-HAK TEÂLÂ'NIN (C.C.),HABİBİ VE RESULÜ MUHAMMED'E (S.A.A.) TAVSİYE VE ÖĞÜTLERİ
1- "Ya Muhammed, ümmetinden "Lâilâheillellahu, vahdehu vahdeh" (yani tek, eşsiz ve bir olan Allah'tan başka bir ilah yoktur) diyene ne mutlu."
Resulullah (s.a.a) miraç gecesinde "Ey Rabb'im, senin nez-dinde mü'min kimse nasıl bir duruma (makama) sahiptir?" diye sordu. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
2- "Ya Muhammed, velilerimden (dostlarımdan) birini küçümseyip hakir düşüren kimse, hakikatte bana karşı savaşa kalkışmıştır; ben evliyamın yardımına koşmada her husustan daha süratliyim. Mü'min kullarımdan bazısını ancak zenginlik ıslah eder; (bunun için de hiç esirgemeden ona ihsanda bulunurum.
Çünkü) onun durumunu değiş-tirip de fakirliğe sürüklersem helak olur. Ve bazılarını ise fakirlikten başka bir şey ıslah etmez; bu halinden çıkarıp da zengin edersem helak olur. Kullarımı bana yakın-laştıran şeyler içerisinde farizalar kadar bana daha sevimli olan bir şey yoktur; bana (farizaların dışında) nafilelerle de yaklaşılır;
nafilelerle kulum bana o derece yaklaşır ki ben onu severim. Onu sevdikten sonra da artık onun işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili ve tutan eli ben olurum. Beni çağırdığında icabet eder, benden bir istekte bulun-duğunda bağışta bulunurum."
Uzun bir hadisin zımnında Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Rabb'im bana minnet ederek şöyle buyurdu:
3- "Ya Muhammed, Allah'ın rahmeti sana olsun; ben her ümmete o ümmetin diliyle konuşan peygamber gön-derdim. Ama seni yaratıklarımdan siyah, (beyaz), kızıl de-rili herkes için gönderdim.
Hiçbir kimseye (düşmanlarının kalbine) korku düşürerek yardımda bulunmadığım halde sana böylesine bir yardımda bulundum. Senden önce kim-seye helal olmayan ganimeti sana helal kıldım. Arşın hazinelerinden olan Fâtiha suresiyle Bakara suresinin ("Amenerresulü" diye başlayan) son (iki) ayetini de ancak sana ve ümmetine verdim.
Sen ve ümmetin için bütün yer-yüzünü mescit (secde etme yeri), pâk ve temizleyici olarak karar kıldım. Sana ve ümmetine Tekbir'i ("Allah-u Ekber" zikrini) verdim. Ve de senin zikrini kendi zikrimle beraber kıldım; onun için ümmetinden beni zikredip hatırlayan herkes, seni de benimle birlikte zikredip hatırlar. Öyleyse ne mutlu sana ey Muhammed!"
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teâlâ benden faziletli ve kıymetli birini yaratmamıştır... Miraca gittiğimde "Ey Muhammed!" diye çağrıldım. "Lebbeyke ya Rab, emrindeyim; kutlu ve ulusun sen" diye cevap verdim. Tekrar şöyle nida geldi:
4- "Ya Muhammed, sen benim kulum, ben de senin Rabb'inim; öyleyse yalnız bana ibadet (kulluk) et ve bana itimat ve tevekkül eyle. Sen kullarım arasında benim nu-rum, yaratıklarıma gönderdiğim elçim ve onlara hücce-timsin. Cennetimi sadece sen ve sana uyanlar için, cehen-nemimi ise sana muhalefet edenler için yarattım."
Resul-i Ekrem'den (s.a.a) -uzun bir hadiste- şöyle rivayet edilmiştir:
ya"Bir gün Cebrâil'in eşliğinde yeryüzüne asla ayak basma-n ve yanında yeryüzü hazinelerinin anahtarları bulunan bir melek inerek bana şöyle hitapta bulundu:
5- "Ya Muhammed, Rabb'in sana selam söylüyor ve buyuruyor ki: "Bunlar yeryüzü hazinelerinin anahtarları-dır; istersen kul peygamber ol, istersen padişah peygam-ber." Cebrâil bana işaret ederek tevazu göstermemi istedi. Ben de o meleke "Kul peygamber olmak istiyorum; kul pey-gamber olmak istiyorum" dedim."
6- "Ya Muhammed, ben yeryüzünü alimsiz (imamsız, hüccetsiz) olarak bırakmam; taatım ve hidayet yolum onun vasıtasıyla tanınır ve bir peygamberin vefatıyla di-ğerinin meb'us olma süresi içerisinde halka kurtuluş vesi-lesi de o olur.
Böylece hüccetim, bana doğru davetçi, yoluma hidayetçi ve işime arif olan birini yeryüzünde bırakmadan halkı saptırması için şeytanı tekbaşına salıver-mem. Gerçekten mutsuzlara hüccet olması ve mutluları onun vasıtasıyla hidayet etmem için her kavime hidayetçi birinin olmasını gerekli kılmışım."
7- "Ya Muhammed, nübüvvetin sona ermiş ve günlerin bitmiştir; yanında bulunan ilmi, imanı, İsmi Ekber'i (İsm-i A'zam'ı), ilmin mirasını ve nübüvvet ilminin eserlerini Ehl-i Beyt'inden olan Ali ibn-i Ebi Talib'e teslim et.
Ben ilmi, imanı, İsm-i Ekber'i, ilmin mirasını ve nübüvvet ilminin eserlerini, seninle baban Adem arasında bulunan peygam-berlerin hanedanından kaldırmadığım gibi, senin soyundan gelen Ehl-i Beyt'inden de hiç bir zaman almayacağım."
8- "Ya Muhammed, ben seni ve Ali'yi bedensiz bir nur -ruh- olarak yeryüzünü, gökleri, denizi ve Arş'ımı yarat-madan önce yarattım. Sen o zaman içerisinde sürekli "Lâ ilâhe illellah" derdin, beni ulular, ve tazim ederdin.
Sonra ikinizin ruhunu bir araya getirerek tek ruh kıldım ki bun-dan sonra artık o ruh "Lâ ilâhe illellah" söyler, beni tenzih ve takdis ederdi. Daha sonra o ruhu ikiye ve ikiyi de dörde böldüm; onların biri Muhammed, biri Ali, diğer ikisi ise Hasan ve Hüseyin'dir."
9- "Ya Muhammed, sen bir şey olmadan (kendinden bir varlığın yok iken), ben seni varettim ve benden sana keramet olsun diye sana kendi ruhumdan üfledim. Böylece senin itaatini bütün mahlukatıma farz kıldım; sana itaat eden bana itaat etmiş ve sana karşı gelen bana karşı gelmiş olur. Ve bunu (yani itaatin gerekliliğini) Ali ve Ali'nin soyundan kendime has kıldığım şahıslar için de farz kılmışım."
