. Evliliğin Tanımı
Evlilik (marriage) sözcüğü için farklı tanımlar yapılmıştır. Burada onlardan bir kaçına değineceğiz:
a) “Evlilik, sosyal açıdan cinsel bağ unvanı ile resmi olarak tanınmış ve iki yetişkin bireyin beğendiği şey olarak tanımlanabilir.” (Anthony Giddens, 1374: 185)
b) “Evlilik, sosyal açıdan bir birim olarak tanınmış ve bazen yasal olarak onaylanmış bir erkek ve bir kadından teşkil olmuştur.” (Jarg and Jarg, 2000)
c) Evlilik, iki birey arasında ve bir erkek ve kadının karşılıklı etkileşim sürecidir ki bazıları buna yasal koşullar kazandırmış ve kendi evlilik törenleri için program tertiplemişlerdir. Bunların bu tutumu genel olarak kabul görmüş ve buna izdivaç ve evlilik adı verilmiştir.” (Bakır Sarukhani, 23: 1370)
d) “Evlilik, bir muameledir ve bir anlaşmayı beraberinde getirmektedir. Bu anlaşmada bir kişinin, bir kadına her zaman için cinsel erişim hakkı icat edeceğine dair iddiada bulunmasıdır. Bu hak, şu anda başkalarının sahip olduğu cinsel erişim haklarından daha önceliklidir.” (Fox, 1993: 5)
Bu kategorideki tanımlar toplamda dört önemli özelliğe – fiziksel ilişki, cinsel muhalefet, istikrarlı ve toplumsal sözleşmeye- vurgu yapmaktadır. Bu tanımlara dayanılarak evliliğin tahakkuku için, iki muhalif cinsin bağlılığı, stabil ve sabit cinsel ilişki esasına göre zorunludur: dolayısıyla, aynı cins iki bireyin ilişkisine evlilik denilmez. Aynı şekilde sabit ve stabil olmayan cinsel ilişkiler de evlilik sayılmayacaktır. Buna ek olarak evlilik, fiziksel ilişkileri meşru kılan sosyal bir sözleşmeyi de gerektirmektedir. Yani evliliğin tahakkuku yolunda toplumun tasvibine de tanıklık etmeliyiz. (Sarukhani, 1370: 23)
Çeşitli kültürler, farklı değer bakış açıları ve zaman aralıklarındaki evlilik yapı ve örneklerinin çeşitliliği göz önüne alınarak genel bir değerlendirme yapıldığında, bu sözcük için genel bir tanımın yapılmasının oldukça güç olduğu ortaya çıkmaktadır. Örnek olarak bir çok toplumda görülen çok eşliliğin meşruiyeti, İslam’da geçici evliliğin meşruiyeti, bazı yeni akımlar ve bazı batılı devletler tarafından onaylanan aynı cins iki bireyin (eşcinsel) evliliği ve bazı toplumlarda cinsel komünlerin yaygınlığı, yukarıdaki tanımların kapsayıcılığını bozmakta ve nakzetmektedir. Hatta bazıları, genellikle evliliğin karşıt örneği unvanı ile gündeme getirilen erkek ve kadınların aralarında evlilik akdi olmadan birlikte yatma ve yaşama (cohabitation) serüvenini evlilik kavramı kalıbına sığdırma temayülü bulunmaktadır. Onlara göre evde yaşayan çiftlerin çoğunlukla birbirleriyle uzun süreli ilişkileri bulunduğunda son birkaç on yılda tedrici olarak karı-koca haklarına da sahip olmaktadırlar, bununla evlilik kavramının değiştiği iddiasını gündeme getirmektedirler. (Lawson and Garrod, 2001:146) Dolayısıyla, evlilik tanımında kültürlerin etkisi ve farklı değer perspektifleri, kaçınılmaz görülmektedir ve bu nedenle bu sözcüğün mefhumu göreceli olarak iç içe olacaktır.
Yukarıda belirtilenlere binaen, İslam şeriatına (Şia açısından) mutabık bir tanım sunumu için şöyle denilebilir: “Evlilik, hemcins olmayan ve genellikle ergen olan iki bireyi birbirine bağlayan meşru bir sözleşmedir ve aralarında daimi veya geçici cinsel ilişkiyi caiz ve mümkün kılmaktadır.”
2. Evlilik ve İzdivacın Amaçları
İnsanlar neden evlenmektedirler? Evliliğin, çoğunlukla erkek ve kadınlara ağır sorumluluklar ve görevleri beraberinde getirdiğini bilmekteyiz ve bunu evlilik düşüncesinde olanlar da iyi bir şekilde bilmektedirler. Henüz evlenmeyen bir erkek, yalnızca kendisini ve kendi ihtiyaçlarını düşünmektedir, hâlbuki evlendikten sonra, eşi ve çocuklarının maddi ve manevi ihtiyaçlarının temin edilmesi de onun omuzlarında ağırlık oluşturmaktadır. Aynı şekilde babasının evinde yaşayan henüz bekâr bir kız, sınırlı sorumluluklara sahiptir, ancak evlendikten sonra, karılık ve annelik ağır sorumluluğunu da üstlenecektir. Şimdi bu sorunun yeridir; neden insanlar evliliğin onlar için ağır sorumluluklar getirdiğini bildiklerine rağmen yine de evliliğe yanaşmaktadırlar ve başka bir ifadeyle, insanların evlilikten amaç ve hedefleri nelerdir?
