Turkish
Sunday 24th of November 2024
0
نفر 0

Hakikat Yolu Budur: Bağdat Âlimleri Konferansı’nın Tercümesi

Hakikat Yolu Budur: Bağdat Âlimleri Konferansı’nın Tercümesi



Hakikat Yolu Budur: Bağdat Âlimleri Konferansı’nın Tercümesi
Mukatil b. Atiyye
Hakikat Yolu Budur
Bismillahirrahmanirrahim

İmamet ve Peygamberin (s.a.a) halefi salihi meselesi on dört asırdan bu yana en önemli ve en geniş konulardan olup sürekli Müslümanların dikkatini çekmiş ve bu konuda pek çok tartışmalar gerçekleşmiştir. Şia ve Sünni gibi iki temel grubun oluşması ve bunun akabinde itikadi, fıkhi ve… meselelerinde ihtilaflı görüşlerin ortaya çıkması ve keza pek çok savaşın vuku bulması veya her iki tarafın kendi iddialarını doğrulaması için ilmi oturumlar düzenlemesi ve çok sayıda kitap ve makalenin kaleme alınması, Peygamberin (s.a.a) halefi salihi konusunun getirilerindendir. Bir grup yeryüzündeki Allah’ın temsilcisi olan Peygamberin (s.a.a) halefi salihinin Allah tarafından tayin edilmesi gerektiğine inanır. Bunun mukabilindeki bir diğer grup ise Peygamberin (s.a.a) halefi salihinin halkın oyu ile seçilmesi gerektiğini kabul eder. Bu iki farklı inanç, söz konusu iki grup arasındaki söz, ihtilaf ve çatışmaların başlangıcını oluşturmaktadır. Zehirli ve zaman zaman aldatma ve saptırma eşliğindeki bu tebligatlar karşısında itikadi ilkeler esasınca hakkın tanınıp batıldan ayırt edilmesi bu konular üzerinde daha çok durulmasını zaruri kılmaktadır. Düşünce cephelerinde batıl ve batıl ehli canla başla faaliyetle meşgulken Hak ehlinin hakikatleri saklaması ve batılın hoşuna gitmesi için ağzını kapatması beklenemez. Aksine hak ehlinin böyle bir zamandaki sorumluluğu çok daha ağırdır ve bu sorumluluk sapasağlam delillerle hakkın hakkaniyetinin ispatlanarak başkalarına ulaştırılmasıdır. Elinizdeki bu kitap “Bağdat Alimleri Konferansı” nın tercümesi olup Mukatil b. Atiyye bu oturumların ravilerinden birisidir. Mukatil b. Atiyye kendi çapında söz konusu oturumların önemli bir kısmını açıklamış ve taassuptan kaçınıp hakikate ulaşmayı ve yaratıcının rızasını kazanmayı hedefleyen kimselerin yolunun aydınlatılması doğrultusunda mevcut pek çok soru ve sorunu halletmeyi başarmıştır. Bu kısa yazıda konu edilen meseleler onlarca ve hatta yüzlerce cilt mesabesinde ilmi konular ve çok geniş istidlalleri barındırmaktadır ki alimler bunları ele alarak her bir konu hakkında sayısız eserler kaleme almıştır. Ne var ki biz burada herkesin faydalanması için özet anlatıma dikkat ederek kitabın tercümesiyle yetindik. Çok daha derin ve geniş çaplı mütalaa etmek isteyen kardeşlerimizin kapsamlı kitaplara müracaat etmeleri gerekir. Allah Teâla’dan hepimizi kendi berrak marifetinden faydalanma yolunda yardım etmesini ve son Peygamberinin (s.a.a) vasilerini tanıyıp onlara tabi olma başarısı vermesini diliyorum.
Mütercim


►◄●●●●●►◄


Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Bütün övgüler, Allah'a mahsustur. Alemlere rahmet olarak gönderilen, emin olan Muhammed Peygambere ve yine onun Ehlibeyti'ne ve ashabına selam olsun.
Bu kitap, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın isteği ve ünlü veziri, büyük alim Nizamülmülk'ün koordinatörlüğünde Ehlisünnet ve Caferi alimleri arasında ger çekleşen bir toplantının metnidir.
Melikşah körü körüne ecdadını takip eden mutaassıp biri değildi. O bilime önem veren ve ilim adamlarını seven bir gençti. Elbette az da olsa, eğlenceyi ve avlanmayı seven birisiydi de. Veziri Nizamülmülk de çok iyi eğitim görmüş, fazilet sahibi, iradesi güçlü, hikmet üzere hareket eden, mevkisinden aldığı gücü sadece Allah yolunda kullanan, bilgisi ve adaletiyle dünyaya nam salmış bir kişiydi. Çok sade yaşar, yoksullara yardımda bulunur, imanın, aklın ve bilginin ışığında sürekli gerçeği arardı. Bağdat'ta kurmuş olduğu Nizamiye Medresesi, İslami ilimlerin sistemleşip yayılmasında önemli rol oynamıştır. O Ehlibeyt (a.s) sevgisini esas kabul eden mutasavvıf bir cemaat yetiştirmiştir.
Bir gün Hüseyin b. Ali el-Alevi adında büyük bir Caferi alimi, bir iş için Melikşah'ın huzuruna çıkmıştı. Melikşah konuyu kendi veziri Nizamülmülk'le görüşmek için onun işini erteledi. Şeyh Hüseyin sultanın yanından ayrıldıktan sonra, orada bulunanlardan bazıları, arkasından alaylı sözler ettiler. Melikşah olayın farkına vardı ve oradakilere:
Onun hakkında neden bu şekilde konuşuyorsunuz?
Orada bulunanlardan birisi:
Ey Sultanım! Onun, Allah'ın gazap ve lanet ettiği Caferilerden olduğunu bilmiyor musun?
Melikşah şaşırmış bir ifadeyle:
Neden? O Müslüman değil mi?
O şahıs:
Asla! O bir Caferi'dir.
Melikşah:
Caferi ne demektir. Onlar Müslüman fırkalardan değiller mi?
O şahıs:
Elbette Müslüman değiller. Çünkü onlar Ebubekir, Ömer ve Osman'ın halifeliğini reddediyorlar. Sultan şaşırmıştı:
Üç halifeyi tanımayan Müslüman var mı?
Evet. Caferiler.

▼▼▼1▼▼▼

Melikşah:
Peki, bu sahabelerin hilafetini kabul etmeyenlere neden halk Müslüman adını veriyor?
O şahıs:
İşte bu yüzden ben onların kâfir olduklarını söyledim. Melikşah az bir süre düşünceye daldıktan sonra şöyle dedi:
Konunun açıklığa kavuşması için Vezir Nizamülmülk'ü çağırtmam gerekir. (O önemli her konuda vezirine danışır ve ondan bilgi alırdı.)
Melikşah veziri Nizamülmülk'ü çağırttı ve ona:
Söyle bana, dedi. Caferiler, Şiiler Müslüman mıdırlar?
Nizamülmülk:
Ehlisünnet alimleri bu konuda farklı görüşlere sahiptirler. Bazıları onları Müslüman bilir, bazıları ise bilmez.
Melikşah:
Onların nüfusu ne kadardır?
Nizamülmülk:
Sayılarını tam olarak bilmiyorum; ancak yaklaşık olarak Müslümanların yarısını teşkil ettikleri söylenebilir.
O halde Müslümanların yarısı kafir mi?!
Nizamülmülk:
Bazı ilim ehli onları kâfir bilir; ancak şahsen ben onları tekfir etmem.
Melikşah:
Ey Vezir! Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek için Caferi ve Sünni âlimlerini burada toplayabilir misin?
Vezir:
Doğrusu bu, zor bir iştir. Hükümetimize ve memleketimize yönelik zararlı sonuçlar doğuracağından endişeleniyorum.
Melikşah:
Niçin?
Vezir:
Çünkü mesele Caferilik ve Sünnilik meselesi değil, bilakis hak ve batıl meselesi olup kanların döküldüğü, nice Müslümanın esir alındığı, kütüphanelerin yakıldığı ve bu uğurda sayısız savaşların çıktığı bir meseledir.

▼▼▼2▼▼▼


Genç Melikşah hayretler içerisinde bir müddet düşündükten sonra:
Ey Vezir! Sen de çok iyi biliyorsun ki yüce Allah bize geniş bir saltanat ve güçlü bir ordu vermiştir. Dolayısıyla verilen bu nimete karşılık nimetin şükrünü yerine getirmeliyiz. Bu da ancak doğruyu izlemek ve O'nun yolundan sapanları doğru yola davet etmekle olur. Kuşkusuz bu iki fırkadan biri hak, diğeri ise batıldır. Bize düşen, hakkı bilip ona tabi olmak ve batılı bırakmaktır. Ey Vezir! Birbirleriyle oturup konuşmaları için Caferi ve Sünni âlimlerinden oluşan bir oturum düzenle. Ülke komutanları yazıcıları ve diğer devlet erkânlarını da davet et. Toplantıda Sünni mezhebin hak olduğu ispatlandığı takdirde Caferileri Sünni mezhebini kabullenmeye zorlarız.
Vezir:
Caferiler Sünni olmayı kabul etmezlerse, ne yapacaksınız?
Melikşah:
Onları katlederiz.
Vezir:
Müslümanların yarısını teşkil eden bir grubu öldürmek mümkün müdür?
Melikşah:
Meseleyi halletmenin başka çözüm yolu var mı?
Vezir:
Tabi, bu işten vazgeçmek...
Burada Melikşah ile hikmetli vezirinin arasında cereyan eden konuşma sona erdi; ancak Melikşah o geceyi bu önemli konu etrafında düşünerek rahatsız bir şekilde sabahladı, sabah erkenden Nizamülmülk'ü çağırarak kararını bildirdi:
Her iki tarafın âlimlerini davet edelim, yapılacak olan ilmi tartışmalar sonucu hakkın kiminle olduğu anlaşılacaktır. Eğer Ehlisünnet mezhebinin hak olduğu ispatlanırsa, Caferileri yumuşak ve hikmetli öğütlerle bu mezhebe davet eder; Peygamber efendimizin (s.a.a) izlediği cazip hediyeler verme metoduyla kalplerini kazanmaya çalışırız. Nitekim Resulullah da kâfirleri İslam dinine ısındırmak amacıyla onlara zekât veriyordu. Böylece biz de İslam'a ve Müslümanlara hizmet etmiş oluruz.
Vezir:
Sizin öneriniz çok güzel, ancak ben böyle bir oturumun sonucundan endişe duyuyorum.
Melikşah:
Neden endişeleniyorsun?
Vezir:
Caferilerin getirecekleri delillerle Sünnilere galip bize üstünlük sağlayarak halkı şek ve şüpheye düşürmesinden korkuyorum.

▼▼▼3▼▼▼


Melikşah:
Bu mümkün müdür?
Vezir:
Evet. Şiaların kendi mezheplerinin doğruluğu ve inançların hakkaniyeti konusunda Kur’an ve hadisten çok sağlam delilleri vardır.
Vezirin sözleri Melikşah’ı kani etmedi ve vezire şöyle dedi:
Hakikatin batıldan ayrılması için iki grubun alimlerini davet etmenin dışında bir yol yok.
Vezir Melikşah’ın isteğinin yerine gelmesi için bir ay süre istedi, ancak Melikşah bunu kabul etmedi ve 15 gün içerisinde toplantının düzenlenmesi kararlaştırıldı.
Nizamülmülk bu müddet içerisinde tarih, fıkıh, hadis, usul ve mantık ilimlerinde tanınmış ve başkalarından daha bilgili 10 Ehlisünnet ve 10 tane de Caferi büyük alimini davet etti.
Şaban ayında gerçekleşen bu toplantıya Bağdat şehrinde bulunan Nizamiye Medresesi ev sahipliği yaptı. Toplantıda şu hususların gözetilmesi gerektiği kararlaştırıldı:
1- Toplantı, namaz, yemek ve istirahat vakitleri dışında, sabahtan akşama kadar aralıksız devam edecektir.
2- İleri sürülecek görüşler kulaktan duyma şeylere değil, delillere dayandırılacak; güvenilir kitaplar, muteber senetler ve kaynaklar esas alınacaktır.
3- Tüm konuşmalar kaydedilecektir.
Belirlenen günde, Sultan, vezir ve ordu komutanları, kendi yerlerini aldılar. Ehlisünnet âlimleri Sultanın sağ tarafında, Caferi âlimleri de sol tarafında yerlerini aldılar. Toplantı vezirin konuşmasıyla başladı. Oturumun sorumlusu olan Vezir Allah’ın adı ve Peygamber ve onun Âl-i ve ashabına salavatla konuşmasına başlayarak şöyle dedi:
Tartışmalar müeddep ve sadıkane olmalı ve hile yapmaktan uzak durulmalıdır. Hakka ulaşmak hepimizin hedefi olmalıdır. Konuşmalarda hiçbir sahabeye sebbedilmemeli ve kötü olarak anılmamalıdır.
Ehlisünnet âlimlerinin büyüğü olan Şeyh Abbas:
Ben bütün sahabeleri kâfir bilen bir mezhebin mensuplarıyla tartışmaya girmem!
Hüseyin b. Ali ismindeki Şia ulemasının büyüğü:
Sahabeleri kâfir bilen kimlerdir?
Abbasi:
Siz Caferiler.
Hüseyin b. Ali:
Bu sözün hakikatle hiçbir ilgisi yok. Hz. Ali (a.s.), Abbas, Selman, İbn-i Abbas, Ebuzer, Mikdad ve başkaları Allah Resulünün (s.a.s) sahabeleri değil midir? Biz onları kâfir mi biliyoruz?
Abbasi:
Benim bütün sahabe demekle kastettiğim Ebubekir, Ömer, Osman ve onların yolunu izleyenlerdir.
Hüseyin b. Ali:
Sen şimdiki sözünle biraz önceki sözünü çürütüyorsun! Hem Caferilerin, bütün sahabeleri kâfir bildiklerini, hem de bu sahabelerden bir kısmını kâfir kabul et- mediklerini söylüyorsun. Mantık âlimleri “Tikel olumluluk tümel olumsuzluğu nakzeder” demiyor mu?
Burada Nizamülmük sohbete müdahale etmek istedi, ancak Caferi alimi, ona fırsat vermeyerek: "Ey saygıdeğer Vezir! Hiç kimsenin müdahale hakkı yoktur; cevap veremezsek, o durumda müdahale hakkı doğar. Yoksa konu polemiğe dönüşerek bir sonuca ulaşmaksızın mesele rayından çıkar. Sonra Şia âlimi Abbasi’ye dönerek sözüne devam etti:

▼▼▼4▼▼▼

Şimdi senin "Caferiler, bütün sahabeleri kâfir kabul ediyor" sözünün mesnetsiz ve delilden yoksun olduğu açıklık kazandı.
Abbasi cevap veremediğinden dolayı utançtan kıpkırmızı kesildi.
Abbasi:
Bu konuyu geçelim; ancak siz Ebubekir, Ömer ve Osman'a sövmüyor musunuz?
Alevi:
Şialar içinde onlara sövenler de, sövmeyenler de vardır.
Abbasi:
Ey Alevi, sen hangi gruptansın?
Ben onlara sövmeyen gruptanım; ama onlara sövenlerin de kendilerine göre mantıklı delilleri olduğuna inanıyorum. Ayrıca bana göre bu üçüne lanet edilmesi küfre ve fasıklığa sebep olmadığı gibi küçük günahlar kısmından bile sayılmaz.
Abbasi, Sultana dönerek:
Ey Melik bu adamın dediklerini duydun mu?
Alevi:
Ey Abbasi! Senin Sultana yönelerek bu şekilde hitap etmen bir demagojidir. Çünkü Sultan bizi silah ve güce dayanarak birbirimize üstünlük sağlamaya değil, deliller ve kanıtlar hakkında konuşmak için huzuruna toplamıştır.
Sultan:
Alevi'nin söylediklerine katılıyorum. Alevi'nin bu sözlerine karşı cevabın nedir ey Abbasi?
Abbasi:
Sahabeye söven kişinin kâfir olduğu son derece açıktır.
Alevi:
Böyle bir şahsın kâfir olduğu bana göre değil, sana göre açıktır. Sahabeye söven kişinin kafir olduğuna dair delilin nedir? Peygamber efendimizin (s.a.a) sövdüğü kişi laneti hak etmiyor mu? Sen bunu kabul etmiyor musun?
Abbasi:
Kabul ediyorum.
Alevi:
Resulullah (s.a.a), Ebubekir ve Ömer'e lanet etmiştir.
Abbasi:
Nerede lanet etmiştir. Bu, Resulullah'a (s.a.a) bir iftiradır!

