Bismillahirrahmanirrahim
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Selat ve selam efendimiz Muhammed'e (s.a.a) ve onun tertemiz Ehl-i Beyt'ine (a.s) olsun.
Dünya Ehl-i Beyt (a.s) Kurultayı Genel Sekreterliği makamında bulunan biri olarak Müminlerin Emiri ve Muttakilerin Mevlası Hz. Ali (a.s) bu mübarek doğum gününde çoğunluğunu Kum ilmiye havzasında ikamet eden yabancı öğrencilerin oluşturduğu siz aziz kardeşlerin huzurunda bulunmam benim için apayrı bir tevfik ve başarıdır.
Böyle bir oturumun gerçekleşmesi ile yakın bir tanışma gerçekleşti, yakından nurani yüzlerinizi ziyarette bulunmuş oldum ve burada bu vesileyle Dünya Ehl-i Beyt (a.s) kurultayı olarak sizin tahsil etmekte olduğunuz kurumlar arasında uzun süreli, kapsamlı ve organizeli bir işbirliğine hazır olduğumuzu ilan etmek istiyorum. Şimdiye kadar her ne kadar sınırlı düzeyde bir işbirliği gerçekleşmişse de bu işbirliğinin bundan böyle sürekli ve daha da organizeli olmasını ümit ediyorum.
Dünya Ehl-i Beyt (a.s) Kurultayı'nda hizmet eden bizleri ilgilendirdiği kadarıyla böyle bir hazırlık içinde olduğumuzu bildirir ve bu müessesenin saygın müdüriyetinin de buna paralel bir hazırlık içinde olmasını ümit ederim. Kendisi hakkındaki bilgimiz esasınca böyle bir hazırlık içinde olacağını da biliyoruz.
Biz bu konuyu da iyiye yorumluyor ve Ali bin Ebi Talib'in (a.s) günü olan bu mübarek günü, Dünya Ehl-i Beyt (a.s) Kurultayı ile Kum'da ikamet eden yabancı öğrencilerin tahsil ettiği eğitim kurumları arasında işbirliği için genel bir davetin başlangıç günü olarak göz önünde bulunduruyoruz. Şimdi günümüz dünyasında neyin peşinde olduğumuzu kısaca bir göstermek istiyorum. Genel hatlarıyla bizim ve sizin bu davetten maksadımız nedir?
Hedef gerçek İslami tebliğ cihetinde üstlenmiş olduğumuz görevi yerine getirmektir. İsmet ve taharet Ehl-i Beyt'i (a.s) de insanları bu İslam'a davet etmişlerdir. İslam tarihi boyunca bazı fırkalar İslam'a bir takım güzel şeyler isnat etmişse de mutahhar İmamlar (a.s) yoldaki işaretler olarak Müslümanların yolunun üzerinde hidayet ışıkları olmuş ve Müslümanlara doğru yolu yanlış yoldan ayırt ederek göstermişlerdir. Dolayısıyla her kim bu yolda olursa gerçekte sürekli doğru yolda olmuştur. Doğru yolun reel örnekleri mutahhar İmamlar(a.s) olmuştur.
Ali bin Ebi Talib'in (a.s) çok bereketli ömrü gerçekte İslam'a gönül veren kimselere yol ve yordamını göstermektedir. Bizlere bu yolu nasıl kat etmemiz gerektiğini göstermektedir. Hz. Ali (a.s) gerçekte İslam'ın tecessüm etmiş haliydi. Eğer biz Sünni ve Şii Müslüman olarak birini İslam'ın gerçek örneği olarak tanıtmak istersek şüphesiz küfür
ve şirk geçmişi olmayan Ali bin Ebi Talib'i (a.s) örnek olarak takdim ederiz. Bu yüzden Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz de Hz. Ali (a.s) hakkında, "keremellahu vechehu" (Allah Ali'nin yüzünü yüce kılmıştır.) demektedirler. Ali (a.s) kendisini tanıdığı günden itibaren iman etmiş ve Peygamberi Ekrem'in (s.a.a) davetini başlattığı ilk günden itibaren erkeklerden açıkça iman eden ilk kimse olmuştur. Bu konuyu herkes bu şekilde kabul etmektedir.
Peygamberi Ekrem H.z Muhammed bin Abdillah'in (s.a.a) mübarek yaşam tarihi boyunca Hz. Ali (a.s) sürekli olarak emrine itaat etmiş asla itaatinden dışarı sapmamış, en zor şartlarda bile Peygamber ile birlikte bulunmuştur. Leylet'ul Mebit gecesinde de Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) yerine yatmıştı.
Oysa kırk kabilenin temsilcisi olarak seçilen kırk Arap savaşçısının yalın kılıç gece karanlığında yatakta yatanın Peygamber (s.a.a) mi olduğu veya Ali bin Ebi Talib (a.s) mi olduğu belli olmadığından kendisine saldıracağını ve kendisini param parça edeceği ihtimalini çok iyi biliyordu. Ama o büyük bir itminan içinde Peygamber'in (s.a.a) yerinde yattı ve böylece Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a), Kureyş kafirlerinin kendisi için hazırladıkları komplodan sağ salim kurtulmasını sağlamış oldu.