Genel olarak söylenebilir ki tüm zaman ve mekânlarda evlilik bir şekilde görülmektedir. İşte bu, evliliğin insanların ferdi ve toplumsal hayatındaki oldukça önemli rolüne ve evrenselliği anlamına gelmektedir. Evlilik, insanların cinsel ihtiyaçlarını meşru ve makbul bir kalıpta temin etmektedir. İnsan, hayvanlar gibi, güçlü bir cinsel eğilime sahiptir. Onun tatmin olması için doğal olarak karşıt cins tarafına çekilmektedir; ama insanlar her zaman kendi cinsel ilişkilerini evlilik yoluyla düzenlemiş, kural koymuş ve cinsel anarşi ve kaosa mani olmuştur. Evlilik, cinsel ihtiyaçların tatmin olmasına ek olarak, insanların duygusal ihtiyaçlarını da temin etmektedir. Evlenen erkek ve kadın, birbirlerine sevgi beslemekte, birbirlerinin sırlarının mahremi ve duygusal sığınağı olarak bilmektedirler.
Neslin üretimi ve onların eğitim ve terbiyesi evliliğin diğer amaçlarındandır. İnsan, hayvanlar gibi kendi neslinin devamına ilgi duymakta ve çocuğunun olmasından zevk almaktadır; dolayısıyla çoğunlukla evliliğin çocuk sahibi olmakla da sonuçlanabileceği beklentisi bulunmaktadır ve bundan dolayıdır ki bir çok toplumda eğer kadın doğurgan olmazsa, erkek yeni bir evliliğe girişmekte ve belki kısır kadına talak vererek boşaması da mümkündür. Bazı kabile toplumlarında, kadının evlenmeden önce, doğurganlığını en azından bir kereliğine de olsa ispatlaması gerekmektedir ve bu ilkel toplumların bazılarında ise eğer kadın doğurgan olmazsa evlilik akdi, kendi kendiliğinden feshedilmekte ve hatta talaka bile ihtiyaç duyulmamaktadır.
Öte yandan geleneksel toplumlarda evlilik, başkaları ile akrabalık bağı kurmak için bir vesiledir. Bireyler evlilik yoluyla, kendi ilişki alanlarını genişletmekte ve bu görevi bir çok toplumda esasen kadınlar yerine getirmektedir. Yerli bir Melanezyalı güzel bir temsille bu gerçeği şöyle açıklamıştır:
“Kadının işi, çadır tavanını diken bir iğnenin işi gibidir. Bu iğne bazen içeri girmekte ve bazen de dışarı çıkmaktadır; ancak her halde bir ipi kendisiyle birlikte götürmekte ve çatının elyafını bir araya getirmektedir.” (Mendras ve Gurvitch, 1369: 235) Yani başka bir aileye veya kabileye verilen bir kız yahut alınan kız, iğne gibidir. Her zaman iki aile veya kabileyi bir araya getirmekte ve onlar arasında akrabalık bağı kurmaktadır.
Evlilik, güçlü bir ekonomik boyuta da sahiptir. Birbirleriyle evlenen erkek ve kadın, her yönden ve uzun bir ortaklık yaparak aile bireylerinin geçim ve maişetini temin etme ortamını oluşturmak istemektedirler. Onlar, izdivaç sebebiyle, kültürel yaşam ve geleneklerin önceden kendileri için belirlemiş olduğu iş bölümü sistemine girmektedirler. Tüm bunların yanı sıra, bir çok toplumda, evlilik yoluyla dünyaya gelen çocuklar da ileride ailenin ekonomisine katkıda bulunmaktadırlar. Geleneksel toplumlarda, çocuk bir çeşit sermaye olarak sayılmakta ve ebeveynleri yaşlanıp düştükleri zaman onların bastonu olabilirler.
Bunlar, evliliğin en önemli getiri ve fonksiyonlarının bir köşesidir ki bir çok insanı bu bağa yönlendiren en önemli etkendir. Her ne kadar evlilik düşüncesinin takviyesi için dini motivasyon gibi başka faktörlerin olması mümkün olsa da. Açıktır ki çeşitli toplumlar, bu amaçların her birine verdikleri önem ölçüsü kadar, birbirlerinden farklılıklar arz edecektir. Genel olarak toplumu iki kategoride birbirinden ayırmak mümkündür: Bireyci toplum ve kolektivist toplum; birinci kategorideki grup, bireyci niyet ve bakış açısıyla örneğin evliliği cinsel ve duygusal ihtiyaçların teminine özgü kılmakta, hal bu iken ikinci kategorideki grup ise kolektivist bakış açısıyla örneğin neslin üretimi ve çocukların eğitimi, aile bağlarının genişletilmesi ve ekonomik kazançlara daha çok önem vermektedir. Bundan öte, toplum sathında her zaman fertler arasında ve özellikle iki cins azaları arasında farklılıklar görülmektedir. Örnek olarak bir grup, yalnızca cinsel motivasyon nedeniyle veya duygusal olarak evlilik yapmakta, halbuki bazıları ekonomik çıkarlara daha çok değer vermekte ve bazıları belki de çocuk sahibi olmak için evliliğe yönelmektedirler. İslam’da da açıklanan amaçlar mecmuası özellikle eşlerin cinsel ve duygusal ihtiyaçlarının tatmin edilmesi, üreme, çocuk eğitimi, sosyal sapkınlıkların önünün alınması ve evliliğin manevi etkilerine vurgu yapılmıştır. İkinci ve üçüncü bölümlerde yeri geldikçe bu konuları inceleyeceğiz.
