İhlas suresi, yüce Allah’ı, zatının tekliği itibariyle vasfediyor, O’ndan başka her şeyin, bütün varoluşsal ihtiyaçlarıyla O’ndan kaynaklandığını, ne zatında, ne sıfatlarında ve ne de fiillerinde hiçbir şeyin O’na ortak olmadığını vurguluyor. Bu, sırf Kur’an’a özgü tevhit düşüncesidir ki, bütün islami bilgiler bu temele dayanır.
İhlas suresinin faziletiyle ilgili bir çok hadis rivayet edilmiştir. Hatta Sünni ve şii kaynaklarda ihlas suresinin Kur’an’ın üçte birine denk olduğu da rivayet edilmiştir. İleride buna değineceğiz inşallah.
Surenin Mekke inişli veya Medine inişli olması aynı oranda muhtemeldir. Ancak surenin iniş sebebine ilişkin bazı rivayetlerden Mekke döneminde inmiş olması ihtimali belirginlik kazanıyor.
“De ki: O, Allah birdir.” “Huvi=O” durum bildiren, anlatıma işaret eden zamirdir. Kendisinden sonraki cümlenin içeriğine dikkat edilmesi gerektiğini ifade eder. Doğrusu “Allah” lafzı, galip kanaat olara Arapça’da yüce Rabbin özel ismidir. Nitekim başka dillerde de O’nun özel isimleri vardır. Fatiha suresini tefsir ederken bu hususta bazı açıklamalara yer vermiştik.
“Ahad”(tek) kelimesi el-Vahde (birlik) kelimesinden türemiş sıfattır, el-Vahid (bir) gibi. Ancak el-ahad sıfatı, ne objeler aleminde ne de zihin içi tasavvur kapsamında çokluk kabul etmeyen şeyler için kullanılır. Bu yüzden sayılmaz ve sayıların kapsamına girmez. El-Vahid ise bundan farklıdır. Çünkü “bir” olan her şey, hem objeler dünyasında hem de zihin içi tasavvur kapsamında bir tür vehimle ya da akli bir varsayımla iki, üç, dört… olmaya açıktır. Böylece bu ek sayıların katılmasıyla çoğalabilir. Ama “ahad” (tek) öyle değildir, bir ikincisi ne zaman tasavvur edilirse yine kendisidir, onda bir artış olmaz.
Bu anlamı şöyle bir ifadeyle de somutlaştırabiliriz: Topluluktan bir tek kişi bana gelmedi, dediğin zaman, onlardan bir kişinin gelmesini olumsuzladığın gibi iki ve daha yukarısı kişinin gelmiş olmasını da olumsuzlarsın. Buna karşılık: Bana onlardan bir kişi gelmedi, dediğin zaman, sadece, sayı olarak bir kişinin gelmesini olumsuzluyorsun, bu, onlardan iki ve daha yukarı kişinin gelmesini de olumsuzladığın anlamına gelmez. Bu anlamı ifade etmesinden dolayıdır ki “ahad” kelimesi mutlak olumluluk bağlamında sadece yüce Allah için kullanılır. Bu konuda enteresan açıklamalardan biri Ali’nin (a), Allah’ın birliğini işlediği hutbelerinin birinde geçen şu ifadedir: “O’dan başkası bir olarak nitelendirildiği zaman, bu, onun az olduğunu ifade eder.” Tefsirimizin altıncı cildinde,Kur’an’ın tevhid anlayışını işlerken Hz. Ali’nin (a) bu konuyla ilgili görüşlerinin bir kısmına yer vermiştik.
“Allah sameddir.” Es-Samed kelimesinin asıl anlamı, kast etmek veya güvenerek kast etmektir. Araplar: Samedehu/yasmudunu/ sadmen: Ona yöneldi veya güvenerek yöneldi, derler. Es-Samed kelimesi-ki sıfattır-, çeşitli anlamlarda yorumlanmıştır. Bunların çoğunluğu da, ihtiyaçlar hususunda yönelinen efendi, maksut olarak ifade edilebilir. Ayette bu kelime mutlak olarak kullanıldığına ve herhangi bir kayıtla sınırlandırılmadığına göre, Allah, mutlak olarak bütün ihtiyaçlar için yönelinen maksuttur.
