Ehl-i Beyt’i, makamlarını, mesuliyetlerini, kendilerine yüklenen rollerini tanıyıp öğrenmek isteyen aziz canlara Kur’an-ı Kerim’i anlamaları gerektiğini belirtiyorum. Kur’an-ı Kerim’i tanıyacak olurlarsa Ehl-i Beyt’i de tanırlar. Ehl-i Beyt’in (a.s.) "Kur’an-ı Kerim’in üçte biri veya dörtte biri bizim hakkımızdadır" şeklindeki buyruklarının da anlamını buradan yola çıkarak kavrayabiliyoruz. Bazıları onların isimlerinin Kur’an’da söz konusu edildiğini söylediğimizi zannediyor.
- Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla... Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. Haftalık programımızın yeni bir bölümünde sizlere "merhaba" diyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, diyorum.
Saygıdeğer efendim önceki programlarda Kur'an ile Itret-i Tahire'nin ayrılmazlığını ispat eden, hakkında ittifak bulunan sahih ve açık hadisler sundunuz. Bu programda Kur'an ile Itret-i Tahire ayrılmazlığının en önemli semerelerini öğrenmek istiyoruz.
- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahumme salli ala Muhammedin ve Âl-i Muhammedin ve accil feracehum.
Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktarılan Itret-i Mutahhara'nın derecelerini, makamlarını ve faziletlerini beyan eden bu mübarek nassın -Sekaleyn hadisi- O'ndan aktarılan diğer nassdan farklı ve ayırt edici özelliklere sahip olduğunu söylediğim zaman emin olunuz ki mübalağa etmiyorum. Zira bu kanaatimizin temelinde yer alan semereler, kerametler, faziletler ve dereceler gibi neticeler hadise dayanan bu nasslardan elde edilmektedir. Biliyorsunuz ki, nassın kaynağı Kur'an değil de hadis metni olduğunda şayet hadis senet, delalet ve içerik açısından mütevatir değilse senet ve içerik yönünden hadislerde bulunan bütün sıkıntılar burada da kendini gösterir.
Itret'in makamlarının, semerelerinin, faziletlerinin zikredildiği nass bazen de Kur'an nassının ibarelerinden elde edilir. Ancak Peygamber (s.a.a.), Kur'an nassından muradın kimler olduğunu açıklar. Bu da Sekaleyn hadisinde görülen önemli, başat ve son derece az karşılaştığımız bir durumdur.
Tümüyle açıklığa kavuşması için bu aslî noktayı izah etmem gerekiyor. Hadise bakınız. Hadis bize Itret'in Kur'an'dan ayrılmayacağını belirtmektedir. Yani nerede Kur'an varsa beraberinde Itret de bulunmaktadır. Biri diğerinden ayrılmaz. Mektebimizdeki sahih rivayetlerin ifadesiyle söyleyecek olursak, “Allah onları ayırmadığı gibi onlar da Kur'an'dan ayrılmazlar." Nerede Kur'an varsa orada onlar da bulunmaktadır. Çünkü hakkında "O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahiyden başka bir şey değildir" buyrulan Hz. Peygamber (s.a.a.), bize "Kur'an ve Itret asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır" buyurmaktadır. Bu ifade onların ayrılmayacaklarına delalet etmektedir. "Havuz başına varıncaya kadar" ifadesi bu ayrılmazlığın dünyada, Berzah'ta ve Haşr-i Ekber'de devam edeceğini göstermektedir. Öyleyse bu ayrılmazlık belirli bir zamana özgü değildir.
Genel olarak bu içerikten elde ettiğimiz netice şudur: Kur'an-ı Kerim'in sahip olduğu nitelik, imtiyaz ve rollerin tümüne Ehl-i Beyt-i Mutahhara da sahiptir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a.) "Onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır" buyurmaktadır.
Sekaleyn hadisinin delaletinin merkezinde bulunan hususa dikkat etmenizi istiyorum. Bizler bir Kur'anî vasfı ya da Kur'an'ın kendi kendisini nitelediği bir sıfatı ortaya koyduğumuzda bu vasıf Itret-i Mutahhara içinde geçerlidir. Yani Hz. Peygamber (s.a.a.) Sekaleyn hadisinde Itret'in niteliklerinin neler olduğunu söylemese de Kur'an-ı Kerim'i bize Itret'in vasıflarının neler olduğunu söylemektedir. Kur'an-ı Kerim'in kendisini nitelediği özellik ve niteliklerin tümüne Itret de sahiptir. Aksi halde, bu özelliklere Itret'in de sahip olmaması durumunda, aralarında bir ayrılık meydana gelebilecektir.
Değerli izleyiciler bakınız, Kur'an-ı Kerim kendisini birçok özelliklerle ve isimlerle nitelendirmektedir. Örneğin, Kur'an-ı Kerim kendisinin “furkan” ve “gönüllere şifa” olduğunu belirtmektedir. Kur'an kendisini "Ona önünden de ardından da batıl gelemez.", "Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir", "Bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik" şeklinde nitelendirmektedir. Böyle onlarca Kur'anî isim ve nitelik bulunmaktadır. Bu niteliklerin ve isimlerin bütünü Itret için de söz konusudur. Hakkında "O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahiyden başka bir şey değildir" buyrulan Hz. Peygamber (s.a.a.) bize "Havuz başında bana varıncaya kadar Kur'an ve Itret asla birbirlerinden ayrılamayacaklardır" buyurmaktadır.