3. Evlilik Yaşı
Genellikle tüm toplumlarda evlilik için, en düşük bir yaş aralığı tedvin edilmiş veya yazılmamış kurallar çerçevesinde ele alınmıştır. Bireyler bu yaşa ulaşmadan, izdivaç bağı kurma hakkına sahip değillerdir. Bu temel yaş genellikle cinsel ergenlik yaşı ile birlikte ya biraz öncesi veya biraz sonrasına göre belirlenmiştir. İslam hukuk sisteminde, çocukların evlilikleri de onların maslahat ve çıkarlarına riayet etmek şartıyla caiz sayılmıştır. Velileri onları birbirleriyle evlendirebilirler; ancak açıktır ki İslam’da çocukların evliliklerinin olanaklı olmasının anlamı, onların çocukluk devresinde cinsel ihtiyaçlarının tatmin edilmesi için değildir, bunun nedeni himaye, koruma, miras intikali, özellikle geleneksel toplumlarda çok önemli olan aile ve kabileler arasında birlikteliklerin icat edilmesi gibi evliliğin diğer işlevlerinin temin edilmesi içindir. Tüm bunlara rağmen, çocuklar arasında güçlü cinsel ve duygusal cazibelerin olmaması ve arlarında birbirleriyle ünsiyet kurma ihtimalinin az olmasından dolayı İslam’da çocuklar arası evliliğe çok olumlu bakılmamaktadır. (Vesailu’ş Şia, c. 14, s. 72)
Çocuklar arasında evliliği bir kenara bırakacak olursak, insan doğası gereği birey her ne zaman cinsel ergenliğe ulaşırsa, cinsel ihtiyaçlarını tatmin etmeye koyulmalıdır, ancak bu ihtiyacın tatmin edilmesinde evliliğin normal bir tarzda yalnızca biyolojik boyutu yoktur ve örneğin kültürle şekillenmiş ve yön bulmuş diğer insani işlerin yanı sıra, genellikle cinsel ergenliğe ek olarak, ekonomik ve sosyal ergenlikte zorunluluk kazanmaktadır. Hâlbuki cinsel ergenlik daha çok yaş, yemek koşulları ve çevreye bağlıdır. Ekonomik ergenlik ise kişinin üretim başarısını elde ettiğinde ve başkalarına bağlı olmadığında hâsıl olmaktadır. Öyle ki kendi ve ailesinin geçimini sağlamayı başarmalıdır. Sosyal ergenlik ise toplumsal kural ve normların yeterince tanınması, işlerin teşhis edilme gücüne sahip olunması ve gerekli yerlerde gerekli kararları alabilme gücünün kazanılmasıyla elde edilir. Öyle ki fert, örf ve yasalar gereği başkaları karşısında almış olduğu kararların sorumluluğunu yüklenebilmelidir. Toplumların karmaşık bir hal aldığı günümüzde, çocukluk devresinden yetişkinlik devresine geçişler daha zorlaşmış ve daha fazla eğitim ve becerilerin kazanılmasını zorunlu kılmıştır. Cinsel ergenlikle sosyal ve ekonomik ergenlik arasındaki fasıla yeni toplumlarda daha hissedilir bir hal almış ve bu, kendisini gençlik döneminin uzamasında ve evlilik yaşının artmasında göstermiştir. Her ne olursa olsun, evlilik yaşı her toplumun kendisine has çevresel, ekonomik, sosyal ve kültürel koşullarına bağlı olarak belirlenmektedir. Evlilik yaşı, çeşitli toplumlarda farklı olduğu gibi, tek bir toplumda bile zaman içerisinde sabit kalmamakta ve zikredilen koşullar esasına göre, azalmakta ve çoğalmaktadır.