Şu halde Allah, kendisinden başka, her varlık sahibini var edendir. Her varlık Ona muhtaçtır ve “şey” diye nitelenebilecek her varlık, zatı, sıfatları ve sonuçları, etkileri itibariyle Ona yönelir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de Ona mahsustur.” (Araf, 54) Bir diğer ayette de mutlak bir ifade kullanarak şöyle buyurmuştur: “Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir.” (Necm, 42) Şu halde Allah, varlık aleminde beliren her ihtiyacı giderecek kaynaktır ve O, hiçbir şeye ihtiyacı için yönelmez, tam tersine her şeyin yönelişinin son noktası, isteğinin karşılandığı merci ve ihtiyacının giderildiği makam Odur.
Bu da samed kelimesinin başına neden lam-i tarif getirildiğini bize anlatıyor. Ki sınırlandırma, özgü kılma anlamını ifade etmektedir. Buna göre mutlak olarak sadece yüce Allah sameddir, maksuttur. Ama “Allah birdir.”ifadesinin orijinalindeki “ahad” açısından durum farklıdır. Çünkü “ahad” sıfatı, ifade ettiği anlamı itibariyle özel bir birliği anlatmaktadır. Olumlu anlamda yüce Allah’tan başkası için kullanılmaz. Bu yüzden bir sınırlandırmaya ve zihin içi alan belirlemeye gerek yoktur.
Öte yandan “O sameddir.” Veya “Allah, birdir, sameddir.”denilmeyip, ikinci kez “Allah” lafzı kullanılarak “Allah, sameddir.”denilmesine gelince, burada öyle anlaşılıyor ki, her iki cümlenin başlı başına Allah’ı tanımlamaya yeterli olduğuna işaret etme amacı güdülmüştür. Çünkü bağlam, yüce Allah’ı, sırf kendisine özgü sıfatlarla tanıtmakla ilgilidir. Bu yüzden: Allah, birdir. Allah, sameddir, denilmiştir. Demek isteniyor ki, ister bununla,i ster diğeriyle, Allah’ı tanıma maksadı hasıl olabilir.
Bu iki ayet, işaret ettiğimiz anlamın yanı sıra, yüce Allah’ı hem zati sıfat hem de fiili sıfatla nitelemektedirler. Çünkü “Allah, birdir.”ifadesi, yüce Allah’ı birlikle vasf ediyor.Ki bu, zatın aynısıdır. “Allah, sameddir.” İfadesi ise, Allah’ı, her şeyin sonunda kendisine varmasıyla nitelendiriyor. Bu da fiili sıfatlardan biridir.
Müfessirlerin bazılarına göre, es-Samed, içi boş olmayan, yemeyen, içmeyen, uyumayan, doğmayan, doğurmayan demektir. Bu anlamlandırmaya göre, “O, doğurmamış ve doğmamıştır.” İfadesi “samed” kelimesinin açıklaması niteliğindedir.
“O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” Bu iki ayet, yüce Allah’ın herhangi bir şeyi doğurmasını, bir şeyin nasıl bir ayrılma ve türeyiş tasavvur edilirse edilsin, Ondan ayrılmasını, bölünüp Onun mahiyetinde olmasını olumsuzlamaktadır. Yani, Hıristiyanların, Mesih Allah’ın oğludur, şeklindeki iddialarını veya bazı putperestlerin kimi tanrılarının Allah’ın oğulları olduklarını iddia etmelerini reddetmektedir.
Bu ayetler, yüce Allah’ın, türeyişten hangi anlam tasavvur edilirse edilsin, başka bir şeyden doğmuş olmasını da olumsuzlamaktadır. Nitekim putperestler, bazı tanrılarının, ilahların babası, bazılarının ilahların anası ve bazılarının da ilahların oğlu olduğunu ileri sürüyorlardı. Ayetlerde bu ve benzeri inançlar reddedilmektedir.