Bu, Ali bin Ebi Talib'in (a.s) İslam yolunda ortaya koyduğu fedakarlıklardan sadece biridir. Daha sonra İslam Medine şehrine yerleşti ve İslam devleti orada kuruldu. Yine Ali bin Ebi Talib (a.s) savaşlarda öncü olmuş ve Şii ve Sünni bütün tarihçilerin de görüş birliği içinde olduğu esasınca Ali bin Ebi Talib'in (a.s) kılıç ve cihadı İslam'ın ilerlemesinde etkili olmuştur. İslam'ın hakimiyetinde etkili olan faktörlerden biri de İslam'ın hizmetinde bulunan Ali bin Ebi Talib'in (a.s) kılıcıydı.
Nitekim Ahzab ve Hendek günü karşı taraftan Amr bin Abdud meydana çıkıp kendisi ile savaşacak birini talep edince Ali bin Ebi Talib dışında hiç kimse onunla savaşmaya cesaret edemedi; sadece Ali bin Ebi Talib (a.s) gitti ve Peygamber (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurdu: "Bu gün imanın tümü küfrün tümü karşısında yer almıştır." Hz. Ali (a.s) Amr bin Abdud'u yenip zafere erişince de şöyle buyurdu: "Hendek günü Ali'nin (a.s) vurduğu darbe insanların ve cinlerin ibadetinden daha üstündü. "
Çoğunun kaçtığı Uhud savaşında Ali bin Ebi Talib (a.s) kalıp savaşmış ve doksandan fazla yerinden yaralanmıştı.
Velhasıl Ali bin Ebi Talib (a.s) İslam'ın ilerlemesi için yirmi üç yıl boyunca kılıç salladı ve bu yolda hiç bir fedakarlıktan kaçınmadı.
Peygamberi Ekrem'in (s.a.a) vefatından sonra bildiğiniz o olaylar meydana geldi.,
Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) açık tayinleri ve bir bölümünü oturumun başında muhterem kârinin okuduğu Ali bin Ebi Talib (a.s) hakkında inen ayetler esasınca da vesayet, velayet ve imamet makamı Ali bin Ebi Talib'in (a.s) hakkıydı. "Şüphesiz veliniz Allah, Resulü ve iman edenlerdir. Onlar namaz kılar ve rüku halinde zekat verirler."
Hakeza Peygamberi Ekrem (s.a.a) açık bir delil üzere Gadir günü şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?" Onlar, "Evet" deyince de şöyle buyurdu: "O halde ben kimin mevlası isem bu Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım onun dostuna dost ve
------------------------
Şerh-i Nehc'ul Belağa 13/261, 285 ve 16/61, Şevahiddü'd Tenzil, Haskani, 12/16; Kenz'ul Fevaid, Ceraceki, 137; et'teraif İbn-i Tavus, 35; Bihar'ul Envar, 20/215; Yenabi'ul Meveddet, 1/281
Yenabi'ul Meveddet, 1/412; Keşf'ul Yakin, Hilli, 82; Bihar'ulEnvar, 29/11; Menakib-u Harezmi, 231; Yenabi'ul Meveddet, Kunduzi, 1/432; Mu'cemu İca'lil Hadisi-i Hui, 5/151; Şevahid'ut Tenzi, 2/9, Mahmudi^nin Tahkiki
Maide suresi 55. ayet ve Şerh-u Nehc'il Belağa 13/277; Meani'l Kur'an, Nehas, 2/325; Durr'ul Mensur, 2/293; Suulul Hüda ve'r Reşad, 10/309; el-Bürhan, Zerkeşi, 3/351; el-Menakib, Harezmi, 264
-----------------------------
düşmanına düşman ol. Ona yardım edene yardım et ve onu yardımsız bırakanı da yardımsız bırak." Evet bu hal üzere Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra Ali'nin (a.s) hakkından mahrum kalmasına sebep olan o bildik olaylar ortaya çıkınca Müslümanların vahdetini korumak, İslam'ın bu yüceltilmiş bayrağının düşmemesi ve İslam'ın bu yeni fidanının kurumaması için susmayı tercih etti.
Ali bin Ebi Talib (a.s), Peygamberi Ekrem'in (s.a.a) vefatından sonra yirmi üç yıllık cihadı kadar azametli hatta Ali bin Ebi Talib (a.s) için daha zor olan yirmi üç yılık sessizliğe tahammül etti ve sonunda insanlar biat etmek için kendisine doğru koştuğunda da beş yıllık kısa bir dönemde İslam tarihinde İslam devletinin açık ve seçkin bir örneklerini hayata geçirerek gelecek nesillere hatıra bıraktı. Nitekim bir hakimin İslam ümmeti arasındaki hakimiyetinin İslami olup olmadığını bilmek istiyorsak, hükümetini Ali bin Ebi Talib'in (a.s) o beş yıldan az süren İslami devletiyle mukayese etmek durumundayız.