- Birbirlerinin dengidirler.
- Elbette... "Seyyidim hangisi daha büyüktür?" şeklinde bir soru gelebilir. İnşallah Itret'in daha küçük olmasının anlamını ilerde açıklayacağız. "Itretin kendisi ve aslının mı yoksa Kur'an ile kıyaslandığında hadislerinin mi daha küçük olduğu anlamına gelmektedir?" şeklindeki sorulara ilerde cevap vereceğiz. Ancak önemli olan -mantık ilminde de kaziye-i mühmele yönüyle denildiği gibi- hadis tümel bir şekilde ayrılmazlığın gerçekleştiğini bize ispat ediyor. Eğer Itret bir nitelik hususunda Kur'an'dan ayrılacak olursa Hz. Peygamber'in (s.a.a.) buyruğu yanlış olmuş olur. Yani bizler Kur'an'ın sahip olduğu bir niteliği Itret-i Tahire'den olumsuzlayacak olursak Peygamber'i (s.a.a.) yalanlamış, sözüne ta'n etmiş oluruz.
Vurgulamak istediğim noktaya dikkat etmenizi istirham ediyorum. Itret için ortaya koymaya çalıştığımız bu nitelikler, roller, mesuliyetler ve makamlar sünnet ve hadis aralanarak ortaya konulmuş nitelikler değildir. Biz bu nitelikleri Kur'an'dan ortaya koymaya çalışıyoruz. Diğer hadislerde olmayıp da Sekaleyn hadisinde bulunan imtiyaz budur. Diğer hadisler Itret-i Tahire için bazı makamlar ortaya koysa da bunu hadisler kanalıyla ortaya koymaktadır. Ancak söz konusu ettiğimiz bu makamlar hadis kanalıyla değil Kur'an kanalıyla ortaya konuluyor. Aradaki fark nedir? Fark büyüktür. Çünkü nass hadis olduğunda senedinin ve metninin sağlamlığını, lafzen mi yoksa manen mi naklettiğini ortaya koymamız, rivayette bir eksiltme olup olmadığını öğrenmemiz, ravinin yanılıp yanılmadığını veya hadis rivayetinde bir karışıklığın meydana gelip gelmediğini belirlememiz gerekiyor. Bunlar hadis rivayetinde söz konusu olan onlarca problemin bir kısmıdır. Ancak Kur'an-ı Kerim senet, delalet, içerik ve anlayış bakımından bu müşkilattan beridir.
Önceki programlarda Sekaleyn hadisinin senet açısından onlarca ayırt edici özelliğe sahip olduğunu ortaya koymuştuk. Bizler Sekaleyn hadisinin bütün tabakalarında mütevatir olduğunu söylemiştik. İçerik incelemesine geçtiğimiz bu bölümlerde ise Sekaleyn hadisinin muhteva açısından da özel imtiyazlara sahip olduğunu görüyoruz. Bu imtiyazlar başka hadislerde söz konusu değildir. Itret-i Tahire hakkındaki tüm bu nitelikler rivayetler yoluyla değil, Kur'an-ı Kerim ile ortaya konulmuştur. Yani Kur'an kendi nefsini nasıl nitelendirmişse bunlar Itret için de geçerlidir.
- Seyyidim Kur'an-ı Kerim'in kendi kendisini nitelendirdiği özellikleri öğrenebilir miyiz?
- Elbette... Bu önemli bir noktadır. Konunun özü budur. Kur'an-ı Kerim'in kendisini nitelendirdiği özellikleri öğrenelim...
Özet de olsa bir mukaddime sunmak istiyorum. Kur'an-ı Kerim'i tanımanın en önemli vasıtalarından ve kanallarından biri bizzat Kur'an'ın kendisidir. Bu husus Kur'an'ın ayırt edici özelliklerindendir. Kur'an'ın özellikleri dehşetengizdir. Bu niteliklerden bazıları şunlardır: Kur'an nur, beyan ve tibyandır. Allah aşkına, bizler her şeyi bu maddî nur, şu aydınlatma aracı vasıtasıyla görüyoruz. O nuru bir başka bir şeyle mi yoksa kendisiyle mi görüyoruz? Bizzat kendisini görüyoruz. Yani arada başka bir vasıta yok. Bize bu nurun kendisini gösteren arada bir vasıta bulunmamaktadır. Biz o nurun kendisiyle onu görmekteyiz.
Daha açık bir örnek vereyim. Güneşe bakınız. Güneş doğduğunda ve parladığında insan güneşin meydana getirmiş olduğu aydınlık sayesinde her şeyi görebilir. Ancak biz güneşin kendisini başka bir nur ile değil kendisiyle görmekteyiz.