10- "Ya Muhammed, kim benim velimi (dostumu) aşağılarsa, bana karşı savaşa kalkışmıştır; bana karşı savaş açanla ben de savaşırım." "Kim bu senin velin" de-dim, "ya Rabb! Sana karşı savaşa kalkışan kimseyle benim de savaşacağımı biliyorsun." Allah-u Teâlâ buyurdu ki: "O, senin, vasinin ve sizin zürriyetinizin velayetinin (kabulü için) kendisinden ahd aldığım kimsedir."
11- "Ya Muhammed, sen benim kulum, ben de senin Rabb'inim; öyleyse sadece benim karşımda eğil, ve bana tevazu göster; yalnız bana ibadet ve tevekkül et. Ben seni kul, habib, resul ve nebî olarak, kardeşin Ali'yi de halife ve (ilme) kapı olarak kabul ettim. O (Ali), kullarıma benim hüccetim ve mahlukatıma imamdır. Onunla dostlarım düşmanlarımdan tanınır.
Şeytan hizbi de benim hizbimden onun vasıtasıyla ayırt edilir. Onunla benim dinim doğru-lur; hükümlerim icrâ edilir ve koyduğum hudutlar koru-nur. Seninle (ya Muhammed,) ve O (Ali) ve neslinden olan imamların hürmetine kadın-erkek bütün kullarıma merha-met ederim.
Sizden olan (Mehdi'yi) Kâim vasıtasıyla tes-bih (Sübhanellah), tehlil (Lâilâheillellah), takdis, tekbir ve temcid (senâ) ile, yeryüzünü bayındırlaştırırım. Onun ile yeryüzünü düşmanlarımdan temizleyerek, kendi dostla-rıma miras bırakırım. Onunla kâfir olanların sözünü alçal-tıp kendi sözümü yüceltirim.
Kullarımı ve beldelerimi onunla diriltir ve meşiyetim gereği defineleri ve birikinti-leri onun vesilesiyle ortaya çıkartır, irademle ona bütün sırları ve gizlilikleri açarım. Emrimi icrâ ve dinimi ilan etmesinde ona destek olsunlar diye meleklerim vesilesiyle ona yardımda bulunurum. İşte O (Mehdi'yi Kâim) Benim gerçek velim ve kullarımı sadakatla hidayet edendir."
12- "Ya Muhammed, istediğin kadar yaşa; bilahere öleceksin. İstediğin kimseyi sev; ancak (şunu bil ki) muhakkak ondan ayrılacaksın. Ve istediğin işi yap; ancak (bil ki) ona göre karşılık alacaksın. Bil ki mü'minin şerefi, geceleri (namaz ve ibadete) durmasında, izzeti ise halka muhtaç olmamaya çalışmasındadır."
13- "Ya Muhammed, daima güzel huylu ol. Zira kötü huy, dünya ve ahiret hayrını yok eder."
14- "Ya Muhammed, kim benim hadlerimden birini tatil ederse, bana düşmanlık yapmış ve böylece bana karşı çıkmaya kalkışmıştır."
15- "Ya Muhammed, ümmetinden Allah yolunda cihad eden kimse için, gökten kendisine isabet eden (yağmur) damlası ve çektiği baş ağrısı bile kıyamet günü şehadet sayılacaktır."
16- "Ya Muhammed... kız babalarına söyle ki: "Kız evlatlarınız hususunda darılmayın; ben onları yarattığım gibi rızıklandıracağım da."
Emir'ül Mü'minin Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) miraç gecesi Yüce Rabb'ine şöyle sordu: "Ya Rabbi, amellerin hangisi daha faziletlidir?" Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Benim indimde bana tevekkül etmekten ve böldüğüme razı olmaktan daha faziletli bir şey yoktur."
17- "Ya Muhammed, benim (rızam) yolunda birbirlerini sevenler, Benim yolumda birbirine acıyıp şefkat gösterenler, Benim yolumda dostça birbiriyle ilişki kuranlar ve Ban'a güvenip tevekkül edenler Benim muhabbetimi hakketmişlerdir. Muhabbetimin ise bir alamet ve nişanesi yoktur. Onlar için alametlerden birini kaldırdığımda diğer birini bırakırım.
Onlar mahlukata benim onlara baktığım gözle bakar, hacetlerini halka sunmazlar (ihtiyaçlarının giderilmesini ancak Allah'tan diler, O'na yalvarırlar). Karınları helal mal yediklerinden hafiftir; dünyadaki nimet ve saadetleri ise benim zikrim, sevgim ve onlardan razı oluşumdur."
18- "Ya Ahmed, izzetim ve celâlime andolsun, benim için dört hasleti garantileyen kulumu, kesinlikle cennete götürürüm: Dilini koruyup kendisini ilgilendirmeyen şeylere açmaması, kalbini vesveseden koruması, (her an) ondan haberdar olduğumu ve onu gözetlediğimi, daima aklında tutması ve açlığı kendisine göz nuru edinmesi."
19- "Ya Ahmed, keşke açlığın, susmağın, yalnızlığın ve bunların bıraktığı mirasların lezzetini tadsaydın!"
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, açlığın mirası nedir?" diye sordu. Allah-u Teâlâ cevapta şöyle buyurdu:
"Hikmet, kalbi korumak, bana yakınlaşmak, daimi hü-zün, hak söz, halk arasında geçimi hafif olmak ve geçiminin zor veya kolay olmasından endişeye düşmemektir."
20- "Ya Ahmed, kulun hangi vakitte bana yakınlaş-tığını biliyor musun?"
Resulullah (s.a.a) "Hayır ya Rabbi," deyice Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Aç olduğunda veya secdeye kapandığında."
21- "Ya Ahmed, namaz kıldığı zaman kimin karşısında durduğunu ve kime doğru (dua amacıyla) elini kaldırdığını bildiği halde uyuklayan, sebze veya başka bir şeyden de olsa günlük yiyeceği olduğu halde yarınını düşünen ve benim ondan razı olup olmadığımı bilmediği halde gülen şu üç (kısım) kulun hali ne gariptir."
22- "Ya Ahmed, cennette (kerpiçleri) arasında boşluk, birbirine de bitişik olmayan bütünü inciden yapılmış bir saray vardır. Benim seçkin (kullarım) orada olacaklar. Her gün yetmiş defa onlara bakar ve konuşurum. Baktığım her defada onların makam ve mertebesini yetmiş kat artırırım. Cennet ehli yemek ve içmekten lezzet aldıklarında, onlar benim zikrim, konuşmam ve sözümden de lezzet alırlar."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi, "bunların alameti nedir?" Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Onlar dünyada mahbusturlar (yani Allah yolunda zor şartlar ve sıkıntı içerisinde yaşarlar); dillerini sözün ve karınlarını yemeğin fazlasından hapsederler."
