Dünyanın geleceğinde adalet ve eşitliğin yayılması için Risalet (nübüvvet) ailesinden birinin zuhur edeceği bütün Müslümanların üzerinde ittifak ettiği kesin İslami inançlardandır. Dünya zulümle dolduktan sonra bu gerçekleşecektir. Bu konuda tevatür haddinde hadisler nakledilmiştir. Araştırmacıların istatistiklerine göre bu konu hakkında yaklaşık olarak 657 hadis bulunmaktadır. Biz burada bunlardan yalnızca birisine işaret ediyoruz. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
لَو لَم يَبْقَ مِنَ الدُّنيا إلاّ يَومٌ واحِدٌ لَطَوَّلَ اللهُ ذلک الْيومَ حتّى يَخْرُجَ رَجَلٌ مِنْ وُلدى فَيَملأُها عَدلاً و قِسطاً کما مُلِئَتْ ظُلماً وَ جَوراً.
“Eğer dünyanın ömründen geriye sadece bir gün bile kalmış olsa, Allah, o günü o kadar uzatacaktır ki benim evlatlarımdan birini gönderecek ve onunla dünyayı zulüm ve haksızlıklarla dolduktan sonra adalet ve eşitlikle dolduracaktır.”
Bu esas üzerine, Nebevi Ehlibeytten olan bir kişinin ahiri zamanda ortaya çıkması, Sünni ve Şii Müslümanların üzerinde ittifak ettiği konulardandır.
Soy ve Nesebi
Şia ve Sünni kaynakların nakillerine göre İslami rivayetlerde dünyanın ıslah edicisinin özellikleri şöyledir:
1. O, Peygamberin Ehlibeytindendir, 389 hadis.
2. O, imam Ali’nin çocuklarındandır, 214 hadis.
3. O, Hz. Fatıma’nın çocuklarındandır, 192 hadis.
4. O, Hz. Hüseyin’in dokuzuncu çocuğudur, 148 hadis.
5. O, imam Seccad’ın çocuklarındandır, 185 hadis.
6. O, imam Hasan Askeri’nin çocuğudur, 146 hadis.
7. O, Ehlibeyt imamlarının on ikincisidir, 136 hadis.
8. Onun dünyaya geldiğine dair hadislerin sayısı: 214.
9. Ömrünün uzun olduğuna dair nakledilen hadis sayısı: 318.
10. Gaybetinin uzun olacağını haber veren hadislerin sayısı: 91.
11. Onun ortaya çıkmasıyla, İslam dininin evreni kuşatacağını anlatan hadis sayısı: 27.
12. Onun ortaya çıkmasıyla, dünyanın adalet ve eşitlikle dolacağını anlatan hadis sayısı: 132.
Dolayısıyla, İslami hadis ve rivayetlere göre insanlığın geleceğinde bu evrensel reformcu ve ıslahçının varlığı, mutlak, kesin ve tartışmasızdır. Anlaşmazlığın olduğu nokta ise onun dünyaya gelip gelmediği konusudur. Yani acaba bu ıslahçı dünyaya gelmiş ve o günden bu yana yaşamakta mıdır, yoksa gelecekte mi dünyaya gelecektir?
Şia ve Ehli sünnet araştırmacılarından bir grup, imam Mehdi’nin 255 h.k. yılında Samarra’da değerli babası İmam Hasan Askeri’nin evinde dünyaya geldiği ve şu ana kadar yaşadığı görüşündedir. (İmam Mehdi’nin annesinin adı Nergis olup 255 yılında dünyaya gelmiştir ve bugüne kadar yaşamaktadır. Bir grup Ehli sünnet ise gelecekte dünyaya geleceğine inanmaktadır. Ancak Şia’nın inancına göre dünyaya gelmiş ve şu anda yaşamaktadır.)
Beklenen İmam Mehdi’nin Veladeti
Bazı rivayetler, imam Mehdi’nin doğumu, hayatı ve özelliklerinin çeşitli yönlerini ele aldığından yukarıda zikrettiğimiz hadislerin sayısı artmaktadır.
Şia itikadına göre beklenen Mehdi (a.s) 255 yılında Samarra’da babasının evinde dünyaya gelmiş ve babası imam Hasan Askeri (a.s) şehit olana kadar (260 h. k) onun yanında büyümüştür. Eski muhaddislerin nakillerinden örnekler şu şekildedir:
1. Fazıl bin Şazan (260 h.k yılında vefat etmiştir) Muhammed bin Ali bin Hamza’dan şöyle nakletmiştir:
İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şöyle dediğini duydum: “Allah’ın velisi ve O’nun kullarına hücceti ve benden sonra benim halifem, h. k. 255 yılında Şaban’ın ortasında (15’inde) şafak vakti sünnetli olarak dünyaya gelmiştir.”
