11. mesele: Abdulvehhab'ın "Tevhid" kitabı yüzünden bir milyondan fazla insan öldürüldü
Suudi Arabistan'da bulunduğumuz günlerde, bizi etkisi altında bulunduran önemli bir mesele vardı. Bütün Müslümanlar tevhid hakkında kitaplar yazıyor? Meşhur âlimlerden tevhid kitabı yazmayan bir tek kişi bile yok. Peki, hakkında kitaplar yazılan tevhid ne demek? Eğer vahdet sağlamak için tevhid kitapları yazılarak Kur'an-ı Kerîm tefsir ediliyorsa, öyleyse niçin diğer tevhid kitapları Abdulvehhab'ın tevhid kitabı kadar İslam dünyasında gürültü ve kargaşa yaratmadı. Söylemek istediğim şu; İmam Gazali et-Tûsi, Kur'an şehidi Seyyid Kutup, Taberî, Ahmed bin Hanbel gibi birçok âlimin kaleme aldığı tevhid kitapları nedeniyle niçin tek bir Müslüman dahi öldürülmedi?
Hiç düşündünüz mü bunca âlimin tevhid kitapları için tek bir Müslüman'ın dahi kanı akmamışken, niçin Muhammed Abdulvahhab'ın tevhid kitabı için bir milyondan fazla Müslüman öldürüldü? Size soruyorum, binlerce Müslüman'ın öldürülmesine sebep olan bir kitap fitne kitabı değildir de nedir? Nasıl olur da bir tevhid kitabı Müslümanlar arasında fitneyi yaygınlaştırır? Niçin Abdulvahhab'ın kitabı dışında yazılan binlerce tevhid kitabı İslam dünyasında böylesine bir gürültü koparmadı? Ben Selefi kardeşlerimden, Müslümanlar arasındaki fitnenin sebebi olmamaları için bu sorunun cevabını vermelerini rica ediyorum.
12. mesele: İbn Teymiyye'nin Hz. Fatıma'yı (a.s) suçlaması
Daha önce kısaca bahsettiğimiz gibi, İbn Teymiyye ve Vehhabiler, açık ve gizli nasıbilik (Ehl-i Beyt düşmanlığı) arasındaki ince ayrımın farkında değiller. Çünkü onlar, Selefi olduğum günlerde benim de düştüğüm bir hataya düşerek, Hz. Muhammed'in Ailesini sevdiklerini düşünüyorlar. İşte gizli nasıbiliğin sorunu, kişinin aslında Ehl-i Beyt'e düşmanlık ettiğini bilmemesidir. Sana'daki İslam Enstitüsü ve Muhammed Suud Üniversitesi'nde eğitim gördüğüm günlerde, Muhammed Zahir Şah'ın kitaplarını ve İbn Teymiyye'nin "Minhac" eserini insanlara dağıtıyorduk. Biz farkında değildik, ancak bu kitaplar dolaylı yollardan gizli Ehl-i Beyt düşmanlığı içeriyordu. Zahir Şah'ın kitabında, Fatıma (s.a.a) ve çocukları İslam'ın "beşinci kolu" olmakla suçlanıyordu. İslam'ın beşinci kolunu münafıklar oluşturur.
Suudi Arabistan'da iken, aynı itikada sahip olduğumuz (Vehhabilik) bir grup arkadaşım ve Şeyh Hasan Hakimi'nin katılımı ile toplantılar düzenliyorduk. Bu toplantılarda hepimiz Hz. Fatıma'nın İslam'a karşı düşmanca bir cephe oluşturduğunu düşünüyorduk. Niçin? Çünkü biz, İslam'ın Ebubekir ve Ebubekir'in de İslam olduğuna inanıyorduk. Dolayısıyla İslam'a (Ebubekir'e) itiraz eden herkesi münafık sayıyorduk. Öte yandan, Hz. Fatıma'ya dair onlarca sayfalık faziletlerin varlığı bizim Ehl-i Beyt'e düşmanlık ettiğimizi anlamamızı da engelliyordu. Dünya kadınlarının efendisi Hz. Fatıma'nın etrafında birleşmenin ne demek olduğunu bilmiyorduk. Daha da ileri gidip, Fatıma'nın (a.s) münafık bir grup oluşturduğunu söylüyorduk.
