İmam Sadık'ın (a.s.) yaşamının son kısmı Mansur'un hükümet ettiği dönemle karşılaşmıştı. İmam Sadık (a.s.), Haşimoğulları arasında kendine has manevi bir şahsiyete sahip biri olarak tanınıyordu. O, Mansur'un döneminde hem yüce bir ilmî şöhrete sahip idi ve hem de çoğu Ehl-i Sünnet fakihleri ve hadisçileri tarafından kendisine teveccüh ediliyordu. Mansur'un, Şialara karşı beslediği derin kinden dolayı O Hazreti şiddetli bir şekilde göz altına alması ve özgürce yaşamasına engel olması tabii idi. İmam Sadık (a.s.) aynen babaları gibi, İmametin kendilerine ait bir hak olduğu hususunda itikadını gizlemiyordu ve O Hazretin İbn-i Ebi Ya'fur gibi ashabının, İmam Sadık'a (a.s.) itaat etmenin farz olduğu hakkındaki tutum ve davranışları, Şia'nın bu ilkeye sağlam bir itikadı olduğunu göstermektedir.
İmam Sadık (a.s.) bir hadiste şöyle buyuruyor:
Velayet, bu hadiste diğer asıl konuların uygulanmasının ona bağlı bir temel ilke olarak tanıtılmıştır. Bu metod Mansur için çok tehlikeliydi ve bu yüzden de İmam'ı öldürmek için bir fırsat arıyordu. İbn-i Anbet şöyle yazıyor: "Mansur defalarca İmam'ı öldürmek için karar verdi ama Allah İmam'ı korudu."
İmam, faaliyetlerini genelde gizlice yapıyor ve kendi ashabını, daima Ehl-i Beyt'in sırlarını gizlemeye emrediyordu. Bu hususta O Hazretten bir çok hadis nakledilmiştir. Bu yüzden de İmam'ın nasıl faaliyet ettiği tamamen tarihte anlatılmamıştır. Fakat önceden de söylediğimiz gibi Şia'nın önderliği, İmamiyenin bütünlüğünü korumak için katiyen gizli program ve faaliyetlere sahip idi.
İmam genelde Mansur'un sarayına gitmeğe zorlanmadıkça gidip gelmekten çekiniyordu ve bu nedenle de Mansur tarafından kendisine itiraz ediliyordu. Mansur bir gün İmam'a şöyle dedi: "Niçin başkaları gibi görüşümüze gelmiyorsun?" İmam şöyle cevap verdi:
"Senden korkacak ne yapmışız? Senin yanında ahiretle ilgili ne var ki ona göz dikelim? Sahip olduğun bu makam da aslında tebrik edilecek bir nimet değil ve sen de onu, teselli vermemiz için bir musibet olarak kabul etmiyorsun, o halde senin yanında ne işimiz var?"
Böylece İmam, onun hükümetinden razı olmadığını izhar ediyor ve kendi ashabına "Padişahlarla oturup kalkmaktan sakının" diyor ve onları padişahların sarayına gidip gelmekten sakındırıyordu ve hatta padişahların sarayına gidip gelen alimleri bu işlerinden dolayı ikaz edip şöyle buyuruyordu:
"Fakihler, peygamberlerin eminleridirler; padişahlarla sultanlarla oturup kalkan bir fakih görürseniz onu suçlayın."
Mansur bir gün İmam'a sordu:
"Allah niye sineği yaratmıştır?" Buyurdu: "Sinek vesilesiyle zalimlerin burnunu yere sürmek için."
"Aranızda hükmetmesi için tağuta başvurmayın" unvanındaki İmam Sadık'tan nakledilmiş olan rivayetler O Hazretin hakim düzene karşı nasıl davrandığını göstermektedir. Bu konuyla ilgili bir soruya İmam şöyle cevap verdi:
"Aralarında hak veya batıl bir iş için onlara –hakim veya onun kadılarına- başvuran biri tağutu hakem seçmiş olur."
Bazı müellifler İmam'ın hakim düzene karşı bir kıyam başlatacak veya onu yönlendirecek bir siyaseti takip etmesi gerektiğini sanmışlar. Tabii ki bu tasarı, Zeydiler açısından doğrudur; Şia görüşünce ise İmam'ın siyaseti, en aşırı kıyamları Beni Ümeyye ve Beni Abbas'ın fasit düzenlerine karşı önderlik ediyordu ve kendisi de sağlam ve köklü bir fıkhî ve kültürel temele dayalıydı. Bu hakikat, Şia tarihinde tamamen gözlenmiş, esasen Caferi isminin İmam Sadık'ın (a.s.) mektebine söylenmesi O Hazretin kendi döneminde başlatılmıştı. Şehristani'nin bu konuda yazmış olduğu şeyin büyük bir hata olduğu burdan anlaşılmaktadır. O, İmam'ın toplumsal davranışını vasfederken şöyle yazıyor:
"Asla imamet düşüncesine koyulmadı ve kimseyle de hilafet uğrunda çatışmadı."
Bu söz, Şia'nın gerek İmam'ın kendi döneminde ve gerekse ondan sonraki durumunun hakikatiyle asla uyum sağlamamakta ve bağdaşmamaktadır.