▼▼▼5▼▼▼

Alevi:
Birincisi: Ehlisünnet'in tarihçileri şöyle kaydetmişlerdir: "Peygamber (s.a.a), Usame b. Zeyd komutasında bir ordu düzenledi, ordu da Ebubekir ve Ömer'e yer verdi ve şöyle buyurmuştu': "Usame'nin ordusundan ayrılan kimseye Allah lanet etsin." Fakat Ebubekir ve Ömer, bu buyruğa rağmen Usame ordusundan ayrıldılar.
Böylece Resulullah'ın (s.a.a) laneti ordudan ayrılan diğerlerini kapsadığı gibi, o ikisini de kapsadı. Resulullah'ın lanet ettiği kimseye Müslüman da lanet edebilir.
Bu esnada Abbasi başını yere eğdi ve hiçbir şey söylemedi. Sultan Melikşah veziri Nizamülmülk'e:
Alevi'nin söyledikleri doğru mudur?
Vezir:
Evet, tarih yazarları olayı böyle nakletmiştir.
Alevi:
İkincisi: Sahabeye sebbetmek haram olup küfrü gerektiriyor ise, niçin Muaviye b. Ebu Süfyan'ı tekfir etmiyor, onu fasık ve zalim olduğunu açıklamıyorsunuz? İmam Ali b. Ebu Talip'e (a.s) minberlerde lanet okutturan ve bunun adet halini alıp tam 70 yıl sürmesine yol açan kişi, Muaviye b. Ebu Süfyan'dır.
İşte burada Sultan bu konunun noktalanmasını ve başka bir konuya geçilmesini istedi.
Abbasi:
Siz Şiaların bidatlerinden biri de Kur'an-ı Kerim'i kabul etmemenizdir.
Alevi:
Tam aksine, siz Ehlisünnet'in bidatlerinden birisi Kur'an-ı Kerim'i kabul etmemenizdir. Bunun delili şudur: Siz Kur'an-ı Kerim'i Osman'ın mushaf haline getirdiğini söylüyorsunuz. Şimdi size soruyorum: Peygamber (s.a.a) Kur’an’ın Mushaf haline getirilmemesi tehlikesini bildiği halde Mushaf haline dönüştürmedi de Osman gelip bu işi yaptı? Buna ilaveten nasıl olur da Kur’an Peygamber (s.a.a) zamanında mushafa dönüştürülmez, hâlbuki Peygamber ashabına Kur’an’ın ezberlenilmesi emrini vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Kur'an'ı hatmeden şahıs için şu kadar sevap vardır." Resulullahın (s.a.a) mushaf haline getirilmeyen Kur'an'ın hatmedilmesini ve okunmasını emretmesi mümkün müdür? O güne kadar Müslümanlar dalalet içinde miydi ki Osman onları kurtuluşa erdirdi?
Sözün burasında Melikşah vezire yönelerek:
Ehlisünnet, Kur'an-ı Osman'ın Mushaf haline getirdiğine mi inanıyor? Bu doğru mu?
Vezir:
Tefsirciler ve tarihçiler bu şekilde açıklamışlardır.
Alevi sözlerine devam etti:
Ey Sultan! Caferiler Kur'an'ın Hz. Peygamberin (s.a.a) döneminde iki cilt arasında toplatıldığı ve bir harfinin dahi eklenip çıkartılmadığına ve sonuç itibariyle tahrif edilmediğine inanmaktadır. Ancak Ehlisünnet Kur'an'da bir takım şeylerin artırıldığını ve bir takım şeylerin ondan çıkarıldığını, bir takım şeylerin öne geçirildiğini ve bir takım şeylerin tehir edildiğini, Kur'an'ın Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından değil, Osman'ın hâkimiyeti ve emirliği döneminde toplatıldığını söylüyor.

▼▼▼6▼▼▼

Abbasi fırsattan istifade ederek şöyle dedi:
Ey Melikşah! Alevi'nin sözlerini işittiniz; Alevi Osman'ı halife değil, emir olarak nitelendiriyor.
Alevi:
Evet, kesinlikle Osman halife değildi!
Melikşah:
Neden?
Alevi:
Caferiler, Ebubekir, Ömer ve Osman'ın hilafetinin hak olmadığına inanırlar.
Melik hayretler içinde sordu:
Neden?
Alevi:
Zira Osman'ın halifeliği Ömer tarafından belirlenen 6 kişilik şura vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte bu 6 kişilik şuranın ikisinin veya üçünün Osman'ı desteklemesiyle Osman halife olmuştur. Osman'ın halifeliği Ömer'e dayanır. Ömer ise Ebubekir'in vasiyeti üzere hükümete erişmiştir. Demek ki, onun hali- feliği de Ebubekir'e dayanıyor. Ebubekir'in hilafete gelişi ise azınlığı teşkil eden bir grup tarafından kaba kuvvete dayalı bir oldu bittiyle gerçekleştirilmiştir. Bu hilafet de gayr-i meşru bir oldu bittidir. Bu konuda Ömer "İnsanların Ebubekir'e olan biat1, cehalet devri adetlerinde olduğu gibi gaf1etten doğan tedbirsiz bir iş idi. Allah insanları bu işin şerrinden korudu. Bundan sonra her kim böyle bir harekete yönelirse, onu öldürün.,,2 demiştir. Ebubekir meşhur bir sözünde "Beni bırakın. Ali içinizde varken, ben sizin en hayırlınız değilim." der. Bu sebepten Caferiler bu üç kişinin hilafetinin geçersiz olduğuna inanırlar.
Melik Vezir'e yönelerek:
Alevi’nin Ebubekir ve Ömer'den naklettikleri doğru mudur?
Vezir:
Evet, doğrudur. Tarihçiler böyle rivayet etmişlerdir.
Melik:
Mademki gerçek böyle peki biz niçin bu üç kişiye saygı gösteriyoruz?
Vezir:
Büyüklerimize uymak için.
Alevi Melik ve Vezire hitaben:
Vezirinize sorabilir misiniz hakka mı, yoksa geçmiş nesle tabi olmak mı gereklidir? Hakkı izlemeyen geçmişimize uymak, yüce Allah'ın şu sözünün kapsamına girmez mi? "Atalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi. "
Melik Alevi'ye hitap ederek:
Bu 3 kişi Resulullah’ın (s.a.a) halifeleri değilse peki onun halifesi kimdir?
Alevi:Resulullah'ın (s.a.a) halifesi İmam Ali İbn-i Ebu Talib'dir.
Melik:
Hangi delile göre o Peygamberin halifesidir?
Alevi:
Çünkü Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra İmam Ali b. Ebu Talib'i halife olarak tayin etmiştir ve bunu çeşitli münasebetlerde defalarca tekrar etmiştir. Mesela,Veda Haccından dönerken, Mekke ile Medine arasındaki Gadir-i Hum denen yerde, insanları bir araya toplayarak Ali'nin (a.s) elini kaldırmış ve "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Ali'ye dost olana dost ol, düşman olana düşman. Ona yardım edene sen de yardım et, ondan yüz çevirene sen de yüz çevir." demiştir. Sonra Peygamberimiz minberden inmiş (ve sayıları yüz bini aşan) Müslümanlara, "MüminIerin emiri olarak Ali'yi tebrik edin" diye buyurmuştur. O kalabalık da bir bir gelip, "Selam olsun sana, ey müminlerin emiri!" diyerek isteğini yerine getirmiştir. İşte bu sırada Ebubekir ile Ömer de Ali'nin yanına gelmiş ve kendisini tebrik etmişlerdir. Ömer, "Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu! Sen bugün benim ve kadın erkek bütün müminlerin mevlası oldun." demiştir. Demek ki Peygamber'in (s.a.a) hak halifesi Hz. Ali'dir.

▼▼▼7▼▼▼

Sözün burasında Melikşah veziri Nizamülmülk'e döndü:
Alevi'nin dedikleri doğru mu?
Vezir:
Evet, tarihçiler ve tefsir alimleri böyle yazmışlar.
Melikşah:
Artık bu konuyu bırakın ve başka bir konu hakkında konuşun.
Abbasi:
Caferiler Kur'an'ın tahrif olduğuna inanıyorlar.
Alevi:
Tam aksine, Ehlisünnet’in meşhur görüşüne göre Kur’an tahrif edilmiş ve Kur’an’da eksilme ve çoğalma olmuştur.
Abbasi:
Bu apaçık bir yalandır.
Alevi:
Resulullah'a (s.a.a) putlar hakkında ayetlerin nazil olduğu ve sonra da bu ayetlerin neshedildiği ve Kur'an'dan çıkarıldığı sizin kaynaklarınızda kaydedilmemiş mi?
Alevi’nin sözü Melikşah’a ağır geldi ve vezire dönerek:
Alevi'nin iddiaları doğru mudur?
Vezir:
Bazı müfessirler böyle zikretmişler.
Melikşah:
Peki, biz neye dayanarak tahrif olunmuş Kur'an'a itimat ediyoruz.
Alevi:
Ey Melik! Biliniz ki biz Kur'an'ın tahrif edildiğine inanmıyoruz. Bu Ehlisünnet’ in sözüdür. Buna binaen bize göre Kur'an güvenilirdir. Ancak Ehlisünnet’in inancına göre Kur’an’a itimat edilemez.
Abbasi:
Bu konuda sizin hadis kitaplarınızda rivayetler vardır ve bazı alimlerinizin görüşüne göre Kur’an tahrif edilmiştir.
Alevi:
O hadislere gelince: Birincisi, o hadisler çok azdır. İkincisi, o hadisler Caferileri lekelemek amacıyla düşmanları tarafından uydurulmuştur. Üçüncüsü, o ha- disler senet ve ravi bakımından güvenilir değildirler. Dolayısıyla alimlerden bunun aksini iddia edenlerin sözlerine itibar edilmez. Mektebimizin öncüleri ve değerli alimleri kesinlikle Kur'an'ın tahrif olunmadığını bu fikre sahip olanların dalalette olduklarını beyan etmişlerdir.
İki konuşmacını sözünden hakikati anlayan Melikşah bu konuyu geçip başka bir konuda konuşmalarını söyledi.
Alevi Abbasi’ye dönerek:
Ehlisünnet, yüce Allah'ın şanına layık olmayan şeyleri Kur’an’a izafe ediyor.

▼▼▼8▼▼▼

Abbasi:
Bir misal verebilir misin?
Örneğin sizler, Allah'ın cisminin olduğunu, insan gibi gülüp ağladığını; ele, ayağa ve… sahip olduğunu ve kıyamet günü (insanları sıkıştırıp başkalarına yer açmak için) ayağını ateşe soktuğunu, merkebine binerek semalardan yeryüzüne indiğini ve yalın ayak gezdiğini söylüyorsunuz. Allah Teala’nın cisim olduğu hakkında gelen hadis ve rivayetler bize göre batıl olup yalan ve iftiradan başka bir şey değildir. Bu Hureyre ve benzeri kimseler Peygambere (s.a.a) yalan istinat ediyorlardı ve onların bu yalanları öyle bir yere ulaştı ki Ömer Ebu Hüreyre’nin hadis nakletmesini yasakladı.
Bu sözler karşısında hayrete düşen Melikşah vezire dönerek sordu:
Ömer’in Ebu Hureyre’nin hadis nakletmesini yasakladığı doğru mu?
Vezir:
Evet tarih kaynaklarında onu hadis nakletmekten men ettiği zikredilmiştir.
Melikşah:
Bu durumda alimlerin Ömer’den daha bilgili olması gerekir, zira Ömer Ebu Hureyre’yi Peygambere yalan istinat ettiği için hadis naklinden men etmiştir, ancak alimler Ebu Hureyre’nin yalan hadisine amel ediyorlar.
Sözün burasında Abbasi Alevi’ye dönerek:
Bu konudaki hadislerin sahih olmadığını farz et, Kur’an’ın bu konudaki kesinlik içeren ayetlerini ne yapacaksınız?
Alevi:
Kur'an'da muhkem (son derece anlaşılır ve açık) ve müteşabih (tevil edilebilir) ayetler vardır. Muhkem ayetler (Kur’an’ın tabiriyle) Kur’an’ın aslı ve esasıdır. Zira diğer ayetler bu ayetlere irca edilir ve bu ayetlerle açıklanır. Keza Kur’an ayetlerinin batın ve zahiri vardır. Dolayısıyla muhkem ayetlerin zahirine tabi oluruz. Ancak müteşabih ayetleri tıpkı belagat kuralları gereğince icaz ve kinaye veya takdire hamlederiz. Aksi takdirde mütaşabih ayetlerin anlamı aklen ve şeren doğru olmayacaktır. Örneğin “Rabbin geldi” ayetini zahirine göre mana ederseniz, akıl ve şer’e muhalefet edersiniz, çünkü akıl ve din Allah’ın her yerde var olup O’nsuz bir mekanın olmadığını söyler, halbuki ayetin zahirinden Allah’ın cisim olduğu anlaşılır ki her cismin de bir mekanı vardır. Bu durumda eğer Allah gökyüzünde ise yeryüzünde olmayacak ve yeryüzündeyse gökyüzünde olmayacaktır ki bu söz akıl ve din açısından doğru değildir.
Abbasi, bu güçlü mantık karşısında şaşırıp kaldı ve çaresizliğe düşerek şöyle dedi:
Biz bunu kabul etmiyoruz. Ayetlerin zahiri anlamı bizim için ölçüdür.
Alevi:
Müteşabih ayetleri ne yapalım o zaman? Buna ilaveten Kur'an'ın her ayetinde zahiri anlamı esas almak mümkün değildir. Aksi takdirde senin yanında oturan Şeyh Ahmed Osman'ın (Ehlisünnet alimlerinden olup gözü kördü) cehennemlik olması gerekiyor!
Abbasi:
Bu da ne demek oluyor, ey Alevi?
Alevi:
Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurur: "Her kim bu dünyada kör ise, ahirette de kör ve daha da sapmış olacaktır. " Senin dediğin gibi bu ayetin zahiri anlamını esas alırsak, bu dünyada ne kadar kör varsa, öbür dünyada bunların hepsi yine kör ve sapmış olacak. Alevi Şeyh Ahmet’ dönerek:
Bunu kabul eder misin ey Şeyh Ahmed?
Şeyh Ahmed sinirli bir edayla:
Asla! O ayetteki kör kelimesinden (bildiğimiz manada gözleri görmeyen kastedilmemiştir) hak yoldan sapanlar kastedilmiştir.

