Turkish
Monday 25th of November 2024
0
نفر 0

İslami Ailede Sevgi ve Birliktelik

Sosyologların çoğu, muhabbet ihtiyacının doyurulmasının çok önemli işleve sahip olduğuna ve yeni teknolojik toplumlarda ailenin kalıcılığını açıklayabileceğine inanırlar. Me
İslami Ailede Sevgi ve Birliktelik

Sosyologların çoğu, muhabbet ihtiyacının doyurulmasının çok önemli işleve sahip olduğuna ve yeni teknolojik toplumlarda ailenin kalıcılığını açıklayabileceğine inanırlar. Meslek ve öğretim ortamları gibi diğer ortamlarda da az çok sevgi duyusunun doyurulmasına rastlanır, ancak daha ziyade fertler kendi şahsi ilişkilerindeki en razı edici unsura eşleriyle, anne-babalarıyla, çocukları ve diğer akrabalarla ulaşırlar. Genellikle fertler bedensel ve ruhi güvenliği ailede arar ve aile ortamının, kargaşa ve kavgalarla dolu dünyanın dışında olduğuna inanırlar. Hatta gerekli güven ve mutluluğu bulamamaları sebebiyle boşanmaya yönelen pek çok kimse, hedeflerine ulaşmak için tekrar aile oluştururlar (Almguist, et al, 1978: 347).

Psikanalatik ilkelerinden yararlanarak büyük yaştaki kimselerin şahsiyet işlevini ortaya koyan Parsons büyük yaş şahsiyetinin teknolojik toplumlarda ailenin iki temel unsurundan birisini oluşturduğuna inanır. Gerçekte söz konusu bu işlevin çok önemli bir boyutu vardır.

Parsons’un görüşüne göre, büyük yaşın şahsiyet tespitine işaret edilen bu konu, ailenin günü birlik olabilecek yaşama dair psikolojik baskılarla yüz yüze kalınmasında önemli rol ifa eder. Yani bi’l kuvve (potansiyel olarak) büyük yaştaki fertlerin şahsiyetlerini değiştirebilir. Evli çiftlerin karşılıklı birbirlerine sundukları sevgiye dair yardımlaşmalardaki şahsiyetin ortaya konulması, anne ve babanın ifa ettiği önemli rolünden kaynaklanır. Şahsiyetin güçlendirilmesi esnasında, anne ve babanın çocuklarıyla çocukluk dönemlerinde oynamaları çocuklardaki gerginliği giderebilir (Harvey and Mac Donald, 1993: 196). Şu halde teknoloji toplumlarında ailenin diğer işlevleri arasında niçin şahsa özel bu işlevi üzerinde durulduğuna bakılması gerekir. Sosyologlar bu konunun açıklanmasında iki etkene, yani yapısal ve kültürel etkene dayanırlar. Yapısal etkenden maksat, teknolojik şehirlerde yaşama etkenlerinden olan evli çiftlerin göreceli inzivaya çekilmeleridir. Bu yaşam türü, evli çiftlerin çok geniş akrabalık ilişki sistemi içinde karar kıldıkları yaşamın tam tersidir. Teknolojik toplumlarda, aile yalnızca ileri yaştaki fertlerin çoğunluğu için sevgiye dayalı kargaşaların kaynağını hazırlar. Akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin zayıflaması sebebiyle kadının eşi kural gereği yalnızca kendisini sevip birlikteliğini paylaşarak vaktinin çoğunu yalnızca onunla geçirecektir. Kültürel etkenler de evliliğe genel bakışın değişmesine işaret eder. Amerika toplumu gibi bir toplumda evliliğe genel bakış sevgi ve aşk, çiftler arasında karşılıklı olmalıdır ve bu tür toplumlarda boşanma oranının çok olmasının sebebi, evliliğin bu işlev üzerine bina edilmesinden kaynaklanır. Yani evliliğin esası aşk ve muhabbet olması hasebiyle, bu unsurların ortadan kalkmasıyla evlilik bağı da çözülmeye yüz tutacaktır. Hâlbuki başka işlevlerin de önemli olduğu diğer toplumlarda hatta evli çiftler birbirlerinden ileri düzeyde razı olmayı tecrübe etmeseler bile evliliğin devam etme olasılığı çoktur (Stokes, 1954: 294-295). Bunların göz önünde bulundurulmasıyla: Günümüz aile yaşamına gerçekli bakış, ailesel yaşamın karanlık boyutlarını da aydınlatmaktadır ki daha ziyade eleştirisel bakış açıları tarafından dikkat konusu olmuştur. Toplumsal geniş değişimler ve ferdi değerlerin gelişmesi sebebiyle evli çiftler arasındaki tartışma ve gerginliklerin son derece yaygınlaşıp geçmişe kıyasla daha bir ön plana çıkması, bu boyutlardan bir tanesidir. Bu değişimlerin sonucunda daha ziyade tevafuk konusu olan işlerin pek çoğu, genç evli çiftler arasında ihtilaf ve tartışmalara dönüşmüştür. Örneğin kadınların çalışma ölçüsünün yukarı çıktığı göz önüne alındığında, kadınların eşlerinden ev işlerine ortak olmaları beklentilerinin dikkate değer ölçüde arttığı gözlemlenmiştir. Buna ilaveten kadınların çalışıyor olmaları, normal olmayan yeni durumları ortaya çıkartmıştır; örneğin kadın ve erkeğin gelire sahip olduğu bir ailede çoğunlukla gelirlerin nasıl bölünüp harcanacağı konularında eşler arasında tartışma çıkmaktadır ( Wikie, 1991: 146). Cinsi eşitsizliği yansıtan aile sürtüşmelerinin boyutlarının açıklanması özel olarak Feminist yazarlar tarafından takip edilmiştir. Oakley şöyle diyor: Erkek ve kadınların yaşamı arasındaki şiddetli farklılıklar sebebiyle evliliğin içyapısındaki gerginlikler güçleniyor. Eğer günümüz ailesinde tartışmaların bir nevi kurumsal bir hal aldığını söylesek abartmış olmayız. Bir ailedeki eşlerin tartışmaları bir nevi hoşnutsuzluk vesilesi suretinde kural haline gelmiştir, ancak kadının homurdanmaları genellikle tartışmaların tetikleyicisidir. Kadının hoşnutsuzluğu daha çoktur, halbuki razı edici sevgiden yoksun olan erkek, ailesel yakın ilişkilerdeki var olan samimiyetin yokluğuna itiraz etmekte, kadın ise tamamen esaret altında bir şahıs olması hasebiyle: “Bir şey yapamıyorum… Nereye gideyim?” şeklinde itiraz etmektedir (Oakley, 1976: 146).

