Her yolculuğun değer ve önemi varılmak istenen maksada bağlıdır. Maksadın önem ve büyüklüğü yolculuğa ve bu yolculuktaki gereksinimlere de yansır. Bakkala gitmek de bir yolculuktur, bir mahalleden diğer bir mahalleye gitmek de… bir şehirden bir şehre gitmek de bir yolculuktur, bir ülkeden başka bir ülkeye gitmek de… İki kilo elma almak için gidilen mesafe de bir yolculuktur, bir elma bahçesini satın almak üzere gidilen yolculuk da… İki kişi arasındaki bir husumeti gidermek için kat edilen mesafe de bir yolculuktur, iki ülke arasında savaş çıkarmak için gidilen yolculuk da… Nefsin hoşnutluğunu temin etmek için sarf edilen çaba da bir yolculuktur, Rahman’ın rızasını kazanmak için gidilen yolculuk da…
Yukarıdaki örnekleri göz önüne aldığımızda bu yolculuklardaki yolcuların azık bakımından birbirlerinden son derece farklı olduklarını anlamak pek de zor değildir. Bu yolculuklardaki ruh halleri, bedenlerin sarf ettiği gayretler ve gerekli olan azıklar nicelik ve nitelik açısından büyük ölçüde değişkenlik gösterir. Zira bu yolculuklarda hem çıkış, hem de varış noktaları farklıdır; yolcuların niyet ve amaçları da çok farklı boyutlardadır. Aslında birazcık sığ bakışımızın üstüne çıkarak hayata derinlemesine baktığımızda tüm kâinatın bir yolculuk halinde olduğunu görürüz. Her şey hareket halindedir ve yaratılış gayesine uygun bir yolculuk içindedir; tekvini hidayet anlamında Yüce Yaratanın emrinin gereğine uygun bir gayret içindedir. Ancak bu kâinatın bir parçası olan insan, kendisine verilmiş olan cüz-i irade hasebiyle Yaratanın emrine aykırı seçim yapabilme lüksüne sahip olduğu için bu topyekûn hareketin ritmini bozmaktadır. Tabi ki bunu yaparken kendisine yarar sağladığını zannetmektedir; oysa yolun kurallarına uymadığı için menzilden geri kalmakta, bunu fark ettiğinde ise iş işten geçmiş olmaktadır. Kurân’ın açık beyanına göre tüm varlık âlemi Allah’a doğru yolculuk halindedir. Bu yolculukta insan yolculuğunu üstün ve meziyetli kılan tek bir şey vardır: İnsan irade sahibidir ve kendisini farklı yollara çeken dürtülerine karşı gelerek tercihini Allah’a yolculuktan yana kullanmıştır. Kurân-ı Kerim’i dikkatlice okuduğumuzda bu yüce kitaptaki emir ve yasakların muhatabının insanlar ve cinler olduğunu görmekteyiz. Zira bu yolculuktan sapması muhtemel olan yolcular onlardır. Yüce ve şefkatli Yaradan, menzilden geri kalmamamız için çeşitli misaller ve öğütlerle bizleri hep uyarmaktadır. Bir yolculuğun maksadına ulaşmasında dört faktör belirleyici önem taşır: Sağlam bir program, iyi bir kılavuz, güzel bir yol ve azık. Kurân gibi bir program, Resulullah (s.a.a) gibi bir kılavuz, sırat-ı mustakim (ubudiyet) gibi bir yol ve takva gibi bir azık varken yolcunun yoldan sapması mazur görülebilir mi?! Şimdi ey yolcu! Şunu bilmelisin ki senin maksadın, varmak istediğin yer “Allah”tır. O, maksatların en yücesidir. O,na varman için de Kurân’ı yaşam programı, Resulullah’ı (s.a.a) kılavuz ve sırat-ı mustakimi yol edinmelisin. Yüce Allah, “Allah’a kaçın!” buyuruyor. Yani bu yolculuk gevşeklik kaldırmaz; ciddiyet ister, şevk ve cümbüş ister. Yüce Allah, kendisine ulaşılması için vesileler bırakmıştır. Allah’a yolculukta insanların heveslerine kapılarak sapmamaları için onları irşat edecek peygamberler ve imamlar göndermiştir.
Yarın şu fakir yolcu, bir yolculuğa çıkacak. Meleklerin metafı ve yeryüzünün cenneti, Resulullah’ın (s.a.a) evladı, şehitler efendisi İmam Hüseyin’in (a.s) manevi makamı olan Kerbela’ya doğru bir yolculuğa… Bu yolculuk, Allah’a doğru bir yolculuktur. Zira “Ya Rabbi, seni görmeyen göz kör olsun” diyen bir yüce şahsın makamına giden yolcuyu maksadındaki bu yücelik kendisine cezp etmiştir. İmam Hüseyin’e olan sevgi ve muhabbet Allah’ın emrettiği bir muhabbettir. Zira bu muhabbet, yolcuyu maksada en iyi ulaştıran vesiledir. İnşallah Erbain’de İmam Hüseyin’e doğru akan o büyük okyanusun bir damlası oluruz. Allah’ın selam ve rahmeti üzerinize olsun.