▼▼▼9▼▼▼

Alevi:
Demek ki, Kur'an ayetlerinin hepsinde zahiri manayı esas alıp değerlendirme yapmak doğru değildir.
Bu esnada Kur’an’ın zahiri konusunda tartışmalar şiddetlendi ve Abbasi Alevi’nin sapasağlam sözü karşısında cevapsız kaldı. Hakikati anlayan Melikşah bu konuyu geçip başka bir konu hakkında konuşun dedi.
Alevi cebir konusunu ortaya atarak Abbasi’ye şöyle dedi:
Ehlisünnet'in yüce Allah'la ilgili yanlışlarından biri de, Allah'ın kendi kullarını günah ve haram işlemeye mecbur ettiğini, sonra da onları bu amellerden dolayı cezalandıracağını söylemesidir.
Abbasi:
Bu doğrudur. Çünkü yüce Allah Kur'an'da: "Allah kimi saptırırsa, onun için bir yol gösterici yoktur." ve "Allah kalplerini... mühürlemiştir." Buyurmuştur.
Alevi:
Bunun Kur'an'da geçtiğine dair sözüne gelince, Birincisi: Kur'an'da kabullenmemiz gereken mecazi manalar ve kinayeler vardır. Delaletten maksat, yüce Allah'ın günahkar insanı kendi başına bırakması ve delalete düşene kadar ona süre tanımasıdır. Tıpkı bizim "Hükümet halkı bozdu" ifademizde olduğu gibi ki bundan maksat hükümetin onları önemsememesi ve onlarla ilgilenmemesidir. İkincisi: Yüce Allah'ın şu sözlerini duymamış mısın? "Allah kötü işleri emretmez", "Biz ona yolu gösterdik: Ya şükredici veya nankör olur." "Ona iki tepeyi (hayır ve şerrin yolunu) gösterdik."Üçüncüsü: Yüce Allah'ın günahı emredip sonra insanları cezalandırması akli açıdan yanlıştır. Avam halk için böyle bir şey düşünülemez iken yüce ve adil Allah hakkında nasıl düşünülebilir. Allah zalim ve müşriklerin dediklerinden münezzehtir.
Melikşah dile gelerek şöyle dedi:
Hayır, hayır olamaz böyle bir şey. Yüce Allah insanları günah işlemeye mecbur ettikten sonra onu bu günahlardan dolayı cezalandırmaz. Bu, bizzat zulümdür. Yüce Allah ise zulüm ve fesattan münezzehtir. Çünkü şöyle buyurmuştur: "Hiç şüphesiz Allah kullara zulmetmez." Ehlisünnet alimlerinin Abbasi’nin bu sözlerine muvafık olacaklarını sanmıyorum. Sonra vezire dönerek:
Sünniler Abbasi'nin bu sözünü savunuyorlar mı?
Vezir:
Evet, Ehlisünnet alimleri arasında meşhur görüş, budur.
Melikşah:
Aklın kabul etmediğini onlar neye dayanarak kabul ediyorlar?
Vezir:
Bu hususta bir takım tevil ve kanıtlar ileri sürüyorlar.
Melikşah:
İleri sürülen tevil ve kanıt ne olursa olsun, Alevi’nin sözü çürütülemez. Yüce Allah'ın hiç kimseyi küfür ve isyana mecbur etmesi, sonra da onu cezalandırması düşünülemez.
Alevi:
Sünniler, Hz. Muhammed'in kendi peygamberliğinden şüpheye düştüğünü söylerler.
Abbasi şiddetle itiraz etti:
Bu, doğru değildir.
Kitaplarınızda Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu rivayet edilmiyor mu? "Cebrail (a.s) bana her geç geldi- ğinde, ben onun Ömer b. Hattab'a gönderildiği sanısına kapılırdım. ff/ Halbuki Kur'an'da birçok ayet, yüce Allah- 'ın Peygamberden (s.a.a) kendi peygamberliği için ahit aldığını bildirmektedir.
Melik, vezirine yönelerek:
Bu hadisin Sünnı kaynaklarda mevcut olduğu doğru mu? .
Vezir:
Evet, bazı kitaplarda bu hadis rivayet edilmiştir.

▼▼▼10▼▼▼

Melik:
Bu, küfrün ta kendisi! Kendi nübüvveti hakkında şüpheye düşen birine nasıl iman edebiliriz!
Alevi söze girdi:
Ehlisünnet kitaplarında şu da nakledilir: "Hz. Peygamber (s.a.a) def ve zuma çalanları izlemesi için, Ayşe'yi omuzuna çıkarmış." Böyle bir davranış, o hazretin makamına yakışır mı?
Abbasi:
Bu davranışın onun makamına yakışmayacak hiç- bir yönü yoktur.
Alevi:
Sen normal bir insan olarak eşini def ve zuma çalanları izlemesi için sırtına çıkarır mısın?
Abbasi:
Bu rivayeti tevil etmek gerekir.
Melik:
Bu rivayet tevile açık mı ki? bir azıcık haya ve if- fet sahibi olan insan böyle bir şeye razı olmaz. Nerde kaldı ki Hz. Resulullah (s.a.a) böyle bir şeyi kabullensin! Oysa o ahlak ve hayanın timsalidir. Bu olayın Ehlisünnet kaynaklarında yer aldığı doğru mu?
Vezir:
Bazı Ehlisünnet kaynaklarında yer almıştır.
Alevi:
Ey Melik, Ehlisünnet'in ne tür hurafelere ve batıl şeylere inandığını görüyorsunuz değil mi?
Abbasi:
Hangi hurafe ve bidatlerden bahsediyorsun?
Alevi:
İnandığınız şeyleri açıl}ladım ya! Siz diyorsunuz ki:

1) Yüce Allah'ın insan gibi eli, ayağı vardır; onun gibi yürür ve durur.

2) Kur'an tahrif edilmiştir. Bir takım eklemeler yapılmış, bir takım şeyler de çıkarılmıştır ondan.

3) Peygamberimiz (s.a.a), Ayşe'yi omuzuna çıkarma- sı gibi normal insanların bile yapmayacağı davranışları yapmıştır.

4) Resulullah (s.a.a), kendi peygamberliği hakkında şüpheye düşmüştür.

5) Hz. Ali b. Ebu Talib'den (a.s) önce hükümete eri- şen insanlar bu makama baskı ve kılIç zoruyla gelmişler. Onların hükümeti meşru değildir.

6) Kitaplarınızda, Ebu Hüreyre ve onun gibi hadis uyduranların/hadisleri rivayet edilir ve onlara itibar edilir. Açıklarhadıgım daha nice hurafelere inanıyorsunuz.
Melikşah:
Bu konu hakkında bu kadar tartışma yeter. Başka bir konuya geçin.

▼▼▼11▼▼▼

Alevi:
Ehlisünnet, normal bir insana dahi yakışmayan hareketi Peygambere (s.a.a) isnat ediyorlar.
Abbası:
Ne gibi mesela?
Alevı:
Abese Suresinin Peygamber (s.a.a) hakkında indiğini söylüyorsunuz.
Abbası:
Bunun bir sakıncası mı var?
Alevı:
Bu iddianız Kuran'la çelişiyor. Kur'an O Hazretin hakkında, "Doğrusu sen yüce bir ahlak üzeresin" 1 ve "Ey Muhammed, biz seni ancak alemlere rahmet ola-
rak gönderdik. "1 buyuruyor. Yüce Allah o resulünü yüce ahlak üzere olmakla nitelerken nasıl olur da o resul, kör olan bir mümine insanlık dışı bir tavır takınır?
Bu görüşü Melik de destekledi:
İnsaniyet elçisi ve alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.a) hakkında böyle bir şeyasla düşünülemez. Peki, ey Alevi, bu sure kimin hakkında inmiştir.
Alevı:
Kur'an'ın evlerinde nazil olduğu Ehlibeyt'ten (hepsine selam olsun) bize ulaşan sahih hadislerde bu surenin Resuluılah (s.a.a) değil, Osman b. Affan hakkın- da nazil olduğu kaydediliyor. İbn-i Ümm-i Mektum a- dında birisi, Resulullahlın (s.a.a) huzuruna girerken Os- man b. Affan'ın yüzünü ekşitip başını ondan çevirmesi üzerine bu sure inmiştir.
Bu arada Caferı alimlerden Seyyit Cemaleddin, bu sureyle ilgili konuşmak istediğini belirterek söz aldı:
Bu sureyle ilgili olduğu için, başımdan geçen bir olayı size aktaracağım: Bir gün Hıristiyan alimlerden birisi bana şöyle dedi: "Bizim peygamberimiz İsa (a.s), sizin peygamberiniz Muhammed'den (s.a.a) daha fazilet- lidir." Sebebini sorunca şu cevabı verdi: "Sizin peygam- beriniz ahlaksızın biriydi. Körleri hakir görür, yüzünü ekşitip başını çevirirdi." Ona Hz. Muhammed hakkındaki bu düşüncesinin yanlış olduğunu söyledim. Körleri aşa- ğılayıp yüzünü ekşitenin o değil, Osman b. Affan oldu- ğunu ve bu yüzden Osman'a ihtar niteliğinde bir ayetin nazil olduğunu anlattım. Peygamberimizin ahlaksız değil yüce ahlakı, aşağılayıcı değil gönül alıcı ve yüceitici şah- siyetinden söz ettim... Son olarak Kur'an'dan iki ayeti ona delil olarak okudum. Bu ayetler şöyle:"...Sen yüce ahlak üzeresin" 1 ve "Biz seni dünya ehline rahmet olarak gönderdik."Bu ayetler o resulün güzel ahlak ile donandığını bil- dirmiştir. Hıristiyan, "Ben peygamberiniz hakkındaki bu iddiayı Bağdat mescitlerinden birinde hatipten duydum." dedi.
Bu öyküden sonra Alevi şunları söyledi:
Bizim yanımızda meşhur olan şu ki: Vicdanını satmış bazı raviler Osman b. Affan'ı aklayabilmek için, sevgili Peygamberimizi küçük düşürmek pahasına,' bu yalanı uydurmuşlardır.
Melikşah bu meseleyi artık daha fazla konuşmanın lüzumu olmadığını ve başka bir konuya geçilmesini istediğini açıkladı.