Ailesel huşunet konusu, bir ailenin karanlık yaşamının diğer boyutlarındandır. Bir aile üyesinin, bir diğerine karşı fiziksel ve sözsel kötü davranış veya sevgisizlik anlamındaki ailesel huşunet, yeni bir şey olmayıp geçmişte de varlığı söz konusudur. Hatta gelişmiş ülkelerde de genel kanının değişmesi ve kanunların iyileştirilmesine rağmen, bu sorun pek çok ailelerde varlığını korumuştur. Var olan verilerin ortaya koyduğuna göre ailesel huşunet çocukları, eşleri, kız ve erkek kardeşleri ve yaşlıları kapsayan birkaç boyutlu bir fenomendir. Amerika’da gerçekleştirilen genel sayım esasına göre yaşlıların dörtte birinin çocukluk yaşlarında çirkin fiziksel davranışlara maruz kaldıkları belirtilmiştir. Çocukların sigarayla yakılmaları, dar bir yere hapsedilmeleri, birkaç saat ya da birkaç gün bağlanmaları ve vahşice kemiklerinin kırılması gibi çocuklara yaygın ölçüde çirkin davranılması, büyük olasılıkla bir yılda iki milyondan fazla çocuğun evden kaçmasının sebebi olması bu konuya açıkça tanıklık etmektedir. Aynı şekilde bu ülkelerde yapılan araştırmalar, yılda yaklaşık yedi milyon kadın ver erkek arasında şiddetli tartışmaların olduğunu, eşlerin birbirlerini yaraladıklarını, kadının erkek kadar şiddete başvurduğunu ve kadın ile erkeğin huşunetinin keyfiyet açısından farklı olduğunu ortaya koymuştur. Kız ve erkek kardeşler arasındaki rekabet, hasetlik, şahsi eşyalar konusunda anlaşmazlık veya cinsiyete dair irtibat esasına göre ileri düzeyde şiddetin şekillenmesine sebep olabilir. Yine yapılan araştırmalar, yılda iki buçuk ihtiyara fiziksel veya psikolojik şiddetin uygulandığını, ekonomik sorunlar sebebiyle baskı altında tutulduğunu veya ilgisiz kalındığını ortay koymuştur (Shepard 1999: 350-306 ve Rabertson 1374: 316-317).