Aynı şekilde zatı veya fiili [1] , yaratma ve tedbir etmesi açısından dengini olmasını da olumsuzlamaktadır. Semavi bir dinin mensubu olan veya semavi olmayan bir dinin mensubu olan hiç kimse, yüce Allah’ın zatının dengi olduğunu, vacibu’l vücut olan tanrıların birden çok olduğunu iddia etmemiştir. Fakat fiilleri itibariyle denginin olmasını ileri sürenler olmuştur. Buna Firavun ve Nemrut gibi ilahlık iddiasında bulunan beşeri ilahları örnek gösterebiliriz. Bunların denklik iddialarının özü, kendilerinin yönetimi altında olan alanlarda bağımsız tedbir yetkisine sahip oldukları şeklinde ifade edilmiştir. Bu düzmece tanrılara inananlara göre, yüce Allah, yetkisi altında olan alanlarda bağımsız tedbir yetkisine sahip olduğu gibi bu tanrılar da bağımsız tedbir yetkisine sahiptir. Bu tanrılar, ilahlar ve rablerdir. Allah da rablerin rabbi, ilahların ilahıdır.
Bu tanrılar kapsamında denkliği iddia edilenlere örnek olarak, bazı mümkün nitelikli fiilleri bağımsız olarak gerçekleştirmeleri gösterilmektedir. Böyle bir denklik iddiasının kaynağı, yüce Allah’a muhtaç olmayışlarının gösterilmesidir. Oysa her açıdan Allah’a muhtaçtırlar. Ayet, böyle bir anlayışı da reddetmektedir.
Bu olumsuzlayıcı üç sıfatı, Allah’ın teklik/birlik sıfatının detayı olarak değerlendirmek mümkün olsa da, samed sıfatının detayı olmaları daha öncelikli olarak zihinde uyanmaktadır.
Allah’ın doğurmamış olmasına gelince, doğurmak, hangi anlamda açıklanırsa açıklansın bir tür bölünme ve parçalanmadır. Doğuranın varlığında bir terkip olmasını gerektirdiği gibi, mürekkep/birleşik varlığın da zorunlu cüzlere muhtaç olmasını kaçınılmaz kılar. Yüce Allah ise, sameddir. Her muhtacın ihtiyacı için başvurduğu nihai mercidir ve Onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah’ın doğmamış olmasına gelince, bir şeyin bir şeyden doğması, doğanın varlığı itibariyle doğurana muhtaç olmasını gerektirir. Yüce Allah ise, sameddir, hiçbir şeye ihtiyacı olmaz. Allah’ın denginin olmamasına gelince, ister zatı ister fiili açısından bir denklik tasavvur edilsin, denklik, denk olanın, denk olduğu alanda Allah’tan bağımsız olmasını ve Allah’tan müstağni olmasını gerektirir. Yüce Allah, mutlak olarak sameddir, kendisinin dışındaki her şey, akla gelebilecek her açıdan Ona muhtaçtır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, iki ayetin içeriği, Allah’ın Samed olmasının sonuçları olarak belirginleşmektedir. Allah’ın samed olması ve bunun sonuçları da Allah’ın sat, sıfat ve fiil olarak birliğinin kanıtlanması anlamına gelir. Yani, Allah birdir, hiçbir şey Onun eşi ve benzeri değildir. Çünkü Allah’ın zatı, zatıyla ve zatı içindir, başkasına dayanmaz, başkasına muhtaç olmaz. Sıfatı ve fiilleri de öyle. Allah’tan başkalarının zatları, sıfatları ve fiilleri, Allah’ın makamına yaraşır biçimde Ondan kaynaklanırlar. Buna göre, surenin ana konusu, Allah’ın bir ve tek olarak vasfedilmesidir.
Bazı müfessirlere göre ayette geçen denkten maksat, zevcedir. Çünkü bir adamın zevcesi onun dengidir. Dolayısıyla aşağıdaki ayete benzer bir anlam kast edilmiştir: “Rabbimizin şanı çok yücedir. O, eş edinmemiştir…” (Cin, 3) …Bu değerlendirmenin ne kadar isabetli olduğu ortadadır.