2. Kuleyni (329 h. k. Yılında vefat etmiştir) şöyle yazmaktadır:
“Hz. Sahip, h. k 255 yılında Şaban ayının ortasında (15’inde) dünyaya gelmiştir.” Daha sonra 256 yılında dünyaya geldiğini belirten başka bir rivayet nakletmektedir.
Bu bağlamda, Şii muhaddis ve tarihçilerinin sözlerini naklederek konuyu uzatmayacağız. Bir grup Ehli sünnet büyüğü de Hz. Mehdi’nin dünyaya gelme konusunda Şia ile aynı görüştedir. Bunları sayısı 76 kişiyi bulmaktadır. Bunların sözleri “Muntehebu’l Eser” kitabında toplanmıştır.
3. İbn Sabbağ Maliki (855 h.k. yılına vefat etmiştir), “El-Fusulu’l Muhimme” kitabının on ikinci faslında Hz. İmam Hasan Askeri’nin Salih halefi Hz. Mehdi (a.s) hakkında şöyle yazmaktadır: O, on ikinci imamdır. Doğum tarihi, imametinin delilleri ve onun hakkında haberler, gaybeti, hükümet süresi ve keyfiyeti ve Hz. Mehdi’nin soyu hakkında detaylı bilgilere yer vermiştir.
4. İbn Hacer Heysemi (974 h.k. yılında vefat etmiştir), Ehlibeyte mahsus kitabının üçüncü faslında Ehlibeyt imamlarını tek tek saydıktan sonra imam Hasan Askeri’ye (a.s) ulaştığında şöyle diyor:
“Babasının vefatında beş yaşında olan Ebu’l Kasım Muhammed Hüccet’e, daha o küçük yaşında Allah ona hikmet vermişti. Ona muntezer kaim de demektedirler. Bundan dolayı dediler ki o, Medine’de gizlendi ve gaip oldu ve nereye gittiği belli olmadı.”
5. Nufeli Kureşi Genci Şafii (658 h.k. yılında vefat etmiştir), kitabının bir babını Hz. Mehdi’nin (a.s) o zamana kadar yaşadığını ve ömrünün uzunluğunu ele alarak şöyle yazmıştır:
“İsa, İlyas ve Hızır’ın baki kaldığı gibi onunda yaşamasında hiçbir sakınca yoktur.”
6. İbn Hallakan şöyle demektedir:
“Ebu’l Kasım Muhammed bin Hasan El Askeri, Şia inançları esasına göre on ikinci imamdır. 255 yılında Şaban ayının ortasında Cuma günü dünyaya gelmiştir. Babası öldüğünde beş yaşında idi. Annesinin adı ğamt veya Nergis’tir. Şialar şöyle demektedirler: ‘Babasının evinde mahzene girdiğinde annesi ona baktığı sırada artık dışarı çıkmadı. Bu olay 9 yaşındayken 265 yılında meydana gelmiştir.”
7. Gazi Fazıl bin Ruzbehan, Allame Hilli’ye yazdığı reddiye kitabında şöyle demektedir:
“Fatıma’nın (s.a) faziletleri hakkında söylenenler inkar edilemez. Çünkü rahmet deryasının, çöllerin genişliğinin, güneşin ışığının, bulutların yağışı ve meleklerin secdesinin inkarına ve inkar edenin alaya alınmasına sebep olur. Hakikat ehli, nübüvvet madeni ve mertlik edebinin koruyucularını kim inkar edebilir? Allah’ın selamı onların üzerine olsun ve onların hakkında ne kadar da güzel demişlerdir:
Selamun ale’l Mustafa el-Mucteba Selamun ale’s Seyyidi’l Murtaza
Ehlibeyt ve İmamlar hakkında bir kaside okuduktan sonra imam Mehdi (a.s) hakkında içeriği şu şekilde olan şu şiire değinir:
Muntezer (beklenen) Kaim, Ebu’l Kasım ve hidayet nuruna selam olsun, karanlık kalplere güneş gibi doğacak ve dünyayı heva ve heveslerine düşkünlerin zulümle doldurduğu gibi adaletle dolduracaktır.