Bazı teknolojik ülkelerdeki söz konusu bu oluşumların çokluğu, pek çok aileyi öyle bir duruma getirmiştir ki; beklenen sevgisel davranışları temin etmemesi bir tarafa, söz konusu bu görüngüler ıstırap, güvensizlik ve hatta cinayete dönüşme kaynağı olmuştur.

Antoni Gidnez şöyle diyor: Günümüz toplumunda en tehlikeli yer evdir. Var olan verilerin ortaya koyduğuna göre hangi yaşta veya hangi cinsiyette olursa olsun fertler gece vakti bir caddeden ziyade, evde fiziksel saldırıya uğrayabilirler. İngiltere’de her dört cinayetten birisi aile ferlerinden birisinin bir diğerini öldürmesi vasıtasıyla gerçekleşir (Gidnez 1374: 438).

İslam’ın Görüşü

İslam açısından evli çiftler arasındaki ruhi dinginliğin ürünü sevgi ve muhabbet, ilahî nişanelerden sayılır (Rum Suresi, 21). Bu hakikatin diğer toplumsal ilişkilerin (meslek, ticaret, öğrenim ve diğer) tersine, erkek ve kadının zıtlık ve menfaat farklılıklarına rağmen evli çiftler arasındaki vahdet ve birliktelik etkeni kapsamasını güvence altına almasına işaret etmesi mümkündür. Bununla birlikte ailesel yaşamda bu ilahî nişanenin tecellisi ve ilahi yansımanın eserlerinin pratiklik bulması, bazı engellerin olmaması şartına bağlıdır ki burada söz konusu etkenlerin en önemlilerine işaret edeceğiz:

Önemli engellerden bir tanesi cinsi özgürlüklerdir. Gerçekte İslam’da evli çiftlerin diğerleriyle cinsi ilişkiye girmesi ve aynı şekilde hicap meselesi ve erkek ve kadının iç içe olmasının yasaklanmasının asli sebebi sevgi ve samimiyete dayalı ailelerin oluşturulmasıdır. Üstat Şehit Mutahhari bu konuda şöyle diyor:

Hicabın ve evli çiftlerin toplumsal ailevi bakış açısına göre kendi meşru eşlerinin dışında kimselerle cinsi münasebette bulunmalarının yasaklanmasının felsefesi şudur: Bir şahsın kanuni eşi, psikolojik açıdan kendi eşini mutlu etme etkeni sayılır, hâlbuki cinsel özgürlükte kanuni eş, psikolojik açıdan rakip, rahatsız edici ve gözetleyici sayılmaktadır. Sonuç itibariyle cinsel özgürlüğün olduğu sistemlerde aile merkezi, düşmanlık ve nefret üzerine bina edilir… (özgür ilişkiler sisteminde aynı şekilde) bu durum erkeklerin evlenmek ve aile hayatı kurmaktan mümkün olduğunca kaçınmasına sebep olur ve yalnızca gençlik güçleri ve yaşama dair istek ve arzuları zayıflaması durumunda evlenmeye yönelerek kadını yalnızca çocuk doğurması ve çoğunlukla hizmet etmesi için isterler (Mutahhari 1368: 89-90).

Bu nokta esasına göre erkek ve kadınlar arasındaki bağlılık ve boşanma ölçüsünün bir yere kadar açıklanması muhtemeldir. Altmışaltı ülkede yapılan uygulamalı araştırma esasınca toplumda kadınlar erkeklerle ne kadar çok irtibat içinde olursa, o oranda da boşanma ölçüsü artacaktır (Sabini, 1955: 159).

