Turkish
Thursday 18th of July 2024
0
نفر 0

Şia ve Ehlisünnet Açısından İçtihat ve Kıyas

3-İcma. Şartları tahakkuk ettiği taktirde, icmanın değeri de masumun sözünden keşfetmeye dönmektedir. Yoksa kendi kendine bir değer ve hücciyeti yoktur ve fıkhi delillerden biri sayılmamaktadır. Oysa Ehl-i Sünnet, icmanın bizzat değerli olduğuna inanmaktadır ve masumun sözünden kaşifiyyetini şart kabul etmemektedir.

4-Akıl. Akıl, fıkıhta başlıca iki işi üstlenmektedir:

A-Bazı hususlarda akıl da, tıpkı Kur’an ve sünnet gibi, içtihat kaynaklarından biri sayılmaktadır. Tıpkı beyan etmeksizin cezalandırmanın çirkinliği kaidesi, icmali ilim etrafında ihtiyatın gerekliliği kaidesi ve teklife yakini bir iştigalin olduğu, yakini bir beraatin tahsilinin gereği kaidesi gibi. Bu tür yerlerde akıl, salah ve fesadı anlayabilir ve hükmedebilir. Şeriat sahibi de aklın hükmüne saygı göstermekte ve bu hükme uymanın gereğini kabul etmektedir. Bu yüzden şöyle demişlerdir: “Aklın hükmettiği her şeye şeriat de hükmeder.” Buna karşı olarak şeriat hükümlerini de her zaman akıl kabul eder: “Şeriatin hükmettiği her şeye akıl da hükmeder.” İmam Ali’den (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Akıl, dahili bir şeriattir ve şeriat ise harici bir akıldır.” [3]

Bazen, bazı hususlarda bir ayet veya rivayet, aklın hükmüyle mutabıktır veya onu teyit etmektedir. Tıpkı, açıklamasız cezanın çirkinliği kaidesini teyit eden beraat hadisi gibi. Bazen de teyit edici bir ayet ve rivayet yoktur. Tıpkı iki mahzurlu şey arasında seçim kaidesi gibi.

B-Bazen içtihadın tümel kaidelerini istinbat etmekte veya temellerini teşkil etmekte yardımcı olmaktadır. Bunun açıklaması da şudur ki müçtehit, şer’i hükümleri delillerden istinbat ederken tümel bir takım kaidelere ihtiyaç duymaktadır. Örneğin insanın zahiri elfazlarının hüccet olup olmadığını ispat etmesi gibi. Hakeza acaba emir, farza, nehye veya harama delalet etmekte midir? Amm ve has (genel ve özel) hükümlerin çeliştiği noktada hangisi önceliklidir? Acaba zanni olan her hükümle amel edilebilir mi? Acaba istishab her yerde hüccet midir?

Bu kaidelerden her biri şer’i hükümlerin ayet ve rivayetlerden istinbatı hususunda önemli bir role sahiptir. Akıl sahiplerinin veya benzerlerinin kabul ettiği esaslar üzere rivayet ve ayetlerden istihraç edilen bu tümel kaideler “istinbatın tümel esasları” olarak adlandırılmaktadır.

Müçtehidin asıl görevlerinden biri de fıkhi delillere girmeden önce asıl kaynakları olan kitap ve sünnetten tümel esasları elde etmektir. Akıl sahiplerinin ve benzerlerinin kabul ettiği esas da şudur ki, ihtiyaç duyulan meseleleri ve konuları bu tümel esaslar mülahazasıyla ayetlere ve rivayetlere sunmasıdır. Eğer o meselenin veya konunun hükmünü elde edebilirse tıpkı onun esasınca amel etmesi hem kendisine hem de kendisini taklit eden kimselere farz olmaktadır. Eğer hükmü ayet ve rivayetlerden elde edemiyorsa, başka bir kaynak olan akla müracaat etmelidir.

Bütün bu hususlarda aklın kesin hükmüyle amel edilmektedir. Zira bazen, şeriatle uyumlu olan aklın direkt hükümleriyle amel edilmektedir. Bazen de aklın caiz saydığı özel zan ile amel edilmektedir. Bu durumda o özel zan, ilim ve yakinin itibar ve dayanağına sahiptir. Ama ilmi bir dayanağı olmayan ve terim olarak ilmi yol, özel zan veya muteber zan olarak adlandırılan bir zan, İmamiyye müçtehitleri nezdinde bir değere sahip değildir.

