir arada tutacak pek bir şey olmadığı gerçeğinin üzerini örtüyor. Oysa ikili ilişkiler dostluk, güven veya değerlere değil, ülkelerin ortak noktada oldukları karşıtlıklara dayanıyordu.
Amerikalı yetkililer, Rus korumalar Kremlin'in tepesinden orak ve çekici yıllar önce indirmiş olmasına rağmen, Türkiye'nin Amerikalı ortakları ile omuz omuza kalmaya devam edeceği yanılgısına düştüler. 1990'ların başında, dış politika topluluğundaki bazıları, vatandaşları Türklerle kültürel ve dilsel yanıklıklara sahip olan Orta Asya'nın yeni bağımsız Türki devletlerine istikrarlı, demokratik yönetişim konusunda yön gösterme konusunda Türkiye'nin benzersiz bir konuma sahip olduğunu düşündüler. O on yılın ortası ile ikinci kısmında, dış politika topluluğu Ankara'yı Ortadoğu'da güvenlik ve barışın teminatı olarak görüyorlardı. Daha yakın tarihli olarak ise, Türkiye daha müreffeh ve demokratik toplumlar yaratma arayışındaki Arap ülkeleri için bir “model” olarak gösterildi.
Bu projelerden hiçbiri başarı kazanmadı, çünkü Türkiye'nin kapasitesini abartıp Ortadoğu'daki Osmanlı hakimiyetinin tarihsel mirasını göz ardı ediyor ve Türk iç politikasını ve ülkenin mevcut liderliğinin dünya görüşünü yanlış okuyorlardı. Her bir başarısızlık ile birlikte, Birleşik Devletler ve Türkiye birbirinden daha da uzak noktalara düştü.
Elbette bu epizotların her birinin ayrıntıları da önem arz ediyor ancak başka hiçbir şey başarısız sonuçlara bu yanlış algıdan fazla yol açmadı. Amerikan dış politika topluluğu yavaş yavaş Türkiye ile ilgili bildiklerinin çoğu konusunda durumun pek de öyle olmadığını öğreniyor. Ülkenin liderleri – askeri komuta kademesi dahil – ne demokrat ne de Batı yanlısı. Aslında, Batı'ya karşı derin şüpheleri var, özellikle de Birleşik Devletler'e.
Birleşik Devletler ile Türkiye arasındaki ilişkilerin, İngiliz veya Almanlar gibi geleneksel müttefiklere benzer şekilde her zaman sıcak olduğu da yaygın bir yanlış algı. NATO'daki Amerikalı ve Türk subaylar arasında elbette iyi çalışma ilişkileri oldu ancak bu bağlar, Amerika'nın Kürtler konusundaki niyetlerinden ve Türkiye'nin güvenliğine olan bağlılığından kuşkulanan Türk tarafının çoğu zaman asabi milliyetçiliği yüzünden hep bir güvensizlik içermiştir. Subaylar, yıllardır basında çıkan bir sürü haberin ve yorumun iddia ettiği gibi öyle çok da güçlü şekilde Batı yanlısı değillerdi, daha ziyade, öncelikle ve sadece Türkiye'yi düşünüyorlardı. Aynısı Türk siyasi liderliği için de söylenebilir.
Daha da önemlisi, Türkiye'nin liderleri Birleşik Devletler ile aynı çıkarlara sahip değiller. Elbette ki soyutlama düzeyinde bakarsak, hem Ankara hem de Washington kitle imha silahlarının yayılmasına karşı oldular, İsrail ile Filistin arasında barışı desteklediler, terörle mücadele ettiler ve Suriye Başkanı Beşar Esad'ın devrilmesini istediler. Ancak Türkler ile Amerikalıların hedeflerine varmak için belirledikleri reçeteler birbirinden o kadar uzak ki bu hedeflerin gerçekten ortak olduğunu söylemek bönlük haline geliyor. Her bir durumda, iki tarafın da yetkililer diğerinin bölgede kendi çabalarının altını nasıl oyduğunu dillendirebiliyor. Amerikalıların gözünde Türkiye'nin İran ile bağlarını düzenli olarak sıcak tutması Tahran'ın nükleer geliştirme çabalarını kontrol etmeyi zayıflattı, Ankara Suriye'de aşırılıkçılara yol vermek ve Filistinli militan grup Hamas'ı desteklemekten de suçluydu.
Bu gerilimler Erdoğan'ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yükselişinden önceye dayanıyor. 1990'ların sonu ile 2000'lerin başında örneğin, Türkler Irak'a yönelik uluslararası yaptırımlara güçlü bir şekilde karşı çıktılar. Ve elbette, Türkiye'nin 1974'te Kıbrıs'ı işgali, ardından gelen Amerikan silah ambargosu ve Ege'nin güvenliğine ilişkin olarak da yıllardır süren anlaşmazlıklar vardı.
Dünya o kadar değişti ki, Birleşik Devletler Türklerin 1984'ten bu yana Ankara'ya karşı savaş yürütmüş olan bir örgütün parçası olduğuna (haklı olarak) inandığı Suriyeli Kürt güçlerle birlikte İslam Devleti'ne karşı mücadele verirken bir NATO müttefiki olan Türkiye Suriye'de liderleri Batı ittifakını zayıflatmaya niyetli olan Ruslarla birlikte çalışıyor. Stratejik ilişki artık Amerika'nın, müttefikleri ile birlikte İslam Devleti'ne yönelik operasyonları yürüttüğü İncirlik Hava Üssü'ne erişimine indirgenmiş durumda. Türkler birkaç kez, tesisin bu amaçla kullanılması için verdikleri izni geri almakla tehdit ettiler.
Her bir ülkenin diğerinin düşmanı ile çalışmasının bu şekilde kolaylaşmış olması gerçeğinin kendisi, ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerilmenin Erdoğan'ın dünya görüşünden veya ABD eski başkanı Barack Obama'nın geride duran tavrından ziyade, Soğuk Savaş'ın çeyrek yüzyıl ardından uluslararası siyasetin nasıl hizalandığıyla alakalı olduğunu gösteriyor.
“Vize savaşları” başladığından bu yana gazeteciler ABD ile Türkiye arasındaki dalaşmanın yükselip yükselmeyeceğini soruyorlar. Bunu bilmek mümkün olmasa da, Erdoğan'ın iç siyasetteki hesapları belirleyici olacaktır. Türkiye'deki anti-Amerikancılık rezervi nedeniyle, her Türk lider ABD ile zıtlaşmadan siyasi fayda devşirir.
Fakat daha büyük soru şu: ABD, Türkiye'nin stratejik ortaktan hem eski bir ortak hem de hasım olarak Türkiye'nin önemini kabul etmiş bir ilişkiye kayışını nasıl idare ediyor? Amerika'nın devlet politikalarını belirleyenler, Türkiye'yi Soğuk Savaş gözlükleri ile değerlendirmeye devam ederlerse, hiçbir yere varamamaya devam edecekler. Amerikalı diplomatlar beyhude bir şekilde ABD ve Türk ortak değerlerine gönderme yapadursunlar, Amerikan vatandaşları ve ABD hükümeti çalışanları hapse atılıp kötü muameleye maruz bırakılıyorlar. Dünyanın ve ABD-Türkiye ilişkilerinin değiştiğini kabul etmenin zamanı geldi.
Bethany Allen-Ebrahimian
foreignpolicy.com
Çeviri: Serap Şen