23- "Ya Ahmed, Allah için olan sevgi fakirleri sevmek ve onlara yaklaşmaktır."
Resulullah (s.a.a) "Bu fakirler kimlerdir ya Rabbi," dediğinde, Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Onlar aza razı olan, açlığa sabreden, zorluğa şükre-den, açlık ve susuzluktan şikayetçi olmayan, dilleriyle yalan konuşmayan, Rabb'lerine karşı hoşnutsuzluk göstermeyen, kaybettikleri şeye kederlenmeyen ve (Allah'ın) verdiğine sevinip övünmeyen kimselerdir."
24- "Ya Ahmed, benim muhabbetim fakirler içindir; fakirleri kendine yaklaştır ve senin yakınında oturmalarını sağla ki ben de seni kendime yakınlaştırayım. Zenginleri de kendinden uzaklaştır ve senden uzak oturmalarını sağla. Şüphesiz fakirler benim dostlarımdır."
25- "Ya Ahmed, elbisenin yumaşağını, yemeğin lezzetlisini ve yatağın yumuşak olanını kendine süs edinme (bunlardan fazla yararlanma). Zira nefs her şerrin barınağı ve her kötülüğe arkadaştır; sen onu Allah'ın itaatine o ise seni Allah'ın masiyetine sevkeder. Sana Allah'a itaat etmede muhalefet, Allah'ın hoşlanmadığını yapmada ise itaat eder.
Doyduğunda azar; acıktığında şikayetçi olur. Fakirleştiğinde gazaplanır, zenginleştiğinde kibirlenir. Büyüdüğünde (beni) unutur, (belalardan) güvencede olduğunda da gaflete dalır. O (nefs) Şeytan'ın dostudur. Nefs, çok yiyen ve üzerine yük bırakıldığında uçamayan deve kuşuna ve rengi güzel fakat tadı acı olan defne (veya zakkum) ağacına benzer."
26- "Ya Ahmed, dünya ve onun ehline buğzet, ahiret ve onun ehlini de sev."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, kim" dedi "bu dünya ehliyle ahiret ehli?" Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"Dünya ehli, yemesi, gülmesi, uykusu ve gazabı çok, rızası ise az olan kimsedir. Birine kötülük yaptığında özür dilemez, özür dileyenlerin de mazeretini kabul etmez. İta-atte tembel, masiyet zamanı ise cesurdur. Arzusu uzun, ölümü yakındır. Kendisini hesaba çekmez, (halka) yararı az olur ve çok konuşur.
Allah'tan korkusu az olur, yemek zamanında ise çok sevinir. İşte dünya ehli zorluklarda bana şükretmez, belalarda sabretmezler. Halkın çok olan şeylerini küçük-az sayarlar, yapmadıkları şeylerle ken-dilerini överler. Kendilerine ait olmayan bir takım şeylerle iddiada bulunur, arzu ettikleri şeyleri dile getirirler. Ve de onlar halkın kötülüklerini söyler, iyiliklerini gizlerler."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi, "dünya ehlinde bun-dan başka kusurlar da var mı?" Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
27- "Ya Ahmed, dünya ehlinin kusuru çoktur; cahillik ve ahmaklığı onlarda bulursun. Onlar ilim aldıkları kimse-lere karşı tevazu göstermezler. Kendilerini akıllı sanırlar ama âriflerin yanında ahmak işte onlardır."
28- "Ya Ahmed, hayır ve ahiret ehlinin (şa'nına gelince), onların yüzü ince ve hafif olur, (Allah'a karşı) hayâları çok, ahmaklıkları ise az olur. Faydaları çok, hile-leri azdır.
Halk onların elinden rahatlıktadırlar ama onlar halkın elinden bir çok zorluğa katlanmaktadırlar. Sözleri ölçü üzeredir. Kendilerini hesaba çeker, nefislerini zahme-te düşürürler. Gözleri uyusa da kalpleri uyumaz. Gözleri ağlar, kalpleri zikreder. Halk gafillerden yazıldıklarında onlar zâkirlerden (zikredenlerden) yazılırlar. Nimetin ba-şında hamd, sonunda ise şükrederler. Duaları Allah'ın indinde yücelir, sözleri işitilir. Melekler onlarla övünürler.
Onların duası (nuranî) hicapların altında dönüp dolaşır. Anne evladını sevdiği gibi Rabb'leri de onların sözünü duymayı çok sever. Bir an bile bir şey onları Allah'tan alı-koymaz. Yemeğin, sözün ve elbisenin fazlasına ilgi göster-mezler. Halk onların gözünde ölüdür ancak Allah'ı Hayy (sağ, diri), Kayyum (koruyan, tutan, gözetleyen) ve Kerim bilirler. Onlara yüz çevirenleri lütuf ile çağırırlar, onlara yönelenlere ise bir çok ihsan ve iyilikte bulunurlar.
Artık dünya ve ahiret, onların yanında eşit bir duruma gelmiştir. Halk bir defa ölür ama onların her biri nefisleriyle cihad ettiklerinden, havâ-heveslerine ve damarlarında dolaşan Şeytan'a muhalefet ettiklerinden, her gün yetmiş defa ölür-ler. Bir rüzgar estiğinde onları şiddetle ırgalar sarsar; ama benim huzurumda durduklarında sanki birbirlerine kenet-lenmiş bir bina gibidirler. Onların kalbini hiçbir yaratığa meşgul olmuş şekilde görmem.
Kendi izzet ve celâlime andolsun ki, ruhları bedenle-rinden çıktığında onları güzel ve pâk bir hayatla diriltirim; ölüm meleğini onlara musallat kılmam; onların ruhunu ancak kendim alırım; göğün bütün kapılarını onların ruhu için açarım; kendimle onun arasında bulunan hicapları kaldırırım; cennetlere süslenmelerini, hurilere bezenmeleri-ni, meleklere dua etmelerini, ağaçlara meyva vermelerini ve cennet meyvalarına eğilmelerini emrederim.
Sonra Arş'ın altında bulunan rüzgarlardan birine kâfur ve keskin kokulu miskten olan dağları taşımalarını, onların da ateş-siz yakıt olmalarını ve o kulumun huzuruna varmalarını emrederim. Benimle onun ruhu arasında hiçbir perde kal-maz. Ruhunu aldığımda ona "Merhabalar olsun sana, hoş geldin." derim, "İzzetli, müjdelenmiş, rahmet ve rızvana erişmiş olarak yücel.
" Onlar için, içinde tükenmez nimet bulunan cennetler vardır. Onlar cennetlerde ebedi olarak kalıcıdırlar. Muhakkak ki, en büyük mükafat Allah katın-da olandır. Keşke meleklerin onun ruhunu nasıl birinin alıp diğerine verdiğini görseydin."