Kur'an-ı Kerim'i tanıyabilmek için bir kimsenin O'nu tanıtmasına ihtiyaç duymayız. Çünkü Kur'an zaten kendi kendisini tanıtıyor. Öyleyse Kur'an-ı Kerim'i tanıyabilmek için Kur'an'a müracaat etmemiz gerekmektedir. Sadece Kur'an-ı Kerim'i değil herhangi bir şeyi tanıyabilmemiz için de O'na müracaat etmemiz gerekmektedir. Kur'an-ı Kerim asıldır.
Bundan dolayıdır ki önceki programlarımızda Ehl-i Beyt İmamlarının "Sözlerimizi Rabbimizin Kitabına arz edin; eğer O'nda sözlerimizin doğruluğuna ilişkin bir veya iki şahid bulabilirseniz ya da onu destekleyen bir şey bulabilirseniz onu alın" buyurduklarını görmüştük.
Durum bu şekilde olduğuna göre dostumun sorusuna cevap vermeden önce önemli bir asla işaret etmek istiyorum.
İlk olarak; özellikler ve isimlendirmeler iki yönlüdür. Bazı özellikler ve isimlendirmeler aramızda yaygındır ve bilinmektedir. Örnek verelim. Senin bir çocuğun olduğunda ona “Cemil, Kerim, Rauf, Hamid, Mahmud” ve benzeri isimlerden birini verirsin. Soru; ancak bu ismin, isimlendirilen kimseyi olduğu gibi aktarma zorunluluğu var mıdır? Yani sen oğlunu “Kerim” veya “Cevad” olarak isimlendirdiğinde onun kerim (cömert) olması zorunlu mudur? Cevaben zorunlu olmadığını söyleyebiliriz. Sen onu “Kerim” olarak isimlendirdiğin halde o pekâlâ cimri olabilir. Onu “Cemil” diye adlandırmana rağmen güzel de olmayabilir.
Kendi aramızdaki isimlendirmeler ve nitelendirmelerde ismin müsemmaya uygun olma zorunluluğu bulunmamaktadır. Bazen isim ile müsemma (isimlenen) arasında oldukça büyük farklılıklar olabilir.
İkinci olarak; Allah-u Teâla Kur'an-ı Kerim'e bir isim verdiğinde bu ismin müsemmaya uymaması söz konusu olabilir mi? Hayır, asla! Bu imkânsız bir şeydir. Çünkü Allah-u Teâla "Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır?" buyuruyor. Durum bu şekilde olduğuna göre, Allah-u Teâla Kur'an'a bir nitelik verdiğinde bu nitelik O'na uygundur demektir bu. Yani vasıf ile mevsuf birbirine uygundur. Bu kitap bir isimle isimlendirildiğinde verilen isim müsemmayla da mevsufla da münasip demektir. Bu asla göre elimizden geldiğince Kuran-ı Kerim'i tanıyabilmek için yine O'na başvuracağız. Elimizden geldiğince, diyorum zira bu konuyu inceleyebilmek ve Kur'an'ın niteliklerini biraz olsun tanıyabilmek için yüz kadar ders yapmamız gerekir ki bu da gücümüzü aşar.
Ehl-i Beyt'i, makamlarını, mesuliyetlerini, kendilerine yüklenen rollerini tanıyıp öğrenmek isteyen aziz canlara Kur'an-ı Kerim'i anlamaları gerektiğini belirtiyorum. Kur'an-ı Kerim'i tanıyacak olurlarsa Ehl-i Beyt'i de tanırlar. Ehl-i Beyt'in (a.s.) "Kur'an-ı Kerim'in üçte biri veya dörtte biri bizim hakkımızdadır" şeklindeki buyruklarının da anlamını buradan yola çıkarak kavrayabiliyoruz. Bazıları onların isimlerinin Kur'an'da söz konusu edildiğini söylediğimizi zannediyor. Hayır, Kur'an'da onların nitelikleri, sözleri ve dereceleri geçmektedir. Ayrılmazlık kuralı gereği Kur'an'ın nitelikleri onların da niteliğidir.
Bundan dolayı en faziletli yol budur. Sağa sola gitmeyelim. Buna ihtiyacımız da yoktur. İlmî olarak meydan okuyorum. Bütün itikadımızı Sekaleyn hadisinden ispat edebilirim. Ehl-i Beyt Medresesi'nin İmam ve Itret hakkındaki bütün inançları Sekaleyn hadisinden elde edilmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim kendisini bize "Furkan" olarak tanıtmaktadır. Öyleyse Ehl-i Beyt de bu niteliği almakta. Kur'an-ı Kerim kendisini bize "Şifa" olarak tanıtıyor. Yani Ehl-i Beyt de bu niteliği haizdir. Kur'an-ı Kerim "Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir" buyurmaktadır. Hakiki hidayete ulaşmanın yegâne yolu Ehl-i Beyt'e sımsıkı sarılmak ve tutunmaktan, Ehl-i Beyt İmamlarına uymaktan ve onların öğretileriyle amel etmekten geçer.
