İmâm Muhammed Bâkır da Medîne’de dünyâya geldi. Babası İmâm Seccâd’ın (a.s)[1] vefâtı ile birlikte vasiyeti üzere Ümmet-i Muhammed’e İmâm olmuşlar, ümmeti zâhiren ve bâtınen, hakka ve güzele irşât eylemişlerdir.
Temiz, mutahhar ve yüce mertebelere sâhip ataları gibi, bir çok keşf-i kerâmeti bulunan İmâm (a), ilim ve irfânını, zamanın sosyal ve siyasal zemini müsâit olması münâsebetiyle, biraz olsun açıklama ve yayma fırsatı bulmuş, İslâm mektebine gönülden bağlı yüzlerce ilim adamı, Kur’ân ve Ehl-i Beyt âşığı fedâkar, cefâkâr insanlar yetiştirmiştir. Bu, ilminin derinliğinden dolayı, kendisine “Bâkıru’l Ulûm” (İlimlerin hakikatini ortaya koyan, öze vâkıf olan) lakâbı verilmiştir.
İmâm Muhammed Bâkır da (a) Ümeyyeoğulları tarafından zehirletilerek şehâdet makâmına erişmişlerdir.
Allâh’ın sonsuz Rahmet ve Selâmı, Ona ve pâk soyuna olsun!.
Zâhir ve bâtın’ın kutbu İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyurdular; “Eyy Câbir![2] Teşeyyü-Alevîlik dâvâsı güdüp biz Ehl-i Beyt’i sevdiğini söylemek insana yeter mi? Allâh’a yemîn olsun ki, gerçek Alevî (Şîi-taraftarlarımız) ancak Allâh’tan çekinen ve O’na itâat edenlerdir. Onlar (Alevîler), alçak gönüllü olmalarıyla, Allâh’tan hakkıyla korkmalarıyla, O’na itâat etmeleriyle, emîn, güvenilir olmalarıyla, Allâh’ı çok anmalarıyla, orucu tutmaları, namâzı kılmalarıyla, ana-babaya saygı gösterip yardım etmeleriyle, komşularından yoksul borçlu ve yetîm olanları görüp gözetmeleriyle, doğruyu söylemeleri, Kur’ân (çok) okumalarıyla, insanların ancak hayırlarında bulunup, onlara kötülük yapmamalarıyla tanınırlar. Onlar toplum içerisinde en emîn kimselerdir.” Câbir dedi: “Ey Resûlullâh’ın oğlu-torunu! Biz bugün saydığınız sıfatlara sâhip kimseyi göremiyoruz.” İmâm buyurdu; “Ey Câbir! Çeşit çeşit yollara gitme! Bu yollar öyle yollardır ki; bir kimse ben Ali’yi seviyorum, O’nu velî ediniyorum, der, ondan sonra da hiç bir amel etmez. Yine o kimse, ben Resûlullâh’ı seviyorum der -Resûlullâh ki Ali’den daha hayırladır- ne O’nun yoluna uyar, ne de sünneti ile amel eder, O’nu sevmesi de kendisine hiç bir fayda vermez. Ey Câbir! Allâh’tan korkun. Allâh neyi emretmişse onu yerine getirin. Allâh ile hiç kimse arasında bir akrabalık yoktur. Allâh katında kulların en sevimlisi, O’ndan en fazla çekinen ve O’na en fazla itâat edendir. Eyy Câbir! Allâh’a ancak itâatle yaklaşılır. Bizim yanımızda ne cehennemden kurtuluşa dâir bir berâat vardır, ne de bir kimseye Allâh’a karşı sunabileceği bir delîl. Kim Allâh’a itâat ediyorsa, o, bizim dostumuz (şîamız) dur. Kim de Allâh’aisyân ediyorsa, o da düşmânımızdır. Bizim dostluğumuz, şefâatımız, ancak ibâdet ile, itâat ile ve Allâh’tan hakkıyla çekinmekle (takvayla) elde edilir.”[3]
Kul, O ki yola gele, Rabb’ini bilip, nefsini yene!
[1] İmâm, çok secde ederek Allâh’a kullukta bulunduğundan, çok secde edici manasına gelen “seccâd” lakâbı kendisine verilmiştir.
[2] Hz. Câbir ® Resûlullâh’ın, İmâm Muhammed Bâkır’a gönderdiği selamı,bizzat kendisi Hz. İmâm’a ulaştırmış olan, peygamberimizin kutlu sahabelerindendir.