29- "Ya Ahmed, ahiret ehli Rabb'lerini tanıdıklarından beri yemek onlara lezzet vermemiş, hatalarını tanıdıkların-dan beri hiç bir müsibet onları kendine meşgul etmemiştir. Hatalarına ağlar, (hayır işleri yapmak için) kendilerini zahmete düşürürler ve nefislerine dinlenme fırsatı vermez-ler.
Cennet ehlinin gerçek rahatlığı ölümdedir; âbidlerin dinlenme yeri ancak ahirettir. Yanaklarına dökülen göz-yaşlarıyla üns kurar; sağlarında ve sollarında bulunan meleklerle oturup, durarlar ve Arşın üstünde olan Celil Allah ile de raz-u niyaz ederler. Gerçekten ahiret ehlinin kalplerinin içinde şu yara yerleşmiştir ki: "Ne zaman fenâ evinden kurtulup bekâ evine kavuşmakla rahatlayacağız."
30- "Ya Ahmed, zahitlerin yüzü gündüzleri oruç tut-mak ve geceleri (ibadetle geçirme) yorgunluğundan sara-rır, dilleri ise Allah'ın zikrinden başka bir şeye açılmaz. Sürekli havâ ve heveslerine karşı çıkmaları sinelerinde yeralan gönüllerini ezik duruma getirir. Çok sustukların-dan kendi nefislerini zayıflatırlar ve Allah'ın itaati yolunda durmadan çaba gösterirler.
Bunları yapmalarına sebep ise cehennem ateşinin korkusu veya cennetin iştiyakı değildir; onlar göklerin ve yerin melekûtuna baktıklarında ancak Allah-u Teâlâ'nın ibadet ehli olduğunu bilirler (diye ibadete kapanırlar); sanki melekûtun üzerinde olanı görü-yorlar!"
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi "bu makamdan benim ümmetimden birine de verir misin?" Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
31- "Ya Ahmed, bu, peygamberlerin, senin ve diğer peygamberlerin ümmetinden olan doğrularla çeşitli şehid gruplarının mertebesidir."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, benim ümmetimin zahitleri mi, yoksa Beni İsrâil'in zahitleri daha çoktur?" diye sordu-ğunda, Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Beni İsrâil zahitleri senin ümmetinden olan zahitlere nazaran, beyaz inekte bulunan bir siyah tüye benzer!.."
Resulullah (s.a.a) "Nasıl böyle olabilir ya Rabbi, halbuki Beni İsrâil'in sayısı benim ümmetimin sayısından kat-kat çok-tur?!..." dediğinde, Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"Çünkü onlar inandıktan sonra kuşkulanıp, ikrar ettik-ten sonra da inkar ettiler."
Resulullah (s.a.a) devamında şöyle buyuruyor: "İşte bura-da ben Allah'ıma zahitlerden dolayı çok hamd-u senâ ve şükürde bulundum ve onlar hakkında şöyle dua ettim:
"Allah'ım, onları koru ve onlara esirge, acı onlara; onlar için razı olduğun dinlerini koru. Allah'ım, onları mü'minlere verdiğin hiç bir şüphe ve sapma kabul etmeyen imanla rızık-landır. Onlara öyle bir takva ver ki, dünyaya rağbetleri kal-masın; öyle bir korku ver ki, gafletleri kalmasın. Onları öyle bir ilimle rızıklandır ki, cehalet ve bilgisizlikleri kalmasın. Onlara öyle bir akıl ver ki, ahmaklıkları kalmasın. Onları kendine öyle yakınlaştır ki, uzaklık kalmasın.
Onlara öyle bir huşu ver ki, kasavet (taş yüreklilik) kalmasın; öyle bir hakkı hatırlama ver ki, unutmaları olmasın; öyle bir yücelik ver ki, aşağılığı olmasın;öyle bir sabır ver ki, dayanıksızlıkları olma-sın; öyle bir hilim ve ağırbaşlılık ver ki, acelecilikleri kalma-sın. Kalplerini kendinden utanmakla doldur ki, her zaman senden utansınlar. Dünyanın ve kendi nefislerinin âfetlerini ve şeytanın vesveselerini görebilmeleri için onlara basiret ver. Gerçekten sen benim kalbimde olanı bilirsin ve sensin görül-meyenleri (gaybi) bilen."
Resulullah'ın (s.a.a) duası bittikten sonra Allah-u Teâlâ ona hitab ederek şöyle buyurdu:
32- "Ya Ahmed, günahlardan çekin; çünkü günahlar-dan çekinmek dinin başı, ortası ve sonudur. Şüphesiz insa-nı Allah'a ancak günahtan çekinmek yakınlaştırır."
33- "Ya Ahmed, günahtan çekinmek kadının zinet eşyalarının arasındaki küpeye ve yiyecekler arasındaki ekmeğe benzer. Takva, imanın başı ve dinin direğidir. Takva aynen gemiye benzer; nasıl ki denizde fakat gemide bulunanlar kurtulur, hakeza zahitler ancak takva ile kur-tulurlar."
34- "Ya Ahmed, beni tanıyıp, karşımda huşu eden kim-seye ben de huşu ederim."
35- "Ya Ahmed, günahtan çekinmek kulun üzerine ibadet kapılarını açar; onunla halkın yanında aziz olur ve Allah-u Teâlâ'ya ulaşır."
36- "Ya Ahmed, devamlı sükut üzere ol. Zira kalplerin en mamuru salihlerle susanların kalbidir. Kalplerin en ku-rağı ise kendilerini ilgilendirmeyen boş sözleri konuşan-ların kalbidir."
37- "Ya Ahmed, ibadet on kısımdır; onun dokuzu he-lal malı kazanmaktır. Yemek ve içmeğini (haramdan) te-miz tutarsan ben seni korur, kendi himayem altına alırım."
Resulullah (s.a.a) dedi ki, "Ya Rabbi, ibadetin evveli ne-dir?" Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"İbadetin evveli susmak ve oruç tutmaktır."
Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, oruçtan ne gibi sonuçlar alı-nır?" diye sorduğunda, Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"Oruçtan hikmet meydana gelir, hikmet de marifeti, marifet de yakini doğurur. Yakin mertebesine ulaşan kim-se ise yaşantısının zorluk veya kolaylık üzere olmasından asla endişe etmez. Ölümü yaklaştığında başı ucunda
melekler dururlar... İşte onun ruhu meleklerin arasından göz kırpmaktan daha süratli bir şekilde uçup Allah'a yücelir. Öyle bir yere varır ki, artık onunla Allah'ın arasında hiç bir perde kalmaz ve Allah-u Teâlâ ise ona iştiyak duyar.
O kulun ruhu Arş'da bulunan bir pınarda oturur. Ona "Dünyayı nasıl terkettin?" diye sorulduğunda şöyle der: "Ey Allah'ım, izzet ve celâline andolsun ki, benim dünya hakkında hiç bir bilgim olmadı; beni yarattığından beri hep senin korkun içerisindeydim." Allah-u Teâlâ "Doğru konuştun ey kulum, sen yalnız be-deninle dünyada idin; ama ruhun benimleydi.