Bundan dolayı inşallah bu ve gelecek programlarda Sekaleyn hadisini inceleyerek Ehl-i Beyt Medresesi'nin imamet hakkında inançlarının özetini ele almaya çalışacağız.
Doğrudan konuya geçelim.
İlk nitelik; bilindiği üzere Kur'an-ı Kerim'in meşhur ve maruf isimlerinden biri Furkan'dır. Kur'an kendisini bu şekilde isimlendirmektedir. Bu ismin hiç kimseye gizli olduğunu düşünemiyorum. Bizler Kur'an-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde en az iki yerde bu ismi görebilmekteyiz. Esasen Kur'an-ı Kerim'de “Furkan” adında bir sure bulunmaktadır. Bu da Kur'an'ı anlamanın en önemli anahtarlarından birinin O'nu "Furkan" olarak bilmekten geçtiğini ortaya koyuyor.
Aziz dostlar şunu bilsinler ki, Kur'an'ın her bir ismi ve niteliği Kitab-ı Aziz'in bir özelliğine işaret etmektedir. Kur'an "Nur" dediğinde bir hakikate, "Furkan" dediğinde de başka bir hakikate işaret eder.
Allah-u Teâla, "Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla. Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren, Allah, yüceler yücesidir", buyurmaktadır. "Onu Rûhu'l-Emîn (Cebrail) indirdi. Senin kalbine; uyarıcılardan olman için." Onun kalbine inen şey nedir? Onun kalbine inen, ismi bazen "Kur'an", bazen "Nur" ve kimi zaman da "Mizan" olan şeydir. Bu ilk yer.
İkinci yer; Allah-u Teâla Al-i İmran Suresinde şöyle buyurmaktadır: "O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti. Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan'ı indirmiştir."
Kur'an-ı Kerim kendisini "Furkan" olarak isimlendirmekte veya nitelendirmektedir. İsimlendirme ile nitelendirme arasındaki farkların neler olduğu ayrı bir konudur. Çünkü isimlendirmenin sahih olduğu yerde nitelendirme de sahih olur. Ancak nitelendirmenin sahih olduğu yerde isimlendirmenin sahih olması gibi zorunluluk bulunmamaktadır. İnşallah uygun bir zamanda bu konuyu da işleriz.
Bu mübarek "Furkan" isminden veya nitelendirmesinden kasıt nedir?
"Furkan"ın ne anlama geldiğini öğrenebilmek için Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt Medresesi âlimlerinin açıklamalarını özetlemeye çalışacağım.
İlk kaynağımız İmam Taberî'nin tefsiridir. O, bu ayetin tefsirinde şöyle der: "Hak ile batılın arasını ayıran Kur'an'ı indirdi."
Yani hak ile batılın arasını ayırt etmek isteyen kimse Kur'an'a tutunmalıdır. Eğer hak ile batılı ayırt etmek için Kur'an'a başvurmazsa iki olguyu birbirine karıştıracaktır. Bir şey batıl olduğu halde onun hak olduğunu düşünecek, hak olan bir şeyin de batıl olduğunu tasavvur edecektir.
İkinci kaynak İmam Beğavî'nin tefsiridir. O, Al-i İmran Suresinin 3. ayetinin tefsirinde şöyle der: Hak ve batılı birbirinden tefrik eden "Furkan"ı indirdi.
Üçüncü kaynak İbnü'l-Cevzî'nin Zadü'l-Mesir adlı tefsiridir. İbnü'l-Cevzî, Furkan Suresinin tefsirinde şöyle der: "'Furkan' Kur'an'dır. Kur'an'ın 'Furkan' olarak isimlendirilmesinin nedeni hak ile batılı birbirinden ayırt etmesidir."[i] Yani Kur'an, hak ile batılı birbirinden ayırt edebilmemiz noktasında bir ölçüttür.
Bütün bunlardan daha açık olan yorum ise İbn Teymiyye'nin el-Furkan beyne'l-Hakki ve'l-Batıl adlı eserinde geçmektedir. Onun konuyla ilgili açıklamaları daha detaylı ve yararlıdır. İbn Teymiyye bu eserinde şöyle der: "'Hak ve Batılı Ayırt Etme Noktasında Bir Fasıl (Başlık): Allah-u Teâla Kitab'ı ve Peygamberiyle bunu açıklamıştır. Allah-u Teâla'nın indirmiş olduğu Kitab'a ve göndermiş olduğu rasule daha çok tabi olan kimsenin furkan kabiliyeti de daha azametli olur."[ii] Yani Kitab'a daha çok tutunan kimse furkan bakımından daha çok ayırt edici kabiliyete sahip olur.
Azizlerim bizzat bu açıklamadan yararlanarak şöyle diyebiliriz. Itret'e daha çok tutunan kimse furkan bakımından daha çok ayırt edici kabiliyete sahip olur. Gerçi İbn Teymiyye, Peygamber (s.a.a.) diyor, ancak Peygamber'in (s.a.a.) hadislerine ulaşmanın kanalı Itret'tir.
