Hz. İmam Mehdi (a.s)’ın ahır zamanda zuhur edip zulüm ve haksızlıkla dolmuş olan yeryüzünden her türlü zulüm ve haksızlığı kökünden kazıyarak onu baştan başa adalet ve eşitlikle dolduracağı inancı, asr-i saadetten itibaren Müslümanlar arasında yaygın olan köklü bir İslamî akide olup, ilgili bilgi ve belgeler İslamî kaynakların genelinde yer almıştır. Ancak hemen-hemen İslâmî kaynakların tamamında yer alan İmam Mehdi (a.s) hakkındaki bilgi ve belgelere geçmeden önce, Hz. Resulullah (s.a.a)'ın: “Kim boynunda biat olmadan (başka bir hadiste ise) -Kim zamanının imamını tanımadan- ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüştür.”[1] hadis-i şerifine dikkat çekmek istiyorum.
Naklettiğimiz bu hadisler, her zamanda herkes için büyük bir sorumluluk getirmektedir. Bu hadisler herkesi kendi zamanının imamını tanımak ve ona biat etmekle yükümlü kılmıştır.
Nitekim Allah Tealâ’nın; “O gün ki, her grup insanı imamlarıyla (önderleriyle) çağırırız; o gün kitabı sağından verilenler kitaplarını okurlar; onlara kıl kadar haksızlık edilmez. Bu dünyada (kalbi) kör olan ise, ahirette daha kör ve daha şaşkındır.” [2] ayetleri de, istisnasız her zaman ve mekânda insanların itaat etmesi farz olan bir imamın var olduğunu, dünya yaşamlarında o imamı tanıyıp itaat edenlerin ahirette amel defterleri sağ ellerinden verilecek olan ilahi mükafatı hak eden Ashab-ı Yemin olduklarını, dünya yaşamlarında o imamı tanımak hususunda şaşkınlığa düşüp kör kalanların ise, ahirette daha kör ve daha şaşkın olacaklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Ne ilginçtir ki, Ehl-i Sünnet’in önde gelen müfessirlerinden Kurtubî, kendi tefsirinde bu ayeti tefsir ederken, Mucahid ve Katade’nin, ayette geçen “imamlar”dan maksadın, insanın kendine önder kabul ettiği liderler olduğunu, hak ehlinin kıyamet günü peygamberlerinin önderliğinde ayağa kalkarak amel defterlerini sağ ellerinden alacaklarını ve batıl ehlinin de dalâlet liderlerinin önderliğinde ayağa kalkarak amel defterlerini sol ellerinden alacaklarına dair görüşlerini naklettikten sonra Hz. Ali (a.s)’ın da; “Ayette geçen ‘imamlar’dan maksat, her asrın imamıdır.” buyurduğunu kaydetmiş, sonra da Hz. Ali’nin Allah Resulü’nden naklettiği şu hadise yer vermiştir: Allah Resulü buyurmuştur ki:
“Kıyamet günü herkes kendi zamanının imamı, Rabbinin kitabı ve peygamberinin sünneti ile çağrılacak ve denilecek ki: ‘İbrahim’in takipçilerini getirin, Musa’nin takipçilerini getirin, İsa’nın takipçilerini getirin ve Muhammed’in takipçilerini getirin.’ Böylece hak ehli ayağa kalkacak ve amel defterlerini sağ ellerinden alacaklar. Sonra; ‘Şeytanın takipçilerini ve sapık önderlerin takipçilerini getirin.’ denilecektir. Evet imam, ya hidayet imamı olur, ya da sapıklık imamı.” [3]
Bu gerçeği ortaya koyan diğer bir ayet de Allah Tealâ’nın; “Yarattıklarımız içerisinde bir topluluk vardır ki, hak ile hidayet eder ve onunla hükmederler.” [4] ayetidir.