▼▼▼12▼▼▼

Abbasi:
Caferller üç halifenin (Ebubekir, Ömer ve Osman'ın hilafetini kabul etmedikleri gibi onların) iman getirdiklerini de kabul etmezler. Bu ise, gerçek dışı bir şeydir. Çünkü eğer onlar imanlı değilse, Peygamber niçin onlarla akrabalık bağı kurmuştur?
Alevi:
Caferller bu üç kişinin kalben iman getirmediklerini savunur. Onlar İsHim'ı zahirde kabul etmişlerdi. ResuluIlah (s.a.a) kelime-i şehadeti ikrar eden herkesi, münafık olsa dahi, Müslüman kabul eder, onlarla Müs- lüman hukuku çerçevesinde münasebet kurardı. Dolayı- sıyla o hazretin onlarla akrabalık ilişkisine girmesi bu açıdandır.
Abbasi:
Mesela, Ebubekir'in imansızlığına deliliniz nedir?
Alevi:
Bu hususta birçok kesin kanıt vardır. Ezcümle, Ebubekir, Hz. Muhammed'e defalarca karşı gelmiştir; örneğin Usame'nin ordusuna katılmaması ve Peygambe- rin bu husustaki emrine karşı çıkması gibi. Oysa yüce Allah Kurlan'da şöyle buyuruyor: "Hayır, Rabbine and. olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni ha. kem yapıp, sonra da verdiğin hükmü gönül rahatlı. ğıyla ve tam bir teslimiyetle kabul et~edikçe iman etmiş olmazlar, "Ebubekir Peygamber'in (s.a.a) emrine muhalefet ettiği için bu ayetin kapsamına girmektedir. Ayrıca, Resulul- lah (s.a.a) Usame'nin ordusuna katılmayanlan açıkça la- netlemiştir. Az önce belirttiğimiz gibi Ebubekir bu ordu- ya katılmadı. acaba Resulullah (s.a.a) mümin birini lanetler mi?
Abbasi:
Tabi ki, hayır.
Melik:
O halde Alevi'nin Ebubekir'in mümin olmadığı yolundaki görüşü doğru olmalı!
Vezir:
Ehlisünnet, Ebubekir'in ordudan geri dönmesiyle ilgili olarak bir takım teviller söz konusu etmişlerdir.
Melik:
Nasıl olur! Onun ordudan geri dönmesini tevil etmek, yaptığına mazeret olur mu? Eğer bu kapı açık tutulursa, canileri, hırsızlan ve bütün suçlulan da sebep-lerinden dolayı mazur görmemiz gerekir. Çünkü, hırsız "fakir olduğumdan dolayı hırsızlık yaptım"; içki içen, "sıkıntıdan şarap içtim" ve... der. Böylece düzen bozulur ve insanlar isyan etmeye cesaret bulurlar. Hayır, tevillere ihtiyacımız yok. Teviller bizi gerçeğe ulaştırmaz, tam aksine gerçeklerden uzaklaştırır.
Abbasi söyleyecek söz bulamıyordu, tereddütle sordu: - Peki, ya Ömer? Onun iman getirmediğine deliliniz nedir?
Alevi:
Bu hususta da çok fazla delil var. Öncelikle şunu söyleyeyim ki Ömerlin bizzat kendisi iman getirmediğini itiraf etmiştir. Abbasi:
Kendisi itiraf mı etmiş? Nerede?
Alevi:
Evet. Şu sözlere bir bakın; bunlar Ömer'in sözle- ridir: "Hüdeybiye günü şüphe'ettiğim kadar hiçbir zaman Hz. Muhammed'in peygamberliğinde şüphe etmedim." ı Demek ki Hz. Muhammed'in peygamberliğinden hep şüphe etmiş, Hüdeybiye günü bu şüphesi doruğa çıkmış- tır. Söyle bakalım, ey Abbasi, Hz. Muhammed'in pey- gamberliğinde şüphe eden biri mümin olabilir mi?
Abbasi sessizce başını öne eğdi, ne diyeceğini bilemiyordu. Bu durumu izleyen Sultan Melikşah vezirine sordu:
Alevi'nin Ömer hakkında söyledikleri doğru mu?
Vezir:
Raviler böyle rivayet etmişlerdir.
Melik:
Olacak şey değil, şaşılacak şey doğrusu! Oysa ben Ömer'i iman öncülerinden biri sanırdım. Onun örnek imana sahip olduğuna inanırdım; şimdi ise onun imanı hakkında şüpheye düştüm.
Sultanın bu hayal kırıklığı üzerine Abbasi son bir umutla durumu düzeltmeye çalıştı:
Dur ey Melik, akidene sadık kal! Bu şeyh seni aldatmasın.
Abbasi'nin bu çıkışı Melik'i öfkelendirdi:
Nizamülmülk, Alevi'nin sözünün doğruluğunu tasdik ediyor ve Ömer'in bu sözleri kaynaklarda geçiyor ve sen hala "Şeyh seni aldatmasın." diyorsun. Bu, taassuptan başka bir şeyolabilir mi?!
Abbasi ve diğer Sünni aliler başlarını önlerine eğmişlerdi. Salona bir sessizlik çökmüştü. Cafer! ulema, başta Alevi olmak üzere, gerçeklerin bir bir ortaya dö- külmesinden memnundu, huzurluydu. Şimdi de başı dimdik, güven dolu bakışlarla Sultan Melikşah'a bakıyor .ve sonucu görmek istiyordu. Abbasi hayatının en zor anlarını yaşıyordu. Makamı- nın sarsılmasından dolayı düştüğü acizliğin şiddetinden yerin dibine geçmeyi veya Azrail (a.s) gelip canını alma- sını arzuluyordu. Sunduğu kanıtların zayıflığı ortaya çıkmış; Melik, Ve zir, ülema ve devlet erkanı bunu bil- mişlerdi artık. Ama ne yapabilirdi.Toplantıyı , hakla ba- tılın ayırt edilmesi için bizzat Sultan istemişti.

▼▼▼13▼▼▼


Çok geçmeden kendini toparladı, başını kaldırdı ve şöyle dedi:
Ey Alevi! NasılOsman'ın mümin olmadığını söylersin. Oysa ki Peygamber (s.a.a) iki kızını, Ümmü Gülsüm ve Rukayye'yi onunla evlendirmiştir. 1- Rukayye ve Ümm-ü Külsüm isimli Peygamberin kızlarının Osman b. Affan ile evlendikleri, bize göre bu iddia doğru değil ve söz konusu kızlar Resulullah'ın gerçek kızları değillerdir. Bir çok tarihçi bunu kabul etmemiştir. Ebuıkasım Kafi ve diğer bazıları şöyle kaydetmişlerdir: "Hatice'nin 'Hale' isminde bir kız kardeşi vardı. Beni Mahzam kabilesinden birisi onunla evlenince onun için "Hale" isminde bir kız çocuğu doğurdu. Hatice'nin bacısı bu adamdan ayrıldıktan sonra bu sefer Beni Temim kabilesinden Ebu Hind isminde birisiyle evlendi; onun için de "Hind" isminde bir çocuk doğurdu. Beni Temim'den olan bu adamın Hale'den başka bir eşi daha vardı ki ondan da Zeynep ve Rukayye isminde iki kız çocu- ğu oldu; sonra Zeynep ve Rukayyelnin anneleri, ardından da babaları vefat etti; bunun üzerine Hale'nin o adamdan olan Hind isimli çocu- ğu babasının kabilesine döndü. Ortada kalan "Hale" ve kocasının iki çocuğu Zeynep ve Rukayye'yi de Hz. Hatice kendi yanına aldı. Son- radan Hz. Hatice Resulullah'la evlenip, Hale de vefat edince Zeynep ve Rukayye isimli çocuklar Hz. Hatice ve Resulullahlın kefiileti altı- na girdiler... Öte yandan Araplar, üveyevladı da gerçek evlat telakki ettikleri için bu iki kız da Resulullah'ın kızları olarak anılmaya baş- landı. Halbuki bunlar Peygamber'in değil, Hale'nin kocası Ebu Hind'in kızları idiler..."
Alevı:
Osman'ın iman sahibi olmadığını kanıtlayan pek çok delil var. Bu konuda şu yeterlidir ki, içlerinde sahabe de olmak üzere Müslümanlar onu öldürmek için bir araya toplanmışlardır. Kendiniz Resulullah'ın (s.a.a) "Benim ümmetim yanlış iş üzerinde toplanmaz." buyurduğunu söylemiyor musunuz? Bunu bildikleri halde içlerinde sahabe de olmak üzere Müslümanlar bir mümini öldür- mek için mi bir araya toplandılar! Ayrıca bilindiği üzere Aişe onu Yahudi'ye benzete- rek öldürülmesi için fetva vermişti: "Öldürün bu naseli! Artık o kafır olmuştur! Öldürün bu naseli! Allah öldür- sün bu naseli! Allah'ın azabı üzerine olsun." demiştir.
Melik, vezire:
Alevı'nin dediği doğru mu?
Vezir:
Tarihçiler böyle yazmışlar.
Melikşah:
Madem durum böyledir, imansız biri olduğunu bile bile Osman'ı neden halife seçtiler? - Şura tarafından halife seçilmiştir.
Alevı hemen araya girdi:
Dur ey Saygıdeğer Vezir! Söylediğinin gerçekle ilgisi yoktur.

▼▼▼14▼▼▼

Melik:
Ne demek istiyorsun?
Alevı:
Vezirinizin bilgisine ve dürüstlüğüne güveniriz; ama bu konuda yanılıyor. Aslında şura ile hilMete eriş- memiştir, Ömer'in vasiyeti ve Talha, Said b. Ebu Vakkas, Abdurrahman b. A vfın seçimi ile hiHifete erişti. Bu üç kişi bütün Müslümanları temsil eder mi acaba?Yine bilinen bir olaydır: Sahabeden Abdullah b. Mesud, Osman'ın verdiği had yüzünden fıtık olmuş ve ölene kadar yatalak kalmıştır. Bu sahabe ki, Resulullah'ın saygısını kazanmış örnek bir insan, örnek bir mümindi. Osman önde gelen sahabelerden Ebuzer Gıfari'yi bir defa veya iki defa Medine'den Şam'a, oradan da Rebeze çöllerine sürgün etmiştir. O Ebuzer ki, Resulullah'ın çok saygı ve muhabbet gösterdiği bir şahsiyetti. Peygambe- rimiz (s.a.a) onun hakkında "Ebuzer'qen daha doğru konuşan birine gökyüzü gölge etmemiş ve yeryüzÜ de taşımamıştır."l buyurmuştur. Bu güzel insan çöllerde açlık ve susuzluktan perişan olmuş, dayanamayıp hakkın rahmetine kavuşurken Osman Müslümanların malı olan beytülmalın içinde yüzüyor ve onu Mervanı ve Emevı akrabaları arasında bölüştürüyordu? Tarihte kaydedildiğine göre Osman'ı seçen bu üç' ki- şi, onun Resulullahlın (s.a.a) sahabelerine karşı tutumu- nu, Müslümanların siyasi ve toplumsal meselelerinde Yahudi Kaab-ı Ahbar ile istişare etmesini ve beytülmalı MervanoğuHarına taksim etmesini 1 görünce bir araya gelerek halkı Osmanla karşı kışkırtmışlardır. O güne kadar doğruluğundan şüphe etmediği şeylerin perde arkasını bir bir öğrenen Selçuklu Sultanı Melikşah- ın canı iyiden iyiye sıkılmıştı. Veziri Nizamülmülk'e döndü,
Ya bunlar? Osman hakkındaki bu iddialar da doğru mu?
Evet, ne yazık ki doğru. Tarihçiler de böyle kaydediyor.
O zaman sen neye dayanarak "Osman'ı şura ile halife seçildiğini diyebiliyorsun?
Benim şuradan maksadım, bu üç kişiden oluşturulan şura idi.
Bu üç kişinin oluşturduğu şura istenilen hedefe ulaşabilir mi?
Resulullah (s.a.a) bu üç kişiyi, yani şurayı oluşturan kişileri cennetle müjdelemiştir.
Alevi, Nizamülmülk'ün bu sözleri üzerine dayanamadı:
Dur, ey Vezir! diye araya girdi. Gerçeklere aykırı sözler sarf etme! On kişinin cennetle müjdelendiğini ileri süren hadis uydurmadır! Ve Peygamberimize (s.a.a) bü- yük bir iftiradır!
Abbasi:
O hadis güvenilir alimler tarafından rivayet edil- miştir. Nasıl uyduruk olduğunu söylersin?
Alevi:
Ama o hadisin uydurma olduğunu ispatlayan pek çok kanıt vardır. Şimdi size bunlardan sadece üçünü tak- dim ediyorum: 1- Resulullahla (s.a.a) eziyet etmiş bir şahsın Resulullah (s.a.a) tarafından cennetle müjdelenmiş olması, Şaşılacak şey doğrusu! Tarihçiler ve tefsir alimleri, Talha'nın şöyle dediğini naklediyorlar: "Muhammed şimdi ölse, onun hanımlarını nikah ederdik" veya "Aişe ile evlenirdim". Talha'nın bu sözü ResuluIlah'a çok ağır geldi. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Allah'ın peygamberini incitmeyin. Ondan sonra zevceleriyle de asla nikiih yapamazsınız. Bu işler Allah 'ın katında büyük günahtır. "Nasıl olur da Peygamber (s.a.a) böyle şeyler düşünen ve dile de getiren bir kişiyi cennetle müjdeler? 2- Talha ve Zübeyr Ali'ye Ca.s) karşı savaşmışlar. Oy- sa Peygamber efendimiz, Hz. Ali hakkında şunları söy- lemiştir: "Ya Ali, senin savaşın benim savaşımdır, barı- şın da benim barışım." demiştir. "Ali'ye itaat eden bana itaat etmiştir. Ve ona asi olan bana asi olmuştur. "Ali Kur'an ile ve Kur/an Ali iledir. Onlar havuz kenarında benim yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmaz- lar. "Yine Resulullah (s.a.a) "Ali hak ile, hak Ali, iledir. Ali nereye dönerse, hak da oraya döner." buyurmuştur. Resulullah'a muharebe eden ve ona asi olan bir insan cennet ehli olabilir mi? Kur'an ve hakka karşı savaşanlar mümin olabilirler mi? 3- Talha ve Zübeyr, Osman'ın öldürülmesini sağla- yanlardır. Nasılolur da birbirinin katili olan bu insanlar cennete birlikte girerler? Oysa Hz. Peygamber (s.a.a), "Öldüren ve öldürülen, her ikisi de cehennem ehlidir." buyurmuştur.
Melik'in kaşları çatılmış, dinlediklerini düşünüyordu.Sonra veziri Nizamülmülk'e döndü:
Seyyid Alevı'nin söylediklerinin hepsi doğru mudur?
Vezir başını önüne eğerek sustu. Söyleyecek bir şey bulamamıştı. Alevı'nin en küçük bir tereddüde mahal vermeyecek kadar açık ve sağlam deliller ortaya .koyma- sı, onun gibi Ehlisünnet alimlerini de susmaya mecbur ediyordu. İtiraza cesaretleri kalmamıştı. Gerçekler karşı- sında ne diyebilirlerdi? Hakkı mı söyleyeceklerdi? Belki gerçeği ve hakkı itiraf etmek istiyorlar, ama buna da Şeytan izin vermiyordu! Gerçeği gizlemek ve batılı sa- vunmak üzere donatılmış nefs hakkın karşısında kolay kolay boyun eğmez. İnsanoğlu, hakkı itiraf etmenin basit ve kolayolduğunu sanır. Oysa bu, çok ağır bir iştir. Çün- kü hak, nefsanı arzu ve niyetlere muhalefet ederek, Cahiliyet döneminden bize miras kalmış olan "taassub- çuluğu" ayağımızın altına almamızı talep ediyor. Azın- lıkta kalan salih kullar dışında insanların çoğunluğu, batıl ve nefsanı isteklerin karşısında boyun eğmişlerdir.
Seyyid Alevı sessizliği bozarak Sultana şöyle dedi:
Veziriniz, Abbası ve diğer alimler de bizim söy- lediklerimizin hak olduğunu biliyor. Eğer bu gerçeği in- kara kalkışırlarsa, sadece bu Bağdat şehrinde dahi benim söylediklerimi onaylayacak, iddialarımın doğruluğuna tanıklık edecek birçok alim var. Hatta içinde bulundu- ğumuz şu medresenin kitaplığında bile söylediklerimizi ispatlayacak kitaplar, muteber senetleri olan hadisler mevcuttur. Eğer burada bulunanlar gerçeği kabul ederlerse Yüce AHah'ın razı olduğu "sırat-ı mustakim" doğru yola kavuşurlar. Yoksa iddialarımın doğruluğunu tasdik eden muteber kitapları ve hadisleri size takdim etmeye hazırım.