Devamında şöyle diyor: “Kitab ve Rasul'e tabi olmakta daha uzak olan kimse furkan kabiliyetinden de o derece uzaktır ve hak ile batılı birbirine karıştırır. Rahman'ın kullarıyla şeytanın kullarını birbirine karıştırdığı gibi. Gerçek peygamber ile peygamberlik iddiasında bulunan kimseyi de birbirine karıştırır.”[iii]
Bu önemli bir husustur. Yani kim Kitab'a uymazsa hak ile batılı birbirine karıştırır. Kitab'ın dengi olan Itret'e uymayan kimse de hak ile batılı birbirine karıştırır. İmamet ve hilafet konusunda da aynı durum söz konusudur. Eğer Kur'an'ın dengine müracaat etmezse hak imam ile batıl imamı birbirine karıştırır. "Muaviye efendimiz ile Ali efendimiz" der! "Muaviye efendimiz Hz. Ali efendimize karşı çıkmıştır!" der. Zira elinde hak ölçüt bulunmamaktadır. Şayet elinde hak ölçüt olsaydı ve Allah Rasulü'nün (s.a.a.) "Allah'ım O'na dost olan dost, düşman olana düşman ol", şeklindeki buyruğunu ölçüt olarak alsaydı İmam Ali'ye (a.s.) karşı çıkan kimseyi Allah'ın düşmanı kabul ederdi. Böyle bir insanın "Efendimiz Muaviye" diye anılması hiç mümkün müdür? Nifağın başının efendilik makamına çıkması hiç mümkün mü? Muaviye'nin kendisi münafık olduğu gibi oğulları da münafıktır. Rasulullah'ın (s.a.a.) reyhanı Hz. İmam Hüseyin'in (a.s.) katili Yezid'in Mauviye'nin semerelerinden olması onun için yeterlidir.
"Öldüren o değildir" diyecek olursan ben derim ki; "Doğrudur o öldürmedi. Ancak Yezid için kılıçla Müslümanlardan biat alınması Medine'de yapılanlara ve Hz. İmam Hüseyin'in şehadetine neden oldu."
Devamında şöyle diyor: "Peygamberlerin ayetleriyle yalancıların şehadetlerini birbirine karıştırır. Öyle bir hal alır ki Halik ile mahlûku dahi birbirine karıştırır."[iv] Yani insan Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) açıklamış olduğu sırata uymazsa buralara varır.
İbn Kesir'in Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim'indeki ifadelerde de benzer şeyler geçmektedir.[v]
Allame es-Sadi'nin Teysirü'l-Kerimi'r-Rahman fi Tefsiri Kelami'l-Mennan adlı eserine bir bakalım. Furkan Suresinin tefsirinde şöyle der: "Yani nitelikleri kâmil ve muazzam, hayırları çok demektir. Hayırlarının ve nimetlerinin en büyüklerinden biri helal ve haramı, hidayet ve dalaleti, saadet ve şekavet ehlini birbirinden ayırt eden bu Furkan'ı indirmesidir."[vi]
Öyleyse Kur'an'a uyan kimse Sekaleyn hadisinin nassıyla sapıklıktan kurtulur, bedbahtlıktan uzaklaşır, saadet ve hidayet ehlinden olur.
Bir diğer örnek ise Allame Abdurrahman İbn Nasır el-Berrak'ın Şerhü'l-Akideti't-Tedmüriyye adlı eseridir. O, bu eserinde şöyle der: "Kur'an, Furkan, hüda, nur, tenzil, şifa vb isimlerin bütünü bir müsemmanın isimleridir ki bu da Kuran-ı Kerimdir."[vii]
Yani isimlendirilen şey tek, ancak isimler çeşitli ve farklıdır. Zira bu Kur'an'ın birçok büyük eserleri, neticeleri ve meyveleri bulunmaktadır.
Devamında şöyle diyor: "Bu isimlerden her birinin bir anlamı vardır. Kur'an, kitaptır. Yani yazılmış olan şey anlamına gelmektedir. Bir ismi Kur'an'dır ki toplama anlamına gelmektedir. Bir ismi Furkan'dır ki hak ile batılın arasını, Allah'ın velileri ile Allah düşmanlarının arasını birbirinden ayırt eder."[viii]
Kur'an Allah'ın velileri ile düşmanları arasını ayırt eder. Kur'an'a uymanın aynısı Itret için de geçerlidir. Itret de Allah'ın velileri ile düşmanları arasını ayırt eder.
Son olarak Salih b. Fevzan'ın Muhadaratün fi'l-Akideti ve'd-Davet adlı eserini zikredebiliriz. O, bu eserinde şöyle der: "Furkan hak ile batılın, hidayet ile dalaletin arasını ayırt eden şey anlamındadır. Kur'an farik ve furkandır ki ey Müslüman sana yarar veren şeyler ile sana zarar veren şeyleri birbirinden ayırt eder. Sana hayır şeyleri yerine getirmeni emreder, şerleri de yapmanı yasaklar. Dünya ve ahiretinde ihtiyaç duyduklarını sana gösterir. O, hak ile batılı birbirinden ayırt eden furkandır. Hidayet eden, yol gösteren ve sırat-ı müstakime ileten anlamında hâdîdir. O sana yolu aydınlatan nurdur. O, hasta veya ölü kalpleri dirilten ve şifa veren hayattır."[ix]
Bütün bu özellikler Itret için de geçerlidir. Kur'an'ın sahip olduğu bu özelliklere Itret de sahip olmazsa Kur'an ile Itret arasında ayrılık meydana gelir ki bu da "Onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır" şeklindeki Sekaleyn hadisinin nassına aykırıdır.