Kıyasın Mahiyeti

Bu bilgiler ışığında anlaşılmaktadır ki İmamiyye içtihadı, sağlam ilim dayanağına sahiptir. Oysa Ehl-i Sünnet’in kıyası, ilmi bir dayanağa sahip olmayan zan ve kanı ile amel etmektir. Zira Ehl-i Sünnet mektebinde kıyas, bir meselenin hükmünün Kur’an veya rivayetten elde edilmesi, daha sonra o hükmün sebebinin akıl yardımıyla istinbat edilmesi ve bu nedenin temel ve asıl karar kılınması şeklinde olmaktadır. Daha sonra, hükmü kitap ve sünnette olmayan bir mesele ortaya çıktığında, akıl, aynı nedenin bu konuda da geçerli olduğuna hükmedince o hüküm, bu yeni konu hakkında da cari olmaktadır. Örneğin şarap içmek, kitap ve sünnette haram kılınmıştır. Aklımız, şarabın haram oluşunun nedeninin sarhoş edici olduğunu istinbat etmektedir. Dolayısıyla üzüm suyu veya herhangi bir yeni konunun haram olup olmadığı hususunda şek eder ve hükmünü ayet ve rivayetlerden elde edemezsek, akla müracaat ederiz. Eğer aklımız, o yeni konuda da sarhoş edici bir özelliğin olduğunu istinbat edecek olursa, haram hükmünü onun hakkında da cari kılarız.

Daha önce de işaret edildiği gibi bu, mantıkta temsil olarak adlandırılan şeydir. Temsil ise tikelden başka bir tikele, yani bir zıttan başka bir zıta seyir demektir.

Cevap: Elbette hiç şüphesiz eğer bir şeyin haram veya helal oluşunun ölçüsü belli olursa ve bu ölçü benzeri şeylerde de var olursa o hükmü, o benzeri mevzularda da cari kılmak mümkündür. Bu hakikatte tümelden tikele seyretmek ve tümel bir kaideyi reel örneklerine uyarlamaktır. Bu açıdan Şii fakihleri, sebebi belli olan kıyası, “tenkih-i menat” olarak adlandırmıştır ve de caiz görmüşlerdir. Zaten hükümlerin maslahat ve fesatlara tabi olmasının da bundan başka bir anlamı yoktur. Lakin, söz konusu olan, nedeni istinbat edilmiş kıyasın caiz olmayışıdır. Zira hükümlerin ölçüsünü elde etmek ve bunun hükmünü ayet ve rivayetlerden istinbat etmek, aklın işi değildir. Ayet ve rivayetler açıkça bildirmedikten sonra akıl, şarabın haram oluşunun nedeninin sadece sarhoş edici olduğunu nereden anlayabilir? Belki de çeşitli nedenleri vardır ve sarhoş edicilik de bu nedenlerden sadece biridir.

Bu açıdan eğer şaraba bir katkıda bulunularak sarhoş edici özelliği alınacak olsa ama örfte yine buna şarap dense veya herhangi bir kimse, şarap içmeden önce veya sonra herhangi bir ilaç kullanarak sarhoş edici özelliğini ortadan kaldırsa, yine de hiçbir fakih o şarabın helal ve caiz olduğuna fetva vermez. Nitekim eğer dezenfekte edilerek domuz etinin bütün mikropları ortadan kaldırılsa ve insan domuz etinin hiçbir zararı olmadığına yakin edecek olsa, yine de domuz etinin temiz ve yenilmesinin caiz olduğu söylenemez. Sonuç olarak diyebiliriz ki hiçbir İmamiyye fakihi, akıl için böyle bir yetkiye inanmamıştır. Yani şer’i hükümlerin ölçüsünün akılla elde edilebileceğine ihtimal vermemiştir. Bu esas üzere kıyasın temel ve esasları yerle bir olmaktadır. Bütün bu bilgiler ışığında Ehl-i Sünnet’te yer alan kıyasın, İmamiyye müçtehitlerinde yer alan içtihadın aynısı olduğu söylenemez.

Bir Hatırlatma: Ehl-i Sünnet arasında da bazı fırkalar, kıyas ile amel etmenin caiz olmadığına inanmaktadırlar. [4]

Şia Rivayetlerinde Kıyasın Yeri

Ehl-i Beyt rivayetleri, sadece kıyasın değersiz olduğuna inanmakla kalmamış, insanları şiddetle kıyastan sakındırmışlardır. Eban b. Tağlib şöyle diyor: “İmam Sadık’a (a.s) şöyle arzettim: “Eğer bir kimse, bir kadının parmaklarından birini kesecek olursa, ne kadar diyet vermesi gerekir?”