…………
AYETLERİN RİVAYETLER IŞIĞINDA İNCELENİŞİ
El-Kafi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Müslim’den, o da İmam Sadık’tan (a) şöyle rivayet eder: Yahudiler, Resulullah’a (s), bize rabbini tanıt, dediler. Resulullah (s) üç gün onlara cevap vermeden bekledi. Sonra “De ki: O, Allah birdir.”suresi nazil oldu.
Ben derim ki:el-İhticac adlı eserde, bu isteği ileten Yahudi’nin Abdullah b. Suriya olduğu belirtiliyor. Ehlisünnet kaynaklarında yer alan bazı rivayetlerde bu kişinin Abdullah b. Selam olduğu ifade ediliyor. Buna göre olay Mekke’de gerçekleşmiş ve Abdullah b. Selam imanını gizlemiştir. Kimi rivayetlerde ise, bunu söyleyenlerin Yahudilerden bir grup olduğu belirtilmiştir. Bu isteği dile getiren şahsın kim olduğu pek önemli değildir. Hadisin orijinalinde geçen “en-nesb”kelimesi, vasf etme, tanımlama anlamındadır.
El-Meani adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Esbağ b. Nebate’den, o da Ali’den (a) şöyle rivayet eder: Allah’ın tanımı, “De ki: O, Allah birdir…”suresidir.
El-İlel adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Sadık’tan (a) aktardığı miraç hadisinde şöyle deniyor:Yüce Allah, peygambere (s) dedi ki: “De ki: O, Allah birdir…”suresini sana indirdiğim gibi oku. Çünkü bu sure benim tanımım ve niteliğimdir.
Ben derim ki: Müellif, kendi rivayet zinciriyle Musa b. Cafer’den (a) bu anlamda bir hadis daha rivayet eder.
Ed-Durru’l Mensur adlı eserde belirtildiğine göre Ebu Ubeyd el-Fedail adlı eserinde İbni Abbas’tan, o da Hz. Peygamber’den (s) şöyle rivayet etmiştir: “De ki: O, Allah birdir…” (ihlas) suresi Kur’an’ın üçte birine denktir.
Ben derim ki: Ehlisünnet kaynaklarında bu anlamda bir çok hadis vardır. Bunu İbni Abbas gibi bir çok sahabiye dayandırmışlardır. İbni Abbas’tan aktarılan hadise yukarıda yer verdik. Bu sahabeler arasında Ebu Derda, İbni Ömer, Cabir, İbni Mesud, Ebu Said el-Hudri, Muaz b. Enes, Ebu Eyyub ve Ebu Emame gibi isimler vardır. Bunlar hadisi peygamberimiz’den (s) rivayet etmişlerdir. Bu anlamı içeren birkaç hadis, Ehlibeyt imamlarından (a) da rivayet edilmiştir. İhlas suresinin Kur’an’ın üçte birine denk olmasını, müfessirler çeşitli şekillerde açıklamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en isabetlisi şudur: Kur’an’ın içerdiği bilgiler üç temele dayanır: Tevhid, nübuvvet ve ahiret. İhlas suresi de bu üç temelden birini içeriyor, o da tevhiddir.
Et-Tevhid adlı eserde Emirülmüminin’den (a) şöyle rivayet edilir: Bedir savaşından bir gece önce Hızır’ı (a) rüyamda gördüm.Dedim ki: Bana öyle bir şey öğret ki, düşmanlarıma karşı zafer kazanayım. Dedi ki: Ya hu, ya men la huve illa hu (Ey O, ey kendisinden başka O, bulunmayan O)de. Sabah olunca bunu resulullah’a (s) anlattım. Bana şöyle dedi: Ey Ali! İsmi A’zamı (Allah’ın en büyük ismini öğrendin). Bedir günü bu sözü dilimden düşürmedim.
Emirülmüminin (a) “Kul huvellahu ahad…”suresini okudu, bitirdikten sonra şöyle dedi: Ya hu, ya men la huve illa hu iğfir li ve’nsurni ala’l kavmi’l kafirin: Ey O, ey kendisinden başka O bulunmayan O, beni bağışla ve kafirler topluluğuna karşı bana yardım et…
Nehcu’l Belağe’de şöyle deniyor: Ahad kelimesi, sayısal teklik anlamında değildir.