ŞÜPHELER
1. Şüphe
İmam Mehdi’nin (a.f) doğumu ve gaip imamın anlamı
Acaba Hz. Mehdi (a.f) annesinden dünyaya gelmiş midir? Eğer dünyaya geldiyse nerede yaşamaktadır? Ve ayrıca gaip imam ne anlama gelmektedir?
Cevap
İlk olarak: Kur’an-ı Kerim’e göre ilahi veliler iki kısımdır:
1. “Açık ve zahir veli” insanların arasında yaşamakta ve herkes onunla ilişki içindedir. Kur’an’da isimleri ve yaşamları anlatılan değerli enbiyalar gibi.
2. “Gaip ve gizli veli”, tanınmamış, meçhul anlamına gelmektedir, ancak halkla iç içe yaşamakta ve velayet görevini yerine getirmektedir. Ancak insanlar onu tanımamaktadırlar. Kur’an, buna örnek olarak Hz. Musa’nın yol arkadaşını hatırlatmaktadır. Bu kişi insanların sorunlarını çözen Allah’ın veli kullarından biriydi. Ancak insanlar onu tanımamaktaydılar, hatta Hz. Musa’yı Kelim bile ondan habersizdi. Allah, ona belirli bir noktada onunla buluşmasını ve ondan yararlanmasını istedi. Hz. Musa buluşma yerine gittiğinde Allah’ın onun hakkında kendisine anlattığı karinelerden onu tanıdıktan sonra ona şöyle söyledi:
{هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلى أَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْداً}
“Mûsâ, ona, bana doğruyu bulmama yardım edecek sana öğretilen gerçek bilgiden bana da öğretmen şartıyla sana uyayım mı dedi. (Kehf, 66)”
O, şartlarıyla ona birlikte olma iznini verdi. Hz. Musa, toplumun yararına olan onun olağanüstü işlerini gördü, ancak asla insanlar onu tanımıyorlardı. Hz. Musa, onun yaptıklarına tahammül edecek gücü olmadığından ona üç hadiseden sonra birlikte olma izni vermedi. Hz. Musa ile yol arkadaşının (Hz. Hızır) detaylı bilgisi Kehf Suresi’nin 65 ila 82. Ayetleri arasında zikredilmiştir.
Dolayısıyla, imam zaman (a.s) gaip imam unvanıyla, tanınmayan, ancak toplumun kalbinde tasarrufta bulunan imam olarak Kur’an açısından mümkün bir hadisedir ve hatta dışarıda tahakkuk bulmuş bir konudur. Bunun örneği Kur’an’ın bahsini ettiği Hz. Musa’nın yol arkadaşıdır.
Hz. Veliyi Asr (a.f), da Hz. Musa’nın yol arkadaşı gibidir, ancak tanınmamakta, ama ümmet için faydalı kaynak işleri yerine getirmektedir. Böyle bir durumda, imamın gaip olması onun toplumdan ayrı olduğu anlamına gelmemektedir, bilakis masumların hadislerinde de nakledildiği gibi bulutların arkasında kalmış güneş gibidir. Kimse onu görmemekte ancak yeryüzü ehline ışık ve sıcaklık vermektedir.
Bu sebepten dolayı Emirelmüminin Hz. Ali (a.s) Nehcü’l Belağa’da bu iki çeşit velayete işaret ederek şöyle buyurmuştur:
أَللَّهُمَّ بَلَى لا تَخْلُو الأَرْضُ مِنْ قَائِمٍ لِلَّهِ بِحُجَّةٍ إِمَّا ظَاهِراً مَشْهُوراً وَ إِمَّا خَائِفاً مَغْمُوراً لِئَلاَّ تَبْطُلَ حُجَجُ اللهِ وَ بَيِّنَاتُهُ
“Evet, ey Allah’ım! İlahî hüccet ve nişanelerin yok olmaması için yeryüzü hüccetle, Allah için kıyam eden birinden boş kalmaz. O ister zahir ve apaçık olsun; isterse korkup gizlensin.”
İkinci olarak: Buhari ve Müslim, her ikisi de Peygamber efendimizden ona yakın şöyle rivayetler nakletmişlerdir:
لا يَزالُ الدِّين مَنيعاً إلی اثنَی عَشرَ خَليفةً
“On iki halife size hükmettikçe din her zaman aziz ve sabit kalacaktır.”
Ve bazı rivayetlerde hepsinin Kureyş’ten oldukları ve Kıyamet gününe kadar baki kalacakları vardır. örneğin şu rivayet:
لا يَزالُ الدِّينُ قائماً حَتّی تَقومَ السّاعَةُ، أَوْ يَكونَ عَليكُم إِثنا عَشرَ خَليفةً
“Kıyamet gününe kadar devamlı olarak bu din ayakta kalacaktır veya on iki halife size hükümet edinceye kadar.”