-On deve

-Eğer iki parmağını kesecek olursa nasıl?

-Yirmi deve

-Eğer üç parmağını kesecek olursa nasıl?

-Otuz deve

Doğal olarak İmam Sadık’ın (a.s) cevabını işiten herkes, kendi kendine şöyle diyecektir: “Her parmak karşısında on deve vermek gerekir.” Nitekim Eban b. Tağlib de böyle düşünüyordu. Bu açıdan şöyle sordu: “Eğer dört parmağını kesecek olursa nasıl?”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Yirmi deve vermesi gerekir.”

Eban b. Tağlib şaşırarak şöyle dedi: “Sübhanallah! Üç parmak için otuz deve vermesi gerekirken, dört parmak için yirmi deve vermesi mi gerekir? Biz Irak’ta bunu işittik ama bunu söyleyen kimseden uzak durduk ve şöyle dedik: “Bu konu şeytandandır.”

Bu sırada İmam Sadık (a.s) onu bu tür sözler söylemekten sakındırdı ve şöyle buyurdu: “Sus ey Eban! Bu Allah Resulü’nün (s.a.a) hükmüdür. Kadın, diyetin üçte birine kadar erkek ile birliktedir. Ama eğer üçte birini geçerse yarıya döner. Ey Eban! Eğer kıyas üzere benimle konuşuyorsan, bil ki eğer dinde ve ilahi hükümlerde kıyas uygulanacak olursa, bu, dinin ortadan kalkmasına neden olur.”[5]

Müminlerin Emiri Hz. Ali de (a.s) Allah Resulü’nden (s.a.a) naklen münezzeh olan Allah’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Benim dinimde kıyası uygulayan kimse, benim dinimin yolu üzerinde değildir.”[6]

Kıyasın Önderi, İmam Sadık’ın (a.s) Huzurunda

Ebu Hanife diye meşhur olan Nu’man b. Sabit, Ehl-i Sünnet’in dört imamından biri olup kıyas mektebinin önderi ve de İmam Sadık’ın (a.s) çağdaşı bir kimseydi. Ebu Hanife hakikatte hadis yazılmasının yasaklanışının hedefine kurban olmuş bir kimsedir. Zira hadis yazmanın yasaklanışı ve “Bize Allah’ın kitabı yeter”[7] sloganının resmileşmesi bir taraftan; ismet ve taharet ehli beytine uymamak da öbür taraftan elele vererek, halifelerin mektebine tabi olan kimselerin Resul-i Ekrem (s.a.a) ile manevi ve ameli irtibatını kesmiştir.

Bu mektep takipçileri, düşüncelerinin yanlış olduğunu anladıkları sonraki yıllarda bu yasağı ortadan kaldırarak hadislerin yazılmasına yöneldiler. Lakin çoğu vahyin temiz kaynağı ile irtibatı olmayan hadisleri yazmaya başladılar, Ka’b’ul-Ahbar Ebu Hureyre gibi kimselerden hadis naklettiler. Öyle ki şöyle demektedirler: “Ebu Hanife, sadece on yedi hadisin sahih ve itimat edilir olduğuna inanmıştır.”

Bu açıdan bu eksikliği gidermek için kıyasa sığınmaktan başka bir çare bulamadılar ve fıkhi mekteplerini bu temelsiz ve esassız ilkeler üzerine kurdular. Oysa, İslam’ın ameli hükümleri ve fıkıh, nakli ilimlerdendir. Dolayısıyla hükümlerin ölçülerini anlamak için aklı hesaba katmak ve bu akli bulgular esasınca hüküm vermek, yoldan çıkmak, yanlış yola girmek ve hakikatten uzaklaşmaktan başka bir şey değildir.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kıyas ehli kimseler, kıyas ile ilim elde etmeye çalışmışlardır. Oysa kıyas, onları sadece haktan uzaklaştırır, zira Allah’ın dini kıyas ile elde edilemez.”[8]

Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin’den (a.s) ise şöyle nakledilmiştir: “Dinini kıyas esası üzere bina eden bir kimse, sürekli yanlışlığa gömülür, doğru yoldan sapar, eğriliğe düşer, yolu kaybeder ve çirkin konuşur.”[9]