Senin açık ve gizli her şeyinden ben heberdarım; iste benden, bağışta bulunayım sana; dilediğini bildir, ikram edeğim sana. Bu benim cennetimdir; onda uç ve burası benim komşulu-ğumu edeceğin yerdir; oraya da yerleş." diye buyurur. Ruh da şöyle der: "Ey Allah'ım, kendini bana tanıttın; ben de senin marifetinle bütün yaratıklardan müstağni oldum.
Kendi izzet ve celâline andolsun ki, senin rızan, doğran-mamda ve halkın öldüğü ölümlerin en zor ölümüyle yetmiş defa ölmemde olursa yine de senin rızanı tercih veririm. Allah'ım, nasıl kendimi beyenebilirim, halbuki sen beni aziz kılmasaydın zelil olurdum; bana yardım etmeseydin mağlub düşerdim; beni kuvvetli kılmasaydın güçsüz olurdum; kendi zikrinle beni diriltmeseydin bir ölüydüm ve günahlarımın üzerine örttüğün perde olmasaydı, ilk yap-tığım masiyette rezil ve rüsvay olurdum.
Ey Allah'ım, senin rızanı nasıl istemeyebilirim? Halbuki aklımı kemale erdirmenle seni tanıdım. Hakeza hakkı batıldan, emri nehiyden ve nuru da zülmetten ayırt ettim." Allah-u Teâlâ ise ona şöyle buyurur:
"Kendi izzetim ve celâlime andolsun ki, hiçbir zaman
seninle kendim arasında bir perde bırakmıyacağım. İşte dostlarımı ben böyle mükafatlandırırım."
38- "Ya Ahmed, hangi yaşayışın daha lezzetli ve hangi hayatın daha kalıcı olduğunu biliyor musun?"
Resulullah (s.a.a) "Hayır" deyince Allah-u Teâlâ şöyle bu-yurdu:
"Lezzetli yaşayış öyle bir yaşayıştır ki ona sahip olan kimse, benim zikrimden bıkmaz yorulmaz; nimetimi unut-maz, hakkıma cahil olmaz (yani ona farz olan hakkım ne ise yerine getirir) ve gece-gündüz benim rızamı elde etmeğe çalışır. Bâki (ebedî) hayata gelince, ona sahip olan kimse nefsine öyle bir muamelede bulunur ki, artık dünya onun nazarında hakir olur, gözünde küçülür; ahiret ise onun nazarında büyür.
Benim isteğimi kendi isteğinden önde tutar; benim rızamı diler, azametime yakışır şekilde bana tazim eder ve ondan habersiz olmadığımı asla unutmaz. Gece-gündüz, karşılaştığı her kötülük ve masi-yette beni hatırlar; benden korkar. Kalbini benim hoşlan-madığım şeylerden arındırır; Şeytan ve vesveselerinden ise nefret eder. Kalbine Şeytan'ın musallat olmasına ve yol bulmasına izin vermez.
İşte böyle yaptığında kalbine kendi sevgimi yerleştirir ve kalbini kendime has kılarım; onun ferağat, meşguliyet, derdini ve konuşmasını mahlukatım-dan beni seven kullara verdiğim nimetler türünden kılarım. Kalbiyle duyması ve benim yücelik ve celâlimi görmesi için cangözünü ve kulağını açarım. Dünyayı ona daraltır; onda bulunan bütün lezzetleri ona nefret ettiririm. Ko-yununu tehlikeli otlaklardan uzaklaştıran çoban gibi, ben de onu dünyadan ve onda bulunan her şeyden kaçındırır, uzaklaştırırım. Böyle olduğunda halktan kaçar, fenâ evin-den bekâ evine, Şeytanî evden Rahmanî eve yönelir."
39- "Ya Ahmed, gerçekten de ben o kulumu azamet ve heybetle zinetlendiririm. İşte lezzetli yaşayış ve bâki hayat budur ve bu ise (Allah'tan) razı olanların makamıdır.
Her kim benim rızam yolunda hareket ederse, ona üç hasleti vermeği lazım kılırım: Ona cehlin karışamayacağı şükür, unutkanlığın giremeyeceği zikir (hatırlama) veririm ve ona öyle bir sevgiyi tattırırım ki, mahlukatın sevgisini benim sevgimden öne geçirmez.
Kulum beni sevdiğinde ben de onu severim, cangözünü celâlime doğru açarım, has mahlukatımı (kullarımı) ondan saklamam; mahluk-larla haşır-naşır olmaktan ve onlarla konuşmaktan kopma-sı için gece karanlıklarında ve gündüz aydınlığında onunla münacat ederim; kendimin ve meleklerimin kelamını (sözünü) ona işittiririm; halktan gizlediğim sırrımı ona âşi-kar ederim, bütün halkın ondan utanması için ona hayâ (utanma) libasını giydiririm ve yeryüzünde bağışlanmış olarak yürür.
Kalbini geniş ve basiretli kılırım. Ona cennet ve cehennemden hiç bir şeyi gizlemem. Kıyamet günü halkın karşılaşacağı dehşet ve korkuları, alimlerle cahilleri ve fakirlerle zenginleri ne ile hesaba çekeceğimi ona bu dünyada gösteririm. Onu kabrinde uyutur, Nekir ile Mün-ker'i, onu sorguya çekmeleri için yanına gönderirim.
Ölüm sarsıntısını (sarhoşluğunu), kabir karanlığını ve kıyamet korkusunu görmez. Kıyamet günü ölçüsünü diker, kitabını açarım. Daha sonra amel defterini sağ eline veririm, onu önüne açılmış bir halde okur. Ve kendimle onun arasında bir tercüman da bırakmıyacağım. İşte bu muhiblerin (sevenlerin) alamet ve sıfatıdır."
40- "Ya Ahmed, hüznünü tek hüzün, dilini tek dil, cismini (bedenini) de diri kıl ki benden gafil olmayasın. Zİra benden gafil olan kimsenin hangi vâdide helak olmasını önemsemem."
41- "Ya Ahmed, aklını yitirmeden önce kullan. Zira aklını kullanan kimse ne hataya düşer, ne de azar."
42- "Ya Ahmed, seni diğer peygamberlere neden üstün kıldığımı biliyor musun?"
Resulullah (s.a.a) "Hayır" dedi. Allah-u Teâlâ da şöyle buyurdu:
"Sende olan yakin, güzel ahlak, cömertlik ve halka olan rahmetinle. Yeryüzünün direkleri de ancak bu sıfatlarla yeryüzüne direk olma makamına erişmişler."