Hükümetlerin Ali bin Ebi Talib'in (a.s) hükümetiyle mukayesesinden de anlaşılacağı gibi sadece biz değil, hiç bir güç Ali bin Ebi Talib (a.s) gibi bir hükümet kuramamıştır. Elbette bu gerçek her hükümetin o yolda hareket ettiğini göstermek için çalışması gerektiğine de bir engel teşkil etmemektedir. Onun yolunda hareket etmeyen her hükümet İslami bir hükümet değildir.
İslam ve Müslümanların bin dört yüz yıllık tarihi boyunca onlara hükmeden diğerleri egemenlik ehliyetine sahip olmadığı ve liyakatten mahrum bulundukları için kendilerini bir tür tevcih ve tevil ederek İslami hükümetin standartlarını aşağı indirmeye çalıştılar. Bu şahısların bazı teorisyenleri ise İslam tarihinde çokça görülen sultanların vaizleriydi.
Fasık Abbasi halifelerini bile meşru göstermek için Peygamberin hilafeti makamını, herkesin, hatta baskı ve zorbalıkla Müslümanların üzerinde otorite kuran ve İslam'a zahiri bir aykırılığı bulunmayan herkesi emir sahibi sayacak bir konuma indirdiler veya şöyle dediler: Müslümanlar üzerinde otorite kuran kimsenin adil olması bile gerekmez." Bunun sebebi ise bazı halifelerin çok zalim oluşu ve bir çok zulüm ve haksızlığa bulaşmalarıydı.
Bu tür hakimlerden biri de Abdulmelik bin Mervan tarafından Irak valiliğine atanan Haccac bin Yusuf Sakafi idi. Haccac tarihteki bütün kan dökücü zalimlere rahmet okutur bir durum içindeydi. Oysa Abdulmelik bin Mervan gibi fasık birinin Şam'da Müslümanların üzerine hakimiyet kurması ve kendisinden daha fasık olan birini Irak halkına hakim olarak tayin etmesi nasıl meşru gösterilebilir? Bu sadece, "İslam'da hakim olan şahısların adalete riayet etmesi gerekemez." demekle mümkündür. Dolayısıyla İslam tarihindeki aşağılık ve layık olmayan kimseler hükümetlerini meşru göstermek için Yezid'in bile Müslümanların halifesi olabileceği bir şekilde İslami hükümetin standartlarını aşağı indirdiler.
Ali bin Ebi Talib'in hayatına kısaca ve hızlı bir şekilde ve hızlı bir şekilde göz atmaktan maksadımız onun takipçisi, insanların davetçisi ve Müslümanları Ehl-i Beyt (a.s) yoluna davet ediciler, olarak ne yapmamız gerektiğidir.
İmamların başında yer alan Ali bin Ebi Talib'in (a.s) hayatını üç aşamada ele alabiliriz: İslam mektebinin ilerlemesi için yirmi üç yıllık cihad, İslami vahdet için yirmi beş yıllık sessizlik ve İslami adaleti hakim kılmak için beş yıllık kesintisiz bir çaba. Bu İslam tarihinde gerçek bir olgu ve kapsamlı bir örnektir.
Tarihin de tanıklıkta bulunduğu üzere Peygamber-i Ekrem'den (s.a.a) sonra Ali bin Ebi Talib (a.s) eşsiz bir insandır. Yani İslami hükümeti hakim kılmak, İslam yolunda kılıç sallamak ve İslam için cihat etmek de mümkündür ve Allah için ve İslam'ı korumak için susmak mümkündür. Şüphesiz düşmana asla sırt çevirmeyen kılıç çektiğinde karşısındaki tüm düşmanları dağıtan, hakkının zayi olduğunu gördüğü halde İslam ve Müslümanların vahdet için susan kimsenin susmasının değeri cihattan çok olmasa bile, az değildir.
Daha sonra hükümeti ele geçirince de ayakkabısını o kadar yamamıştı ki İbn-i Abbas dayanamayarak buna itiraz etmiş ve o da bu itiraza cevap olarak şöyle buyurmuştur: "Sizler üzerinde hükümet kurmak benim için bu ayakkabından daha değersizdir. Meğer ki biz zalimden mazlumun hakkını alayım veya başka bir tabirle Müslümanlar arasında adaleti hakim kılayım!"
Hz. Ali (a.s) beş yıldan az bir müddet boyunca çok başarılı çalışmalarda bulundu. İslami topraklarda adaleti uyguladı ve tarih boyunca kendisinden geriye canlı kalacak bir hatıra bıraktı. Müslümanlara hükmetmek isteyen her hakimin önüne nurlu ve seçkin bir tablo koydu.