İmam Sadık (a.s) Ebu Hanife’yi kıyas etmekten sakındırmıştır. Ama İmam Sadık’a (a.s) verdiği sözlere rağmen makam sevgisi onun bu yanlış yolu terk etmesine engel oldu. Nitekim İmam Sadık (a.s) da bunu öngörmüş idi. Nitekim Ebu Hanife, “Bu toplantıdan sonra artık, Allah’ın dini hususunda kıyas üzere konuşmayacağım” demesine rağmen İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hayır, şüphesiz senden öncekiler terk etmediği gibi, makam sevgisi senin de terk etmene engel olacaktır.”[10]

Ebu Hanife’nin İmam Sadık (a.s) ile mülakatı ve tartışması, farklı şekillerde ve ufak farklılıklarla nakledilmiştir. Ebu Hanife’nin naklettiği bu görüşme ve tartışmalardan biri şöyledir:

“Mina’da hacamet yapan birine başımı hacamet ettirmek için müracaat ettim. Hacamet eden kimse bana şöyle dedi: “Başının sağ tarafını öne getir, kıbleye doğru yönel ve Allah’ın adını an.” Onda, bende olmayan üç haslet gördüm, bu yüzden ona, “Sen birinin kölesi misin yoksa özgür müsün?” diye sordum. O, “Ben köleyim” dedi.

-Sen kimin kölesisin?

-Ca’fer b. Muhammed Alevi’nin (İmam Sadık’ın -a. s-) kölesiyim.

-Acaba O da burada mıdır?

-Evet, O da buradadır.

Böylece İmam Sadık’ın (a.s) yanına doğru hareket ettim. İçeri girmek için izin istedim, lakin izin vermedi. Bu esnada Kufe halkından bir grup geldiler, onlar da girmek için izin istediler ve onlara izin verildi. Ben de onlarla birlikte içeri girdim. İmam Sadık’ın (a.s) yanında oturunca şöyle dedim: “Ey Allah Resulü’nün (s.a.a) oğlu! Bir grup kimseyi Kufe’ye göndererek, insanları Muhammed’in (s.a.a) ashabına ihanet etmekten ve sövmekten sakındırmalarını söylemen uygundur. Zira ben Kufe’den gelirken on binden fazla kimse bu uygunsuz amele bulaşmışlardı.”

İmam şöyle buyurdu: “Beni kabul etmezler.”

-Allah Resulü’nün oğlu olan sizi kim kabul etmeyebilir?

-Sen de beni kabul etmeyen kimselerden birisin. Benim iznim olmadan evime girdin ve oturdun ve görüşüme aykırı şeyler konuşuyorsun. Bana bildirildiğine göre sen kıyas üzere hüküm veriyorsun.

-Evet öyledir.

-Eyvahlar olsun sana ey Nu’man! Kıyas eden ilk kimse İblis idi. Zira Allah, İblis’e Adem (a.s) için secde etmesini emrettiğinde şöyle dedi: “Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan” İmam Sadık (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Ey Nu’man! Hangi suç daha büyüktür? Cinayet mi zina mı?”

-Cinayet.

-O halde neden, sence daha büyük olan cinayet hususunda iki şahit yeterlidir ama zina hakkında dört şahit gereklidir? Acaba burada kıyas, sorunu hallediyor mu?

-Hayır.

-Hangi şey daha aşağılıktır; idrar mı yoksa meni mi?

-İdrar.

-O halde neden Allah, sence daha aşağılık olan idrar için abdesti farz kılmış, meni için ise guslü farz kılmıştır? Acaba burada da kıyas sorunu halledebilir mi?

-Hayır.

-Hangi şey daha büyük ve azametlidir; namaz mı yoksa oruç mu?

-Namaz.

-O halde neden hayızlı kimseye oruçlarını kaza etmesi farz kılınmıştır ama sana göre daha büyük olan namazın kazası farz kılınmamıştır? Acaba burada da kıyas sorunu halledebilir mi?

-Hayır.

-Hangi şey daha zayıftır; kadın mı yoksa erkek mi?

-Kadın.

-O halde Allah neden miras hususunda erkek için iki ve sence daha zayıf olan kadın için bir pay karar kılmıştır? Acaba burada da kıyas sorunu halledebilir mi?

-Hayır.

-Neden Allah, on dirhem hırsızlık yapan bir kimsenin elinin kesilmesini emretmiştir ama eğer bir kimse zalimce birinin elini kesecek olursa beş bin dirhem diyet vermesi gerekir? (Özetle insanın eli on dirhem değerinde midir, yoksa beş bin dirhem değerinde mi?) Burada da kıyas sorunu halletmekte midir?

-Hayır.

-Bana bildirildiğine göre, “Sonra o gün size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz”[11] ayetinin tefsirinde: “Nimetlerden maksat, yaz gününde soğuk su ve temiz yiyecektir.” diyorsun.