Ben derim ki: et-Tevhid adlı eserde müellif İmam Rıza’dan (a): Ahad kelimesi, sayısal teklik anlamında değildir, şeklinde rivayet etmiştir.
Usulu’l Kafi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Davud b. Kasım el-Caferi’den şöyle rivayet eder:İmam Ebu Cafer es-Sani’ye (a) dedim ki: Samed ne demektir? Buyurdu ki: Az çok her şeyde kast edilen, yönelinen efendi, maksud demektir.
Ben derim ki: Samed kelimesinin tefsiri ile ilgili olarak başka anlamlar da ehlibeyt imamlarından (a) rivayet edilmiştir. Örneğin İmam Bakır’dan (a), samed, üstünde emredici ve yasaklayıcı bulunmayan ve itaat edilen efendi demektir, şeklinde rivayet edilmiştir. İmam Hüseyin’den (a) şöyle rivayet edilmiştir: Samed, içi boş olmayan demektir. Smad’in bir anlamı da uyumayan’dır. Samed, hep var olan ve hep var olamya devam edecek olandır. İmam Seccad’dan (a) şöyle rivayet edilmiştir: Samed, bir şey irade ettiği zaman, ona “ol”deyince hemen olmasını sağlayan kimse demektir. Samed, varlıkları örneksiz yaratan, onları zıtlar halinde, farklı şekillerde ve çift olarak var eden, kendisi tek olup, zıddı, şekli, benzeri ve eşi olmayan demektir.
Samed kelimesinin asıl anlamı, İmam Ebu Cafer es-Sani’den (a) aktardığımız rivayette belirginleşmektedir. Çünkü samed kelimesinin kökünde kast etme anlamı vardır. Dolayısıyla imamlardan (a) aktarılan diğer anlamlar, asıl anlamın gerektirdiği anlamlardır. Yani sözü edilen bu anlamlar, yüce Allah’ın maksud olmasının, her şeyin bütün ihtiyaçları için Ona yönelmesinin ve her şeyin Onda son bulmasının ve Onun hiçbir şeye muhtaç olmamasının gerektirdiği ayrıntı nitelikli anlamlardır.
Et-Tevhid adlı eserde belirtildiğine göre Vehb b. Vehb el-Kureşi İmam Sadık’tan (a) şöyle rivayet etmiştir: Basralılar, Hüseyin b. Ali’ye (a), samed kelimesinin açıklamasını yapması için bir mektup yazdılar. İmam Onlara şu mektubu yazdı:Bismillahirrahmanirrahim. Kur’an’a yersiz bir şekilde dalmayın, onun üzerinde tartışmayın ve onunla ilgili bilgisizce konuşmalar yapmayın. Ben dedemin (s) şöyle dediğini duydum: Kim Kur’an hakkında bir bilgiye dayanmadan konuşursa cehennemdeki oturağına hazırlansın. Bilin ki, yüce Allah samed’i şöyle açıklamıştır:O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.
Aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İbni Ebu Umeyr’den, o da Musa b. Cafer’den (a) şöyle rivayet eder:Bil ki, yüce Allah birdir, tektir, sameddir, doğurmamıştır, bu yüzden varisi yoktur, doğmamıştır, bu yüzden ortağı yoktur.
Yine aynı eserde yer alan Ali’nin (a)bir diğer hutbesinde şu ifadeler geçiyor: Doğurmadığı için izzette ortağı olmayandır. Doğmadığı için ölüp geride mirasçılar bırakmayandır.
Aynı eserde Ali’ye (a) ait bir hutbede şöyle deniyor: Denginin olmasından ve bu dengin kendisine benzemesinden münezzehtir.
Ben derim ki: Yukarıda sunduğumuz anlamları içeren başka rivayetler de vardır.
ALLAME TABATABAİ
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Sıfatı zikretmedik, çünkü ya zati sıfat olacak ki, o zaman zatın aynısıdır, ya da fiil sıfat olacaktır, o da Allah’tan kaynaklanan fiilden kaynaklanmaktadır.