43- "Ya Ahmed, karnı aç olan ve dilini koruyan kula hikmeti öğretirim. Bu hikmet, kâfir olan kula hüccet ve vebal, mü'mine ise nur, burhan (delil), şifa ve rahmet olur; onunla bilmediğini bilir, görmediğini de görür. Ona ilk olarak başkasının ayıplarından alıkalması için kendi ayıp-larını ve Şeytan'ın onu vesvese etmemesi için ilmin dakik noktalarını gösteririm."
44- "Ya Ahmed, oruç tutmak ve susmak kadar bana sevimli olan bir ibadet yoktur. Oruç tutup da dilini koru-mayan kimse, namaz için kıyam edip kırâatini (Fâtiha suresini) okumayan kimseye benzer; ona kıyamın kar-şılığını verir, âbidlerin sevabını vermem."
45- "Ya Ahmed, kulun ne zaman âbid olduğunu biliyor musun?"
"Resulullah (s.a.a) "Hayır", dedi, "ya Rabbi,". Allah-u Teâ-lâ buyurdu ki:
"Onda şu yedi haslet birarada olursa (âbidlerden sayılır): Haramlardan alıkoyacak takva, faydasına olma-yan ve onu ilgilendirmeyen sözlerin önünü alacak sükut, günden güne ağlamasını çoğaltacak (ilahî) korku, yal-nızlıkta onu benden utandıracak hayâ, zaruret miktarınca yemek, dünyayı benim sevmediğim için sevmemek ve seçkinleri benim sevdiğim için sevmek."
46- "Ya Ahmed, her "Allah'ı seviyorum." diyen kim-senin, beni sevdiğini zannetme; beni gerçeğiyle seven ancak günlük yiyeceğine kanaat eden, sâde elbise giyen..., kıyamını uzatan, bana güvenen (tevekkül eden), çok ağlayan, az gülen, hevâ ve hevesine tabi olmayan, mescidi kendisine ev, ilmi yoldaş, zühdü hemdem, alimleri dost edinen ve fakirlerle birlikte olan, benim rızamı elde etmeye çalışan, günahkarlardan var gücüyle kaçan, benim zik-rimle meşgul olan, daima
"Sübhanellah" demeyi çoğaltan, va'dinde sadık olan, ahdine vefa eden, kalbi temiz olan, namazda yüreği arınmış olan, farzlar hususunda çaba gösterip zahmete düşen, benim indimdeki sevaba rağbet gösteren, azabımdan korkan, benim dostlarımla oturup duran ve onlara yakın olan kimsedir."
47- "Ya Ahmed, bir kul gök ve yer ehlinin kıldığı na-maz ve tuttuğu oruç kadar, namaz kılıp oruç tutsa, melek-ler gibi yemeği terketse ve yoksullar gibi elbise giyinse ama kalbinde zerre kadar dünya sevgisi veya dünya makamına, refahına ve süsüne muhabbeti olduğunu görür-sem, onu evimde oturtmam ve muhabbetimi onun kalbin-den kazar çıkartırım.
Senin üzerine benim selam ve rahmetim olsun. Gerçekten bütün hamdler, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."
NOT: Bu bölümdeki hadislerin hepsi Seyyid Hasan Hüseyni'nin derlediği "Kelimetullah" kitabından nakledilmiştir
2- HZ. EMİR-ÜLMÜ'MİNİN ALİ'NİN (A.S) KUMEYL B. ZİYAD EN-NAHAİ'YE (R.A) TAVSİYE VE ÖĞÜTLERİ
Kumeyl b. Ziyâd en-Nahaî şöyle naklediyor: Emir-ül Mü'minin Ali (a.s) elimden tutarak beni Kufe'nin kena-rında yeralan mezarlığa doğru götürdüler. Şehrin dışarısı-na varınca bir âh çekerek şöyle buyurdular:
1- "Ya Kumeyl, bu gönüller kaplardır, en iyi kap için-dekini en iyi koruyan ve zarfiyeti geniş olandır. Benim şu sözümü asla unutma. İnsanlar üç kısımdır:
Rabbâni âlim, kurtuluş yolu üzere (kurtuluş yolunu bulmak için) ilim taleb eden kişiler ve geri kalan, (üçüncü grup ise) her sesin peşine takılan, her yele kapılıp giden ahmak ve düşük kimselerdir. Onlar ne yollarını bulmaları için ilim ışığıyla aydınlanmışlardır, ne de kendilerini kurtarabilecekleri gü-venilir bir desteğe dayanmışlardır."
2- "Ya Kumeyl, ilim maldan hayırlıdır; ilim seni korur, malı ise sen korursun. Mal, vermekle azalır, ilim öğret-mekle çoğalır. İlim hâkimdir, mal mahkum. (İlimle mal hakkında karar verilir.)"
3- "Ya Ziyâd oğlu Kumeyl, âlime sevgi beslemek uyulması gereken ve mükafatı gerektiren bir esastır. İnsan hayatta ilimle (Allah'a) itâat mertebesini kazanır; ölü-münden sonra da iyilikle, hayırla. Oysa ki malın menfaatı, malın yok olmasıyla elden çıkar. Malları hazinelerde biriktirenler, hayatta iken bile ölüdürler (gerçek hayattan mahrumdurlar); âlimler ise, âlem var oldukça bâkidirler. Cisimleri kaybolup gitse de eserleri yüreklerde mevcuttur.
(Sonra göğüslerine işaretle şöyle devam ettiler:) Burada çok derin ve geniş bir bilgi vardır; fakat bunu taşıya-bilecek ehil kimseleri bulamıyorum. Bulunanlar ise sözü çabuk alan ama güvenilmeyen, dini dünya isteğine âlet eden, Allah'ın delil ve burhanlarıyla Allah'ın dostlarına karşı üstünlük davasına girişen, Allah'ın nimetleriyle O'na isyana kalkışan kimselerdir. Yahut gerçeğe sahip olanlara boyun eğen, fakat hakkın inceliklerine basireti olmayan, kendine yönelen ilk şüpheyle tereddüte düşerek kalbinde şek yerleşen kimsedir bulduğum. Oysa ne bu (ilim öğren-meye layıktır) ne de o.
Veya dünya lezzetine sarılan, şehvete uymaya yatkın, yahut da mal, mülk toplamaya düşkün olan şahısları buluyorum ki bunlardan hiç biri dini koruyabilecek basiret ve yakin sahibi kişiler değillerdir; bunlar daha çok otlayan hayvanlara benzemektedir. Böy-lece ilim, ilim ehlinin ölümüyle ölüp gider. Fakat yeryüzü, Allah için delil ve hüccetiyle kaim (ayakta) bulunan biri-sinden boş kalmaz; ama meydanda olur, bilinir, yahut Allah'ın apaçık delillerinin bâtıl olmaması ve kitabını riva-yet edecek (halka açıklayacak) kimselerin yok olmaması için korkar, gizlenir.