Bu rivayetler mecmuası birkaç noktayı içermektedir:
1. Bu on iki imamlar, İslam’ın izzet ve şeref kaynağı olmalıdır. Ama tarih bize İslam’ın izzet kaynağı olan on iki imamı asla göstermemiştir. Dört halifeyi geçelim, İslami hilafeti babadan oğla geçme kalıtsal hilafete dönüştürerek yeryüzünü Müslümanların kanıyla boyayan Emevilerin siyah dönemi başlamaktadır. Durum öyle bir hale geldi ki toplum patlamış ve İslam devletini onların pisliklerinden temizlemişlerdir. Bu on hadis, yalnızca Şiaların on iki imamına mutabıktır. Hepsi temiz bir yaşantı sürmüş, nurları her yere yayılmış ve ilmi başvuru makamları bulunmaktaydı. Her ne kadar onları hükümetten uzak tutsalar da bu böyledir.
2. Bu rivayetlerin zahiri, on iki imamın tamamının birbiri ardınca peşe peşe geldiğini göstermektedir. Dolayısıyla on ikinci imamında dünyaya gelmesi gerekmektedir. İmam Mehdi’nin onların ardı sıra gelmemesi ve gelecekte dünyaya geleceği görüşü rivayetlerin zahirlerine aykırıdır.
Üçüncü olarak: şöyle bir soru yöneltilmelidir: Neden gaibe çekildi ve neden toplumun arasında bulunmamaktadır?
Hatırlatıyoruz ki: hazretin gaibe çekilmesi, ilahi sırlardandır ve onun künhüne varamayacağımız mümkündür, ancak onun gaipte olması daimi değildir, geçicidir. Geçici gaybetler geçmiş peygamberler arasında da bulunmaktaydı. Hz. Musa bin İmran (a.s) kavminden kırk gün gaipte kalarak Tur dağında günlerini geçirmiştir.
Hz. İsa Mesih (a.s) ilahi irade ve meşiyyet gereği, kendi ümmetinden gizli kalmış ve şimdi bile hayattadır.
Hz. Yunus (a.s), bir müddet kavminden gaip olmuştur.
Ayrıca ilke olarak her ne zaman tevatür nakli yoluyla bir konu sabit olur, ancak insan onun sırrına tam olarak vakıf olmadığından, onda şüpheye düşmesi ve inkar etmesi doğru değildir. Zira bu durumda, ilahi hükümlerin bir çoğundan kuşkuya düşülmesi kaçınılmazdır.
Evet, bu büyük ideallerin (dünyanın her yerinde adaletin sağlanması) tahakkuk bulması için son ilahi masum hüccet amaçlanmaktadır. Bu ideal, zamanın geçmesiyle beşeri akıl ve bilimin gelişmesi ve insanlığın hazırlığına ihtiyaç duymaktadır. Böylelikle dünya böyle bir devrimi kabullenmeye hazır olmuş olsun.
Dördüncü olarak: diyor ki İmam Hasan Askeri’nin (a.s) çocuğu yoktu. Bu sonradan uydurulmuş bir iftiradır. Hz. Mehdi’nin (a.f) dünyaya gelişini yakın akrabalardan bazıları ve İmam Hasan Askeri’nin (a.s) bazı ashabı evde bir çocuğu görmüş ve imamın evinde onunla görüşmüşlerdir. Bunun ayrıntıları kitaplarımızda açıklanmıştır.
Bunun dışında, yüzden çok ehli Sünnet alimi, Hz. Mehdi’nin (a.f) dünyaya geldiğini tasrih etmişlerdir. Biz burada bunlardan sadece on tanesinin isimlerini zikredeceğiz:
1. Beyhaki diye meşhur olan Ebu Bekir Ahmed bin el Hüseyin (ö: 458) “Şuebu’l İman” kitabında.
2. İbn Haşşab Bağdadi diye meşhur olan Ebu Muhammed Abdullah bin Ahmed (ö: 567), “Tarihu Mevalidu’l Eimme” kitabının 44-45. Sayfalarında.
3. İbn Arabi diye meşhur olan Muhyiddin Arabi (ö:638), “Futuhatı Mekkiye” kitabının 3. Cilt, 327. Sayfasında. Elbette kitabın son baskılarında kitapta tahrifte bulunarak bunlar silinmiştir.