Aile ortamında muhabbet ve sevgisel rızayete ulaşmada bilinmesi gereken en önemli engel, şayet ikinci engel, yani manevi buhrandır ki; batı, dini kabul ve değerlerden uzaklaşması sebebiyle bu buhran ve çıkmaza düşmüştür. Günümüz erkek ve kadınlarının karşı karşıya kaldıkları şahsi özgürlük ve sevgiye dayalı emniyet arasında, bağımsızlık ve sorumluluk arasında ve yalnızca kendisi olma ve başkaları için olma arasındaki (Heler, 1378: 60) çelişkiler ve diğer pek çok meseleler, onları karşı karşıya getirmiş ve birbirlerine düşmanlık yapmaya sürüklemiştir. Söz konusu bu engeller, dini öğretilere dayalı yeni bir yaşamın tarifi yapılmaksızın ortadan kalkmayacaktır. İslam kendi dünya görüşü esasına göre asıl itibariyle en değerli ilkeleri manevi ilkelerde bilir ve fertleri, aileleri ve toplumu bu değerlerin kanalına çekmeye çalışır. Bununla birlikte maddi ve dünyevi değerler, asli ve nihai değerler unvanıyla değil, aksine feri ve manevi değerlerin boylamında karar kılar. Doğal olarak böyle bir bakış açısıyla yetişen fertler maddi huzur, özgürlük, bağımsızlık ve sevgisel ve cinsel doyuma ulaşma gibi dünyevi değerlere tam anlamıyla ulaşmadıkları için yenilgi ve başarısızlık hissine kapılmazlar. Dolayısıyla aile düzeyinde kadın ve erkeğin karşılıklı muhabbet ve samimiyet altyapısının hazırlanmasını, bu önemli etkenin yansımasında bilmek gerekir.

Bir diğer engel iman ve ahlak zayıflığı olup bu engel, ailede sevgi işlevinin sorunlarla karşılaşmasına sebep olur. Dini ve irfani antropoloji açısından insan, kendi yaratılışında kemal ve güzellik aşığıdır ve buna bağlı olarak kemal ve güzelliklerin tamamına ve özellikle güzel amel ve ahlaka büyü bir aşk duyar. Bu sebeple yaratılış ve güzel huy, doğal olarak başkalarının sevgisinin celp edilmesine vesile olur ki Kur’an-ı Kerim’de de bu hakikate işaret etmiştir. Şöyle buyrulmaktadır: “İnanıp salih ameller işleyenler için Rahman, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.” (Meryem Suresi, 96) İmam Sadık (aleyhi selam) kendisinden nakledilen bir rivayette özel olarak bu noktaya işaret etmektedir ki İmam Sadık (aleyhi selam) şöyle buyurur: “Erkeğin dini inancı ve kabullerinin artması, eşine karşı muhabbetinin artmasına sebep olur.” (Vesailu’ş Şia, c. 14: 9) Diğer taraftan asil ve kalıcı sevgi ve muhabbet; doğruluk, emanete riayet etmek, vefa, saygı ve iyiliği isteme gibi bir takım ahlaki ön şartlar bütününün gerçekleşme şartına bağlıdır ve bunların her birinin yokluğu ya da zayıflaması, karşı tarafın sevgisinin sarsılmasına sebep olabilir. Dolayısıyla erkeğin davranışındaki iman ve ahlaki zayıflık, menfi eserleri yönüyle ailedeki sevgisel ilişki işlevinin azalmasıyla doğrudan irtibatlıdır ve ilmi bulgular, hatta fertlerin günü birlik tecrübeleri de iyi bir şekilde bu bağlılığı teyit etmektedir.

Zikredilen engeller bir tarafa eşler arasında samimi irtibat kurma maharetinin olmayışı da aile fertlerinin sevgisel ihtiyaçlarının elde edilmemesinde dikkate değer bir rolü vardır. Toplumsal iletişim imkânları, okullar, danışmanlık merkezleri ve benzeri genel öğretim yollarıyla maharetlerin güçlendirilmesi, söz konusu bu engelin ortadan kaldırılmasında son derece etkilidir.

Açıktır ki en azından bu noktaların bazıları, eşlerin sevgisel ihtiyaçlarının doyurulmasına has olmayıp anne ve babanın çocuklarıyla irtibatları, yaşlılarla irtibat kurulması ve kız ve erkek kardeşlerin irtibatları konusunda da bu noktalar üzerinde tekitle durulabilir. Örneğin yaşlı anne ve baba ilişkileri konusunda Kur’an-ı Kerim’in şu tavsiyesini göz önünde bulundurabiliriz:

“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "öf!" bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: "Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı." (İsra Suresi, 23-24)

Hiç şüphesiz pratikte bu değerlere bağlı bir toplumda yaşlılara şiddet uygulanmasının alt yapısı kendini göstermeyecektir.