3- 1- Evlilik Yaşının Yükselme Nedenleri
a) Ekonomik Sorunlar
Bir çok toplumda, kocalık rolünü kabul etmenin anlamı, yeni tesis edilmiş ailenin ihtiyaçlarını temin etmeyi kabul etmek demektir. Gerçekte, bu tür gereksinimler önceden örf, şeriat veya yasalarca tayin edilmiştir. Bir ailenin mali giderleri de çok çeşitli ve geniştir; konut ihtiyacı, yiyecek, giyecek, ilaç, aile üyelerinin eylenmesi, çocukların eğitimi, gidiş geliş vb. gibi ihtiyaçlar. Açıktır ki böylesi ihtiyaçların tamamının temin edilmesi, bireylerin yeterli derecede geliri olan bir işle meşgul olmaları durumunda söz konusu olacaktır. Aksi takdirde, her ne kadar azda olsa bazı gençlerin evliliğe yönelmeleri ve yoksulca bir yaşam sürmeleri mümkündür, ancak genellikle insanlar uygun bir iş bulmadıkça evliliği tercih etmemektedirler. Bu konunun açıklaması için, yukarıdaki şemanın grafiksel değişikliklerine bir göz atalım: Amerika İstatistik Dairesine göre: 1956 yılında evlenme yaş ortalaması en düşük seviyeye gerilemiştir (Erkekler için 22/5 ve kadınlar için 20/5 yaş ortalaması). Bunun en önemli delili Amerika’nın savaş sonrası ekonomik büyümesi, erkeklerin ve özellikle gençlerin rahat bir şekilde iş bulmalarını sağlamış ve aileler için yeterli miktarda kazanç elde etmelerine neden olmuştur. 1960 sonrası evlilik yaş ortalaması artmaya başlamıştır. Bunun en önemli nedeni, gençlerin ve özellikle eğitim seviyesi düşük bireylerin maaşlarının gerilemesidir. Bu sonuçlar, Japonya ve Hindistan gibi ülkelerde yapılan araştırmalarla da teyit edilmiştir. (Mitchel, 1354: 146) Genel olarak söylenebilir ki her ne zaman toplumun ekonomik yapısı evlilik yaşındaki gençler için iş temin etmez ve yeterli gelir sağlamazsa, normal koşullarda evlilik yaşı artış kaydedecek ve buna mukabil iş durumu ve maaşların iyileşmesi durumunda, evlilik yaşı düşecektir.
Çalışan kadınların genel olarak daha geç evlilik yaptıklarını göz önünde bulunduracak olursak, acaba mezkûr varsayım genç erkeklerin istihdamlarına mahsus olmayacak mıdır? Bazıları bu varsayımı kadınların istihdamı için de doğru kabul etmişlerdir. ‘Kadınlara istihdam sağlanmak, evlilik yaşının artmasına neden olmaktadır’ görüşünün reddi konusunda bu iki olgunun her ikisinin de başka bir süreçten kaynaklandığı iddia edilmiş ve o zorlukların daha çok yeni nesiller için beklenen yaşam biçimini elde etmek için olduğu ileri sürülmüştür, ancak kadınların istihdamı ile evlilik yaşının artışını yalnızca ekonomiye bağlamak, yeterince ikna edici gözükmemektedir; bundan dolayı çok sayıda uzman, kültürel öğelerin rolüne vurgu yaparak görüş belirtmiştir. İstihdam ve iş, evlilik için kadınlara dönük başka bir alternatif ortaya koymakta ve kadınlar kariyerin ekonomik, kişisel memnuniyet ve güvenlik gibi nedenleri evliliğin kendilerine getirisi ile karşılaştırdıklarında kariyerin onlar için daha çok yarar getirdiğinden kariyer yapmaya öncelik vermekte ve sonuçta evliliği geri plana iterek geciktirmektedirler. (Wilkie, 1991; 145)
b) Eğitim
Geleneksel toplumlarda, daha çok aile içinde teknik ve beceriler gayri resmi olarak yeni kuşaklara öğretilmektedir. Çocuklar genel olarak delikanlılık yaşına ulaştıklarında, mesleki becerilerini öğrenmiş olmakta ve ergenlik yaşından sonra yıllarca ihtiyaç duyulan teknik ve becerileri öğrenmek için vakit harcamalarına gerek kalmamaktadır; ama yeni toplumlar o kadar çok karmaşık olmuştur ki bu tür toplumlarda beklenti duyulan uygun ve kabul edilir bir yaşam biçimini elde etmek çoğunlukla uzun süreli eğitim dönemlerini gerektirmektedir. Akademik başarı elde etmek, bireylerin sosyal ve ekonomik prestijine neden olmakta ve idari merkezlerde, fabrikalarda vb. gibi yerlerde daha kolay iş bulmalarını sağlamaktadır. Dolayısıyla gençler ileride sosyal ve ekonomik statüden daha iyi yararlanmak için mecburen yaşamlarının üçüncü on yılını da eğitim için harcamak zorunda kalmaktadır. Eğitimle meşguliyet, bir çok gencin evlilik imkânını ortadan kaldırmaktadır, zira mali açıdan iyi durumda olmayan gençler, eğitimin yanı sıra bir ailenin geçimini de üstlenememektedirler. Kadınlar için yüksek öğrenim sosyal statülerini arttırdığından daha çok bu yönden önem arz etmektedir. Yüksek öğrenimli kadınlar, çoğunlukla sosyal ve ekonomik statüsü yüksek olan erkeklerle evlenebilmektedirler.