Ali bin Ebi Talib'in takipçisi olmakla övünen ve inşaallah Ehl-i Beyt'in yolunu kat eden bizlerin de yolu Ali bin Ebi Talib'in (a.s) renk ve kokusunu taşımalıdır. Yani İslam'ın ilerlemesi için çaba göstermeliyiz. Müslümanların vahdeti için fedakarlıkta bulunmalıyız ve İslami adaleti gerçekleştirmek için çaba sarf etmeliyiz.
Gerçekte bu üç slogan dünyada insanları Ehl-i Beyt'e davet eden kimselerin sloganıdır.
Bu mukaddes şehirde ilim tahsiliyle meşgul olan sizlerden beklenen de kendi ülkelerinize döndüğünüzde sizi gören herkesin, "Onun ameli Ali bin Ebi Talib'in (a.s) rengini ve kokusunu taşımaktadır" diyeceği şekilde amel etmenizdir. İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bizlere süs olunuz."
Nerede olursanız olunuz İslam'ın tebliği için çalışınız ve içinde bulunduğunuz şartlarda tefrika ve ayrılıktan sakınınız.
İçinde bulunduğumuz dünyada sözde dünyanın askeri açıdan en güçlü ülkenin cumhurbaşkanı büyük bir cehaletle haçlı seferlerinden bahsetmektedir. Bunların çehreleri azimleri, kararları ve mahiyetleri bazılarının diliyle açığa çıkmaktadır. Bunlar genel bir seferberlik ilan etmişlerdir. Büyük bir haçlı seferi başlatmışlardır.
Onlar birilerinin Amerika'da bir takım işlere giriştiği bahanesiyle Müslümanlar aleyhine seferber olmuşlardır. Oysa diğer terörist eylemler gibi bu eylemler de Müslümanlar ve İran İslam cumhuriyeti açısından ret edilmiştir. Yani bizce suçsuz insanların öldürüldüğü Newyork ikiz kulelerine yapılan saldırı, Filistin halkının öldürülüşü gibi kınanmıştır. Aynı şekilde İsrail devletinin maksatlı terörist hareketleri de kabul edilemez. Aynı şekilde Bosna'da Müslümanların katliam edilmesi de kabul edilmez. Amerika ve Müttefikleri yeniden İslam dünyasının başka bir noktasını işgal etmek istemektedirler.
Irak'ın başına getirdikleri belanın bir benzeri olarak bu defa başka bir bahaneyle Fars körfezinde silahlı bir baskı grubu oluşturmanın peşindedirler. Kendilerinin büyüttüğü ve Hıristiyanlar ile Yahudilerin birleşmesinden doğan gayr-i meşru çocukları İsrail'i koruma bahanesiyle ciddi ve tehlikeli bir biçimde orta doğu bölgesine yerleşmişlerdir.
Amerikalılar Bosna, Kosova, Mekadonya Müslümanlarının varlığı bahanesiyle de Avrupa'nın kalbine silahlı güçler yerleştirmişlerdir. Şimdi de Afganistan'a merkezi Asya'ya ve Afrika yarımadasına yerleşmek istemektedir. Bu küfür dünyasının İslam dünyası karşısındaki durumudur. Dolayısıyla da bizler Ali bin Ebi Talib'in (a.s) takipçisi ve insanları Ehl-i Beyt (a.s) yoluna davet eden takipçiler olarak Allah korusun tefrika ve ayrılığın münadisi olmamalıyız.
Biz insanları vahdete çağırmalıyız. Nitekim Ali bin Ebi Talib (a.s) o çok şartlar altında yirmi beş yıl vahdet çağrısında bulundu. Müslümanlar nerede bir problemle karşılaşsa ona müracaat ediyorlardı. Kendisine nerede bir problem görse himmet gösteriyor ve o sorunu halletmeye çalışıyordu.
Hz. Ali (a.s) genç İslam fidanını sulamak ve İslam'ın yükseldiği yıllarda yenilgiye uğrayan Kureyş kafirleri ile Yahudi ve Hıristiyan müşrikler ve İslami yok etmek için bir fırsat kollayanlar karşısında İslam'ın ayakta kalması hususunda büyük bir çaba gösteriyordu.