4. Abdulvahhab Şa’rani, “El-Cevahir ve’l Yakut” kitabının 2. Cilt, 143. sayfasında.
5. İbn Talha diye bilinen Şeyh Kemalu’d Din Ebu Salim (ö: 652), “Matalibu’s Suul fi menakibi Al-i Resul” kitabında.
6. Sabt bin el Cevzi (ö: 654), “Tezkiretu’l Havas” kitabının 204. Sayfasında.
7. Şeyh Hafız Ebu Abdullah Kenci (ö: 658), “El-Beyan fi ahbari Sahibe’z Zaman” kitabının 521. Sayfasında.
8. Şeyh Arif Selahattin Safdi (ö:764), “Şerhu’d Daire- Muntehebu’l Eser” kitabının 2. Cilt, 385. Sayfasında.
9. İbn Hacer Heysemi Mekki (ö: 974), “Es-Sevaik” kitabının 208. Sayfasında.
10. İbn Sabbağ Maliki (ö: 855), “El-Fusulu’l Muhimme” kitabının 2. Cilt, 1095. Sayfasında…
Hz. Mehdi (a.s), küçük gaybeti döneminde (260 – 329) insanlarla kendi arasında irtibatı sağlamak için naiplere sahipti.
Bazen şüpheciler şöyle demektedirler: “İmamın dört naibini kendilerine para toplamak için imamın naibi olarak tanıttılar.” Bu açık bir iftiradır. Tarih, onların her türlü çirkinlikten uzak temizliklerine ve paklıklarına tanıklık etmektedir. onların o dönemdeki toplumdaki karakterleri onlara bu gibi iftira atmalarından daha üstündür. Temel olarak bu iftiracılara sormak gerekir sizin bu konudaki deliliniz nedir?
Onların temiz olduklarına dair bizim delilimiz, onların rical ve tarih kitaplarındaki yaşantılarıdır.
2. Şüphe
Kasas Suresinin 5. Ayeti ve Hud Suresinin 86. Ayetleriyle Hz. Mehdi’nin kıyamı nasıl sabit olmaktadır?
Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
{وَ نُرِيدُ أَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَ نَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَ نَجْعَلَهُمُ الْوارِثِينَ}
“Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. (Kasas, 5)”
Diyorlar ki bu ayetin Hz. Mehdi’nin kıyamıyla ne alakası vardır?
Cevap
Ayetin öncesi ve sonrasının incelenmesiyle, bu konu kesinliğe kavuşturmaktadır ki Kur’an, İsrail oğullarıyla ilgili olarak asla lokal ve özel programlar hakkında konuşmamaktadır. Bilakis tüm asırlar, yüzyıllar, kavimler ve topluluklar için genel kanunları açıklayıcı bir konumdadır. Nitekim şöyle buyurmaktadır: Biz ise, yerde güçsüz bırakılanlara lütufta bulunmak, onları yeryüzünde hükümetin mirasçıları kılmayı irade ediyoruz. Bu, tüm özgür insanlar, zulüm ve haksızlıkların sökülerek adaletin hakim olmasını isteyenler için bir müjdedir. Bunun şahidi başka bir ayettir:
{وَ لَقَدْ كَتَبْنا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُها عِبادِيَ الصَّالِحُونَ}
“Andolsun, biz Zikir (Tevrat)dan sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık. (Enbiya, 105)”
Bunların örneklerinden birisi, Firavun hükümetinin yıkılarak İsrail oğulları hükümetinin kurulmasıdır.
Bundan daha büyük örnek ise İslam Peygamberi (s.a.a) ve yaranlarının İslam’ın zuhuruyla kurdukları hükümettir. Bunlar, kisra ve kayser saraylarının kapısını açarak onları kudret tahtından indirmiş ve müstekbirlerin burunlarını yere sürmüşlerdir.
Daha kapsamlı örneği ise, yerkürenin tamamına İmam Mehdi’nin (Ervahuna lehu’l Feda) vesilesiyle hak ve adalet hükümetinin zuhurudur. Dolayısıyla eğer bu ayetle imam Mehdi’nin (a.f) zuhuruna istidlal ediyorlarsa, gerçekte bir çeşit genel külli kaidenin mısdak ve vakaya istidlalidir.
Müfessirler, Kur’an ayetlerinin eğer bir vaka üzerine inmişse, o konuya mahsus olmadığını, bilakis zaman boyunca kendisi için mısdak bulacağı görüşündedirler.
