Tevhit, Adalet ve Ahiret Üzerine
Allah'ın varlığını ispat bağlamında şöyle buyuruyor:
"Varlıkları yaratmasıyla kendi varlığını gösteren, yarattıklarının sonradan oluşlarıyla kendi öncesizliğini kanıtlayan, yarattıklarının (birbirine) benzerliğiyle kendisinin benzerinin olmadığını ortaya koyan Allah'a hamdolsun..."
"Allah'ın yaratıklarını gördüğü hâlde, Allah'ın varlığından kuşku duyan kimselere hayret ediyorum... Allah, sağlam idaresini ve kesin kaderini ortaya koyan alametler aracılığıyla kendini açık bir şekilde akıllara göstermiştir."
İmam'a (a.s): "Rabbini gördün mü?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir:
"Görmediğim tanrıya nasıl ibadet ederim?"
Ardından şunları söylemiştir:
"Gözler, O'nu somut bir şekilde görerek algılayamazlar. Ancak kalpler, iman hakikatleriyle onu algılarlar. O'nun rablığı, kalbin veya gözün kuşatacağı şekilde kavranmaktan, ihata edilmekten yücedir."
Ünlü Sabah Duasında şöyle diyor:
"Ey zatıyla zatını gösteren, yarattıklarına benzemekten münezzeh olan ve kullarının keyfiyetleriyle uyuşmaktan uzak olan! Ey zihinlerden geçen sezgilere yakın olan (onlardan haberdar olan), gözlerin ihatasından uzak olan ve olanı olmadan önce bilen!"
İmam'ın (a.s) o yüce hutbeleri, ilâhî kudrete delâlet eden gökyüzü ve yeryüzü ayetleriyle doludur. Bu ayetleri, bilen ve basiret sahibi biri olarak yorumlamıştır. İlâhî kudretin ve azametin ayetlerini öyle detaylı bir şekilde açıklamıştır ki, bu anlatım, bunları mütalaa edenlere iman aşılamakta, Allah'tan korkmalarını ve azametinin önünde eğilmelerini sağlamaktadır. Öyle ki, onun hutbelerini dinleyen bir kimse, tam da onun söylediği şu sözün gerçekliğini görür:
"Allah'a yemin ederim ki, şayet önümdeki gayp perdesi kalksaydı, bu, benim yakinim de herhangi bir artışa neden olmayacaktı..."
İmam (a.s), Allah'ın sıfatları ile ilgili olarak çok ince bir tasvir yapmıştır. Onun bu tasviri, ince felsefî araştırmalar için bir kriter, bir giriş kapısı işlevini görmüştür. Bu gibi konulara dalan fikirler, eğer rabbanî hidayet ve yol göstericilik olmazsa, yollarını şaşırır, saparlar.
Şöyle diyor:
"O'nu birlemenin kemali, sırf O'na yönelmektir (ihlâs). Sırf O'na yönelmenin (ihlâsın) kemali, sıfatları O'ndan nefyetmektir. Çünkü her sıfat, mevsuftan başka olduğunun tanığı, her mevsuf da sıfattan ayrı olduğunun şahididir. Bu nedenle, Allah'ı vasfeden, O'nu (o sıfata) yanaşık kılmış olur. O'nu yanaşık kılan, O'nu ikilemiş olur. O'nu ikileyen, O'nu parçalara bölmüş olur. O'nu parçalara bölen, O'nu bilmemiş olur. O'nu bilmeyen, O'na işaret etmiş olur. O'na işaret eden, O'nu sınırlamış olur. O'nu sınırlayan, O'nu sayıya sokmuş olur. O, varlıktır; ama sonradan olma niteliğinde değil. O, mevcuttur; ama yokluktan değil. Her şeyle beraberdir, ama yapışmak suretiyle değil. Her şeyin gayrisidir, ama ayrılmak suretiyle değil..."
Allah'ın birliğini kanıtlamak bağlamında şunları söyler:
"Bil ki, ey oğulcuğum! Eğer Rabbinin ortağı olsaydı, bu ortağın elçileri de sana gelirlerdi ve sen onun mülkünün ve egemenliğinin belirtilerini görürdün. Bil ki, ey oğulcuğum! Hiç kimse, Peygamber (s.a.a) gibi Allah'tan haber vermiş değildir. Şu hâlde önder olarak ona razı ol."
Allah'ın adaletini şöyle vasfeder:
"Allah kullarına zulüm etmekten yücedir. Mahlûkat üzerinde adaletiyle kaimdir. Onlar hakkında adaletle hükmeder. Verdiği her karar adalete uygundur..."
"O sana ancak güzel olanı emretmiş, ancak çirkin olanı yasaklamıştır. O'nun gök ehline ilişkin hükmü ile yer ehline ilişkin hükmü birdir. Allah, bir meleği cennetten çıkardığı bir şeyden dolayı bir insanı cennete koyacak değildir.
source : tebyan