Nerdedir onlar? Sayıları azdır onla-rın; ama değerleri pek büyüktür. Allah, onlar gibi başka birilerine teslim edinceye, kendi benzerlerinin gönüllerine verinceye dek delillerini onlarla korur. İlim onları iman gerçeklerine vardırmış, yakin ruhunu yakından idrâk et-mişlerdir. Dünyaperest insanların zor ve ağır gördüğü (açlık, ibâdet, cihad vb.) şeyleri kolay karşılarlar; cahil-lerin kaçındıkları, hor gördükleri şeyler hoş görünür on-lara; canları, ruhları melekut alemine bağlı olan beden-lerle dünyada yaşarlar.
Ya Kumeyl, işte onlardır Allah'ın yaratıkları arasındaki eminleri (güvenilir kulları), yeryüzündeki halifeleri ve beldelerindeki ışıkları. Bunlardır (halkı) dinine çağıranlar. Ah, ne de özlerim onları görmeyi! Allah'tan kendim ve senin için mağfiret dilerim." (1)
4- "Ya Kumeyl, her gün Allah'ın ismini zikret; "LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAH" söyle; Allah'a tevekkül et (sığın). Bizi hatırla; ismimizi anarak bize selavât getir ve bunu kendin ve korumasına özen gösterdiğin şeyler için tekrarla; o günün şerrinden emânda olursun inşâallah."
5- "Ya Kumeyl, Yüce Allah, Resulullah'a (s.a.a.) edep öğretti (terbiye etti onu); Resulullah (s.a.a) da bana. Ben de mü'minleri terbiye edeceğim ve (İslam) adabını değerli insanlara öğretip onlara mirâs olarak bırakacağım."
6- "Ya Kumeyl, her ilmi açan benim; bütün sırları (keşfedip) sona vardıran Kâim (Hz. Mehdi )(a.s)'dir."
7- "Ya Kumeyl, (Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyti) hep birbirinden olan (ve aynı kökten türeyen) bir soydur. Allah duyan ve bilendir." (Bu cümle Kur'an'dan iktibastır. Al-i İmran/34)
8- "Ya Kumeyl, ilim ve adabı ancak bizden alırsan, bizden sayılırsın."
9- "Ya Kumeyl, yapacağın her harekette, marifete (bilgi ve şuura) muhtaçsın."
10- "Ya Kumeyl, yemek yediğinde, ismiyle hiç bir hastalığın zarar veremiyeceği ve bütün dertlere şifa olan Allah'ın ismiyle başla."
11- "Ya Kumeyl, yemeğini başkalarıyla ye ve cimrilik yapma, sen kimseye rızık vermezsin (her kesin rızkını Allah verir); oysa Allah bunun karşılığında sana bol mü-kafat verir. Sofra başında hoş davran; sofra arkadaşını sevindir; hizmetçini suçlama."
12- "Ya Kumeyl, yemek yerken (sofrada oturmanı) uzun sürdür ki arkadaşın da doysun, başkaları da rızkını alsın."
13- "Ya Kumeyl, yemekten sonra, verdiği rızık karşı-sında Allah'a hamdet, sesli bir şekilde şükret ki başkaları da aynısını yapsın; o zaman daha çok sevap alırsın."
14- "Ya Kumeyl, mideni tamâmen yemekle doldurma, su ve havâya da yer bırak; henüz iştahlıyken el çek ki yemeğin lezzetini alasın. Vücudun sağlığı, az yiyip, az iç-mededir elbette."
15- "Ya Kumeyl, ancak zekat veren, mü'minlere kar-deşce davranan ve sılay-ı rahim yapan kimselerin malında bereket olur."
16- "Ya Kumeyl, mü'min akrabalarına, diğer mü'min-lerden daha çok pay ayır; onlara daha çok rauf ve şefkatli davran ve yoksullara sadaka ver."
17- "Ya Kumeyl, sana el açan kimseyi, eli boş çe-virme, sadece bir üzüm ve hurma tanesi verebilecek durumda olsan bile. Muhakkak sadaka, Allah katında bü-yür."
18- "Ya Kumeyl, mü'minin en güzel süsü, tevâzü (al-çak gönüllülük)dür; güzelliği iffetidir; şerefi, dini araştırıp anlaması ve izzeti, boş konuşmaları ve dedikoduları terket-mesidir."
19- "Ya Kumeyl, halkın her sınıfında bir grup diğe-rinden daha üstün olur; sakın düşük seviyeli olanlarıyla tartışma; bana yönelik yakışmaz bir söz söyleseler bile tahammül et ve Allah'ın: "...Cahiller onlara söz söyleyince selam olsun diye cevap verirler."(2) diye vasıflandırdığı kimselerden ol."
20- "Ya Kumeyl, bütün hallerde hakkı söyle. Takvalı insanlarla dost ol; fâsıkları terket; münafıklardan uzak dur ve hâin insanlarla arkadaş olma."
21- "Ya Kumeyl, ilişki kurmak veya alış-veriş yapmak için zalimlerin kapısını çalma. Sakın onlara tazim etme. Toplantılarında Allah'ın gazabına uğramaya vesile olacak şekilde hazır bulunma. Eğer mecburiyet gereği yanlarında bulunursan, sürekli Allah'ı zikret; O'na tevekkül eyle; şerlerinden Allah'a sığın. Başını aşağı sal.
Kalbinle, yaptıklarını inkar et. Allah'ı onların duyacağı kadar sesli bir şekilde tazim et. Böylece Allah da seni teyid eder onların şerrinden korur."
22- "Ya Kumeyl, Allah'a ve O'nun dostlarının (vela-yetine) ikrardan sonra kulların en iyi taatı, iffetli, tahammüllü ve sabırlı olmalarıdır."
23- "Ya Kumeyl, maddî sıkıntını açığa vurma; izzet-i nefsini koruyup, gizli tutarak Allah için sabret."
24- "Ya Kumeyl, kardeşine sırrını açmanın mah-zuru yoktur; fakat kardeşin kimdir (biliyor musun)? Seni zorluklarda yalnız bırakmayan, boynuna diyet yahut kan parası geldiğinde kendini kenara çekmeyen, (muh-taç olduğunda) ağız açmadan ihtiyacını gideren, seni durumunu izhar etmeye mecbur edecek derecede kendi haline bırakmayan (sürekli durumundan haber alan) kimsedir. Eğer seni hak yoldan ayırmak istiyorsa, ıslahına çalış."
25- "Ya Kumeyl, mü'min mü'minin aynasıdır; ihti-yacını gidermek ve durumunu güzelleştirmek için ona dikkatle bak."
26- "Ya Kumeyl, mü'minler kardeştirler, kardeş hiç bir şeyi kardeşine tercih etmez."