Dolayısıyla Emirelmüminin Hz. Ali’den (a.s) Kasas Suresinin 5. Ayeti hakkında şöyle rivayet edilmiştir:
هُم آلُ مُحمّدٍ يَبعثُ اللهُ مَهديَّهم بَعدَ جَهدِهم فَيُعِزُّهم وَ يُذِلُّ عَدُوَّهم
“Bunlar, Muhammed ailesidir. Allah, onların mehdisini onlara yapılan baskılar sonrasında gönderecektir. Sonra onlara izzet kazandıracak ve düşmanlarını ise zelil edecektir.”
Dördüncü İmam’dan (a.s) şöyle bir hadis nakledilmiştir:
وَ الَّذِي بَعَثَ مُحَمَّداً بِالْحَقِّ بَشِيراً وَ نَذِيراً إِنَّ الأَبْرَارَ مِنَّا أَهْلَ الْبَيْتِ وَ شِيعَتَهُمْ بِمَنْزِلَةِ مُوسَى وَ شِيعَتِهِ وَ إِنَّ عَدُوَّنَا وَ شِيعَتَهُمْ بِمَنْزِلَةِ فِرْعَوْنَ وَ أَشْيَاعِه
“Muhammed’i hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderene andolsun ki bizim içimizde iyi olanlar Ehlibeyt ve onların Şiaları (takipçileri), Musa ve Şiaları (takipçileri) gibidir (onlarla aynı konumdadır). Düşmanlarımız ve takipçileri ise Firavun ve takipçileri ile aynı konumdadır. (En sonunda zafer bizim olacaktır ve onlar yok olacaklardır. Hak ve adalet hükümeti bizim olacaktır.)”
***
{بَقِيَّتُ اللَّهِ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ وَ ما أَنَا عَلَيْكُمْ بِحَفِيظٍ}
“Eğer mümin iseniz Allah'ın sizin için geride bıraktığı daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi ve zorlayıcı değilim. (Hud, 86)”
Hz. Şuayb (a.s) bu ayette insanların mallarını eksiltmemelerini ve alış verişte insanlara zulüm ve sitem edilmemesi konusunda uyarıda bulunmaktadır. Son olarak “bakiyetullah” (yani, ilahi şeriata uygun olan az ama helal kazancın) daha hayırlı olduğunu hatırlatmaktadır.
Başka bir ayette şöyle buyurmaktadır:
{وَ الْباقِياتُ الصَّالِحاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَواباً وَ خَيْرٌ أَمَلاً}
“Sürekli ve kalıcı 'salih işler' ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf, 46)”
Ayet, genel bir kriter ve kaideyi açıklamaktadır. Örnek ve mısdaklarından birisi, Hz. Şuayb’in (a.s) kavmi hakkındaki ayettir. (az kazanç ve temiz alış veriş)
Bu kriter ve kaidenin, tarih boyunca örnek ve mısdakları vardır. Enbiya ve evliyalar “bakiyetullah”ın örnekleridir. Onun örnek ve mısdaklarından biride Hz. Mehdi’dir (a.f). Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) onun hakkında şöyle buyurmuştur:
أوّلُ ما يَنطقُ القائمُ حِينَ يَخرُجُ هذِه الآيةُ: {بَقِيَّتُ اللَّهِ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ}، ثُمَّ يَقولُ: أَنَا بَقيَّةُ اللهِ وَ حُجَّتُه وَ خَليفَتُه عَليْكُم فَلا يُسلِّمُ عليه مُسلِمٌ إلاّ قال: أَلسَّلامُ عَليکَ يا بَقيَّةَ اللهِ في أَرضِه
“Kaim’in (Hz. Mehdi’nin) zuhur ettikten sonraki ilk sözü bu ayet olacaktır: “Eğer mümin iseniz Allah'ın sizin için geride bıraktığı daha hayırlıdır” sonra şöyle diyecektir: Ben, bakiyetullah’ım (Allah’ın geride bıraktığıyım), O’nun hüccetiyim ve sizin aranızdaki O’nun halifesiyim. Sonra hiçbir Müslüman ona ‘Es Selamu aleyke ya bakiyetellahi fi arzihi’ (Selam olsun sana ey Allah’ın yeryüzünde geride bıraktığı!) dışında bir selam vermeyecektir.”
Bahsi geçen ayetteki “bakiyetullah”tan maksadın kâr ve helal sermaye veya ilahi sevap olduğu doğrudur, ancak Allah tarafından beşer için geride bırakılan hayır ve saadetlerine sebep olan her faydalı varlık “bakiyetullah” sayılmaktadır. Tüm ilahi peygamberler ve büyük önderler “bakiyetullah”tır. Bir millet ve topluluk için zorlu bir düşmanla savaştan geride kalmayı başaran tüm gerçek liderler bu bakış açısıyla ‘bakiyetullah’tır.