İbn Teymiyye "Fatıma zahiddir, Ehl-i Kisa'dandır..." diyor ancak O'nu münafıklara benzetiyor ve diyor ki "Fatıma (a.s) Ebubekir'e gidip sadaka istedi ve (Allah'a sığınırım) bunu daha önce münafıklar yapıyordu. Resulullah (s.a.a) onları reddediyor ancak münafık olduklarını açıklamıyordu." Buna karşın Fas İmamı Sıddık el-Ğimari, İbn Teymiyye'nin bu ifadesinin Hz. Fatıma'yı küçümsemek için söylenmiş bir yalan ve iftira olduğunu vurgulayarak Fatıma'nın (a.s) münafıklık ile itham edildiğini açıklıyor. Bunu ben değil, İmam Ğimari söylüyor. Vehhabi kardeşlerimiz, Ğimari'nin İbn Teymiyye'ye karşı adaletsizlik ettiğini öne sürüyorlar.
Ben de buradan diyorum ki, hayır! Ben İbn Teymiyye'nin cemaatinde yer aldım ve o, Hz. Fatıma'nın Ebubekir'den sadaka istediğini söyleyerek (!) O'nu münafıklara benzetiyordu! Burada çok büyük bir problem var. Zahir Şah da aynı şekilde "Resulullah'tan (s.a.a) sonra Hz. Fatıma İslam'ın beşinci kolunu oluşturdu ve İslam'ı (Ebubekir) kalbinden bıçakladı" diyerek, Ebubekir'in yanında konum almadığı için Hz. Fatıma'yı İslam'a ihanetle suçluyor! Tüm bunlar ben ve benimle birlikte Muhammed Suud Üniversitesi'nde eğitim gören kardeşlerimin, Hz. Fatıma'ya (s.a.a) karşı yaptığımız haksızlıklarımızın sebebidir.
13. mesele: Cabir'i doğrularken Hz. Fatıma'yı (a.s) niçin yalanlıyorsun?
Bu bölümde, daha önce de bahsettiğim açık ve gizli nasıbiliği (Ehl-i Beyt düşmanlığı) biraz vurgulamak istiyorum. Nasıbilik bir aldatmadır, açıkça düşmanlıktır. İnsanı, Hz. Muhammed'in Ailesi hakkındaki yanlış düşünceleri doğru gibi algılamaya götürüyor. Fatıma'nın (a.s) hata ettiğine inandırıyor. Onlar Fatıma (a.s) için önce "selamullahi aleyha" diyor, ardından O'nu kötülüyor ve münafık olduğu (Allah'a sığınırım) yönünde iftiralar atıyorlar. İbn Teymiyye'nin yolunu takip ettiğim Vehhabilik günlerimde biri gelip bana Ehl-i Beyt düşmanı bir nasıbi olduğumu söyleseydi, onunla savaşırdım. Neden? Çünkü ben Fatıma'nın (a.s) dört faziletini kabul ettiğimde nasıbilikten çıktığımı zannediyordum. Ama ne yazık ki, Peygamber Efendimizin pak kızını yalancılıkla suçladığımın farkında bile değildim. Münafıklık ile suçlayan, yalancılık ile niçin suçlamasın? Bakın bu konu miras meselesi değildir. Bu, Hz. Fatıma'nın yalancılık ile suçlanması meselesidir.
Fatıma (a.s) Rasulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra Ebubekir'den hakkı olan Fedek payını istedi. Ebubekir ise, buna (Fedek'in babası tarafından Fatıma'ya bırakıldığına) şahit getirmesi gerektiğini söyledi. Bu ne demek? Hz. Fatıma, Rasulullah'ın (s.a.a) Fedek arazisini kendisine hibe ettiği ve verdiği yönünde şahit getirdi. Çünkü Fedek, savaş olmadan, at sürmeden ve yolculuk yapılmadan alınan bir araziydi. Bu sebeple arazi sadece Nebi'nin idi. Akraba ayeti nazil olduğu vakit, -“Ben sizden, peygamberlik görevime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak akrabalık sevgisidir" (Şura, 23)- Fedek Fatıma'ya verilmiştir. Buna önce Fatıma (a.s) şahitlik etti, ardından Hasan (a.s), Hüseyin (a.s) ve İmam Ali (a.s) şahitlik ettiler. Ancak hiç birinin şahitliği kabul edilmedi!