Bu aktarımları Ehl-i Sünnet âlimlerinden yaptık.
Ehl-i Beyt Medresesi'nin âlimlerinden de bu anlama işaret eden bir kanıt sunalım. Örneğin, Allame Tabatabaî'nin el-Mizan adlı eseri. O, Al-i İmran Suresinin 4. ayetinin tefsirinde şöyle der:
"Allah katında istenen ayırım hidayete erme anlamı ile ilintili olduğuna göre, burada kastedilen, inanç ve bilgiler bağlamında hak olanla batıl olanı birbirinden ayırma ve dünya hayatı boyunca kişinin sergilediği ameller bağlamında kulluk görevi kapsamına giren davranışlarla, bu kapsama girmeyen davranışları ayırt etmedir. Dolayısıyla, kullanılan kavramın anlamı, yüce Allah'ın vahiy yoluyla peygamberlerine indirdiği temel ve ayrıntı nitelikli bilgileri kapsar. İster bu vahiy kitapta açıklansın, ister kitapta olmayıp da peygamberler vasıtasıyla açıklansın."[x]
Öyleyse bütün aslî ve ferî ilimlerin öğrenilebilmesinin yolu Kur'an'a ve Kur'an ile birlikte olan Itret'e uymaktan geçer.
Bundan dolayıdır ki Seyyid Tabatabaî şöyle demektedir: "Yüce Allah 'furkan' kavramının ifade ettiği bu manayı, 'mizan' kelimesi ile de anlatmıştır. ‘Andolsun, biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab'ı ve mizanı indirdik.'"[xi]
Yani "furkan" sözcüğünün anlamını ifade etmek için bazen "mizan" kelimesi de kullanılır.
Azizlerim, bu konuyu tek bir cümleyle sonlandırmak istiyorum: Kur'an-ı Kerim'de sabit olan; taşıdığı derin, kuşatıcı ve kapsayıcı anlamları bulunan söz konusu bu nitelik -furkan- akide, ahlak, ameller ve benzeri düzlemlerde hak ile batılı birbirinden ayırt etmektedir. Kur'an fariktir ve furkandır. Durum bu şekilde olduğuna göre Sekaleyn hadisi gereği bu özellik Itret-i Tahire için de geçerli olur. Hem de bütün düzlemlerde. Rasulullah'ın (s.a.a.) Sekaleyn hadisinde buyurduğu üzere Kur'an'dan ayrılmayan ve Kur'an'ın kendilerinden ayrılmadığı Itret'in kelamında da furkan özelliği bulunmaktadır.
- Seyyidim işaret etmiş olduğunuz gibi Kur'an'ın sahip olduğu özelliklerden biri hak ve batılı birbirinden ayırt etmesi, bu anlamıyla furkan olmasıdır. Itret ise Kur'an'dan ayrılmamaktadır. Acaba Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hadislerinde Itret'in hak ve batılı ayırt eden bir ölçü olduğuna delalet eden hususlar var mıdır?
- Birileri şöyle diyebilir: Seyyidim bu senin görüş ve algılayışındır. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Itret'i mizan ve furkan mesabesinde değerlendirdiğini kim söylemektedir?
Bizler Sekaleyn hadisinden bu anlamı çıkarabiliyoruz. Bizler Kur'an-ı Kerim'in kendi kendisini “Furkan” olarak nitelendirdiğini ve bu niteliğe Itret'in de sahip olduğunu belirtmiştik. Bunun dışında, "Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hadislerinde Itret'in de mizan olduğuna delalet eden, onların da hak ve batılı, hidayet ve dalaleti, iman ile nifakı birbirinden ayırt eden furkan olduğunu gösteren kanıtlar söz konusu mudur?" denilebilir.
Vakit darlığından dolayı Hz. Peygamber'in (s.a.a.) ancak bazı hadislerine işaret edeceğiz. Devamını ise gelecek haftaya bırakacağız.
Itret-i Tahire'nin mizan ve hak ile batılı birbirinden ayırt eden furkan olduğuna dair Peygamber'den çeşitli nasslar aktarılmıştır.
İlk nass; Hz. Peygamber'in Gadir-i Hum'da "Allah'ım ona dost olana dost; düşman olana düşman ol" buyruğu. Buna göre kim Hz. Ali'yi dost edinirse hak ve hidayet ehlinden, kim de Ali'ye (a.s.) düşmanlık beslerse dalalet ve batıl ehlinden olur. Bu hadis şu anlama gelmektedir: Hz. Ali ile dostluk veya Ali'ye (a.s.) düşmanlık hak ve batıl ehlini tanıyabilmenin ölçütü ve mizanıdır. İşte furkan ve mizan budur. Bu nitelik Ali b. Ebu Talib dışında başka hiç kimse için geçerli değildir.