Hakeza savaş meydanından zaferle çıkmış geri dönmeyi başaran mücadeleci askerler de “bakiyetullah”tır. Vaat edilmiş Hz. Mehdi de (a.f) İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in kıyamından sonraki en büyük inkılap lideri ve son önder olarak “bakiyetullah” mısdakının en açık ve net örneklerindendir. Ve herkesten daha çok bu lakaba layıktır. Özellikle tüm peygamberler ve imamlardan sonra geride kalan tek lider olması hasebiyle.
3. Şüphe
Beş yaşındaki bir çocuk nasıl imam olabilir?
Nasıl olurda beş yaşındaki bir çocuk imam olarak gündeme gelebilir?
Cevap
Sorunun cevabını Kur’an vermektedir ve ayrıca Mevlana da kısa bir beyitle bunun cevabını şöyle vermiştir: “kar nikan ra kıyas ez hud megir” (iyilerin işlerini kendinle kıyaslama). Şüpheyi tasarlayan, her çocuğun aynı ölçü ve kriterde dünyaya geldiğini sanmış ve herkese aynı bakış açısıyla bakarak hüküm vermiştir.
Kur’an-ı Kerim, Hz. İsa Mesih’in kendi dilinden beşikte yapmış olduğu konuşmayı şöyle vermektedir:
{قالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتانِيَ الْكِتابَ وَ جَعَلَنِي نَبِيًّا}
“(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı (İncil’i) verdi ve beni peygamber kıldı." (Meryem, 30)”
Bu sözleri, süt emen bir çocuk dile getirmektedir. Onun ruhu, o gün büyük ve asillerin ölçüsü kadardı. Ve bu sözleri dile getirerek kendi fiili nübüvvetini açıklayabilirdi. Acaba süt emen bir çocuğun nasıl peygamber olduğu konusunda Allah’a itiraz edebilir misiniz?
Bazen, Hz. Mesih’in (a.s) çocukluk döneminde öylesine bir makam sahibi olmadığı, kendi geleceğinden haber verdiği düşünülmektedir, ancak bu yasaklanmış bir tevildir. Tüm cümleler mazi (geçmiş) kipinde başlamış ve şöyle buyurmuştur: “Bana Kitabı (İncil’i) verdi ve beni peygamber kıldı.”
Hz. Yahya (a.s) hakkında Kur’an-ı Mecid, şöyle buyurmaktadır: “Daha çocuk iken ona hikmet (nübüvvet) verdik. (Meryem, 12)”
İnsan aklının olgunluk döneminin genellikle has bir had ve hududunun olduğu doğrudur, ancak her zaman insanlar arasında istisnalar olmuştur. Allah’ın bu dönemi, bazıları için maslahatlardan dolayı kompakt ve sıkıştırmasında ve birkaç yılda özetlemesinde ne gibi bir sakınca vardır?
Dolayısıyla, Hz. Mehdi’nin (a.f) müstesna bir çocuk unvanıyla daha çocukluk döneminde aklının olgun ve gelişmiş olmasında ve düşünce mekanizmasının tekamül bulmasında ne sakınca vardır?
Burada, kendiside çocukluk döneminde imamete ulaşmış olan İmam Cevad’ın (a.s) bir hadisini naklediyoruz. Ali bin Esbat şöyle diyor: “Yaşı daha küçük olan İmam Cevad’ın (a.s) yanına gittim. Ben onun endamına öylece hayran hayran bakmakta ve Mısır’a geri döndüğümde konunun keyfiyetini ashaba nakletmek için aklımda tutmaya çalışarak bunu düşünüyordum ki İmam Cevad (a.s) yüzüme bakarak şöyle dedi: Ey Ali bin Esbat! Allah, imamet konusunda yaptığı işin aynısını nübüvvet konusunda da yapmıştır.
Bazen şöyle buyurmakta: “Daha çocuk iken ona hikmet (nübüvvet) verdik.” Ve bazen insanlar hakkında şöyle buyurmakta: “Nihayet insan, aklın olgunluk çağına erip kırk yaşına varınca…(Ahkaf, 15)”
Dolayısıyla, Allah’ın insana hikmeti daha küçük yaşta vermesi mümkün olduğu gibi, kırk yaşında vermesi de Onun kudretindendir.