Hatırlatılmasında yarar vardır ki İslam açısından evli çiftlerin yanı sıra anne ve babanın sevgiye dayalı ihtiyaçlarının doyurulmasında çocukları da son derece önemli bir rol ifa ederler. Bazı rivayetlerde çocuklar konusunda “Sukun” tabiri kullanışmış ve çocukların anne ve babanın ruhi dinginlik kaynağı ve yalnızlıktan kurtulma sebebi olduğu belirtilmiştir. (Vesailu’ş Şia, c. 15: 106) Açıktır ki dini bu söylem, Parsons’un çocuklarla oynama yoluyla yaşlıların şahsiyetinin tespiti konusundaki söyleminden çok daha geniş alana sahiptir.

Toplumsal Konumun Temini

Sosyolojinin Bakış Açısı

Sosyologlar fert veya grupların toplumsal konumunun yani toplumsal mertebeler silsilesindeki statünün belirlenmesinde birkaç nesepsel (kazanılan değil) etkenin müdahil olduğuna inanırlar. Bu etkenler şunlardan ibarettir: Toplumsal tabaka, ırk, kavim, cins, yaş ve bir yere kadar din ve mezhep. Bir ferdin dünyaya geldiği aile, söz konusu bu özelliklerin bazılarını ferde intikal ettirir ve bu yolla ferdin toplumsal konumu belirlenir. Örneğin fakir bir ailede dünyaya gelen bir kimse, muhtemelen aşağı sınıftaki bir fert unvanıyla tanıtılacaktır. Dolayısıyla ırksal, kavimsel veya mezhepsel ayrımın uygulandığı bir toplumdaki ailenin hangi ırk, kavim veya mezhebe bağlı olması, aile fertlerinin aşağı ya da yukarı tabakadan sayılmasında önemi bir rol oynar. Elbette her kes kendi çaba ve gayretleriyle servet ve tahsilât gibi kazanımlarla elde edilen etkenleri kullanarak toplumsal konumunu yükseltebilir ki bu içtimai hareketlerin ileri düzeyde olduğu bir toplumda tamamen gözle görülür. Ne var ki kazanılan etkenler ve söz konusu bu etkenlerin kazanılması için gerekli fırsatlar da bir yere kadar ferdin toplumsal konuma bağlılığı üzerinde etkilidir. (Almguist, et al, 1978: 346).

İslam’ın Görüşü

Anlaşıldığı kadarıyla İslam, ferdin bağlı olduğu toplumsal konum ve çoğu konularda toplumsal konumda ailenin belirlenmesi farklılığını gerçek bir varsayım kabul eder. Kur’an-ı Kerim Zuhruf Suresinin 32. Ayetinde toplumsal konum farlılığı meselesini - iktisadi etkenlerden kaynaklanması durumunda - dereceler farkı olarak hatırlatır ve bu dereceleri varlığın yaratıcısına nispet vererek toplumsal sünnetler sırasında kararlaştırır. Bununla birlikte İslam hatırlatılan adaletsizlik etkenlerinden faydalanılmasına değerler açısından muhalefet ederek özellikle kavmiyet gibi bu etkenlerin bazılarının toplumsal konumunun etki alanının hazfedilmesi yönünde çaba sarf eder.


source : abna24
0
0% (نفر 0)
 
نظر شما در مورد این مطلب ؟
 
امتیاز شما به این مطلب ؟
اشتراک گذاری در شبکه های اجتماعی:

latest article

İran - Filistin davası arasındaki ilişkinin realitesi nedir?
Ayetullah Cevadi Amoli: Kurtarıcının zuhurunun aslı tüm dinlerin sözüdür/ Zuhur ...
İslamî düşüncede kadının cihadı
Evlilik İşinin Gerçekleşmesinde Zorluk Çıkarmayınız (1)
Namaz Kılmayan İş Arkadaşlarınızı Öldürün!
Malatya'da Mevlid-i Nebi Konferansı
Müşriklerin Allah Resulü’nü Öldüreceği Gece ''Peygamber Efendimizin ...
Eğer Herşeyin bir Yaratıcısı Varsa O Halde Allah'ın Yaratıcısı Kimdir
Şehidiniz Şehidimizdir
Ayetullah Mekarim Şirazi: Birçok hastalığın kaynağı depresyon ve ruhun huzurunun ...

 
user comment