Biz de bugünkü dünyada vahdetin davetçisi olmalıyız. Bütün Müslümanlar arasında vahdeti savunmalıyız. Eğer
-----
el-Musterşid, İbn-i Cerir Taberi, 454, 467; Bihar'ul Envar, 21/387; Müsned-i Ahmed, 4/370, 18815. hadis, 5/419, 23051; Sünenu'd Tirmizi, 5/591, 3713. hadis; el-Bidaye ve'n Nihaye, İbn-i Kesir, 5/214 ve 7/339; el-İstiab, 2/473;
Şerh-u Nehc'il Belağa 2/185 ve 17/222; Bihar'ul Envar 32/76; Durer'ul Ahbar, 224; Şerh-u Mitei Kelime, Behrani, 228; Hayat'ul İmam'il Hüseyn (a.s), 1/3111
Bihar'ul Envar, 65/151; Beşaret'ul Mustrafa, Muhammed bin Ali Taberi, 265/341; Şerh-'ul Ahbar, Kadı Nu'man Mağribi, 3/585; elİtikadata, Müfit, 109
Buş'un sözleri Keyhan gazetesi 17190. sayı, s. 2, 28, Şehriver, H. Ş, 1380, Cumhuri İslami gazetesi, 6450. sayı, s. 3, 5. Mihr, H. Ş 1380
El-İstiab, 3/206, İmam Ali'nin (a.s) Biyografisi, 1875; Usd'ul Gabe, 4/100, İmam Ali'nin (a.s) Biyografisi, 3783; el-İsabe, İbn-i Hacer, 2/509, Eli bin Ebi Talib2in (a.s) biyografisi, 688; Tarih'ul İslam, Zehebi, 3/638; Tarihi'ul Hulefa, Suyuti, 171
------------
sizler de kendi bölgelerinize gider ve insanları Ehl-i Beyt'in (a.s) yoluna davet ederseniz Ali bin Ebi Talib'in (a.s) yoluna davet ediniz. İşlerinizin en önemli merkezlerinden biri de vahdet olmalıdır. Sünni ve Şii arasındaki vahdet sayesinde İslam ilerleyebilir.
Ali bin Ebi Talib'in hayatını inceleyen bilinçli
ve maksatsız her Müslüman Nehc'ul Belağa'yı mütalaa edecek olursa rahat bir şekilde İslam mektebinin asıl merkezinin Ali bin Ebi Talib olduğunu görür. Bunun savaş ve tefrikaya hiç bir ihtiyacı yoktur. Bugün bizim görevimiz vahdete çağrıdır. O halde Ali bin Ebi Talib'in (a.s) üç sloganı İmam Ali'nin (a.s) hayatının en önemli üç ilkesidir. Yani İslam'ın ilerlemesi için cihat, savaş ve çaba içinde olmak gerekir. Eğer bu çabanın önemi bugün İslam'ın ilk asırlarındaki öneminden daha çok değilse de, ondan daha az da değildir.
Dikkat edilecek olursa bugün de Ahzab gününe benzemektedir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) o gün şöyle buyurmuştu: "Bu İslam'ın tümü küfrün tümü karşısındadır." Bugün de o günkü gibi İslam'ın tümü küfrün tümü karşısında yer almıştır. Elbette bu da Müslümanların bir haçlı savaşı içine girdikleri anlamında değildir. Haçlı savaşlarını zaten Müslümanlar meydana getirmiş değillerdi. İslam dünyasına saldıran haçlılardı. Bugün de aynı şekildedir. Yani Müslümanlar bir haçlı savaşını başlatmak istememektedir. Aslında görüldüğü gibi bu savaşın adı haçlı savaşıdır; ay (hilal) veya İslam savaşı değildir.
Hıristiyanların kendisi bu savaşın haçlı savaşı olduğunu söylüyor. Onlar ellerine haçlarını alarak saldırdılar ve miğferlerinin üzerinde haç amblemi bulunuyordu ve bu haçlarla Beyt'ul Mukades'e saldırmışlardı
Bugün de durum aynıdır. Haçlı ve Siyonizm karışımı bir ortaklığın işgali altındadır. Bugün Irak toprakları da bu haçlı ve Siyonist ortaklığın saldırısı altındadır. Afganistan ve merkezi Asya ülkeleri bu uğursuz ittifakın saldırısı altındadır.
Bu durum aynı şekilde Balkan ülkelerinde de geçerlidir. Bunlar İslam dünyasının çeşitli yerlerine saldırdılar ve farklı bahanelerle oralara yerleştiler. Herhangi bir yerde birini bulduklarında falan kimsenin batı menfaatlerinin aleyhine çalıştığını söylüyorlar, onun peşice geldiğini iddia ediyor ve bu bahaneyle İslam ülkelerinin büyük bir bölümün baskı altında tutuyorlar.
Yugoslavya'da onların bizzat kendisi Milosevic'i desteklediler. Müslümanları katletmesi için kendisine imkan tanıdılar. Bosnalı iki milyon müslümandan yaklaşık iki yüz binini, yani % 10'u Milosevic ve uşakları tarafından katledildi ve batılılar bu cinayetler karşısında sustular. Milosevic bu görevini yaptıktan sonra da, "Bu savaş canisi yakalanmalıdır" dediler. Bu batılılar Irak hükümetini de İran İslam Cumhuriyetine saldırması için himaye ettiler.