-Evet, ben böyle tefsir ediyorum.

-Eğer bir kimse seni davet edip sana temiz yiyecek ve lezzetli su verse, sonra da sana minnet koysa onun hakkında ne dersin?

-Onun hakkında, “cimridir” derim.

-(Eğer su ve yiyeceği sormak ve bu konuda minnet etmek cimrilik ise) bu cimriliği Allah’a isnat etmek mümkün müdür?

-O halde bu ayette yer alan nimetten maksat nedir?

-Biz Ehl-i Beyt’in sevgisi kastedilmiştir.”[12]

Ayetullah uzma Cevadi Amuli

ABNA24.COM

...................................................................................

[1] Burada yer alan bu bölümleme Usuli kitaplarda yaygın olan bir bölümlemedir. Ama daha dakik ve doğru olan bir bölümleme şudur: Fıkhın kaynağı, şer’i hükümlerin alındığı ve yaslandığı Allah’ın iradesidir. Bu hükümleri keşfetmenin veya elde etmenin iki yolu vardır: Birincisi nakil, ikincisi ise akıl. Nakil ise iki kısımdır: Kitap yani Kur’an ve sünnet.

Sünnet ise üç yoldan elde edilir: Rivayetler, icma ve şöhret.

Rivayetler ise iki kısımdır: Mütevatir ve mütevatir olmayan rivayetler.

Mütevatir olmayan rivayetler ise iki kısımdır: Müstefiz ve müstefiz olmayan.

O halde bazı kitaplarda yer alan, “bu konuya hem şeriat delalet etmektedir hem de akıl” ifadesi doğru değildir. Zira akıl şeriat karşısında karar kılınmaktadır. Oysa aklın kendisi de şer’i delillerden biridir.

[2] Usul-i Fıkıh terminolojisinde takrir, masumun huzurunda yapılan ve masumun takiyeye riayetle görevli olmadığı bir durumda o amelin aslına veya keyfiyetine itiraz etmemesidir. Masumun itiraz etmemesinden ve sessiz kalmasından anlaşılan bu zımni teyit, bizzat masumun sözü ve fiili gibi hüccettir ve buna istinat edilebilir.

[3] Mecme’ul-Bahreyn, c. 3, s. 224, akıl maddesi

[4] El-Mustesfa min İlm’il-Usul, c. 2, s. 110, 1. bab

[5] Vesail’uş-Şia, c. 29, s. 352, Kitab’ud-Diyat, Ebvab-u Diyat’il-E’za, 44. bab, 1. hadis.

[6] et-Tevhid, s. 68, Bab’ut-Tevhid ve Nefy’it-Teşbih, 23. hadis

[7] Ömer şöyle demiştir: “Şüphesiz Resulullah (s.a.a) hezeyan söylemektedir, Kur’an sizin nezdinizdedir ve bizlere Allah’ın kitabı yeter.” (Nehc’ül-Hak ve Keşf’us-Sıdk, s. 273; Sahih-i Müslim, c. 5, s. 76, Bab-u Terk’il-Vasiyet; Sahih-i Buhari, c. 1, s. 57, 114. hadis ve diğer kaynaklardan naklen)

[8] Bihar’ul-Envar, c. 2, s. 315

[9] A. g. e. s. 302

[10] İhticac, c. 2, s. 270

[11] Tekasür suresi, 8. ayet

[12] Bihar’ul-Envar, c. 10, s. 220; c. 2, s. 283’den sonra Kitab’ul-İlim, 34. babda (el-Bide’ ve’r-Re’y ve’l-Mekayis) bu olay daha detaylı bir şekilde yer almıştır.

İLGİLİ HABERLER

Ayetullah Cevadi Amuli, Ebu Hanife’nin Kıyası Konusunda Yanılmadı

Ebu Hanefi Konulu Açıklama

0
0% (نفر 0)
 
نظر شما در مورد این مطلب ؟
 
امتیاز شما به این مطلب ؟
اشتراک گذاری در شبکه های اجتماعی:

latest article

Eşinizi Eleştirirken
Nefsi Temizleme ve Arındırma (Tezkiye)
Gayb İlmi
TEVESSÜL DUASI
TAKVA, TEZKİYE’NİN ÖNEMLİ ETKENİ
Nişanlılık Dönemi
Neden madde ezeli değildir
Namazdan Sonra Okunan Dua ve Zikirler
Allah ile Konuşmak!
CEVŞEN-İ KEBİR DUASI

 
user comment