hz. mehdi’ye inanmak 1
Bu ayet-i kerime, her zaman için insanlar içerisinde hak üzere olup hakka hidayet eden ve hak ile hükmeden masum önderlerin var olduğunu ve var olmaya devam edeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Ehl-i Sünnet’in önde gelen müfessirlerinden Fahr-i Razî de bu ayetin tefsirinde Cübaî’den naklen der ki: “Bu ayet, yeryüzünün hiçbir zaman hak üzere olup hak ile amel eden ve hak ile hükmeden kimselerden boş olmayacağını ve onların hiçbir zaman batıl üzere birleşmeyeceklerini göstermektedir.”[5]
Fahr-i Razî, Allah Tealâ’nın; “O gün her ümmetten bir kişiyi onlara şahit tutarız; seni de bunlara şahit getiririz.”[6] ayetinin tefsirinde de der ki: “Yeryüzünde var olan her topluluk içerisinde ve her asırda onlara şahitlik yapacak biri olmalıdır. Allah Resulü’nün asrındaki şahide gelince o, Allah Tealâ’nın; “Böylece sizi insanlara şahit olmanız için orta bir ümmet kıldık, Peygamber de size şahittir.”[7] ayetinin mucibince Resul’ün kendisidir. Allah Resulü’nün zamanından sonra da her zaman için bir şahidin var olması gerektiği ispatlanmıştır. Bu, hiçbir asrın insanlara tanıklık edecek bir şahitten hali olmadığı sonucunu doğurur. Bu şahit de caiz’ül-hata olmamalıdır. Aksi takdirde onun kendisi de başka bir şahide muhtaç olur ve bu sonsuza kadar teselsül edip gider. Teselsül ise batıldır. O hâlde, her asırda sözleriyle hücceti tamamlayan bir topluluğun var olduğu sabit olmuştur.” [8]
Sonuç olarak naklettiğimiz bu ayet ve hadisler, her zaman ve asırda insanların tanıyıp itaat etmesi gereken masum önderlerin var olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Allah Resulü de; “Zamanının imamını tanımadan veya boynunda biat olmadan ölen, cahiliye ölümü ile ölür.” buyururken mutlaka böyle bir imamı kastetmiştir. Yoksa Allah Resulü’nün, insanlara zamanın imamı olarak diktatör sultanları ve zalim yöneticileri tanıyıp onlara biat etmelerini söylemesi ve onları tanımayıp onlara biat etmeyenlerin cahiliye ölümü ile öleceklerini buyurması düşünülemez; böyle bir şeyi düşünmek küfür ve inançsızlık olur.
Kısacası; zalim yöneticileri tanımamak ve onlara biat etmemek, ne cahiliye ölümüyle ölme sonucunu doğurabilir, ne de ahirette kör ve şaşkın olarak haşr olmayı. Aksine, onlara gönül vermek ve onlara biat ederek yaptıkları mezalime katkıda bulunmak, böyle bir sonuç doğurabilir. O hâlde, tanınması ve biat edilmesi farz olan imam, Allah Resulü’nün; “Benden sonra hepsi Kureyş'ten olan on iki halife gelecektir.”[9], “Kureyş'ten on iki halife oldukça bu din, düşmanlarına karşı hep muzaffer olacak ve hiçbir muhalif ve münafık ona zarar veremeyecektir.”[10], “Benden sonra halifelerin sayısı, İsrail oğullarının reisleri gibi, on ikidir.”[11], “Benden sonra imamların sayısı, İsrail oğullarının reisleri ve İsa’nın havarîleri gibi, on ikidir.”[12],“Benden sonra Ehl-i Beyt’imden on iki imam gelecektir.”[13],“Ben peygamberlerin efendisiyim, Ali bin Ebu Talip de vasilerin efendisidir; benim vasilerim on iki kişidir. Onların ilki Ali, sonuncusu da Kaim’dir.”[14] gibi tabirlerle ümmete muştuladığı kimseler, Ehl-i Beyt’inden olan On İki İmamlardan gayrisi olamaz.
Ama ne var ki, Allah Resulü’nün ümmetine hidayet meşalesi ve kurtuluş gemisi olarak tanıttığı Ehl-i Beyt İmamları'ndan on biri, kendi dönemlerinde Hz. Resulullah’tan sonra fırtınalara kapılan İslâm ümmeti gemisine kaptanlık yapmış ve hidayet arayanları selâmetle kurtuluş sahiline hidayet etmişlerse de, sonunda onların on biri de zalimler tarafından katledilerek veya zehirlenerek şehit edilmişlerdir. Sadece Ehl-i Beyt İmamları’nın sonuncusu olan on ikinci imam Hz. Mehdi (a.s), bir takım bizce bilinen ve bilinmeyen neden ve hikmetlerden dolayı şimdilik gözlerden ırak olsa da, Allah Tealâ’nın özel korumasıyla hayatta bulunmakta ve Hz. Resul ve Ehl-i Beyt İmamları'nın belirttiği üzere, yeryüzünü dinsizlik, zulüm ve haksızlık sardıktan sonra, Allah Tealâ'nın izniyle bir gün zuhur edip haksızlık ve zulümle dolan bu dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracak ve Allah’ın kesin vaadi olan ilâhî dinin bütün cihana egemenliğini sağlayacaktır.