İslam cumhuriyetini büyük bir askeri baskı altına aldılar, yasaklanmış ve yasaklanmamış bütün silahları Irak'a kullandırdılar. Irak hükümetinin görevi bitince de "Irak hükümeti kötüdür." dediler. Usame bin Ladin'i de Amerikalıların kendisi takviye etti. Ruslar Afganistan'da iken bu şahıs veya böylesi şahısların Afganistan'a gelmesi için yardımda bulundular. Bugün o aşama sona erdiği için, "Bu şahıs problem yaratmaktadır." demeye başladılar.
O halde her üç hususta da ortak bir senaryo sergilenmiştir. Irak'ta Saddam'a dayandılar. Balkanlarda Milosovic'e ve Afganistan'da Usame bin Ladin'e. Oysa onların hepsi de birer şahıstı. Buna rağmen Amerikalılar dünyanın üç önemli bölgesini işgal ettiler. Bu Müslümanların bugünkü durumudur. Bu yüzden İslam ve İslam dünyası büyük bir tehlike altındadır.
Böylesi bir durumda her şeyden daha zaruri ve önem arz eden bir husus Müslümanların vahdetidir. Her kim bu vahdete darbe vuracak olursa büyük ve bağışlanması mümkün olmayan bir günaha düşmüş olur.
Ali bin Ebi Talib'in (a.s) hayatının üçüncü bölümünün sonu da İslami adalet üzere kurduğu İslami hükümetin teşkilidir. Bizler de Müslümanları ve diğer tün insanları dini ve İslami bir hükümetin teşkiline çağırıyoruz.
Bu bölüm gerçekte dindarlar ile dinsizlerin ideolojik bir savaşıdır.
Bu savaş İslam ve laikler arasında bir savaştır. Biz insanın mutluluğunun dini bir hükümetin teşkili sayesinde gerçekleşeceğine inanıyoruz. Batılılar iki yüz, üç yüz yıldan beri dini olmayan veya din karşıtı bir hükümetin davetçisi olmuştur. Marksizm, Faşizm ve Nazizm bizzat batılılar tarafından vücuda getirildi. Gerçekte bütün dünyayı sultası altına alan ve günümüzde de aynı şekilde devam eden emperyalizmdir ve küreselleşme de modern emperyalizmin yeni bir türüdür.
Bu modern emperyalizm muhtelif milletleri batı iktisadi merkeziyetinin ekonomik baskısı altına almıştır ve onun modern şeklidir. Elbette bu bizim de dünyadan koptuğumuz anlamında değildir. Sınırlarımızda oluşan şeffaflığa muhalefet etmemiz ve kendi etrafımızda çelikten bir merkez oluşturmamız anlamında değildir.
Tarihte imtihanını vermiş hiç bir toplum İslam kadar şeffaf olamamıştır. Yani İslam'da hiç bir sınır söz konusu değildir. Küreselleşme ve Globalleşme davetçilerinin tüm çabaları sınırların şeffaflaştırılması her türlü kayıt ve şartların ortadan kaldırılmasıdır.
Eskiden Müslümanlar şu anda başka türlü konuşan batılıların icat ettiği nasyonalizmin etkisi altında değillerdir. İbn-i Batuta gibi birisi Batı'dan yola düşüyor, Çin'e gidiyor ve asla bir gariplik hissine kapılmıyordu.
Ayak bastığı her yeri, İslam dünyasına vardığı her bölgeyi kendi vatanı sayıyordu. O halde Müslümanlar dünyayı vatan bilen makul bir haletin öncüleriydi. Bütün bunlara rağmen İslam dünyasını teşkil eden milletlerin kavmi kimliği de ortadan kalkmış değildi. İslam'a yönelen bütün kavimler arasında İslam medeniyeti alanında İranlılar büyük bir paya sahipti. İranlılar İslami öğretilere büyük bir hizmette bulunmuştur ve buna rağmen İran kimliğini de asla kaybetmemiştir.
Hekim Abulkasım Firdevsi gibi bir şahsiyet şöyle diyor: "Ben Peygamber'in ve vasisinin kölesiyim, ben Haydar'ın ayağının toprağıyım. Eğer öbür alemde mutlu olmak istiyorsan, Nebi-i Ekrem Hz. Muhammed'in (s.a.a) ve Ali b. Ebi Talib'in (a.s) takipçisi ol." Bu Firdevsi'nin Şahname'sindeki önsözünde yazdığı şiirdir. Ama o buna rağmen İran kimliğinin de davetçisidir. O halde İslam'ı kabul eden milletlerin kimliğini koruması, İslam'ın dünyayı vatan kabul eden anlayışıyla hiç bir çelişkisi içinde değildir ve İslam'ın bu başarılı örneği asla tekrar edilmemiştir.
Bugün sınırların şeffaflığını tebliğ eden Avrupalılar kendi içlerinde bir ülke Müslüman olduğu taktirde, yani Hıristiyan olmadığı durumda (kendilerinin kendi içlerinde dinsiz oldukları doğrudur, ama Hıristiyanlığı kendi kimliklerinin büyük bir temeli saymaktadırlar) tahammül etmemiş ve kendi içlerine almamışlardır.