Kimileri şöyle diyebilir: "Seyyidim, Buharî'de bir rivayet mevcuttur." Ne var ki, biz kanıt olarak kullanılacak hadisin sahih, sarih ve hakkında icma edilen bir hadis olması gerektiğini defalarca tekrarladık. Bu hadis sahih olduğu gibi sarihtir ve Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Şia üzerinde icma etmişlerdir. İmamet ve hilafet meselesini şimdi devre dışı bırakıyoruz. Bu hadisin o konulara delalet edip etmediği şu anda konumuzun dışındadır. Hz. Peygamber (s.a.a.) bize bir ölçüt vermek üzere şöyle buyurdu: Kim Ali'yi (a.s.) dost edinecek olursa hak ehlindendir. Kim Hz. Ali'ye düşmanlık edecek olursa batıl ve dalalet ehlindendir.
"Hadis nerede geçiyor?" diyecek olursan sadece bir kaynağa işaret edeceğim. "Rasulullah (s.a.a) şöyle devam eder: ‘Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır... Allah'ım onu veli kabul edenin velisi ol, ona düşmanlık yapana da düşman ol..."[xii]' Hadis oldukça uzun. Hadisin sonunda Allame Arnavut şu notu düşmüş: Hadisin isnadı sahihtir, rivayet eden raviler sika olup Şeyheyn'in ricâlidirler.
İkinci kaynak Allame Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eseridir. Albani şöyle demektedir: "Bu rivayet Buharî ve Müslim'in şartına göre sahihtir. Ben derim ki Zehebî bu hadis hakkında yargısını belirtmeyip susmuştur. Keşke hadisin isnat zincirinde Habib olmamış olsaydı. Zira o müdellis bir ravidir. Ancak bu rivayette yalnız başına kalmış değildir."[xiii]
Yani şunu demeye çalışıyor. Eğer hadisi sadece Habib rivayet etmiş olsaydı bu hadis kabul edilmezdi. Ama mütabaatlarla desteklendiğinden dolayı hadiste herhangi bir sorun bulunmamaktadır.
Hz. Ali (a.s.) hakkında aktarılan ilk hadis onun mevla oluşu hakkındadır. Mevla olmayı ister itaat anlamında ister muhabbet anlamında ele alalım konumuz açısından fark etmiyor. Şimdilik mevla olmaktan neyin kast edildiği konusunu incelemiyoruz. Öyleyse hak ve batıl arasındaki ölçüt muvalat (mevla olmak) ve muadattır (düşmanlık).
İkinci nass en önemli nasslardandır. Bu hadisi etraflıca ele almıştık. Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Ümmî olan Peygamber'in (s.a.a.) benim hakkımdaki sözü şöyledir: ‘Seni ancak mümin sever sana da ancak münafık buğzeder.'" Öyleyse iman ile nifak arasındaki ölçüt Hz. Ali sevgisi ve Ali'ye duyulan hınçtır. İşte furkan budur. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber (s.a.a.) bütünüyle Kur'anî mizanı tatbik etmektedir. Kur'an kendisini hak ile batılı, iman ile nifakı, hidayet ile dalaleti ayırt eden furkan olarak nitelendirirken Hz. Peygamber (s.a.a.) Ali'yi (a.s.) hak ile batılı, iman ile nifakı, hidayet ile dalaleti ayırt eden furkan olarak nitelendirmektedir.
Ali (a.s.) Kur'an iledir, Kur'an da Ali (a.s.) iledir.
Ali (a.s.) şunları buyurdu: “Taneyi yaran ve insanı yaratan Allah-u Teâla'ya yemin ederim ki, müminden başkasının sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğz etmemesi ümmî olan Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bana kesin bir ahdidir.”[xiv]
- O cennet ve cehenneme girenleri taksim eden kimsedir.
- Tam isabet! Hak ve batıl, hidayet ve dalaleti birbirinden ayırt eden neticelerden biri de zaten budur. Haşr-i Ekber'de, cennet ve cehennemlikleri taksim ederken bunun neticesi görülecektir. Hz. Peygamber (s.a.a.) "Onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır" buyurmaktadır. Sizin belirttiğiniz husus ise ahiret ile bağlantılıdır. Yani Ali (a.s.) kendisini dost edinen kimseyi cennete, düşman edinen kimseyi ise cehenneme iletecektir.
- Suudi Arabistan'dan Muhammed kardeş hatta.
Muhammed: Kur'an'ın sahip olduğu özelliklere ve niteliklere Itret'in de sahip olduğuna dair karineyi soracaktım...
