Turkish
Tuesday 8th of October 2024
0
نفر 0

Allah’a Yaklaşma ve Yakınlaşma Yolları

Allah’a Yaklaşma ve Yakınlaşma Yolları

 Allah’a yakınlaşma yolları insanların nefisleri sayısıncadır. Bu yüzden insanlardan her biri için bütün insanların sayısınca yollar vardır. Dolayısıyla bütün her şeyi kaplamış olan bu ilahi rahmetten mahrum kalan kimse zavallı kimsedir.

Bütün bu yollardan en kolayı ve en faydalı sonuçlar veren yol ise Allah hakkında hüsn-ü zan içinde olmaktır. Zira Allah’ın insanlara davranışı, onların kendisi hakkındaki zanları ile uyum içindedir. Eğer kul Allah’a hüsn-ü zan içinde olursa hayır ve iyilik mükâfatını elde eder. Eğer su-i zanda bulunursa, o zaman da kötü bir sonuç elde eder.

Ne yazık ki insanlar nefis ve şeytanın aldatması neticesinde Allah hakkında su-i zan içine girmeye adet edinmişlerdir. Bela ve musibetlerin alametlerini görür görmez, hemen ümitsizliğe kapılarak kötü düşünmeye başlamakta ve buna yakin etmeye başlamaktadır. Kaçındıkları kötü etkileri de kendilerine geri dönmektedir. Bu tür kötü düşünceler, Allah’a su-i zanda bulunmanın nişanesidir. Bu su-i zan ise, Allah’ın kuluna kötü zannı gereğince davranmasına ortam sağlamaktadır. Meğer ki Allah’ın affına uğramış olsun. Resul-i Ekrem (s.a.a) iyimserliği seviyor, kötümserlikten nefret ediyordu. Revze-i Kafi’de yer alan bir rivayet esasınca da kötümserliğin etkileri, insanın inançlarıyla uyum içindedir. Eğer insan bir musibeti zor ve kesin gerçekleşecek bir olay olarak görecek olursa, gerçekten de o kendisine zor ve çetin gelecektir. Ama o musibeti hafif görür ve itinasız davranırsa, bu durumda şiddet ve zorluk görmeyecektir. Bu yüzden Ehl-i Beyt taraftarı olan müminler Allah hakkında hüsn-ü zan içinde olmaya kendilerini alıştırmalı ve az işleri karşısında Allah tarafından büyük bir lütuf ve nimet ile ödüllendireceğini ümit etmelidir.

Allah-u Teala kulların değersiz amelleri karşısında birçok ödüller verir. Sen Allah’tan ne kadar ümitli olursan Allah ondan daha yücedir. Zira senin zannının bir sonu vardır. Ama Allah’ın lütuf ve kereminin sonu yoktur. Allah sana, senin zannının yanında olduğunu bildirmiştir. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Her kim sana karşı iyi bir zanda bulunacak olursa, sen zannını doğrulayarak, senin hakkındaki zannı esasında ona davran.”

Büyük Allah insanlardan velilerinin diliyle kendi hakkında başkalarının hüsn-ü zanda bulunmasını onaylamasını istediğine göre, şimdi kendisi bu işe daha layıktır. Hatta bundan da öte rivayetlerden şöyle anlaşılmaktadır: “Allah-u Teala her şeye (sadece kendisine değil) hüsn-ü zanda bulunmayı onaylamış ve işi de kendisine hüsn-ü zanda bulunması esasınca yürütmektedir.”

Adeta böyle bir hüsn-i zan, Allah’a hüsn-ü zanda bulunmanın örneklerinden biridir. Zira bütün hayırların Allah-u Teala’dan olduğu düşünülecek olursa bir şahıs hakkında yapılan hüsn-ü zan da Hak Teala’nın o hayrı hüsn-ü zanda bulunduğu kimseye verdiği anlamına gelmektedir. Bu anlam açık bir şekilde rivayetlerde de yer almıştır. Örneğin: “Her kim bir taşa dahi hüsn-ü zanda bulunacak olursa Allah onda bir sır karar kılar.” Ravi şaşırarak, “Taşa mı?” diye sorunca, İmam şöyle buyurmuştur: “Hacer’ul Esved’i görmüyor musun?”