Çocukluk yıllarımda öğrendiğim bu olay, benim üzerimde büyük etki bırakmıştı. Ben Peygamber kızı Fatıma'yı (a.s) zihnimde haşa yalancı olarak tasvir ediyordum! Çünkü bu olaya bakılırsa O, yalan söylemişti! Dolayısıyla bu konu, bir toprak parçası meselesinden çok öte, Seyyide Fatıma'nın şahitliğinin kabul edilmeyerek yalancılıkla suçlanması meselesidir.
Çok gariptir ki biz Vehhabi üniversitelerinde başka bir konuyu da tam olarak şöyle öğrenmiştik: Cabir el-Ensari (r.a) aynı dönemde Ebubekir'e gelip, Rasulullah'ın (s.a.a) kendisine vaad ettiği bir takım şeyleri istedi. Ebubekir bunu tek bir şahit bile istemeden kabul etti. Öyleyse niçin Cabir'in sözüne güveniyor da Hz. Muhammed'in kızı Fatıma'yı (a.s) yalancılık ile suçluyorsun?
14. mesele: İbn Teymiyye'nin Âl-i Muhammed'e (s.a.a) düşman bir ailede doğması
Suudi Arabistan'daki İmam Muhammed İbn Suud Üniversitesi'nde eğitim gördüğümüz sırada, İbn Teymiyye'nin "Minhacü's-Sünne" kitabında dikkatimi çeken bir şey vardı. Kitapta Hz. Fatıma hakkında çok garip sözler kullanılıyordu. Örneğin, "kusurlu, ayıplı" kelimesi Hz. Fatıma (a.s) için çok kullanılırdı. Burada çok tehlikeli bir sorun var ki, o da bizim Vehhabi enstitülerinde aldatılmış olmamızdır. Biz Fatıma'nın (a.s) faziletler denizinde "kusurlarını" zikrediyorduk! Bu gizli nasıbiliktir ve bana kalırsa, gizli düşmanlık açık düşmanlıktan çok daha tehlikelidir. Çünkü Ehl-i Beyt'e açık şekilde düşmanlık edeni gördüğünde insana yanlış bilgileri tanımanın kapısı açılır. Ancak bir kişi Muhammed'in (s.a.a) Âl'ini sevdiğini düşünüyorken diğer yandan bu aileye iftiralar atabiliyorsa, gizli nasıbiliğe düşmüştür. Başka bir deyişle, Muhammed (s.a.a) Âl'ine karşı nasıbilik ve düşmanlık ediyordur.
Vehhabi olduğum günlerde, birçok Selefi kardeşimin Hz. Muhammed'in Ailesine düşmanlık ettiklerinin farkında bile olmadığını gördüm. Niçin bu düşmanlık fark edilemiyordu? Çünkü, İbn Teymiyye, "Minhac" kitabında ve diğer eserlerinde onlarca sayfa boyunca Hz. Fatıma'nın faziletlerinden bahsediyordu. Kitapta "Fatıma (s.a) dünya kadınlarının efendisidir, Kisa Ehli'ndendir (Âbâ Ehli), çok faziletlidir, cennetliktir" diyor, ardından haşa "ancak o çok hastalıklıydı" (kusurlu) diyordu. İşte bu gizli düşmanlıktır. Açık nasıbi olan kişi, Hz. Fatıma için lanet okur, insanlar da onun Ehl-i Beyt düşmanı olduğunu ve hata içinde olduğundu anlar, ondan uzaklaşırdı. Ancak İbn Teymiyye, "Seyyide Fatıma (r.a) cennet ehlidir, Rasulullah'ın (s.a.a) kızıdır, kisa ehlidir, dünya kadınlarının efendisidir, temizdir, faziletlidir, müminedir ancak o kusurludur" diyor ve sonra "kusurlarını" (!) saymaya başlıyor. Bu apaçık bir aldatmadır.