▼▼▼15▼▼▼


Melik, vezirine sordu:
İddialarını destekleyen o kadar çok sayıda kaynak kitap ve muteber senetli hadis gerçekten var mıdır?
Vezir:
Evet vardır
Melik:
Öyle ise, en başından. beri sessiz kalmanın sebebi nedir? - Resulullah'ın (s.a.a) sahabelerini tenkit etmek istemiyorum.
Bu sözler üzerine Alevı hemen atıldı:
İnanmıyorum! Sen hakkı ifade etmekten kaçınıyorsun. Halbuki AHah'ın Resulü hakkı haykırmaktan hiç- bir zaman kaçınmamıştır. Unutmayın ki, Yüce AHah bazı münafık sahabelerin gerçek yüzlerini resulüne tanıttıktan sonra, kafirlere karşı olduğu gibi münafıklara karşı da cihadı farz kılmıştır. Bundan dolayı Resulullah (s.a.a) bazı sahabelerini lanetlemiş ve onlara buğzetmiştir.
Vezir:
Ey Alevı, alimlerin "Resulullah'ın ashabının hepsi adildir." sözünü duymamış mısın?
Alevı:
Duymuşum; ama bu sözü doğru bulmuyorum. Nasıl hepsi adilolabilir. Oysa yüce AHah bazısını lanet- lemiştir. Peygamber bazısına lanet okumuştur; kendileri birbirlerini lanetlemiş ve öldürmüşlerdir.
Abbası giderek çıkmaza girdiğini fark etmişti, tar- tışma bu mecrada sürerse, böylesine önemli bir konuda yenilgi kaçınılmazdı. Bir çıkış yolu bulacağı umuduyla Sultan Melikşah'a şöyle dedi:
Ey Melik, Alevı'ye sorar mısınız: Madem ki bu halifeler mümin değildi, bunca Müslüman neden onların halifeliğini kabul edip onların yolunu izledi?
Melik eliyle işaret ederek Alevı'ye konuşması için izin verdi; Caferilerin ünlü alimi şunları söyledi:
Önce şunu belirteyim ki; Ehlisünnet dışında hiçbir Müslüman Ebubekir, Ömer ve Osman'ı halife ve rehber kabul etmemiştir. Bunların halifeliğini ve rehberliğini sadece Ehlisünnet kabul etmiştir. İkincisi, bunların hila- fetini kabul edenler cahil ve mutaas~ıp olmak üzere iki kısımdırlar. Cahiller, bu üçünün kişilik ve karakterini bilmemekle birlikte, onların İslam'a verdiği zarardan ha- bersiz, yanlış ve taraflı bilgilendirmenin esiridirler. Bu nedenle o üç kişiyi mümin ve muttaki bilirler. Mutaas- sıplar ise, en açık delil ve burhanlar karşısında bile, kendi yanlışlarında ve batıl davalarında ısrar ederler. Bunların bütün duyu organları körelmiş, kalpleri mühürlenmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurolmuştur: "Onları uyarsan da uyarmasan da birdir, onlar iman etmezler." Üçüncüsü, Ebubekir, Ömer ve Osman'ı halife bilenler, kendi seçimlerinde hataya düşmüşler, Buna benzer iki örnek, Hıristiyanların İsa'ya (a.s), Yahudilerin de Üzeyr'e "Allah'ın oğlu" demeleridir.2 Oysa insan, Allah'a, Peygamberine ve hakka uymalıdır, batıl ve hata üzere olan insanlara değil.
Melik "Artık, bu konuyu bırakın ve başka bir konuyu ele alın." dedi.
Alevı:
Ehlisünnet'in en büyük hatalarından biri de, Ali b. Ebu Talib'ten (a.s) yüz çevirip ondan önce halife olanla- rın görüşlerine tabi olmalarıdır.
Abbasi:
Bunu biraz açabilir misiniz?
Alevı:
Hz. Resulullah (s.a.a), Ali'yi kendisinden sonra halife tayin etmiştir. Ama bu engellenmiş ve hilafet ma- kamını Peygamberin (s.a.a) tayin etmediği o üç kişi sı- rayla işgal etmiştir. Sonra Melikşah'a dönerek sözlerine şöyle devam etti:
Ey Melik! Şayet siz kendi yerinize halife tayin etseniz, vezirler ve hükümet yetkililerinin size uymaları mı gerekir, yoksa sizin tayin ettiğiniz halifeyi azledip yerine başka birini tayin edebilirler mi?
Sultan Melikşah:
Tabii ki benim tayin ettiğim halifeye uymaları, ona itaat etmeleri gerekir.
Alevi:
Caferiler de aynı şeyi yapmışlar; Resulullah'ın (s.a.a) yüce Allah'ın emriyle tayin ettiği halifesine uymuşlar, başkalarını terk etmişler. Ki o da Ali b. Ebu Talip'tir.
Abbasi:
Ali b. Ebu Talib'in yaşının küçüklüğü ve tecrübesizliği, halife olmasını engelliyordu. Üstelik o, Arapların önde gelen pehlivanlarını, liderlerini ve büyüklerini öl- dürmüştü. Bu da, kabile geleneğiyle yoğrulmuş Arapları- nın Ali'ye nefret duymasına yol açmıştı. Ama Ebubekir, hem sahabelerin en yaşlısıydı, hem de düşmanı olmayan biriydi; bunun için halife olmaya daha layıktı.

▼▼▼16▼▼▼

Alevi:
Duydun mu ey Melik? Abbasi, kimin halifeliğe layık olduğu konusunda insanların Allah ve Resulünden daha bilgili olduğunu söylüyor?! Çünkü o, Allah ve Re- sulünun Ali'nin halifeliği ile ilgili ernrini bırakıp bazı insanların Ebubekir'in halifeliğe daha layık olduğu yö- nündeki sözlerine uyuyor! Sanki -haşa- ilim ve hikmet sahibi yüce Allah kimin halifeliğe daha layık olduğunu bilmiyor da, bazı cahil insanlar kalkıp layık olanı seçi- yorlar! Yüce Allah: "Allah ve Resulü bir işte bir hü- küm verdi mi, artık mümin erkek ve mümin kadınla- rın o işte bir seçme hakları olmaz. Kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, hiç şüphesiz, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. "ı buyurmuyar mu? Yine; "Ey iman edenler, Allah ve Peygamber, sizi, size hayat verecek bir şeye çağırdığı zaman onlara icabet edin." buyur muyor mu?
Abbasi:
Hayır, ben insanların Allah ve Resulünden daha i- yi bildiğini söylemedim!
Alevi:
O zaman senin sözünün hiçbir anlamı kalmıyor.Çünkü Allah ve Resulü birini hilafet ve imarnet makamına tayin ettikten sonra, insanlar buna razı olsalar da olmasalar da, sana düşen görev ona uymaktır.
Abbasi:
Ali b. Ebu Talip'te halifelik için gerekli olan şartlar yoktu.
Alevi:
Yani, Yüce Allah Ali'nin Ca.s) hilafete liyakatsiz olduğunu bilmeyerek onu imamete tayin etti, öyle mi? Olacak şey değil! Bu apaçık bir küfürdür.
Abbasi:
Yine polemik yapıyorsun!
Alevi:
Hayır, sadece büyük bir yanlış içinde olduğunuzu söylüyorum.
Abbasi:
Alilnin hilafete neden layık olmadığını az önce anlattım. Küçüktü, tecrübesizdi ve Arap halkının önem verdiği bazı insanları öldürmüş olduğundan nefret ka- zanmıştı. Sen bana Ali'nin halifeliğe layık olduğunu gös- teren delil verebilir misin?
Alevi:
Ya beni dinlemedin, ya da laf oyunu yapıyorsun! Hz. Ali (a.s) o hilafet makamına herkesten daha çok la- yıktı. Böyle olduğu için de Allah ve Peygamberi onu halifeliğe tayin etti. Bundan açık delilolur mu? Şu ger- çeği de unutma: İmam Ali (a.s) ilmi yönden bütün saha- belerden üstündür. Bu tartışılmaz bile. Resulullah onun için "Sizin aranızda ilimde en yüksek olan Ali/dir." de- miştir. i Ömer; bizim aramızda ilmi en yüksek olan Ali'- dir, demiştir. Yine sevgili Peygamberimize ait olan şu hakim sözleri duymayan var mı?: "Ben ilim şehriyim, ali onun kapısı. Kim ilim şehrine girmek istersf! kapısına gelsin. ,, İmam Ali de (a.s) Resulunah'ın bu güzel sözleri için şöyle demiştir: "Resulullah bana ilimden bin kapı öğretti ve bu bin kapının her birinden biner kapı daha açılıyor. " Hz. Ali gerçekten büyük ilim sahibiydi ve ilmen önde olan hakkı da tam anlamıyla açıklar, çünkü ilim cehaletten, alim de cahilden üstündür. Bu, Kurtan'da ne güzel anlatılmıştır: "De ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? " 3- Hz. Ali (a.s) yüksek ilim sahibi idi. Öyle ki ilirnde hiç kimseye ihtiyacı yoktu; ama başkalarının ona ihtiyacı vardı. Nitekim Ebubekir bunu açıkça itiraf etmiş ve "Be- ni bırakın, Ali size benden daha hayırlıdır." demiştir. Yi~e Ömer yet~işten fazla yerde şöyle demiştir: "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu."- yahut, "Ey Ebu'l Hasen, senin olmadığın bir yerde Allah beni bir sorunla karşı karşıya bırakmasın." 4, ya "Camide Ali olduğu zaman sizlerden hiçbiriniz fetva vermesin." 4- Hz. Ali (a.s) hiçbir zaman Allahla karşı asi olma- mış, Allah'tan başka hiçbir şeye tapmamış, doğumundan ölümüne kadar da putlara secde etmemiştir. Oysa Ebu- bekir, Ömer ve Osman Allah'a karşı asi olup Allah'tan başkasına tapmış ve zamanında putlara da secde etmiş- lerdir. Halbuki Kur'an-ı Kerim şöyle buyuı;maktadır: "Benim ahdim zalimlere erişmez. "5 Bilindiği gibi gü-nah işleyen biri zalimdir; zalim de Allah'ın ahdine yani nübüvvete ve imamete nail olamaz. 5- İmam Ali (a.s) sağlam bir fikre, güçlü bir akla Ve İslamıdan kaynaklanan isabetli. bir görüşe sahipti. Halbu- ki başkaları için bunlar söylenemez; onlar Şeytanın ves- vesesinden beslenen yanlış düşün~elere sahiptiler. Me- sela Ebubekir şöyle demiştir: "Bana musallat olan bir şeytanım vardır."
Ömer bir çok yerde Hz. Peygambere (s.a.a) karşı çıkmış ve o hazretin hilafına görüşler ortaya koYmuştur. Osman ise kendi kendine karar veremeyen, Resulullalı'ın (s.a.a) diliyle lanetlenen i Mervan b. Hakem, Yahudi Ka'b b. Ahbar ve bunlar gibi kötü insanların sözüyle davranıp devleti idare etmeye çalışan, zayıfkişilikli biriydi.

▼▼▼17▼▼▼


Sultan Melikşah Nizamülmülk'e sordu:
Ebubekir'den naklettiği, "Bana musallat olan bir şeytaoım vardır." şeklindeki söz doğru mu?
Vezir:
Evet, bu hadis kitaplarında mevcuttur. 2
Melik:
Peki, Ömer'in Peygambere karşı geldiği de gerçekten doğrtl mu?
Vezir:
Bununla neyi. kastettiğini Alevıinin kendisine soralım.
Alevı:
Sünnı alimler Ömer'in Hz. Peygambere (s.a.a) karşı geldiğini, kendi muteber kitaplarında açıkça kaydetmişlerdir. Örneğin: 1) Peygamber (s.a.a), Abdullah b. Übeyy'in cenaze namazını kılmak isteyince, Ömer buna karşı çıkmış, kaba hareketiyle Peygamber efendimizi incitmiştir.1 Oysa yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah 'ın Peygamberini incitenlere elem verici bir azap vardır."2
2) Resulullalı (s.a.a), temettu umresi ile temettu haccı arasında ara verilmesini emredip, umre ile hac arasında erkeğin kendi eşiyle ilişkiye girebileceğinin caiz olduğu- nu açıkladığında Ömer buna şiddetle itiraz etmiş ve Pey- gambere hitaben şu yakışıksız ifadeleri kullanmıştır: "A- letimizden meni damladığı halde mi ihrama gireceğiz?"3 Buna karşılık Peygamberimiz (s.a.a) Ömer'e şöyle dedi: "Sen buna hiçbir zaman iman etmeyeceksin. "Peygamber (s.a.a) efendimiz böyle demesiyle, Ömer- 'in ayetlerin bazısına iman eden ve bazısını inkar eden olduğunu ortaya koymuştur. 3- Ömer'in Peygambere karşı geldiği yerlerden birisi de mut'a nikahıdıf. Ömer Mut'a nikahını asla kabul etme- di. Nitekim hilafet makamına oturur oturmaz bu hususta şöyle dedi: "Peygamber zamanında iki mut'a vardı, ben onlarıyasaklıyorum, bunları uygulayanları da cezalandıracağım. "Halbuki yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Nikah ederek yararlandığınız kadınlara mehirlerini bir farize olarak verin. Mehirlerini kestikten sonra karşılıklı anlaşmanııda bir günah yoktur." 2 Müfessirler de bu ayetin mut'a nikahı hakkında indiğini açıklamışlardır ve Müslüman Ömer'in dönemine kadar bu uygulanmıştır.3 Ne var ki mut'ayı yasakladıktan sonra fuhuş ve zina- nın yolu açıldı ve giderek yaygınlaştı. 4
4- İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Eğer Ömer insanlara mut'a nikiihını yasaklamasaydı, şaki insan dışında hiç kimse zina etmezdi."
Ömer mut'ayı yasaklamakla Allah'ın hükmünü yok saymış, Peygamberin sünnetini ortadan kaldırmış ve böylece fuhuş ve zina için uygun bir ortam hazırlamış ve bu ayetlerin kapsamına girmiştir. "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirdir....zalimdir." Ömer'in Peygambere (s.a.a) karşı geldiği yerlerden biri de Hudeybiye Antlaşması sırasında gerçekleşmiştir. Buna benzer daha nice örnekler ve Allah'ın Resulünü incitmeleri olmuştur.
Sultan Melikşah bir süre Alevı'nin anlattıklarını düşündü. Sonra:
Ey Alevı, dedi. Gerçekte, kadınlarla mut'a edilmesine ben de karşıyım.
Alevı:
Mut'anın İslam'ın şer'ı hükümlerinden biri olduğunu kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz?
Melik:
Kabul etmiyorum.
"Mut'a nikahı yaparak yararlandığınız..." ayeti ile Ömer'in, "Peygamberin döneminde iki mut'a vardı..." sözüne ne diyorsunuz?
Ömer'in bu sözü, mut'anın Peygamberimiz zamanında, ardından Ebubekir'in hilafeti döneminde hatta kendi hilafetinin ilk dönemlerinde biJe caiz ve uygulanmakta olduğunun delili değil mi? Daha bunlar gibi nice deliHer vardır ey Melik! Öyle ki Ömer'in kendisi bile mut'a nikahı yapıyordu. Ayrıca Abdullah b. Zübeyir'in mut'a sonucu doğduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Melik vezirine dönüp sordu:
Ne diyorsun ey Nizamülmülk?
Vezir:
Alevi'nin delilleri hem doğru, hem de sağlam. Lakin, Ömer'in mut'ayı yasakladığı için ona uymamız gerekiyor.
Alevi:
Ey Vezir! AHah'a ve O'nun Peygamberine mi tabi olmak gerekir, yoksa Ömer'e mi? Şu ayetleri okumadın mı? "Peygamber size ne verirse onu alın. "1 "Elçiye itaat edin.", "Sizin için Allah'ın Resulünde güzel örnek vardır."Veya şu hadisi hiç mi hatırlamıyorsunuz? "Muhammed'in helal ettiği kıyamete kadar helaldir, haram ettiği de kıyamete kadar haramdır."
Melik araya girdi:
Ben İslam şeriatının bütün hükümlerine iman ediyorum. Fakat mut'anın yasalaştırılma nedenini bilmiyo- rum. Acaba siz iki saatlik için birisinin bacınızla, kızı- nızla mut'a etmesini kabul eder misiniz?
Alevi:
O zaman ben de size sorayım. Acaba insan daimi nikahtan kısa bir süre sonra boşayacağını bildiği bir kişiyle bacısının veya kızının evlenmesini kabul eder mi?
Melik:
Elbette ki kabul etmez.

