emeli ekonomik faaliyet çerçevesinde daha fazla kâr sağlamak ve servet biriktirmek üzerine kurulu olan sermaye düzeninde ise maddi ve fiziksel haz konusunda en üst seviyeye ulaşmak, batılı insanların uğruna çaba harcadığı en önemli değerlerdir.
Sermaye düzeni ve batı medeniyeti insanların varlık felsefesine, onları sadece maddi gereksinimlerle sınırlandıran boyutuna göre tek yönlü yaklaşarak beşeri toplumları daha fazla tüketme eğilimine yönlendirir.
Ani zevkleri tatmak ve sanal gereksinim duygusu insanları doğal olarak lüks tüketimine yönlendirir. Bu süreç tabi ki ailelerin gereksiz harcamalarını arttırırken, paraların çok uluslu firmaların cebine akmasına sebep olur.
Çok uluslu firmaların üretim gücü ve satış piyasası için yaptıkları onca reklam, tüketicilerde sanal bir gereksinim duygusu oluşturur.
Bir yandan üretilen gereksiz lüks eşyalar ve kitle iletişim aracı ile ile sürdürülen reklam kampanyaları yoksul ülkeleri gün geçtikçe tüketme bataklığına ve iktisadi ve kültürel kimliksizliğe sürükler.
Tabi bu arada dünyada elde edilen gelir ve servetin de özel bir kitle tarafından harcanması sağlanmış olur.
Günümüzde dünyada sadece çok küçük bir kitlenin dünyanın tüm gelirlerini ve refaha yönelik imkanları ele geçirdiği ve bu zümrenin gün geçtikçe orta gelirli ve yoksul kesimle arasındaki mesafeyi açtığı görülmektedir.
Aslında bu süreç dünyayı yöneten sistemin yetersizliğini ve yoksulluk ve adaletsizliği önlemekten aciz olduğunu ortaya koymaktadır.
Böylece sermaye düzeninde ekonomik kalkınmanın illa ki adalet ve servetin dengeli bir şekilde dağıtılması ile birlikte olması gerekmediği sonucu ortaya çıkar. Bu düzende kim piyasada daha fazla rekabet gücüne ve şansa sahipse gelir kaynaklarına o kadar kolay ulaşır ve daha fazla rant sağlar. Buna göre servetin rekabette başarılı olanların elinde birikmesi, sermaye düzenine göre bir nevi adalettir.
Sermaye düzeninde ekonomik faaliyetlere hakim olan görüşte, insanların istekleri asil sayılırken, akıl ve ahlakın bu eğilimlere hizmet etmesi gerekir. Oysa bu düşünce , yüce Allah’ın buyrukları temel alınan dini düzenlere hakim olan düşüncenin tam tersidir.
İslam öğretilerinde ekonomik adaletin temini ve kalkınma, en önemli programlardan biridir. Ancak bu programlar hedef değil, aksine yüce hedeflere ulaşma vesilesidir.
İslam dininde Mehdevi toplumu, ideal toplum olarak tanımlanır. Nitekim bu toplumun gerçekleşmesi yüce Allah’ın ve evliyaların vaatleri arasında yer alır.
Ayrıntılar