c) Askerlik Hizmeti
İran, Türkiye gibi bir çok ülkelerde, savunma gücünü temin etmek için bütün genç erkeklerin belli bir süreliğine ülke savunma güçlerine katılmaları ve vatani görevlerini yapmaları zorunludur. Bu tür ülkelerde genç erkekler genel olarak askerlik hizmetini bitirdikten sonra evlenmektedirler, zira askerlik dönemi boyunca aile geçimini sağlayamadıkları gibi aynı zamanda genel olarak yaşadıkları yerlerden uzakta bulunan askeri birliklerde olduklarından evde huzur bulamamakta ve kocalık ve yerine göre babalık rolünü ifa edememektedirler. Elbette gençler on sekiz veya yirmi yaşında vatani görevlerini yapmaları için çağırılmakta ve bu süre iki yıl kadar sürmektedir, ancak askerlik onlardan eğitim ve kariyer yapma fırsatını ellerinden almakta ve genel olarak kaybettikleri bu süreyi telafi etmek için de yine bir o kadarlık süreye ihtiyaç duyulmaktadır. Tüm bu sebeplerden dolayı, askerlik hizmeti fakat erkeklerin 18 ila 20 (veya 20 ile 22) yaşları arasındaki evlilik sayısının düşmesine neden olmaktadır.
d) Cinsel İlişki Özgürlüğü
Evliliğin en önemli amaçlarından birisi, yetişkin insanların karşı cinse olan cinsel ihtiyaçlarıdır. Bu gerçeklik ışığında, eğer bir toplum kendi üyelerine evlilik dışında ve evlilik yoluyla onlara yüklenen sorumlulukları kabul etmeden birbirleriyle cinsel ilişki kurmalarına izin veriyorsa, doğal olarak cinsel ortaklık elde edildiğinden artık evliliğin önceliği olmayacaktır ve sonuçta çok sayıda genç, evlilik yapmaktan imtina edecek ve cinsel ihtiyaçlarını daha düşük maliyetli yöntemlerle temin edecektir. Dolayısıyla Batı ülkelerinde, birlikte yaşam veya evli olmayan erkek ve kadınların müşterek yaşantısının artış kaydetmesi evlilik yaşının yükselmesini beraberinde getirmiştir. (Spanier, 1991: 98–99) Amerika İstatistik Bürosu’nun raporuna göre, 1960 yılında 439 bin evli olmayan erkek ve kadın birlikte yaşamaktaydı, bu sayı 1998 yılında 4 milyon 236 bin rakamına ulaşmıştır (Amerika İstatistik Bürosu). Buna ilave olarak daha sonraları birbirleriyle evelenecek olan aynı evde yaşayan eşlerin uyum ve bağdaşım denemeleri evlilik yaşının artmasına neden olan delillerden sayılmaktadır. (McRae, 1999: 184) Bazı sosyologlara göre, olanakların artması ve doğum kontrol gereçlerinin yaygınlık kazanması da evlilik yaşının artmasına neden olmuştur, zira bireylerin evlilik çerçevesi dışında cinsel ilişkilerine olanak tanıdığı gibi gayri meşru çocukların dünyaya gelişini de önlemektedir. Hâlbuki örneğin 1960 yılında Amerika’da çoğunlukla bu araç ve gereçlerin olmaması ve gayri meşru gebeliklerin engellenmesi için daha erken evlenilmekteydi. (Spanier, 1991: 99) ancak bu varsayımın doğru olsa bile, geçici bir yönünün olduğu ve genellenemeyeceği düşünülmektedir; çünkü doğum kontrol gereçlerinin başka koşullar ve durumlarda evlilik yaşını düşürdüğünü ortaya koyan kanıtlar bulunmaktadır. Örnek olarak, on dokuzunca yüzyılda Fransa’da bu gereçler tedrici olarak tanınmaya başlandığında evlilik yaş ortalaması gözle görülür bir şekilde aşağı inmiştir. 1821’den 1945 yılına kadar, erkeklerde 28/7’den 25/2’ye, kadınlarda 26/1’den 22/8’e inmiştir. Muhtemelen bu değişikliğin nedeni on dokuzuncu yüzyıldan önce, yani doğum önleyici gereçlerin olmadığı dönemlerde, yukarı yaşlardaki evlilik, nüfusun artışında bilinçli veya bilinçsiz olarak tepki olarak algılanmaktaydı, ancak bu gereçlerin yaygınlaşması, evlilik yaşının düşmesi için uygun bir sosyal ortamı sağlamıştır. (Sgaln, 1375: 137–138)
e) Değerler, Gelenek ve Görenekler
Hiç kuşkusuz, bir toplumun kültürü evlilik yaşının o toplumdaki belirleyici en önemli faktörüdür ve bahsi geçen faktörler de kültür faktörü ile ilişkisiz değildir. Gerçekte, toplumda kabul edilmiş değerler, gelenek ve görenekler, evliliğin bir dizi gerekleri ve uygun yaşı belirleme aygıtıdır. Bu doğrultuda el ve ayak bağı olan gelenek ve görenek formalitelerine değinmek gerekir. Bunlar, bazen halk arasında yaygın olarak bulunmaktadır. Örneğin İran ve Türkiye gibi toplumlarda, ağır mehir (ve başlık parası) yüksek miktarda süt parası, görkemli çeyiz, pahalı düğün törenleri, damattan yüksek kariyer ev ve araba beklentisi, vb. gibi sebepler genç çiftlerin uygun bir zamanda evliliklerine mani olmaktadır. Zira ya kendileri ya da ebeveynleri bu tür masrafların altından kalkabilmek için uzun bir süre çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
Batılı ülkelerde çok sayıda insan için nispi bir refah olmasına rağmen bu tür gelenek ve görenekler ya bulunmamakta ya da ehemmiyeti yoktur, ancak ağır düğün masrafları bir çok gencin evliliklerini geciktirmelerine neden olmaktadır. (McRae, 1999: 180) Bunun dışında, bireyci ve liberal düşüncelerden kaynaklı yeni kültürel değerler de gençler arasında evlilik motivasyonunun düşmesine neden olmuştur. Bir çok bireyin sonunda evliliğe yönelmesi, toplum düzeyinde evlilik geleneğinin bitmesiyle değil, evlilik yaşının artmasıyla kendisini göstermiştir.