- Karinenin en kuvvetlisi, en üstünü ve açığı Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) "len yefterıka / asla ayrılmayacaklardır" buyruğudur. Lügate başvurduğumuzda "len" sözcüğünün ya olumsuzluk ifade ettiğini -ki nahivciler arasında meşhur görüş budur- ya da ebedî olumsuzluk anlamına geldiğini -Zemahşerî'nin görüşüdür- görmekteyiz. Öyleyse nass bize bu iki olgunun asla birbirlerinden ayrılmayacaklarını göstermektedir. "Şu kitap diğerinden asla ayrılmayacaktır" dediğinde şu kitapta bulunan herhangi bir özellik diğerinde olmaz ise ayrılma gerçekleşmiş demektir. Hz. Peygamber'in "len yefterıka / asla ayrılmayacaklardır" buyruğunun doğru olabilmesi için ilkinin sahip olduğu tüm özelliklere ikincisinin de haiz olması gerekmektedir. İlkinde on özellik ikincisinde ise bundan daha az özellik bulunursa bu ikisi birbirinden ayrılmışlar demektir. Arap dil ve gramerini bilen hiçbir kimsenin bunu ispat etmek için bundan daha açık bir şeye ihtiyaç duyacağını düşünemiyorum.
- Kuveyt'ten Sami kardeşimiz hatta, buyrun.
Sami: Selamun aleykum. Sorum Hz. Peygamber (s.a.a.) "Onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır" buyruğu çerçevesindedir. On İkinci İmamın Gaybet döneminde kendisinden istifade edeceğimiz kimseyi nasıl tanıyacağız?
- Sekaleyn hadisinin semereleri ve vermek istediği mesajlardan biri -ki bu konu ilerde gelecektir- yeryüzünün hüccetten yoksun kalmayacağı ve yeryüzünde Fatıma (a.s.) soyundan birisinin muhakkak bulunacağıdır. Ehl-i Beyt Okulu'nun inandığı Mehdi-i Muntazar'ın varlığı da bu Sekaleyn hadisinden çıkan sonuçlardan biridir. Diğerleri, "Mehdi-i Muntazar Hz. Fatıma'nın (s.a.) soyundan değildir" derken, biz "Kimdir öyleyse?" diyoruz. Çünkü Sekaleyn hadisi bize Kur'anî vasıfları tanıyan bir kimsenin bilfiil mevcudiyetinin gerekliliğini söylemektedir. Bize böyle bir şahsı gösteriniz öyleyse. Eğer "Henüz doğmadı" diyorsanız bu Sekaleyn hadisine aykırıdır -ki bu konuyu ilerdeki derslerde ele alacağız-. Eğer "Doğmuştur fakat biz tanımıyoruz" diyorsanız işte gaybet de budur zaten. Biz de doğduğunu ancak kime tatbik edeceğimizi bilemediğimizi söylemekteyiz. İşte Sekaleyn hadisinin en önemli mesajlarından biri Ehl-i Beyt İmamlarının on ikincisinin varlığının ispatıdır.
- Seyyidim Allah mükâfatınızı versin. Çok teşekkür ederiz. Değerli izleyicilerimiz programımıza katkılarınızdan dolayı sizlere de teşekkür ediyoruz. Bir sonraki programda görüşmek üzere sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.
[i] Ebu Abdurrahman bin Ebi'l Hasan olan İbnü'l Cevzî, Zadü'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, c. 6, s. 71, el-Mektebü'l-İslamî.
[ii] İbn Teymiyye, el-Furkan beyne'l-Hakkı ve'l-Batıl, s. 168, Tahkik Abdurrahman İbn Salih el-Mahmud, Talik: Dr. Hamed İbn Ahmed el-Aslanî, Merkezü İbn Teymiyye.
[iii] Age, agy.
[iv] Age, agy.
[v] İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, c. 2, s. 309.
[vi] Allame Abdurrahman İbn Nasır es-Sa'di, Teysirü'l-Kerimi'r-Rahman fi Tefsiri Kelami'l-Mennan, s. 672, Abdullah İbn Abdülaziz el-Ukayl ve Muhammed İbn Salih el-Useymin'in takdimiyle.
[vii] Allame Abdurrahman İbn Nasır el-Berrak, Şerhü'l-Akideti't-Tedmüriyye, s. 341, Haz. Abdurrahman İbn Salih es-Südeys, Darü't-Tedmüriyye.
[viii] Age, agy.
[ix] Dr. Salih İbn Fevzan İbn Abdullah el-Fevzan, Muhaderatün fi'l-Akideti ve'd-Davet, c. 2, s. 279, Darü'l-Asime, 1. Basım, 1428, Suudi Arabistan.
[x] Allame Seyyid Muhammed Hüseyin Tabatabaî, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c. 15, s. 102, Müessesetü'l-Âlemî yayınları, Beyrut.
[xi] Age, agy.
[xii] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 32, s. 56, Hadis No: 19302, Tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale.
[xiii] Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve Şey' min Fıkhıha ve Fevaidiha, c. 4 s. 330, 1750. hadisin zeyli.
[xiv] Müslim İbn el-Haccac el-Kuşeyri en-Nişaburi, Sahihü Müslim, c. 1, s. 101, Tahkik: Şeyh Müslim İbn Mahmud Osman es-Selefi el-Eserî.
Çeviri: Cevher Caduk