hz. mehdi’ye inanmak 1
Evet, yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadisler, bu zamanda onu tanımayı ve ona biat etmeyi herkese farz kılmaktadır. Onu tanıyan ve ona biat eden basiret ehli; onu tanımayan ve ona biat etmeyen ise, bu dünyada kör olduğu gibi, ahirette de daha kör ve daha şaşkın olacaktır.
Bu konu, öyle hafife alınabilecek bir konu değildir. Özellikle de Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sadece yukarıda işaret ettiğimiz hadiselere iktifa etmediğini ve bizatihi Hz. Mehdi (a.s)’ın kıyamını zikrederek onu inkâr edenlerin İslâm’ından şüphe edilmesi gerektiğini buyurduğunu görmekteyiz.
Cabir bin Abdullah’tan; dedi ki: Allah Resulü şöyle buyurdu:
1- “Mehdi’nin çıkışını inkâr eden, Muhammed’e indirileni inkâr etmiştir.”
2- “.Mehdi’yi inkâr eden, şüphesiz kâfir olur.”[15]
Evet, Mehdi’yi inkâr etmek insanı küfre bile düşürebilir. Çünkü Mehdi’yi inkâr eden kimse, eğer bilinçli olarak inkâr ediyorsa, Allah Resulü’nün ahir zamana ait sözlerini inkâr etmektedir, Kur’an-ı Kerim’in ahir zamanda salih insanların önderliğinde mutlak hâkimiyetin Allah’ın dinine ait olacağı vaadini inkâr etmektedir. İşte bunun içindir ki, Ehl-i Sünnet’in önde gelen alimlerinden olan Alaüddin Muttakî Hindî, bu hadisi naklettikten sonra, Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhurunu inkâr etmenin küfre sebep olmasının tevcihinde Ehl-i Sünnet’in büyük fakihlerinden Ahmed bin Hacer Heytemî’nin sözlerine de değinmiş ve özetle onun şöyle dediğini kaydetmiştir: “İnkâr eden şahıs, Mehdi’ye inanmanın Nebevî sünnette yer aldığını biliyorsa, bu gerçek anlamda küfür olur; çünkü bu, onun kesin olan sünnetten saptığının ve yalan saydığının belirtisidir.”[16]
İslâm Peygamberi ve Ehl-i Beyt İmamları defalarca çeşitli münasebetlerle Hz. Mehdi (a.s)’ın gaybeti, zuhuru, kıyamı ve diğer özelliklerinden bahsetmişlerdir. Hz. Mehdi (a.s) hakkındaki bu hadisler hem Ehl-i Beyt, hem Ehl-i Sünnet’in en muteber hadis, tefsir ve siyer kitaplarında yer almış ve her iki fırkanın birçok büyük alimi bu hususu konu edinen müstakil kitaplar yazmışlardır. Ehl-i Sünnet’in önde gelen alimlerinden olan Ali Muhammed Ali Dahil’in yazdığı el-İmam’ul-Mehdi kitabı bu mevzuu ele alan onlarca cilt kitaptan sadece birisidir. Yalnızca bu eserde Hz. Mehdi (a.s) ile ilgili hadisleri nakleden sahabe ve tabiînden ellişer kişinin ismi kaydedilmiştir.[17]
--------------------------------------------------
[1] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 377, Bihar-ül-Envar c.23, s.77. hadis no: 4, 5, 66, 78. Kenz’ul-Ummal, c.1, s. 103, hadis no: 463-464, Müsned-i Ahmed, hadis no: 16271, 5631, Sahih-i Müslim, hadis no: 3441, Müsned-i Teyalisi, s. 259, Nefehat-ül Lahut, s. 13, Yenabi’ül-Meveddet, s. 117, Mucem’ül-Kebir, c. 10, s. 350, Müstedrek’üs-Sahihayn, c. 1, s. 77, Hilyet’ül-Evliya, c. 3, s. 224, el-Küna ve’l Esma, c. 2, s. 3, Sünen-i Beyhaki, c. 8, s. 156, Cami’ül-Usul, c. 4, s. 70, Şerh-i Sahih-i Müslim, Nevevi’nin, c. 12, s. 440, Mecme’üz-Zevaid, Heysemi’nin, c. 5, s. 218, 219, 223, 225, 312, Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 1, s. 517.