Genel bir değerlendirme ile öyle anlaşılıyor ki aile üzerine uzman kişiler, evlilik yaşının artış kaydetmesini gelişmiş yahut gelişmekte olan toplumlardaki şehir hayatının zorunlu ihtiyaçlarından kaynaklı ve bunun kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedirler. Çoğunlukla yeni yetişen gençlerin yüksek eğitimlerine devam etme istekleri, ekonomik zorluklar, nüfuz artış sorunları, askerlik hizmeti, kızların erken yaşta gebe kalma problemleri ve küçük yaştaki gençlerin zayıf psikolojik ve sosyal gelişimi, evlilik yaşının zorunlu olarak artış kaydetmesine neden olan faktörlerden sayılmıştır. Doğal olarak dini temellere dayalı İslami değerler sistemi, bu tür pasif yaklaşımları benimsememekte ve evlilik yaşının genceler ve bütün toplum için düşmesinin olumsuz sonuçlarına binaen evlilik yaşının makul bir şekilde düşmesi yönünde çaba sarf etmektedir.
Öyle görünüyor ki bu konunun İslam’a uygun çözümü için ekonomik ve kültürel organizasyon etkenlerine vurgu yapmak gerekir. Başka ülkelerde şahit olduğumuz gibi insanların geçim durumlarının iyileşmesiyle evlilik yaşının gözle görülür bir şekilde düşeceği öngörüsünde bulunabiliriz. Bu yönde, devlet ve diğer hükümet organlarının desteğine ek olarak, ebeveyn, akraba ve diğer yakınların yardımları gençler için oldukça belirleyici olacaktır. Bütün bunların yanı sıra kültürel öğelerden gaflet etmemek gerekir. Hiç kuşkusuz, her toplumun kültürü, ekonomik refah, yaşam düzeyi ve yoksulluk tanımında yüksek bir etkiye sahiptir ve genel mantalite ve düşüncelerin değişmesi ve sade yaşamın yaygınlaşması, toplum düzeyinde bu sözcüklerin yeni tanımlarının kabul görmesini sağlayacaktır. Dolayısıyla bu durum, evlilik yaşının düşmesinde etkili olacaktır. Aynı şekilde örneğin yüksek mehirlerin tayin edilmesi, ağır çeyiz –ve gayri meşru olmasına rağmen- süt parası talep etmek gibi sorun çıkarıcı örf ve geleneklerin değiştirilmesi yahut düzeltilmesi yönünde bilinçli ve tutarlı kültürel çalışmalar yapmak önemli bir adımdır.
İslam’da evlilik için belirli bir yaş belirlenmemiştir, ancak Hz. Peygamber Ekrem (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) nakledilen hadisler ve onların pratik yaşamları, onların evlilik konusunda acele etmeye ihtimam gösterdiklerine açık bir kanıttır. Nakledilen bir rivayete göre bir gün Hz. Peygamber (s.a.a) mescitte şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Cebrail benim için şöyle bir mesaj getirdi: bakire kızlar, ağaçlardaki meyveler gibidir; eğer meyve hasat zamanı meyveler toplanmazsa, güneş onları bozar ve rüzgâr onları savurur. Bundan dolayı bakireler kadınlık özelliklerini elde ettiklerinde, evlilik ve koca edinmek dışında onlar için hiçbir ilaç yoktur. Aksi takdirde, beşer oldukları hasebiyle sapma ve inhirafa düşmeyeceklerine dair hiçbir güvenceleri yoktur.” (Vesailu’ş Şia, c. 14: 39)
Başka bir hadiste ise şöyle okumaktayız: “Çocuğun baba üzerindeki haklarından birisi ergenlik çağına erdikten sonra, onu evlendirmesidir.” (Vesailu’ş Şia, c. 15: 200) Dolayısıyla şöyle bir netice alınabilir ki İslam kendi model algısında, evlilik yaşının düşük olmasını temel olarak bilmektedir. Buna rağmen, erken yaşta evliliklerden kaynaklı sorunları görmezlikten gelmemekte ve onların bertaraf edilmesi için gayret sarf etmektedir. Açıktır ki eğitim, sağlık ve kültürel programların yaygınlaşması ve halkın ekonomik durumunun iyileşmesi ile bu sorunların bir çoğu ortadan kalkacaktır. Winch’in Amerika toplumunda yaptığı deneysel araştırmaların sonucu da bu yönlendirmelerle belli bir noktaya kadar uyum içindedir. Onun dediğine göre:
Erken yaşta evlilik sorunları kendisinden kaynaklı değildir, bilakis evlilik ve ondan kaynaklı rollerden doğan sorumlulukları kabul etmeye hazırlıklı olunmamasındandır. Bundan dolayı, erken yaşta evlilikler iki halde tam olarak memnuniyet vericidir: 1. Genç bireylerin yetişkinlerin rolünü üstlenmeye hazırlıklı olduğu yerlerde. Örneğin Amerikan toplumunun alt katman üyelerinin vasıfsız veya yarı vasıflı işlerde çalışması; 2. Gençlerden bu tür rolleri üstlenmeleri beklenmeyen yerlerde; ancak gençlerden evliliklerinin başlarında ekonomik olarak bağımsız olmaları beklenmediğinden doğum kontrol malzemeleri iyi bir şekilde istifade edilmemekte ve uzun süreli eğitimler mütedavil ve geçerlidir. Erken yaştaki evlilikler olumsuz sonuçlar doğurabilir. (Winch, 1971: 602–603)
Tüm bunlara dayanarak, mezkûr sorunların bertaraf edilmesini temel olarak alanlarla; örnek olarak kadınların gebelik sürelerinin ve onunla paralel olarak nüfus artışının evlilik yaşının düşmesinde etkili olduğundan, evliliğin geciktirilmesini tavsiye edenlerle yahut en azından evlilik yaşının artmasına yönelik görüşü olup, ancak gençlerin cinsel sorunlarının çözümü için net bir öneride bulunmayanların görüşlerini benimsememiz söz konusu değildir.
4. Eşler Arasındaki Yaş Farkı
Her ne kadar bir çok toplumda, yasal olarak her yetişkin erkek, buluğ çağına ermiş istediği –mahremi olmayan- her kadınla evlenebilir, ancak bireylerin kendilerini riayet etmekte zorunlu hissettikleri her toplumun kendisine has bir yaş normu bulunmaktadır. Bazı kural ve normlar yalnızca ruhsat verildiğini açıklamak içindir, ama bazıları tercih ve hatta bazen gerekli ve zorunludur. Örneğin, bir çok ülkede yaşlı bir erkek, yasal olarak yeni yetme bir genç kızla evlenebilir, ancak böyle evlilikler çok nadir gerçekleşmektedir, zira bugünkü örf, böyle evlilikleri benimsememektedir. Bunun aksi durumunda ise, yani yaşlı bir kadın, yeni yetme genç bir erkekle evlenecek olursa her ne kadar yasal yönden bir engel olmasa bile bu tür evlilik pratik olarak hiçbir zaman gerçekleşmemekte ve örf bu tür evlilikleri hiçbir şekilde kabul etmemektedir.
Bir çok toplumda görülen iki çiftin yaşıyla ilintili olan önemli normlardan birisi, erkeğin eşinden (bir ile on yaşına kadar) büyük olmasıdır. Bu norm, çoğunlukla doğu ve batı toplumlarında görülmektedir, ancak bu farkların tutarı, farklı toplumlarda farklılıklar arz etmektedir ve hatta bir toplumda bile zaman içerisinde değişiklikler görülebilmektedir. Amerika toplumunda kadınlar ve erkekler arasında bir asır boyunca ortaya çıkan değişiklikler için yukarıdaki şemaya bakılabilir.
Erkek ve kadınlar arasındaki yaş farkı normu, birçok faktörde köklüdür. Onlardan en önemlilerinden ikisine değiniyoruz:
1. Kızlar biyolojik açıdan erkeklerden birkaç yıl daha erken buluğa ermektedirler. Aynı şekilde kadınların üreme faaliyetleri erkeklerden daha erken sona ermektedir. Ayrıca erkeklerdeki cinsel temayül kadınlardan daha geç sona ermektedir.