--------------
Dairet'ul Mearif, Bitris Bestani, 11/13, Dar'ul Marife Lübnan baskısı ve aynı zamanda Haçlı savaşları ile ilgili tarih kitaplarına müracaat ediniz.
------------
Bunun bir örneği Türkiye'dir. 80 küsur yıldan beridir, Türkiye Avrupa'nın bir parçası olmak istemektedir. Avrupalılar Türkiye'den istifade etmektedirler ve sadece istifade etmekle kalmaktadırlar. Halbuki Türkiye'ye bir fayda vermeleri gerekir, ama Avrupalılar Türkiye'yi içlerine almıyor ve de almayacaklardır. Türkiye hiç bir zaman Avrupa'nın bir parçası olmayacaktır. Avrupalılaşma sınırı işte budur. Kendi aralarındaki sınırlar kalktı, ama kendileri ile başkaları arasındaki sınırların kalkması çok zordur.
Avrupa'da ve Amerika'da oturan Müslümanların sorunları da dikkate değerdir. Onlar Müslümanların camilerini yıkıyor, okullarını yerle bir ediyorlar, Müslümanlara saldırıyor ve onlara zarar veriyorlar. Batılılar işte böyledir.
Şimdi bu olay (ticari ikiz kulelerin ve Pentagon kulesinin saldırıya uğraması) ortaya çıkmıştır ve bunun Müslümanlar tarafından yapıldığı şiddetle reddedilmiştir. Dolayısıyla şu anda bunları yaptıklarında bir de bahaneleri vardır.
Ama bu olay gerçekleşmeden önce de, Alman ve Avusturya faşistleri, Almanya'da yaşayan Türk Müslümanların evlerine saldırıyor ve evlerini ateşe veriyorlardı. Onlar işte bu derecede ırkçı ve şövenisttirler. Ama İslam'da bu böyle değildir. Bir beyazın bir zenciden, bir İran'lının bir Afrikalı'dan, bir Hintli'nin bir Çinli'den farkı
yoktur ve hepsi kardeştir. Pratikte de Müslümanlar, renk, ırk ve dil olarak sınıflandırılamayacaklarını açıkça ortaya koymuşlardır. Ümeyye oğulları ve benzeri kimseler ise Müslümanlar arasında çıkan münafıklardır, yani cahiliye dönemindeki müşriklerdir. Bunlar Peygamber-i Ekrem'in zuhurundan sonra ortaya çıkmış ve gerçekte cahili kültürün taşıyıcılarıdır.
Ümeyye Oğulları, "Araplar Arap olmayanlardan üstündür" diyorlardı. İslam davetçileri ve Müslüman halk kendi aralarında hiç bir ayrıcalığa düşmemişlerdir. Amelde hiç bir ayrıcalık içinde olmamışlardır. Müslümanlar, tıpkı batılılar gibi batılı olmayan ülkeleri sömürge haline getirmemişler, tüm imkanlarını
kendi menfaatleri için müsadere etmemişler ve o bölge halklarını köle edinmemişlerdir. Böyle bir şey Müslümanlar arasında asla meydana gelmemiştir. İşte bu Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasındaki en temel farktır. Şimdi biz de böyle bir toplumun davetçileriyiz. Böyle bir toplumda insanlar, renk, ırk ve dil sebebiyle birbirlerinden üstünlük iddiasında bulunmazlar ve bu toplumda insanların üstünlük ölçüsü sadece takvadır.
Beyaz, zenci veya herhangi bir dili konuşan kimse dünyanın hangi bölgesinden olursa olsun şu ayetin muhatabıdır: "Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır." Bu mesele Müslümanların ruhuna işlemiş ve İslam tarihi böyle bir ayrıcalığı kaydetmemiştir.
Bu durum Avrupalıların tam tersinedir. Avrupalılar gerçekte Hıristiyan olacaklarına, Hıristiyanlığı Avrupalılaştırdılar. Çünkü gerçek Hıristiyanlık da İslam'ın bizzat kendisidir. Kur'an-ı Kerim'de Halil'ur-Rahman İbrahim Peygamber hakkında şöyle buyurulmuştur: "O Müslümandı ve Allah'ın emrine teslim olmuştu."
Gerçek Hıristiyanlık İsa'nın (a.s) dini olup, gerçekte İslam ile aynı köklere sahiptir. Gerçekte İslam'ın bir bölümüdür. İslam Hıristiyanlığın tamamlayıcısı olmuştur. Bu ikisinin birbiriyle çelişirliği yoktur. Mesih (a.s) insanlar arasında ayrıcalığın davetçisi olmamıştır. Fransız eski dış işleri bakanlarından biri şöyle demişti: "Eğer bizim kendi topraklarımızda bir dinimiz yoksa da, kendi topraklarımız dışında, Hıristiyanlığın davetçisi olmalıyız.