Buradan da anlaşıldığı üzere Allah-u Teala müminlerin birbirleri hakkındaki hüsn-ü zannını da onaylamıştır ve de onu gerçekleştirecektir. Bu onayladığı hususlardan biri de bir ölüden hayır ve iyilik dışında bir şey görmediğine dair şahadette bulunan kimseleri onaylamasıdır. Onlar bu tanıklıklarıyla sadece hüsn-ü zanda bulunduklarını ilan etmekle kalmamış ve ondan hayır dışında bir şey görmediklerini de dile getirmişlerdir. Bir hadiste şöyle yer almıştır: “Allah onların tanıklığını reva görmüştür ve dolayısıyla da şahadette bulunanlara ve hakeza dünyadan göçen kimseye bu tanıklık sebebiyle hayırlı mükâfat verecektir.”

Bu esas üzere hüsn-ü zan, Allah’ın hem hüsn-ü zanda bulunan şahsa ve hem de kendisine hüsn-ü zan’da bulunulan kimseye o hüsn-ü zannı gerçekleştirmeye neden olmaktadır. Meğerki ikinci şahıs hakkında bunun gerçekleşmesine engel olan güçlü bir engel ortaya çıksın. Bu durumda ise, Allah onu sadece hüsn-ü zanda bulunan kimse hakkında icra eder. Nitekim bazı rivayetlerde şöyle okumaktayız: “Bir şahıs, herhangi bir şahsa iyi olduğunu sandığı için ikramda bulunacak olursa, Allah bu sebeple onu cennete sokar. Her ne kadar ilahi ilimde o ikram edilen şahıs cehennem ehli olsa da.”

Burada hüsn-ü zannın icra edilmesinin engeli sadece zanlı hakkında söz konusudur. Bu esas üzere Allah, sadece zan eden kimse hakkında bu hüsn-ü zannı gerçekleştirmiştir.

Velhasıl her kim, bu ilahi emirle, yani iman kardeşlerine oranla hüsn-ü zanda bulunmakla amel edecek olursa, asla ümitsiz geri dönmez. Zira ya bu kimsenin zannı onaylanır ve ilahi rahmet esasınca gerçekler, onun zannettiği gibi olur veya en azından bu zannı kendisi hakkında icra edilir. Bu durumda ise zannının gerçeklerle uyuşmamasının kendisine hiçbir zararı olmayacaktır.

Bu müminlere hüsn-ü zanda bulunmanın büyük bir kapısı konumundadır. Hatta cemaat namazının kabulü de bu esas üzeredir. Zira namaz kılan kimseler, cemaat namazında imama hüsn-ü zanda bulunmaktadırlar. Bu yüzden de onu kendileri ile Allah arasında vasıta karar kılmışlardır. O halde, Allah da onların isteğine icabet eder ve cemaat imamına duyulan hüsn-ü zan vasıtasıyla hepsinin namazını kabul eder. Aynı şekilde müminin yediği bir yiyeceğinden teberrük niyetiyle istifade eden veya herhangi bir niyetle zemzem suyunu içen kimse hakkında da aynı gerçek söz konusudur. Nitekim Şehid-i Evvel ve Şehid-i Sani (r.a) gibi büyüklerin de belirttiği gibi bazı kimseler, dini ve dünyevi amaçlarına ulaşmak için bu zemzem suyundan içmişler ve hedefine ulaşmışlardır. Velhasıl hüsn-ü zan hakkındaki nasibini elde et. Nitekim bazı dualarda rızık olarak Allah’tan şöyle istenmiştir: “Ey Allah’ım! Bizi senin hakkında yakin ve hüsn-i zanda bulunmakla rızıklandır.”