2. Neredeyse tüm toplumlarda, erkek aile giderlerini karşılayan asli unsurdur; dolayısıyla kültür, biyolojik, çevre ve sosyal ihtiyaçlara yabancı bir biçimde şekillenmişse, evlilik yaşam normu da genellikle biyolojik, ekonomik ve sosyal gereksinimlere göre şekillenecektir. Muhtemelen, bundan dolayı kızlar erkeklerden birkaç yıl daha erken evlenmekte ve böylece cinsel isteklerinin yoğun olduğu ve doğurganlık kabiliyetinin yüksek olduğu ilk dönemlerde kocaya varmaktadırlar. Son dönemde de kocaları ile neredeyse aynı dönemlerde cinsel faaliyetlerden düşmektedirler. Aynı şekilde erkeklerin ekonomik yükümlülükleri, bir ailenin geçim ve idaresini ekonomik yönden temin edinceye kadar evlenmemelerine neden olmaktadır, ancak bazı has durumlarda ebeveynler çocuklarının kurmuş olduğu yeni ailelerinin mali ihtiyaçlarını temin etmektedirler. Ancak kızlar açısından bu ekonomik gereksinimler bulunmamakta ve ergenlik çağına erdikten sonra evlenebilmelerinde bir engel bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, çağımız toplumlarının bir çoğunda görülen bireysel özgürlüklerin gelişmesi ve eşit değerler peşinde koşulması, bu normların nispi olarak değişmesinde ve karı koca arasındaki yaş farkının azalmasında oldukça etkili olmuştur. Hatta yapılan araştırmalara göre bazı sosyalist ülkelerde, kendilerinden küçük erkeklerle evlenen kadınların sayısı oldukça artmıştır. Bu araştırmanın sonuçlarına göre bu tür kadınlar 1920’den 1960 yılına kadar şehirlerde % 12/5’den % 33/5’e ve köylerde % 13’ten % 30/5’e ulaşmıştır. (Mitchel, 1354: 147)
Bu kültürel normun önemli sonucu, bazen toplumun cinsel ve nüfus yapısı ile çatışabilir olmasıdır. Örnek olarak, eğer bir toplumun nüfus yapısı genç bir yapıya sahipse, yani genç nüfus sayısı yaşlı nüfus sayısından çok olursa, bu durumda, mezkûr norm, muhtemelen sorun yaratıcı olacaktır. Zira her yaş tabakasındaki (örneğin 20–24 yaşındaki) erkekler, önceki yaş tabakasından olan (15–19 yaşındaki) kızlarla evlenecek olursa ve varsayım ise her tabakadaki kadınların yaşları aynı tabakadaki erkeklerin yaşlarından daha çok olur ve öte yandan genç nüfus sayısı yaşlı nüfus sayısından çok olursa; yaşları büyük olan tabakadaki erkeklerin, yaşı düşük olan tabakadaki kadınlarla evlenmek istediklerinde sayı oldukça az olacaktır ve sonuç olarak, çok sayıda kadın kendilerine uygun bir koca bulamayacak ve mecburen ya yaş olarak kendileri ile uygun olmayan erkeklerle evlenecekler ya da hiçbir zaman evlenmeyeceklerdir.
Evlilik konusunda kolaylığı öngören İslam dini genel yönüyle, bu konuda mezkur normda esnekliği benimsemekte ve bundan dolayı İslami metinlerinde bu normlar olumlu veya olumsuz olarak müşahede edilmemektedir.
5. Eş Seçimi Kuralları
Kim, kiminle evlenebilir? Hiçbir toplumda eş seçimi konusunda tam bir özgürlük söz konusu değildir. Bu yüzden, çok az sayıda insan her kimle isterse evlenebilir. Öte yandan, hiçbir toplum ve kültürde eş seçiminin sınırları o kadar dar ve mahdut değildir ki her kesin eşi nesnel ve bireysel olarak müşahhas olmuş olsun. Tüm toplumlarda, açık ya da örtülü olarak eş seçiminin sınırını belirleyecek çeşitli kurallar vardır. Kültürler ve farklı toplumlar arasındaki bu yöndeki farklılıklar, daha çok bu alanının genişliğinde, mezkûr kuralların ölçü ve katılığında ve ayrıca onların netliğinde yatmaktadır.
Bazı toplumlarda, bir grubun bireyleri yalnızca belli bir gruptan eşini seçebilir, hâlbuki bir başka toplumda ise bunun alanı oldukça geniştir ve bireyi eş seçimi konusunda onların arasından birisini seçmek konusunda zorunlu kılan belli bir grup belirlenmemektedir. Eş seçimini belirleyen ve sınırlayan katı kurallı farklı toplumlarda da aynı ölçüler geçerli değildir. Örnek olarak kast kuralı, hiçbir surette bir kast bireyinin başka bir kast bireyi ile evlenmesine izin vermez. Kast kuralı o kadar katıdır ki insanlar hatta böyle bir şeyin hayalini bile kuramazlar. Batı toplumunda da (yazılı olmasa da) bazı kurallar bulunmaktadır. Alt tabakadaki bir kadınla bir erkeğin evlenmesi kabul görmemektedir, ancak belli koşullarda bu kuralların ihlali mümkündür ve bazen de böyle durumlar yaşanmaktadır. Kuralların netlik ölçüsü de çeşitli toplumlarda farklılıklar arz etmektedir. Örneğin, bazı Afrika kabile toplumlarında veya Hint kast sisteminde örneğin falan gruptan eş seçilemeyeceği açıkça belirtilmektedir! Hâlbuki birçok toplumda has gruplar arasından eş seçimi konusunda böyle açık bir engel bulunmamaktadır.
Burada eş seçimi alanını belirleyen kuralların önemlilerinden bazılarını inceleyeceğiz. Bu kurallardan maksat, insanlara bir grup veya gruplardan eş seçemeyeceğini veya yalnızca has bir gruptan eş seçebileceğini söyleyen norm ve gereksinimler dizisidir. Bu kurallardan bazıları evrenseldir, yani tüm beşeri toplumlarda ve tarihin tüm dönemlerinde farklı şekillerde görülmektedir, oysa bazıları bazı toplumlara veya bazı tarihi dönemlere mahsustur.
ABNA.İR