▼▼▼18▼▼▼


Alevi:
Ama Ehlisünnet alimleri böyle bir daimi nikahın sahih olduğunu kabul ediyorlar. Nikahtan sonraki talakı da sahih biliyorlar. Mut'a nikahı ile daimi nikah arasındaki fark şudur: Mut'a nikahı belirlenen süre sona erince biter. Daimi nikah ise talak ile sona erir.
Sonuç olarak mut'a nikahı sahih bir ameldir, şer'i a- çıdan da hiçbir sakıncalı tarafı yoktur. Mut'a nikahı da, talakla bitirilen daimi nikah gibi bedenin ihtiyaçlarını karşılamak için yasalaştırılan bir hükümdür. Ey Melik, izin verirsen sana bir soru daha soracağım?
Buyur, sor.
Kocasını kaybeden ve ailesi, yuvası dağılan, tutunacak bir dalı bile olmayıp ortada kalan kadınlar hakkın- da ne düşünüyorsun?
Mut'a nikahı, ortada yapayalnız kalmış böyle dul ka- dınları korur; onun muhtaç durumundan faydalanmak isteyen sapıkları engeller, bir lokma ekmek için 'vücutla- rını satmaktan uzak tutar, hatta dul olduğu için dedikodu yapılmasına ve fesat çıkarılmasına da fırsat vermez. Şu da unutulmamalı ki, o da bir insandır ve cinsel ihtiyaçla- rını karşılaması gerekir; mut'a nikahı bunun da çözümüdür. Ayrıca daimi evliliğe güçleri yetmeyen insanlar ve gençler için cinsel içgüdüden ve fesattan kurtulmak için mut'a tek çözüm yoludur. Bana göre, zina, livata ve mastürbasyon gibi işlenen suçların günahına Ömer de ortaktır. Çünkü o, mut'ayı yasakladı. Birçok hadiste Ömer'in yasaklamasından sonra zinanın toplumda yaygınlaştığı belirtilmiştir. "Ben mut'a nikahım sevrnem." şeklindeki sözünüze gelince; İslam dini hiç kimseyi buna zorlamamıştır. Nite- kim kısa bir süre sonra boşayacağını bildiğiniz kişiyle kızımzı evlendirmeye de mecbur etmemiştir. Kaldı ki, insanların bir şeyden hoşlanmaları veyahut hoşlanmamaları, bir şeyin haram olmasında ölçü olamaz. Allah'ın hükmü değişmez ve sabittir; kimsenin görüşüne ve tutkusuna tabi değildir.
Melik vezirine yönelerek:
Alevi'nin mut'a hakkındaki delili güçlüdür.
Vezir:
Ama alimler Ömer'in görüşünü benimsemişlerdir.
Alevi:
Birincisi, onun görüşünü benimseyenler bütün alimler değil; sadece Ehlisünnet alimleridir. İkincisi, Allah ve Resulüne mi uyulmalı, yoksa Ömer'e mi? Üçüncüsü, alimleriniz Ömer'in sözüyle ilgili olarak çelişki içerisindedirler.
Vezir:
Nasıl yani?!
Alevi:
Ömer şöyle demiştir: "Peygamber zamamnda iki mut'a vardı, ben onları yasaklıyorum: Birisi hac mut'ası, diğeri ise mutta nikahıdır." Eğer Ömer'in sözü doğru ise, neden alimleriniz hac mut'asıyla ilgili görüşüne itibar etmemişler? Çünkü Ömer'in görüşünün tam aksine hac mut'asının sahih olduğunu ileri sürmüşler. Eğer Ömer'in sözü batıl ise, neden alimleriniz mut'a nikahıyla ilgili görüşünü benimsemişler?
İşte burada vezir sustu ve hiçbir şey demedi.
Melik toplantıda bulunan alimlere hitaben:
Neden cevabını vermiyorsunuz?
Caferi alimlerden birisi (Şeyh Hasan Kasım!) şöyle dedi:
Bu, Ömer ve ona uyanlara, yerinde bir eleştiridir. Dolayısıyla buradakilerin Alevi'ye (Allah onu korusun) verecekleri cevap yoktur.
Melik:
Bu konuyu bırakın, başka bir konuya geçin.
Yeni bölümde ilk söz alan Sünni ulemanın lideri ve sözcüsü Abbasi, yeni tartışmayı şu sözlerle açtı:
"Caferiler, Ömer'in fazilet sahibi bir kişi olmadığı görüşünde. İslam yolunda yaptığı fetihler onun fazilet sahibi olması için yeterli değil midir?
Caferiler adına konuşan Alevi şöyle dedi:
Ömer'in fetihleri konusunda söylenecek çok şey var.
1) Sultanlar, krallar ve otoriteyi elinde bulunduranlar tarih boyunca hakimiyet alanlarını genişletmek için fe- tilıler yapmış, başka ülkeleri istila etmişlerdir. Bu istilalar hiçbir zaman sultanları faziletli kılmaz. 2) Farz edelim, bu fetihler Ömer'e fazilet kazandır- mıştır. Ancak bu, onu hilafeti gasp etme konusunda haklı çıkarınaz. Oysa Peygamberimizin (s.a.a) kendisinden sonra Hz. Ali'yi (a.s) halife tayin etti, onu değil.
Ey Melik, farz edelim siz birini kendi yerinize halife tayin ettiniz. Fakat bir başkası çıktı, o hilafet makamını gasp etti, sonra da fetihler yaptı, hatta salih amellerde bulundu. Siz onun fetihlerine razı olur musunuz? Yoksa, sizin tayin ettiğiniz kimseyi azlettiği ve sizin izniniz ol- madan yerinize oturduğu için rahatsız olursunuz?
Rahatsız olurum. Yaptığı fetihler işlediği kötülüğü temizlemez.
Ömer, halifeliği gasp etmiş, izinsiz olarak Hz.Peygamberin (s.a.a) makamına oturmuştur.
3) Ömer'in fetihleri hatadır ve olumsuz sonuçlar do- ğurınuştur. Çünkü Resulullah'ın zamanındaki savaşlar ise saldırı değil, savunma niteliği taşıyordu. Bu yüzden Pey- gamber (s.a.a) döneminde insanların gönül rızasıyla ve kitleler halinde İslamiyet'i kabul etmesi, işte bu yüzden- dir. İslamiyet'in barış ve selamet dini olduğunu görmüşler ve Hz.. Muhammed'in çağrısına uyup hak yolunu seç- mişlerdir. Ama Ömer şehirlere saldırdı. İnsanları zorla İslam'a soktu. Bu yüzden insanlar İslam dininden hoş- lanmadılar ve İslam dini "sevgi ve hoşgörü" dini değil, "kılıç dinidir" denildi. Bu da İslam düşmanlarının çoğal- masına neden oldu.
Ömer'in yaptığı fetihler İslam'a hiçbir şey kazandır- madığı gibi bir çok şey kaybedilmesine neden olmuştur, onun yüzünden İslamiyet'in çel1resi çirkin gösterilmiştir.

▼▼▼19▼▼▼

Eğer Ebubekir, Ömer ve Osman hilafetin gerçek sa- hibi olan İmam Ali'nin (a.s) makamını gasp etmeselerdi o hazret Peygamber'den (s.a.a.) sonra hilafet makamına o geçerek Resulullah'ın gittiği yolu takip edecek, onun ilahi programını hayata geçirerek insanların gruplar halinde ve kendi rızalarıyla aşk ve muhabbetle İslam dinine dahil olmasına ve bu dinin büyüyerek yerkürenin her tarafını kaplamasına vesile olacaktı. Böylece İslam, insanlığın kalbinde şiddet değil sevgi dini şeklinde tezahür edecekti.
Burada Seyyid Alevı derin bir nefes alarak Peygam- berin (s.a.a.) vefatından sonra hilafetin gerçek sahibinin elinden bir takım hile ve entrikalarla alınarak Müslü- manların ve insanlığın başına nasıl çorap örüldüğünü ve toplumun nasıl dalalete sürüklendiğini, İslam'ın yaşamsal alandan nasıl uzaklaştınldığını düşündü ve hüzünlü bir şekilde elini eline vurdu.
Sultan Melikşah, Abbası'ye yönelerek:
Bunlara ne diyeceksiniz?
Abbasi:
Söylediklerinin bazılarını ben de ilk kez duyuyorum, bunları bilmiyordum.
Alevi:
Şimdi hakkı duydun ve bildin, o halde kendi hali- felerini bırak; Peygamberimizin (s.a.a) hak halifesi olan İmam Ali'ye (a.s) tabi ol.
Alevi daha sonra şunları ekledi sözlerine:
Sizi anlamak gerçekten zor. İslam ağacının kökünü bırakıyor, dallarına sarılıyorsunuz.
Abbasi:
Nasıl yani?
Çünkü Ömer'in fetihlerini söz konusu ediyor, A- li'nin yaptığı fetihleri unutuyorsunuz.
Abbası:
Ali'nin fetihleri hangileridir?
Alevi:
ResuluUah'ın (s.a.a) fetihlerinin çoğusu, Hz. Ali'- nin eliyle gerçekleşmiştir. Bedir, Hayber, Huneyn, Uhud, Hendek gibi. Eğer bu fetihler başarıyla sonuçlanmasaydı ne sizin Ömer'iniz, ne de İslam ve iman kalırdı. Bunun delili sevgili Peygamberimizin (s.a.a) şu söz- leridir; Peygamber (s.a.a) bu konuşmayı, İmam Ali (a.s), Amr b. Abdevüd'le savaşmak için çıktığında şöyle buyurdu: "Tüm iman, tüm şirkin karşısına çıktı. Allah 'ım! Eğer ibadet olunmak istemiyorsan, ibadet olunma." Yani Ali öldürülürse müşrikler beni ve bütün Müslümanları ortadan kaldırmak için kıyam ederler, yeryüzünde İslamıdan ve imandan eser kalmaz. Peygamberimizin (s.a.a) şu sözleri de bilinir: "Ali'nin Hendek günü vurduğu darbe, insanların ve cin/erin iba- detlerinden efdaldir. "}
Abbasi:
Faraza, Ömer'in hata yaptığını ve gasıp olduğunu ve dinde bidatler çıkardığını kabul ettik, peki ya Ebu Bekir'den nefret etmenizin sebebi nedir?
Alevi:
Onu kabul etmemizin pek çok sebebi var. Hilafet makamını gasp etmesine ilave olarak sadece şu iki şeyi söyleyeceğim: 1) Alemdeki bütün kadınlardan üstün olan ve alemdeki bütün kadınların önderi sayılan Hz. Fatıma-ı Zehra'ya karşı olan tavırlarıdır. 2) Halid b. Velid'e recm.cezası uygulamaması, Hali- d'in birçok cinayet işlediği ve zina yaptığı bilindiği halde onu cezalandırmamıştır.
Halid cinayet mi işlemiş?
Evet, mesela, Malik b. Nüveyre'yi öldürtmüştür. Malik, Hz. Muhammed'in (s.a.a) mümtaz sahabelerin- dendi, cennet ehlinden olduğu müjdelenmişti. Ebubekir, Malik b. Nüveyre'yi öldürüp kabilesini kılıçtan geçirmesi için Halid'i görevlendirmişti. O zaman Malik, Medine-i Münevvere'nin dışında ikamet ediyordu. Halid'in bir or- duyla geldiğini görünce, savaşçılarına silahlarını kuşan- malarını emretti. Halid bunun üzerine şeytanca bir hileye başvurarak kötü bir niyeti olmadığını söyledi ve Allah'a ant içip, "Sadece bir gece için misafirin olmak istiyoruz" dedi. Ona inanan Malik, ona inanarak kabilesine silahla- rını yere koymasını istedi. Bazı kabile ileri gelenleri Halid'in hilekar ve yalancı biri olduğunu söylediyse de Malik "Allah üzerine ant içti, Tanrı misafiridirler" deyip herkesin silahlarını bırakmalarını emretti. Namaz vakti olmuştu. Malik, askerleri ve halkı namaza durdu. İşte bu fırsatı bekleyen Halid ve savaşçıları namaz kılmakta olan Malik ve kabilesine saldırdı; hepsinin önce elleri bağlan- dı, sonra da hunharca katledildi. Eşi görülmemiş bu kat- liam Halid'i yatıştırmak bir yana daha da azdırmıştı. O geceyi Malik'in karısıyla zina ederek geçirdi. Malik'in karısı gerçekten güzel bir kadındı. Halid gerçek bir canavardı. Namazda baskın verip öldürttüğü yüzlerce masumun cesetlerini bile rahat bı- rakmadı; hepsinin başını kestirdi ve bu başları yemek yapımında kullanılan tandırlarda destek taşı olarak kul- landı; ve bu tandırlarda pişen yemekleri askerleri ile bir- likte yemeği de ihmal etmedi. Halid Medine'ye dönünce, Ömer Halid'in cezalandı- rılmasını istiyordu ve yaptığı zinadan dolayı da şer'an recmedilmesini (taşlanarak öldürülmesini) Ebubekir'den talep etmişti. (Böylesine ağır ve inkarı mümkün olmayan suçlar- dan sonra Halid'in ölüm cezasından kurtulması imkan- sızdı, taşlanarak öldürülecekti. Ama Halid kurtuldu. Recm cezası gereği taşlanarak öldürülmediği gibi başka bir ceza da görmedi. Üstelik temize bile çıktı.) Ancak Ebubekir engeloldu. Böylece, Ebubekir bir çok Müslümanın kanını akıttı ve ilahi adaleti tatil etti.

