Allah rahmet eylesin Şeyh (Ebu Cafer) der ki:
Mü'minlerin Emiri Ali'ye (a.s.):
"Bize ölümü tarif et." denildi.
Dedi ki: "Tesadüfen siz, bu işi gerçekten çok iyi bilen birine geldiniz. Ölüm, ölen bir kimseye şu üç şeyden birini getirir: Ya ebedi saadet müjdeler , ya sonsuz felaket, ya da korku ve dehşet. Yahut da, eğer ölen kimse kendisinin hangi kısma ait olduğunu bilmiyorsa, belirsiz bir durum. . .
Şimdi bizim dostumuz olan ve buyruğumuza uyan kimsenin durumuna gelince.. o, ebedi saadet müjdelerinin sahibi olacaktır.
Düşmanımız ve davamıza karşı çıkan kimseye gelince.. ona da ebedi felaket haberleri verilecektir.
Fakat durumu şüpheli olan, yani kendi durumunu bilmeyen ise, kendi vaziyetinin ne olacağını bilmeksizin nefsini harcayıp duran bir mü'mindir. Ona da şüphe ve dehşetten sonra hayır ulaşır. Sonra Allah onu, kat'iyyen düşmanlarımızla birleştirmez; fakat onu, bizim şefaatimizle ateşten kurtaracaktır. Onun için ihlasla davran; Allah'a itaat et; yalnızca kendi nefsine güvenme ve Allah'ın azabını küçük görme! Çünkü Allah'ın üçyüzbin yıllık azabından sonra dahi bizim şefaatimizi kazanamamış olan o kimse, hakikaten müsrifler arasında sayılmalıdır".
İmam Hasan b. Ali b. Ebi Talib'e (a.s.) (78), "Halkın cahili olduğu bu ölüm nedir?" diye soruldu. Dedi ki: Ölüm, bu dert diyarından ebedi saadete gittikleri zaman mü'minlere gelen en büyük hazdır. Ve o, kafirlere de, cennetleri olan bu dünyadan, ne azalan ne de sönen bir ateşe gittikleri zaman gelen en büyük musibettir.
Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib (a.s.), çok sıkışık durumda iken(1) , kendisiyle beraber olanlar ona baktılar ve gördüler ki, o, kendilerinden tam anlamıyla farklıdır. Çünkü büyük sıkıntı içinde olanların renkleri değiştiği, korkudan titredikleri, kalpleri dehşetle dolduğu ve etekleri çarpmaya başladığı zaman, Hüseyin (as.) ve onun bir kısım yakın dostları pırıl pırıl yüzlere, sakin dudaklara ve tam salim bir şuura sahiptiler. Bunun üzerine onların bir kısmı diğerlerine, "ona bakın, ölüme hiç aldırdığı yok" dediler. Hüseyin de onlara dedi ki: Sabır ey asilerin oğulları! Çünkü ölüm, bela ve sıkmtıdan, geniş bahçeler ve ebedi lütuflara geçtiğimiz bir köprüden' başka nedir ki! Şimdi hangimiz, bir hapishaneden bir saraya çıkmayı istemez? Şunlara, sizin düşmanlarınıza gelince. . onlar, bir saraydan bir hapishaneye ve dayanılmaz işkencelere gidenler gibidir. Gerçekten babam (Ali b. Ebi Talib), bu hususta Allah'ın
Resulü'nden (s.a.a.) bana şunu rivayet etmiştir:
"Gerçek şu ki dünya, bir mü'min için hapishane, bir kafir için de cennettir; ölüm, mü'minler için kendi bahçelerine, kafirler için de cehennemlerine uzanan bir köprüdür. Bilin ki ne o yalan söyledi, ne de ben..."
İmam) Ali (Zeynelabidin) b. el-Huseyn'e (a.s.), "Ölüm nedir?" diye soruldu. O dedi ki: Ölüm, mü'min için, kirli ve bitli elbiseleri çıkarıp atmak veya ele ve ayağa vurulan ağır zincirleri kırmak, muhteşem ve güzel kokulu elbiseler giymek, iyi yetiştirilmiş atlara binmek ve aydınlanmış aşina yerlere girmek gibidir. Ve kafire gelince ölüm, muhteşem elbiseleri çekip atarak en pis ve adi elbiselere bürünmek; aşina yerlerden, en vahşi yerlere ve en büyük işkencelere geçmektir.
(İmam) Muhammed el-Bakır'a (a.s.), "Ölüm nedir?" diye soruldu. O (a.s.) dedi ki: O size her gece gelen uykudur; ancak ölüm uzun süreli bir uykudur. Uyuyan, bu uykudan Kıyamet günü dışında uyanmaz. Bazıları uykularında tarifsiz neşeler görürler, ki onun değeri tahmin edilemez; diğerleri de, ifade edilemeyecek dehşet sahneleri görürler. Buna göre, mes'ud veya korkulu olabilecek birinin durumu nasıl tasvir edilebilir? Öyle ise ölüm budur; ona göre hazırlanmış olun.
1. Kerbela vak'asındaki acı ve acıklı duruma işaret edilmektedir.