Bundan da öte bazı rivayetlerde yer aldığına göre Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunma iddiasını, her ne kadar yalan da olsa Allah kabullenmektedir. Nitekim İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Kıyamet günü ilahi adalet mahkemesinde bir şahıs hazır bulundurulur ve ardından cehenneme atılması söylenir. Bu durumda o şahıs Allah’a yönelir. Allah şöyle buyurur: “Onu geri çeviriniz” Bunun üzerine ona şöyle hitap edilir: “Ey kulum! Hangi sebeple bana teveccüh ettin?” O şöyle der: “Ey Rabbim! Ben senin hakkında böyle bir zanna sahip değildim.” Azameti yüce Allah ona şöyle buyurur: “Senin zannın neydi?” Günahkâr insan şöyle der: “Beni bağışlayacağını ve rahmetin vasıtanla bana yer vereceğini sanıyordum.” Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurur: “Ey meleklerim! İzzet ve celalime, nimetlerime, imtihanlarıma ve yüce makamıma andolsun ki o benim hakkımda asla hüsn-i zan içinde değildi. Eğer bir an bana hüsn-ü zanda bulunmuş olsaydı, onu ateşten korkutmazdım. Onun yalanını kabul ediniz ve onu cennete geri çeviriniz.”

Bu hadise dikkat et. Bu durumda nitelendirilmesi imkânsız olan bir çok gerçekleri elde edeceksin. Bu ve benzeri hadisleri dikkatle inceleyecek olursan, şu anlama kesin bir şekilde ulaşırsın ki ilahi nimetler hakkındaki arzu ve zanlarımız, Allah’a hüsn-ü zan derecesinde yer almaktadır. Her ne kadar gerçekten onun örneği olmasa da bu böyledir. Onun mecazi bireylerinden biri sayılır. Bildiğin gibi Allah onu kabullenir ve onunla gerçek bireyler esasınca muamele eder. Allah’ın dünya ve ahiretteki hükmü birdir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “Rahmanın yaratışında aykırılık göremezsin.”[1]Hüsn-ü zan insanın kendisini güvende hissetmesine ve çabadan geri kalmasına özür olarak da Allah’a hüsn-ü zanda bulunmasını göstermesine neden olmamaktadır. Aksi takdirde bu da lanetli şeytanın hilelerinden biridir. Allah Peygamber (s.a.a) ve değerli Ehl-i Beyt’i (a.s) hürmetine bizi ve bütün müminleri bu kötülükten korusun. Dolayısıyla mutlaka ilahi nimetlere rağbet ve istek içinde olman gerekir. İlahi nimetlerle kaynaşan bir kimse, bu nimetlere ulaşmaya çalışır. Bütün zorluklar kendisine kolaylaşır. Zira ne istediğini bilen bir kimse, istediği şey yolunda mal ve canını feda etmekten geri kalmaz. Bütün işler ona kolaylaşır. İmam Rıza’dan (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Allah Davud’a şöyle buyurdu: “Kulum iyi bir işle yanıma gelir ve ben de o amel sebebiyle kendisini cennete koyarım.” Davut şöyle dedi: “Ey Allah’ım! O iyi amel nedir?” Allah şöyle buyurdu: “Yarım hurmayla da olsa müminin bir işini halletmektir.” Davut (a.s) bunun üzerine şöyle dedi: “Seni tanıyan bir kimse, hiçbir zaman senden ümitsiz dönmemiştir.”

Dolayısıyla gökler ve yer kadar olan azamet dolu cennetini Allah yarım hurma karşılığında kuluna vermektedir. Bazı rivayetlerde yer aldığına göre ise, Allah yarım hurma nedeniyle kulunu cennete sokmaktadır. Şimdi Allah aşkına söyle bakalım, bir an olsun bu yüce Allah ile muamele etmekten kaçınmak ve gaflete dalmak doğru mudur? Gerçekten de bu muameleyi hangi şeyle değiştirmek doğrudur? Bir anlık Allah’tan gaflet sebebiyle insanın kaybettiği şeyleri neyle telafi etmek mümkündür? Heyhat! Böyle bir kimse öyle bir şey kaybetmiştir ki hiçbir şey onun yerini alamaz. Telafi edilmesi mümkün olmayan bir zarara uğramıştır. Bu yüzden ve Hak Teala’nın mümin kulları hakkındaki şefkat ve merhameti sebebiyle bu nurlu dinde müminlerin duruş ve hareketleri için bir çok sevaplar takdir edilmiştir. Nitekim İmam Zeyn’ül- Abidin (a.s) taraftarlarına şöyle dua etmelerini önermiştir: “Ey Allah’ım! Kalbimizin işitilmeyen seslerini, organlarımızın hareketlerini gözlerimizin gizli bakışlarını ve dillerimizin hareketini, senin sevabına ulaştıran bir yolda karar kıl.”