Biz Vehhabi iken, Fatıma'yı (a.s) sevmekte aşırı giden rafıziler ile Fatıma'ya (a.s) düşmanlık eden nasıbiler arasındaki doğru yerde olduğumuzu düşünüyorduk. Yani biz, bu iki aşırı konumun tam ortasında olduğumuzu zannediyorduk. Bu anlattıklarımı insanların etraflıca düşünmelerini diliyorum. İbn Teymiyye'nin eserlerini incelerken, Hz. Fatıma ile ilgi sadece faziletleri hakkında yazılanları göz önünde bulundurmasınlar. Çünkü bana kalırsa İbn Teymiyye bu konuda hata ettiğini kendisi dahi bilmiyorken okuyucularının bunu anlaması çok zordur. Bu bağlamda İmam Zehebi, İbn Teymiyye için, "O, kendisine Âl-i Muhammed'e (s.a.a) nefreti öğreten bir ailede doğdu" sözlerini kullanıyor. Bu sebeple İbn Teymiyye, Âl-i Muhammed'e (s.a.a) düşman bir atmosferde yaşıyordu. Ancak Ehl-i Beyt'e düşman olduğunu kendisi bile bilmiyordu.
15. mesele: Ehl-i Kisa'nın tanıklığı niçin kabul edilmedi?
Daha önce de vurguladığım gibi, açık ve gizli nasıbilik (Ehl-i Beyt düşmanlığı) sorunu Vehhabi toplumunun yaşadığı en büyük açmazlardan biridir. Selefilerin büyük çoğunluğu, Fatıma Zehra'ya (a.s) haksızlık ettiklerini anlamıyorlar. Ben de aynı şekilde bunun farkında değildim. Buradan tüm dünyadaki Selefi kardeşlerime, Cabir (r.a) ve Fatıma (a.s) hadiselerini iyi mukayese etmeleri çağrısında bulunuyorum. Cabir, Hz. Muhammed (s.a.a) dünyadan göç ettikten sonra geldi ve Ebubekir'e, "Rasulullah bana denizden dönersen sana şunları vaad ediyorum dedi" diyerek hakkını istedi. Cabir'in şahitliği yeterli görüldü ve başka şahit istenmedi. Öyleyse aynı mevzuda Hz. Muhammed'in temiz kızı niçin yalancılıkla suçlandı?
Biz Fatıma (a.s) kadın sahabelerdendir diyoruz. İmam Askalani'nin "el-İsabe" kitabında zikrettiği gibi, Fatıma Muhammed'in (s.a.a) ashabındandı. Yine Askalani'nin Buhari şerhinde, Cabir el-Ensari'nin şahitliğinin kabul edildiği, çünkü onun sahabe olduğu ve sahabelerin her birinin iki şahit kabul edildiği yazıyor. Bu sebeple ikinci şahide gerek kalmıyor. Ben Ehl-i Sünnet ve Selefi âlimlerine şunu söylemek istiyorum, eğer bir sahabenin şahitliği iki kişinin yerine geçiyorsa, öyleyse Fatıma'nın (a.s) şahitliği niçin kabul edilmedi? Niçin kendisine şahit getirmesi istendi? Ardından cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin şahit oldu, sonra Ümmü Eymen şahit oldu ancak hiçbiri kabul edilmedi. Bu, bizi düşünmeye davet etmiyor mu? Eğer siz Ebubekir'in Cabir el-Ensari'nin şehadetini kabul etmesinin, bir sahabenin iki sahabeye denk olduğunu gösterdiğini ve başka şahide ve yemine ihtiyaç duymadığını söylüyorsanız, öyleyse niçin Kisa Ehlinin şahitliği kabul edilmedi? Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin değeri bu kadar mıydı?
Çeviri: Merve Soydaş Gök