[2] - İsra/71,72.
[3] - Bkz. Tefsir-i Kurtubi, mezkur ayetin tefsiri.
[4] - A’raf/181.
[5] - Tefsir’ül-Kebir, c. 15, s. 72.
[6] - Nahl/89.
[7] - Bakara/143.
[8] - Tefsir-i Kebir, c. 20, s. 98, 99.
[9] - Sahih-i Buhari, hadis no: 6682 “Tarih’ul-Kebir” c.1, s.466. Sünen-i Tirmizi, hadis no: 2149, Müsned-i Ahmed, c.5, s.92, hadis no: 19920, 19944, 19946, 19956, 19978, 19991, 20036, 20105, 20142. Ebu Nuaym; “Hilyet’ul-Evliya, c.4, s.323; Tabarani; “Mucem’ul-Kebir”, s.94. Menavi; “Kenz’ul-Hakayık” s. 208, Müsned-i Ahmed'in haşiyesinde basılan Münteheb-ü Kenz’ül-Ummal c. 5 s. 312, Tarih-i Bağdat, c. 14 s. 353, hadis no: 7673, ve c. 6, s. 263, hadis no: 3269, Yenabi-ül-Meveddet, İstanbul baskısı, s. 445. Bkz. Münteheb’ül-Eser, s. 13,
[10] - Sahih-i Müslim, hadis no: 3393, 3394, 3395, 3396, 3397, 3398, Sünen-i Ebu Davut, hadis no: 3731, 3732, Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c.5, s.87-88, hadis no: 19875, 19884, 19887, 19892, 19901, 19914, 19922, 19925, 19943, 19963, 19964, 19991, 20000, 20001, 20017, 20018, 20019, 20021, 20022, 20032, 20034, 20046, 20061, 20112, 20125, 20131. Müstedrek’üs-Sahihayn Haydarabat baskısı, c. 3 s. 617, 618, Teysir’ül-Vusül İla Cami’ül-Usül, c. 2 s. 34, Tarih’ül-Hülafa, s. 7. Bkz. Müntehb’ül-Eser s. 12, 13.
[11] - el-Cami’üs-Sağir, c. 1, s. 91, Müsned-i Ahmed, hadis no: 3665, 3593.
[12] - Keşf’ül-Estar, s. 74.
[13] - Abakat’ül-Envar, c. 2, s. 249.
[14] - Yenabi’ül-Meveddet, s. 258, 445, Keşf’ül-Estar, s. 74.
[15] - Bkz. “Fevaid’ul-Ahbar” (Ö:279), İkd’ud-Durer, fi Ahbar’il-Muntazar”, s. 157 (Ö:685). Feraid’us- Simtayn, c.2, s.337, No: 585 (Ö:730), Lisan’ul-Mizan, c.4, s.147 (Ö:852). el- Fetave’l-Hadise, s.37, ve Kavl’ül-Muhtasar Fi Alamet’il-Mehdiyy’il-Muntazar, s. 21 (İbn-i Hacer-i Mekki), Arf’ül-Verdi Fi Ahbar’il-Mehdi, el-Havi Li’l-Fetavi kitabına ek, c. 2, s. 161, Yenabi’ül-Meveddet, s. 447, el-Burhan fi Alamati Mehdiyy-i Ahir-iz-Zaman, 12.bab.
[16] - el-Burhan fi Alamet’il-Mehdiyyi Ahirezzaman, Tas. Prof. Ğaffari, s. 170 ve Tas. Al-i (il) Yasin, c. 2s. 844.
[17] - “el-İmam’ul-Mehdi” Ali Muhammed Ali Dahil’in eseri, s.40-47 “Nevid-i Emn ve Eman” kitabı, s.91’de ise sahabeden 33 kişinin adı zikredilmiştir.