▼▼▼20▼▼▼


Melik duyduklarından dehşete kapılmıştı, vezirine döndü:
Bu anlattıklan doğru mu? .
Evet, tarihçiler bu olayı aynen naklediyor.
Olacak iş değil! Peki neden Halid'e "Allah'ın Keskin Kılıcı" diyorlar.
Alevı:
O Şeytanın kmk kılıcıdır!
İmam Ali'ye olan düşmanlıklan ve Hz. Fatıma'nın kapısının yakılması olayında Ömer'le birlikte olduğundan i dolayı bazı Sünni tarihçiler ona "Allah'ın kılıcı" lakabını vermışler.
Melik:
Halid gibi birinin İmam Ali'ye düşman olmasını anlanm da, Sünnilerin Ali gibi bir insana düşmanlığı anlaşılır şey değil. Bundan emin olmak gerekir, Sünniler Ali'ye gerçekten düşman mıdır?
Alevı:
Hz. Ali'ye düşman olmasaydılar, Resulullah'ın (s.a.a) buyruğunu çiğneyerek hilafet makamını çiğneyen Ebubekir, Ömer ve Osman'a övgüIer yağdmr mıydılar! İmam Ali'ye kim düşmansa, Sünniler onun etrafında i toplanmışlardır. Sünniler, İmam Ali 'nin o yüksek fazile- i tini inkar eder, hatta gerçek bir mümin olan babası Ebu i Talib'e iftira edip "kafir" olduğunu söylerler. O Talip ki,İslam'ın en zor günlerinde bile yılmamış, ihâhi risaletin tebliğinde bütün tehlikelere karşı Hz. Peygamberi koru- muş, sıkıntılara beraber göğüs germiştir. Onun gibi mut- taki bir mümine kafir diyorlar.
Melik:
Ebu Talip İslam dinini gerçekten kabul etmiş miydi, Müslüman olduğu kesin midir?
Kafir değildi ki Müslüman olsun! Hz. Muham- med daha peygamberlikle görevlendirildikten sonra Ebu Talip iman getirmişti. Fakat bunu gizlerdi. Ne zaman ki Hz. Muhammed'e peygamberlik geldi, İslam dinine ilk iman edenlerden biri oldu. Müslümanlığı ilk kabul eden Hz. Ali'dir. Onu hanımı Hz. Hatice izlemiştir. Ebu Talip üçüncü Müslüman olarak bilinir.
Melik:
Ey Vezir, Alevı'nin Ebu Talip hakkında anlattık- larına ne dersin?
Vezir:
Alevi'yi bazı tarihçiler de doğrulamakta.
Melik:
Peki, neden Ehlisünnet arasında, Ebu Talib'in kafir halde öldüğü yaygındır?
Alevı:
Bunun nedeni de Hz. Ali'ye olan düşmanlıktır. Emevıler Emir'ül-Müminin Ali'ye olan kinleri yüzünden, babası Ebu Talib'e bu lekeyi atmak istemişlerdir. Fakat bu da yetmedi, Hz. Ali'nin iki oğlu "cennet gençlerin efendileri" ı olan Hasan ve Hüseyin'i (a.s) şehit ettiler. İmam Hüseyin'i öldürenler şöyle demişlerdi: "Babana olan kin ve nefretimizden dolayı seni öldüruyoruz. Çün- kü o Bedir ve Hüneyn savaşlarında bizim atalarımızı öldürmüştü."
Melik:
Ey Vezir, İmam Hüseyin'i öldürenler gerçekten böyle demiş mi?
Vezir:
Tarihçiler böyle söylediklerini yazmıştır.
Melik bu kez Ehlisünnet ulemasının önderi Abbasi'ye döndü:
Alevı, Halid b. Velid'in sandığımız gibi biri ol- madığını, tam aksine zina yapmaktan çekinmeyen, ma- sum insanları acımasızca katleden, hak hukuk tanımayan biri olduğunu söyledi. Ne dersin?
Ebubekir böyle masıahat görmüştür.
Seyyid Alevı dayanamadı, oldukça sert bir şekilde söze girdi:
Subhanallah, Subhanallah! Bu nasıl masıahattır ki, Halid'in müminleri öldürmesine, kadınlarıyla zina et- mesine susuyor, bu vahşetin cezasız kalmasını talep edi- yor! Bu da yetmiyor, Halid'i orduya başkomutan yapıp bir de ödüllendiriyor ve "Allah'ın Kılıcı" unvanıyla şereflendiriyor!
Herkese soruyorum:
"Allah'ın Kılıcı"nın vasfı kafirleri mi öldürmektir, yoksa müminleri mi? "Allah'ın Kılıcı" Müslümanların namusunu mu korumalı, yoksa onların çaresiz kadınla- rıyla zina etmek için mi kullanılmalı?
Abbası:
Ey Alevı, Ebubekir hata etmiştir, bunu kabul edi- yoruz. Lakin, Ömer telafi etmiştir.
Alevı:
Yapılan yanlışlığın telafisi, Halid'in zinadan ötürü recmedilmesi ve Müslümanları öldürmesinden dolayı da öldürülmesidir. Ömer de bunu yapmamıştır.
Sultan Melikşah, Alevı'nin anlattıklarını dikkatle dinlemişti.
Sultan Melikşah şöyle dedi:
Ey Seyyid Alevi! Konuşman sırasında Ebubekir'i, Peygamberimizin (s.a.a) kızı Hz. Fatıma-i Zehra'ya zul- metmekle suçladın. Ona nasıl zulmetmiştir, anlat öğrenelim!
Alevı:
Ebubekir, kaba-kuvvet, tehdit ve hatta kılıçla halktan, zorla kendine biat aldıktan sonra, bir gün Ömer, Kunfuz, Halid b. Velid, Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı bir grup topluluğun eşliğinde Ali (a.s) ve Fatıma (a.s)'nın evine gönderdi. Oraya vardıklarında Ömer, Hz. Fatıma'nın evi- nin kapısına odun yığınaya başladı. Oysa o kapı, öyle sıradan bir kapı değildi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) her sabah namazına gidişinde bu kapının önünde durur, "Selam olsun size ey Peygamberin Ehlibeytil" derdi. ı Bu kapıdan bir kez olsun izinsiz girmemişti. İşte Ömer, 0- dunlara ateş vererek böyle bir kapıyı yaktı. (Ateş verilmeden önce) Hz. Fatıma Ömer'i ve yanın- . dakileri evden uzaklaştırmak için kapının arkasına geldi- i ğinde, Ömer bir omuz darbesiyle kapıyı açtı ve Hz. i Fatıma'yı kapıyla duvar arasında sıkıştırdı. Tam bu şiddet r sırasında karnındaki altı aylık (Muhsin adlı) bebeğini: düşürdü2 ve kapının arkasındaki çivi göğsüne saplandı. i Acı dolu bir sesle haykırdı: "Ey Allah/ın Peygamberi! Ey babam! Gör ki senden sonra İbn-i Hattap ile İbn-i Ebu i Kuhafe başımıza neler getirdiler... " Bunları duyan Ömer, yanındakilere, "Vurun Fatıma- ya! " diye emretti. Onlar Peygamberin göz nurunu, ciğer paresini tekme, tokat ve kırbaç darbeleriyle dövüp kanlar içinde bıraktılar, sonra da çekip gittiler. İşte bu kapıyla duvar arasındaki sıkışma ve darbeler, etkisini Hz. Fatı- ma'nın üzerinde gösterdi ve sonuçta hastalanıp dünyadan göçmesine sebep oldu. Bu nedenle Hz. Fatıma, Peygarnberlik hanedanının şehididir. Evet Hz. Fatıma'nın (s.a) vefatına Ömer b. Hattap sebep olmuştur.
Bu olayı ilk kez duyan Sultan Melikşah üzüntüsünü yansıtan bir sesle veziri Nizamülmülk'e sordu:
Alevınin bu iddiaları doğru mudur?
Vezir:
Evet. Bütün tarih kitaplarında geçer.

▼▼▼21▼▼▼


Alevı:
İşte, Caferilerin Ebubekir ve Ömer'i sevrnemelerinin sebebi budur.
Ardından Alevı şöyle devam etti:
Ebubekir'le Ömer'in böyle bir suç işlediklerini delili, tarihçilerin de belirttiği gibi, Hz. Fatıma'nın ölene kadar o ikisinden razı olmaması, onları affetmemesi ve onlara gazaptı olduğu halde ölmesidir. Çünkü Peygambe- rirniz bir hadisinde Hz. Fatıma için şöyle buyurmuştur: "Allah, Fatıma'nın razı olduğuna razı olur, gazap ettiğine gazap eder." Ey Melik! Allah'ın gazabına uğrayan kişinin akıbeti nasılolacak, sen çok iyi bilirsin.
Melik başını salladıktan sonra vezirine döndü:
Bu hadis sahih mi? Hz. Fatıma'nın Ebubekir ve Ömer'e gazaplı olarak vefat ettiği doğru mu? Vezir:
Evet, bu doğrudur. Hadisçiler ve tarihçiler bunu kaydetmiştir. 1
Alevı:
Ey sultan! Sözümün doğruluğunun delili şudur: Hz. Fatıma Ebubekir, Ömer ve kendisine zulmeden diğer insanların, öldükten sonra cenazeye katılmamaları, cena- ze namazına iştirak etmemeleri, gizlice defnedilmesi ve sonraları kabrine gelmesinler diye mezarının gizli tutul- ması yönünde Hz. Ali'ye (a.s) vasiyette bulunmuştur. Hz. Ali de bu vasiyetierin tümünü yerine getirmiştir.
Melik:
Bu çok şaşılacak bir şeydir! Peki bu, Fatıma ve Ali tarafından gerçekleşmiş midir?
Vezir:
Evet, tarihçiler böyle zikretmişlerdir.
Alevı:
Ebubekir ve Ömer'in, Hz. Fatıma'ya yaptığı başka eziyetler de var.
Abbası:
Söylediğin eziyetler hangileridir?
Alevı:
Onların, Hz. Fatıma'nın mülkü olan Fedek'i gasp etmeleridir.
Abbası:
Onların Fedek'i gasp ettiklerine dair bir delil var mıdır?
Alevı:
Evet, tarihçiler şöyle naklederler: Resulullah (s.a.a) daha hayattayken Fedek'i, i kızı Hz. Fatıma'ya hediye etmiştir. Öyle ki o Hazret hayatta olduğu sürece Fedek Fatıma'nın elindeydi. Fakat Peygamber'in (s.a.a) ölümünden sonra Ebubekir ve Ömer önce bu bağlarda çalışan işçileri kılıç zoruyla uzaklaştırdılar. Sonra da Fatıma'nın itirazlarına aldırmadan bu bağları elinden al- dılar. Oysa Fedek bağları Hz. Fatıma'nın mülkiyetindey- di. İşte, Hz. Fatıma'nın ölene kadar o ikisiyle konuşma- ması ve. onlara gazaplı olduğu halde ölmesi de bu nedene dayanır.
Abbası:
Fakat Ömer b. Abdülaziz bu Fedek bağlarını Ehlibeyt'e tekrar geriverdi.
Alevı:
Neye yarar ki? Birileri gelip evini gasp etse ve se- ni buradan zorla çıkarsa, sen öldükten sonra da evlatları- na bu evi geri verse, bu iade gasp eden birinci şahsın günahının görmezlikten gelinmesine mi sebep olacak?!
Melik araya girdi:
İkinizin sözlerinden, tarih ve hadis alimi herkesin Ebubekir ve Ömer'in bu Fedek bağlarını Hz. Fatıma'nın elinden zorla aldıkları konusunda ittifak ettiği anlaşılıyor.
Alevi:
Bunu yüce Allah'ın emriyle Hz. Peygamber (s.a.a) açıklamıştır. Hadiste şöyle buyuruyor sevgili Peygambe-rimiz: "Benden sonraki halifeler, İsrailoğullarınzn nakiperi gibi 12 kişidir ve onların hepsi Kureyş 'tendir."
Melik:
Ey Vezir, böyle bir hadis var mıdır?
Vezir:
Evet, vardır.
Melik:
Peki, bu 12 kişinin kimler olduğu da biliniyor mu?
Abbasi:
Bu 12 kişiden dördü biliniyor. Bunlar Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali'dir.
Melik:
Peki Diğerleri kimlerdir?
Abbasi:
Diğerleri konusunda alimler arasında görüş birliği yoktur, ihtilaf vardır. Melik, diğer halifelerin isimlerini söylemesini isteyince, Abbasi söyleyecek şey bulamadı.
Alevi:
Ey Melik, ben size Ehlisünnet kaynaklarından bu on iki kişinin isimlerini sayayım: Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Ali,. Hz. Muhammed (Bakır), Hz. Cafer (Sadık), Hz. Musa (Kazım), Hz. Ali (Rıza), Hz. Muham-med (Takı), Hz. Ali (Nakl), Hz. Hasan (AskerI) ve Hz. Mehdi (a.f). Hepsine selam olsun.
Abbası:
Ey Melik; beni dinle! Caferller iddia ediyorlar ki, Hz. Mehdi (a.f) hicr! 275 yılında doğup, o günden bugü- ne kadar dünya hayatında yaşıyordur. Bu iddia akla sığar mı? Bununla da yetinmiyodar, ahir zamanda yeryüzü zulümle dolduktan sonra Hz. Mehdi'nin (af) zuhur ede- ceğini ve dünyaya adaleti getirerek her tarafı adaletle dolduracağını söylüyorlar.
Melik:
Ey Alevi, Hz. Mehdi (af) ile ilgili siz Caferılerin böyle bir inanca sahip olduğu doğru mudur?
Alevı:
Evet, doğrudur. Çünkü Resulullah'ın (s.a.a) ken- disi böyle buyurmuştur. Nitekim Cafer! ve Sünni filimler kaynaklarında buna yer vermişlerdir.
Melik:
Bir insanın bu kadar uzun müddet yaşaması, sağ kalması mümkün müdür?
Alevı:
Şu anda İmam Mehdi'nin (a.f) yaşı bine ulaşmamıştır.! Oysa yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de, Nuh (a.s) hakkında şöyle buyuruyor: "Andolsun, Nuh'u kavmine gönderdik de, bin yıldan elli yıl eksik bir süre arala- rında kaldı."Yüce Allah (c.c) insanı bu kadar bir zaman diliminde yaşatmaktan aciz midir? Muhakkak ki her şeyin doğumu, hayatı ve ölümü O'nun elindedir. O her şeye kadirdir. Üstelik, bunun böyle olduğunu Peygamberimizin (s.a.a) kendisi buyurmuştur ve o, doğruluğu onaylanmış dqğru bir sözcüdür.
Melik vezirine hitaben sordu:
Alevi'nin söylediği gibi Peygamber (s.a.a), Hz. Mehdi (a.f)'nin durumu hakkında ümmetine haber vermiş miydi?
Vezir:
Evet, haber verdiği doğrudur.
Melik:
y Abbasi! Bu gerçekler biz Ehlisünnet'in kaynaklarında bulunmasına rağmen, sen bunları neden reddedersin?
Abbası:
Avam tabakanın inançlarında sarsılmasından ve kalplerinin Cafer! Mezhebine doğru kaymalarından korktuğum için.