Başka bir duada ise şöyle buyurmuştur: “Senden gaflet anında ortaya çıkan her lezzet sebebiyle senden bağışlanma dilerim.”

O halde münezzeh olan Allah’ın mümin kulundan istediği şey, bir an olsun kendisiyle muameleden gaflet sebebiyle telafi edilmesi mümkün olmayan bir zarara uğramaktan kaçınmasıdır.

Bu yüzden Allah kendisine ulaşma yollarını nefisler sayısında karar kılmıştır. Öyle ki: “Allah su içerken Hüseyin’i (a.s) hatırlayan ve katillerine lanet eden kimseye yüz bin iyilik yazar. Onun yüz bin kötülüğünü siler, onu yüz bin derece yükseltir ve onu yüz bir köle azat etmiş gibi kılar ve Allah onu ferah bir kalple haşreder.”

Acaba bunca bağışlama sahibi olan mutlak ihtiyaçsız Allah tümüyle ihtiyaç içinde olan kulunun bir an olsun zarar etmesini ve gaflet içinde geçirmesini uygun görür mü? Asla! Dolayısıyla Allah miskin olan kulundan kendisine yönelmesini istemektedir. Zira var olan her hayır Allah katındadır. Bütün şerafet ve üstünlükler Allah’a yönelişte gizlidir. Kul Allah’a yönelince Hak Teala da ona yönelir. İhsan ve keremiyle onunla muamelede bulunur ve varlık keremi gereğince ona hidayette bulunur. Kulun bütün hareket, duruş, uyku ve uyanıklık halinde Rabbinin rızasını göz önünde bulundurmasını sağlar. İmam Bakır’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Allah Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Seni takip eden kimselere de ki: “Herkim bana itaatle emredildiğinde bana itaat edecek olursa, ben de ona itaat etmeyi gerekli görürüm ve kendime itaatte ona yardımcı olurum. Benden bir şey isterse ona veririm. Beni çağırırsa ona icabet ederim, bana sığınırsa ona sığınak veririm. Eğer benden bir istekte bulunursa, onu ihtiyaçsız kılarım. Eğer bana tevekkülde bulunursa, onu çirkinliklerinin ötesinde korurum. Eğer bütün varlıklar onun aleyhine komplo düzenleyecek olsalar, ben onu desteklerim.”

Allah’ın bu rahmet ve şefkati bile miskin kulunu faydasız işleye yönelmekten alı koyar, nerde kaldı ki zararlı işlere yöneltsin! Bazı kutsi rivayetlerde el-Cevahir’us Seniye kitabında belirtildiği esasınca şöyle yer almıştır: “Eğer kalbinde katılık, bedeninde hastalık, varlığında yokluk ve rızkında bir mahrumiyet görecek olursan, bil ki seninle ilgili olmayan bir şeyi dile getirmişsindir.”

Yani faydasız bir laf etmiştir; nerde kaldı ki haram olan bir söz söylemiş olsun! Anlaşıldığı üzere boş konuşmanın insana verdiği zarar, her şeyden daha fazladır. Zira zehir sonunda bedeni etkilemektedir ve insanın zahiri ölümüyle sonuçlanmaktadır. Ama boş söz söylemek beden hastalığına ve kalp katılığına sebep olmaktan da öte, maldan eksikliğe ve rızıktan mahrumiyete sebep olmaktadır. Dolayısıyla merhamet sahibi olan Allah insanın kendisini bu büyük helak edici tehlikeye atmasına hiç rızayet gösterir mi? Nitekim rivayette şöyle yer almıştır: “Münezzeh olan Allah, yersiz konuşmada olduğu gibi kulunu yersiz ve faydasız bir bakış sebebiyle bile sorguya çekecektir.”