Ama, neden zuhur etmediği konusu? Bunun nedeni korkudan değil, şartların hazır olmadığındandır. Bazen İran İslam Cumhuriyetinde koşulların hazır olduğu söylenmektedir. Bu da bir tür gaybetin felsefe ve hikmetini bilmemektir. O, dünya insanlarının imamıdır. her yer onun adaletini beklemektedir. Onun davetinin, umumi insanlar arasında ve ekseri yerlerde kabul görmesinin ortamı hazır olmalıdır.
4. Şüphe
Gaip imam toplumu nasıl idare edip gözetebilir?
Cevap
Soruyu tasarlayan kişi toplumun yöneticiliğini yapacak bir imamın olması gerektiğini itiraf etmektedir. ve Ehli sünnetin naklettiği bir hadis gereği her kim imamını tanımadan ölürse cahiliyet ölümüyle ölmüş hükmündedir. Hz. Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
مَنْ ماتَ وَ لَمْ يَكُن فِي عُنُقِه بَيعةُ إِمامٍ ماتَ مِيتةً جاهليَّةً
“Her kim boynunda bir imama biat olmadığı halde ölürse, cahiliyet ölümüyle ölmüş gibidir.”
Bu imamın dünya insanlarını hata ve cehaletten koruması için adil, günahlardan korunmuş ve dürüst olması kaçınılmazdır.
Arap ülkelerinin şu anki fiili yöneticileri, böyle şartlara haiz değillerdir. “Mübarek”, “Kaddafi” gibi yöneticilere biat etmeyenlerin ölümlerinin cahiliyet ölümü gibi olduğunu söylemek nasıl mümkün olabilir?
İnsanların ölümlerinin cahiliyet ölümleri olmaması için artık gidip bu yüce makam sahibi imamı bulmaları gerekir. Hz. Peygamberin (s.a.a) lisanındaki bahsi geçen imam, Hz. Mehdi’nin ta kendisidir. Allah Teala, onu dünyada adaleti sağlaması için korumuştur. Bu gaip imamın dizginleri ele geçirme koşulları oluştuğunda zahiri liderliği de ele alacaktır. Ama eğer beşer, böyle bir ilahi berekete mani olacaksa, o yine önceden de değindiğimiz gibi gaip imam unvanıyla İslam toplumunda bazı tasarruflarda bulunmaya devam edecektir. Hz. Musa’nın yol arkadaşının (Hz. Hızır) yaptığı üç tasarruf gibi. Ancak toplumun zahiri liderliği Hz. Mehdi’nin kendi buyruğu ile camiu şerait, adil, bilinçli, bağımsız fakih müçtehidin uhdesine bırakılmıştır. Ve bizim gözlerimizden gaip olan imamın bu yokluğundaki süre zarfında (her ne kadar toplumda yaşıyor olsa da) toplumun sorumluluğu yüce makam sahibi müçtehitler üstlenmiştir. Elbette bu, müçtehidin sosyal konularda uzman kişilerden yardım almadan hükümet edeceği anlamında değildir. “Bizim Perspektifimizde İslam Hükümeti” adlı kitaptan konunun ayrıntılarını okuyabilirsiniz.
Bunun dışında, imamın gaybeti döneminde onun vasileri, toplumun işlerini idare etmektedir. bu vasiler takva ve vare sahibi fakihlerdir.
Hz. Musa (a.s) Tevrat’ı almak üzere kırk günlüğüne Mikat’a gitti. Bu süre zarfında toplumun idaresini kardeşi Hz. Harun’a bırakarak şöyle dedi:
{اُخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَ أَصْلِحْ وَ لا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ}
“Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma. (A’raf, 142)”
Masum İmamın gaybet döneminde toplumun işlerini başkalarına bırakmasında ne gibi bir engel vardır? bunun onun imamet makamıyla en küçük bir çelişkisi yoktur. gaybet zamanı fakihler onun temsilcisi olarak hükümet işleriyle uğraşmakta ve kendisi hükümetin başındadır. Zira imamın kendisi onları bu makama atamıştır. Ömer İbn Hanzala’nın makbulesinde şöyle geçmiştir: “Şüphesiz ben, onu size hakim karar kıldım.” Ve Ebu Hatice’nin hadisinde şöyle gelmiştir: “Şüphesiz ben, onu size yargıç karar kıldım.”
Dolayısıyla onlar (şartlara haiz müçtehitler), ümmetin hakimleri (yöneticileri) ve insanların yargıçlarıdırlar. Elbette tek başına değil, uzman kişilerle ve görev dağılımı yapılarak.
source : abna24