▼▼▼22▼▼▼

Alevı:
O zaman sen yüce Allah'ın şu buyruğunun somut örneğisin:"İnsanlara kitapta açıkladıktan sonra, indirdiği- miz belgeleri ve doğru yolu gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah, hem de bütün lanet edenler lanet eder."
Sonra devamla şöyle dedi:
Ey Melik, Abbası'ye sor: Acaba bir alim, Allah'ın kitabını, Resulullahlın (s.a.a) sözlerini mi korumahdır, yoksa Kitap (Kur'an) ve sünnetten sapmış avam halkın inançlarını mı?
Abbasi:
Ben avam halkın akidesini korumayı bir vazife biliyorum. Onların Caferı gibi bir bidate meyletmelerine izin veremem! Çünkü Caferiler bidat ehlidirler.
Alevı:
Muteber kitaplar bize şu gerçeği gösteriyor ki, İslam'a bidati ilk sokan, siz Ehlisünnet'in büyük halifele- rinden Ömer b. Hattapıtır. Bunu kendisi de iftihar1a, "Bu ne güzel bidattir!" diyerek itiraf etmiştir. Ömer, Allah ve Peygamberinin sünnet namazlarını cemaatle kılmayı ha- ram etmesini bildiği halde, nafile namazlardan olan tera- vih namazının cemaat1e kılınmasını emretmiştiL Oysa bu, Allah ve Resulünün hükümlerine açık bir muhalefet- tiLI Sonra, acaba ezandan "Heyya eHi hayr'il-amel" sözü- nü çıkarıp, sabah ezanına "es-salatu hayr'un min'en- nevrn" sözünü ilave etmesi, bir bidat değil midir?
Allah ve Resulünün tam tersine, kalplerini İslam'a ı- sındırmak amacıyla Kur'an'da kendilerine pay belirlenenlere pay ayrılmasını yasaklaması bidat değil midir?
Allah ve Resulünün hilafına, hac mut'asını kaldırması bidat değil midir? Allah ve Resulünün hilafına, mut'a nikahını yasaklaması bidat değil midir?
Allah ve Resulünün, haksız yere birini öldürenler1e (evli oldukları halde) zina edenler için hükmettiği "recm" cezasını, Allahlın ve Resulünün emrine karşı gelerek, zina suçunu işleyen Halid b. Velid'e uygulamaması, bidat değil midir? Daha bunlar gibi, Ömer'e uyan siz Sünniler tarafın- dan dinde nice bidatler icat edilmiştir. Şimdi bidat ehli bizler miyiz, yoksa sizler?
Melik:
Ey Vezir! Alevı'nin Ömer'in dindeki bidatleriyle ilgili söyledikleri doğru mudur?
Vezir:
Evet alimlerden birçoğu bunları kendi kitaplarında yazmışlardır.
Melik:
O zaman bizler, dine bidat sokan birine nasıl tabi olabiliriz? !
Alevı:
Evet, böyle birine uymak haramdır! Çünkü Peygamber, "Bütün bidatler dalalettir, her bir dalaletin sonu ise cehennem ateşidir." Dolayısıyla bidat olduğunu bildi- ği halde Ömer'in bu bidatlerine uyan herkes ateş ehlidir.
Abbası:
Fakat dört mezhebin büyükleri Ömer'in bu bidatlerini kabul edip onlarla amel etmişlerdir?
Alevı:
Bu da başka bir bidattir ey Melik!
Melik:
Nedir o bidat olan?
Alevı:
Bu dört mezhebin kurucuları, Ebu Hanife, Malik b. Enes, Şafii ve Ahmed b. Hanbel, Peygamberden (s.a.a) yaklaşık 200 yıl sonra yaşamışlardır. Şimdi, bu 200 yıl içinde yaşayan Müslümanların batıl yol üzere olup dala- let içinde oldukları düşünülebilir mi? Mezhepleri dörtle sınırlandırmanın ve diğer fakihlere uymamanın gerekçesi nedir? Acaba Resulullah (s.a.a) böyle bir vasiyette bulunmuş mu?
Melik Abbası'ye yönelerek:
Ey Abbasi! Sen ne diyorsun?
Abbası:
Bu dört mezhebin kurucuları, bütün alimlerden büyük bir ilme sahipti.
Melik:
Tarihte or tar kadar ilmi olan hiç çıkmadı mı?
Abbası:
Caferiler de, İmam Cafer Sadık mezhebine tabidir.

▼▼▼23▼▼▼


Alevı:
Biz yalnız ve yalnız Cafer! Mezhebi'nin tabiiyiz. Çünkü bu mezhep Resulullah'ın (s.a.a) mezhebidir. İmam Cafer Sadık (a.s), yüce Allah'ın Kur'an'da bahsetmiş ol- duğu, hakkın temsilcileri Ehlibeyt'tendir. "Allah ancak siz Ehlibeyt'ten günahı gidermek ve sizi tertemiz kıl- mak istiyor. "Bununla beraber biz Caferiler, Ehlibeyt'in 12 İmamı- na da tabi oluyoruz. Bizim Cafer! olarak tanınmamızın sebebi, İmam Cafer Sadık'ın (a.s) diğer İmamlardan farklı bir özelliği olmasıdır. O da şu ki: İmam Cafer (a.s), dönemindeki bazı siyasi gelişmeler sonucu meydana gelen özgürlük ve serbestlikten yararla- narak tefsir ve hadis ilimlerini yaymaya fırsat bulmuştur. Öyle ki, İmam Sadık'ın (a.s) derslerine dört bin öğrenci- nin katıldığı rivayet edilir İmam Cafer Sadık (a.s), Emevilerle Abbasilerin ne- redeyse söndürrnek üzere olduğu İslam öğretilerini yeni- den canlandırrnıştır. Bundan dolayı O'nun yolunu izle- yenıer, yani İs Him dini yeniden dirilten İmam Cafer Sadık'ı mürşit bilenler, Caferi olarak anılmıştır.
Melik bunları dikkatle dinledikten sonra Abbasi'ye döndü:
Cevap olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Abbasi:
Dört mezhebin büyüklerine taklit etmek biz Sün- nilerin sünnetidir, geleneğidir.
Alevi:
Hayır, öyle değil; aslında buna sizi bazı emirleri- niz, hakimleriniz zorlamıştır. Siz de körü körüne onlara uydunuz; oysa bu yaptığınıza hiçbir delil ve kanıtınıı yoktur.
Alevi:
Ey Melik! Yemin ediyorum ki, eğer Abbasi bu himyle ölecek olursa yeri cehennemdir!
Melik:
Bunu nereden biliyorsun?
Alevi:
ResulullahOtan (s.a.a) bize ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle geçer: "Kim zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliye Arapları gibi ölmüştür."1 Şimdi Abbasi'den zamanının imamının kim olduğunu sorun ey Melik!
Abbasi:
Böyle bir hadis yoktur, Peygamber (s.a.a) bunları söylememiştir!
Melik, (her zamanki gibi, hakem konumundaki) veziri Nizamülmülk'e sordu:
Böyle bir hadis var mı, yok mu?
Vezir:
Bu hadis vardır, üstelik güvenilir bir hadistir. 2
Melik:
Ey Abbasi! Senin güvenilir bir kişi olduğunu sa- mrdım. Artık böyle olmadığını gördüm!
Abbasi:
Ben zamanımızın imamını tanırım, efendim. Alevi:
Kim o?
Abbasi:
Melik Şah!
Alevi bunu duyunca Melik'e hitaben:
Ey Melik, biliniz ki bu, doğru söylemiyor; bunu yalakalık olsun diye söylüyor!
Melik:
Evet, ben onun doğru söylemediğinin farkındayım. Ben kendimi iyi tanırım; insanların zamanının ima- mı, imamlığa layık biri olmadığımı da bilirim. Çünkü ben hiçbir ilme sahip değilim, vaktimi de genellikle av- lanmak ve devletin idari işleriyle geçiririm.

▼▼▼24▼▼▼

Sonra Sultan Melikşah Alevi'ye döndü:
Pekala, sana göre zamanımızın imamı kimdir?
Alevi:
Benim akideme göre, daha önce hakkında Rasulullah'tan (s.a.a) hadis naklettiğimiz Hz. Mehdi'dir. Dolayısıyla: Her kim onu tanırsa, Müslüman gibi ö- lerek cennet ehlinden olur. Lakin onu tanımayan şahıs, cahiliye müşrikleriyle cehennem ehlidir.
Melik Şah'ın yüzünde mutlu bir gülümseme belir- mişti.Gerçeği bulmuş insanların huzur dolu gülümseme- siydi bu. Salonda bulunanlar şöyle dedi: Ey cemaat! Günlerden beri (üç gün) devam eden konuşmalardan kesin olarak bildiğim ve çıkardığım sonuç şudur: Cafer! "Ehlibeyt Mektebi" söylediği ve inandığı her şeyde haktır. Ehlisünnetin ise, göİiişü batııdır. Şimdi ba- na düşen, hakkı ve hakikati görünce kabul etmek; dünya- da batı i ehli, ahirette de cehennem ehli olmamaktır. İşte bu nedenle hepinizin huzurunda, Ehlibeyt Mektebi'ni yani Caferi Mezhebi'ni kabullendiğimi ilan ediyorum. Her kim benimle birlikte, Allah'ın rahmet ve bereketiyle, nefsini zulmet ve batıldan kurtarıp hak olan nura çevir- mek istiyorsa, Cafer! Mezhebi'ni kabul etsin!
Vezir Nizamülmülk:
Ben de kabul ediyorum! Zaten talebelik yıllarımdan beri, Ehlibeyt Mektebilnin dosdoğru ve hak bir mezhep olduğunu biliyordum. Şu andan itibaren Cafer! Mezhebi'ni kabul ettiğimi açıklıyorum...Ve ardından mecliste bulunan alimlerden 7a'e yakını ile diğer devlet temsilcileri ve yüksek memurlar, komu- tanıar, gözlemciler ve dinleyicilerden büyük bir kısmı Cafer! Mezhebi'ne dahiloldular.

Melik Şah'ın, Nizaülmülk'ün, komutanların ve katiplerin Caferi oluşu haberi kısa zamanda ülkenin dört bir yanına yayıldı ve böylece birçok insanın Cafer! Mezhe- bi'ne girmesine sebep oldu.
Ardından Nizamülmülk (benim kayınpeder), hemen Bağdat'ın Nizamiye Medresesi'nde Caferi Mezhebi ve felsefesiyle ilgili derslere başlanması için emir verdi.
Ancak batıl üzere kalmayı tercih eden bazı Sünni alimler, kendi eski mezheplerinde kaldılar ve yüce Allah'ın şu ayetine şamil oldular: "O kalpler taş gibi, hatta daha da katıdır."
Ardından Sultan Melik Şah ile veziri Nizaülmülk'ün aleyhinde propagandalar yaparak halkı onların aleyhine kışkırttılar. Nihayet hicrl 485 yılı Ramazan ayının 12'nci günü Vezir Nizamülmülk'ü öldürttüler, hemen ardından da Selçuklu padişahı Melikşah'ı ortadan kaldırdılar. Hepimiz Allah'tanız ve hepimiz Allah'a dönücüleriz. Gerçekten onların ikisi de Allah yolunda, hak ve iman uğruna şehit oldular. Ne mutlu onlara ve Allah yolunda hak ve iman uğruna öldürülen herkese!
Müellifin Notu
Ben bu toplantıya ilk günden katıldım ve bütün ko- nuşmaları kaleme alıp faydalı olmayan fazlalıkları çıkar- dıktan sonra bunların özetini işte bu kitapta topladım...
Hamd, ancak Allah'adır; salat ve selam Muhammed'e, onun tertemiz Ehlibeyti'ne ve seçkin ashabına olsun.
Bu kitap, Bağdat'ta Nizamiye Medresesi'nde Mukatil b. Atiyye Ebu'l-Heyca Şibl'ud-Devle tarafından yazıldı.

0
0% (نفر 0)
 
نظر شما در مورد این مطلب ؟
 
امتیاز شما به این مطلب ؟
اشتراک گذاری در شبکه های اجتماعی:

latest article

Hz. ALİ (A.S)'DAN RİVAYET EDİLEN HADİSLER
Hz. İMAM SADIK (A.S.)’DAN NAKLEDİLEN HADİSLER
HZ.FATIMA’NIN (A.S) ÇOCUK EĞİTİM YÖNTEMLERİ
Caferî Mezhebi
HZ.FATIMA (S.A)’NIN AHLAKİ ÖZELLİKLERİ
İFTİTAH DUÂSI
Hz. Masume’nin ‘‘Kum’’ Kentine Giriş Yıldönümü
Hz.Ali (a.s)"nın Hz. Resulullah (s.a.a) Tarafından Tayini
İmam Seccad (a.s.) Şam'da
HZ. FATIMA’NIN İLMİ VE MANEVİ BOYUTU

 
user comment