Allah, kulunun bir tek bakışının dahi faydasız olmasını istememektedir. Bu yüzden Allah alimin yüzüne bakmayı, Kabe’ye bakmayı, Resulullah’ın (s.a.a) evlatlarına bakmayı ve aynı şekilde Allah’ın yaratıklarına ibret gözüyle bakmayı ibadet kılmıştır, hem de ne büyük ibadet! Allah bir saat düşünmeyi altmış yıl ibadete denk kılmıştır.”Nereye yönelirseniz, Allah’ın veçhi (zatı) oradadır.”[2]

İmam Sadık’tan, o da değerli babalarından (a.s) nakledildiği üzere Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Güneş karşısında oturandan nurunu esirgemediği gibi benim rahmetim de yolunda karar kılandan asla esirgenmez. Su-i zanda bulunmayan bir kimseye, su-i zan hiçbir zarar veremez. Su-i zanda bulunan ve (kötü olayların beklenti içinde) karamsar olan kimseler, fitnelerden kurtulamazlar.”

Bu ilahi beyan bizim söylediklerimizin canlı bir kanıtıdır. Karamsar olan bir kimse, Allah’a su-i zanda bulunduğu sebebiyle musibetten asla kurtulamaz ve helak yoluna girmiş olur. Ama Allah’a hüsn-ü zanda bulunduğu için iyimser olan bir kimseye, iyimser olduğu şeyler zarar vermediği gibi hüsn-ü zannın bereketiyle de Allah ondan her türlü belayı savurur. Ehl-i Beyt’in (a.s) rivayetlerine sarılarak Allah’ın özel rahmetine giren ve onların yolunda yürüyen bir kimse, asla baskı altında kalmaz. Aksine sürekli genişlik içinde olur. Her birinden bin kapı açılan kapılar yüzüne açılır. Sonunda ilim ve marifet nuruyla, “göğüs genişliği” makamına erişir. Bu da çok büyük bir makamdır. Nitekim yüce Allah, Peygamberini bu sıfatla övmüş ve şöyle buyurmuştur: “Senin için göğsünü genişletmedik mi?”[3]

Eğer Allah kuluna lütfedip de onu bu makama ulaştıracak olursa, kul dünya ve ahiret belalarından arınmış bir makama ulaşır. Şu anlamda ki eğer bir hastalığa yakalanacak olursa, başkalarına göre hastalık her ne kadar musibet olsa da onun gözünde en büyük lezzetlerden ve ilahi nimetlerden biri haline gelir. Zira Allah, ona bu şeylerin Hak Teala’nın rızasına ulaşma sebebi olacağını ve bütün bunlardan yüce makamlara ulaşmayı talep etmesini öğretmiştir. Bu yüzden de Kerbela olayında musibet zorlaştıkça İmam Hüseyin’in (a.s) bazı dostlarının yüzü daha da bir açılıyor, ruhları sevinç ve mutluluk ile doluyordu. Yüce Allah bizlere ve sizlere bu makamları nasip etsin. Makam düşkünleri nerede bu lezzetler nerede? Allah bize yeter, Allah güzel bir vekildir, güzel bir mevladır ve güzel bir yardımcıdır.

Ayetullah Cevadi Amuli

ABNA.İR

----------------------------------------

[1] Mülk suresi, 3. ayet

[2] Bakara suresi, 115. ayet

[3] İnşirah suresi, 1. ayet

0
0% (نفر 0)
 
نظر شما در مورد این مطلب ؟
 
امتیاز شما به این مطلب ؟
اشتراک گذاری در شبکه های اجتماعی:

latest article

Kur’an insanı korur(1.Bölüm)
Şii Bakış Açısına Göre Halifelik
Kur"ânda İbadetin Felsefesi
Şia ve Kur’ân’ın tahrif olunmazlığı
İslam Alemi ve Müslümanların En Büyük Bayramı: Gâdir-î Hum
Kur’an-ı Kerim’in Mücize Oluşu 2
NEDEN NAMAZ KILMALIYIZ?
Kur’ân’ı Öğrenmek Ve Öğretmek:
Hz. İsa’nın (a.s) henüz hayatta olmasına rağmen niçin Kur’an’da onun ...
İmam Hadi'nin (as) Veladet Yıldönümü

 
user comment