Hıristiyanlık, Avrupalıların ve Batılıların kimliğinin bir parçasıdır." Bu durum da Avrupalıların sömürgecilik ruhunu azaltmamış ve onlar Allah karşısında asla boyun eğmemişlerdir. Allah rızasını elde etmek için Allah'ın kullarına merhametli davranmamışlardır. Onlar Hıristiyanlığın sevgiyi yaydığı gibi, sevgiyi yaymaya çalışmamışlardır. Hıristiyanlık Avrupalıların ve Batılıların ruhunda şekillenmemiştir, yer etmemiştir ve ruhlarına sızmamıştır.
Eğer böyle olsaydı tam tersine bugün kilise dininin tebliğ ettiği bir durum olurdu. Zira kilise dini bugün insana şöyle demektedir: "Eğer birisi sağ yanağına tokat vuracak olursa, sen ona bir tokat daha vurması için sol yanağını uzat" Oysa Avrupalılar kendilerine tokat vurulmadığı halde, insanların sırtına yüklenmişlerdir ve bugün durum işte böyledir.
Bu nasıl bir Hıristiyanlıktır? Bunlar Hıristiyan olacaklarına ve Allah'ın yolunda yer alacaklarına, Hıristiyanlığı Avrupalılaştırdılar. Bu yüzden Hz. İsa'nın (a.s) resmini çizdiklerinde, sarı saçları, mavi gözleri olan ve beyaz ırktan birinin resmini çiziyorlar. Oysa Hz. İsa (a.s) bizim tanıdığımız orta doğu bölgesine mensup biriydi.
O halde biz İslami bir hükümetin davetçileriyiz, dini bir hükümetin tebliğcileriyiz, İslami adalet esası üzere kurulu olan bir hükümetin talibiyiz. Müslüman olmayanlarla savaş taraftarı değiliz. Ama Müslüman olmayanlar İslam'ın hakimiyetine saldıracak olurlarsa, Müslümanlar da bunlara karşı durmak zorundadır. Bu Müslümanların sürekli bir görevidir. Bu davetimizin mübarek başlangıcı münasebetiyle Kum'da oturan siz değerli yabancı talebelerle çok güzel ve samimi ilişkiler içinde olmayı ümit ediyoruz.
Dünya Ehl-i Beyt (a.s) kurultayı gerek Tahran'da ve gerekse de Kum şubesinde sizin projelerinizi değerlendirme hazırlığı içindedir. Sizden biri hangi ülkeden olursa olsun, bölgeniz ile ilgili bilgileri dünya Ehl-i Beyt (a.s) kurulu için faydalı olduğunu düşündüğünüz taktirde bu işbirliğinin devamı veya şekillenmesi için o bilgiyi Kum şubesine bildirin.
Ehl-i Beyt takipçileri veya bölgenizdeki Müslümanlar hakkındaki bir bilgiye sahipseniz bunu bildirin. Buna karşılık bir isteğiniz varsa, bir kitap, bir broşür, bir konu kendi halkınızın diliyle yazılmasını istediğiniz bir konuyu İslami metinlerden veya mütahhar imamlara ait metinlerden elde etmek istiyorsanız, biz de size hizmet etmeye hazırız.
Kum şubesi o bölgeler için eğitim ve tebliğ alanındaki ihtiyaçlarınızı temin etmeye hazırdır. Eğer bölgenizde bir şey yayınlamak istiyorsanız, bu yayınların içeriğini ve ilk imkanlarını sizlere sunmaya hazırdır. Biz içinizden hazırlıklı olan ve tebliğ eden kimselerle, tebliğ hususunda işbirliği etmeye hazırız. Böylece tebliğ günlerinde kendi bölgelerinize gider ve tebliğ çalışmalarında bulunursunuz. Bu iş, sizin işlerinizin sonucunu Kum şubesine, kültürel bölüme göndermenizle daha da bir ürün verecektir.
Eğer işlerimizde bir eksiklik varsa bizlere hatırlatmada bulunun. Eğer bilmediğimiz bir hizmet alanı varsa bize kesinlikle bildirin.
Velhasıl bu gece mübarek bir gecedir ve Allah'tan bizleri Muvahhitlerin Mevlası, Müminlerin Emiri Hz. Ali b. Ebi Talib'in (a.s) gerçek takipçilerinden kılmasını diliyoruz. Allah'ın selamı Muhammed'e ve tertemiz Ehl-i Beytine olsun.
----------
Hucurat suresi, 13. ayet ve Şerh-u Nehc'il-Belağa, 11/85; Kenz'ul-Ummal, 2/42, 3044. hadis; Tefsir-i Kummi, 2/322; Tefsir'ul-Mizan, 18/354; Dur'ul-Mensur, 6/99; Tefsir-u Sa'lebi, 5/77
"Hani Rabbin ona, "Teslim ol" demişti de o şöyle demişti: "Ben alemlerin rabbine teslim oldum." (Bakara suresi, 131. ayet,