27- "Ya Kumeyl, kardeşini sevmiyorsan kardeşi de-ğilsin. (Gerçek) mü'min bizim söylediğimizi söyleyendir; bizim sözümüze hilaf eden bizden geri kalır, bizden geri kalan bize varamaz; bizimle olmayan cehennem ateşinin en alt tabakasında yer alır."
28- "Ya Kumeyl, Al-i Muhammed'in (s.a.a) (Ehl-i Beyt'in) sırrını başkalarına açmak, tahammül edilecek şey değildir; açan kimsenin tevbesi kabul olmaz; sana söyle-diklerimi yakin ehli mü'minden başkasına açma."
29- "Ya Kumeyl, her zorlukla karşılaştığında: "LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAH" (Bütün güç ve kuvvetler ancak Allah'tandır) söylersen zorlukta (sana) yeter. Her nimete ulaştığında: "ELHAMDULİLLAH" söyle (Allah'a şükret), rızkın daha da artar. Rızkın geci-kirse Allah'tan mağfiret dile ki bolluğa çıkasın."
30- "Ya Kumeyl, bizim velayetimizle mal ve evladını Şeytan'ın ortaklığından kurtar."
31- "Ya Kumeyl, (iman vardır gönüllerde) yerleşmiştir; (iman vardır gönüllere) eğreti konur. Sakın (imanı) eğreti olanlardan olma. (İmanı) yerleşmişlerden olmak istersen, buna ancak, seni saptırmayacak ve yoldan çıkarmayacak ana caddeden (Ehl-i Beyt'in velayetinden) ayrılmadığın taktirde ulaşırsın. "
32- "Ya Kumeyl, hiç bir farzın ruhsatı yoktur ve hiç bir sünnetin de şiddeti ( yapılması sıkı tutulmamıştır)."
33- "Ya Kumeyl, (şunu bil ki devamlı) günahların iyiliklerinden, gafletin zikrinden ve Allah'ın sana verdiği nimetler, yaptığın amellerden daha çoktur."
34- "Ya Kumeyl, sürekli olarak Allah'ın verdiği nimet ve afiyetten yararlanmaktasın, o halde sen de sürekli onun hamd-ü senâsı, tesbih ve takdisi, şükrü ve zikriyle meşgul ol."
35- "Ya Kumeyl, Allah'ın: "... Unutmuşlar Allah'ı da o da, kendilerini unutturmuştur onlara" deyip "Onlardırlar fasıkların ta kendileri"(3) diye fıska nisbet verdiği kimseler-den olma sakın."
36- "Ya Kumeyl, (sırf) namaz kılıp, oruç tutup, sadaka vermen önemli değildir; (asıl) önemli olan, namazını (ve diğer amellerini) temiz bir kalple Allah'ın râzı olduğu bir şekilde ve tam bir huşu içinde yerine getirmendir. Nerede ve neyin üzerinde namaz kıldığına dikkat et; bunları doğru ve helâl yoldan elde etmiş olmazsan, kabul olunma-yacaktır."
37- "Ya Kumeyl, kalpte olan dile dökülür; kalp de aldığı gıdayla hayat kazanır; kalbine ve bedenine verdiğin yemeğe dikkat et; helâl olmazsa, Allah tesbih ve şükrünü kabul etmez."
38- "Ya Kumeyl, şunu bil ve anla ki biz halkın emanetini vermemek için kimseye izin vermemişiz; kim böyle bir izni benden nakletmişse bâtıl ve yalan söylemiştir ve yalanının cezâsı, cehennem ateşidir. Andolsun ki Resulullah (s.a.a) vefâtından az önce bana üç kere şöyle buyurdu: "Ya Ebe'l Hasan, emaneti sahibine teslim et, ister iyi adam olsun ister fâcir; emanet ister büyük olsun, ister küçük, hatta iplik ve iğne bile olsa."
39- "Ya Kumeyl, cihâd ancak âdil imâmla câiz ve ganimet ancak faziletli imâmla helâl olur."
40- "Ya Kumeyl, eğer (Allah tarafından) peygamber gönderilmeseydi; fakat yeryüzünde takvâlı bir mü'min bulunup da (peygamberlerin vazifesini yüklenerek halkı) Allah'a dâvet etseydi, sence bu işinde haklı mıydı yoksa haksız mı? Vallahi, Allah onu bu işe tayin edip ve lâ-yık kılmadıkça haksızdır. (Evet rehberlik ve tebliğ gibi ilâhî görevleri, ancak Allah'ın tayin ettiği kimseler üst-lenebilir.)"
41- "Ya Kumeyl, din Allah'ındır; onun başına resul, nebi yahut vâsiden (Allah'ın tayin ettiği halifeden) başka kimsenin geçmesine izin vermez."
42- "Ya Kumeyl, (rehberlik makâmı) sadece, nübüv-vet, risâlet ve imâmette sınırlıdır; geriye kalan ya tâbi o-lup izleyenlerdir yahut da sapık ve bid'at ehli olanlardır. "Allah (iyi amelleri) ancak takvalılardan kabul eder."(4)
43- "Ya Kumeyl, Allah, Kerim, Halim (cezâ vermede acele etmeyen) Azim ve Rahim'dir. O, ahlâkını bize ta-nıtmış, onlarla sıfatlanmayı ve halkı da aynı yöne sev-ketmeyi emretmiştir bize. Biz de bu vazifeyi hiç bir hilâf etmeden yerine getirdik, hiç bir nifâk göstermeden icra ettik, yalanlamadan tasdik ettik ve şüphe etmeden kabullendik."
44- "Ya Kumeyl, ne itâat edilmek için dalkavukçuluk yaparım, ne sözümden çıkmasınlar diye (boş) vaadlerde bulunurum , ne de bana Emir-ül mu'minin desinler diye göçebelerin vereceği yemeğe rağbet ederim."
45- "Ya Kumeyl, (mal, makâm vb.) bir şeyi elde eden, fâni bir dünyayı elde etmiştir. Biz ise, ebedî ve bâki bir âhireti elde ettik."
46- "Ya Kumeyl, herkes âhirete doğru hareket et-mekte; bizim âhirette rağbet ettiğimiz şey, Allah'ın rıza-sı ve muttakilere vereceği cennetin yüksek derecele-ridir."
47- "Ya Kumeyl, yeri cennet olmayan kimseyi, elemli bir azâp ve sürekli bir zilletle müjdele!"
48- "Ya Kumeyl, ben her durumda Allah'a, verdiği tevfikten dolayı hamdediyorum."(5)
49- "Ya Kumeyl, âilene, akşam çağına dek iyi huy ve faziletler kazanmalarını emret ki, uykuda olanların ha-cetlerini gidermekle geceleri çalışsınlar.
Çünkü, andolsun bütün sesleri duyana, hiç bir kişi yoktur ki bir gönlü sevindirsin de Allah, o sevinçten ona bir lütuf yaratmasın. Ona bir bela gelip çattığında, o lütuf, tepeden dereye doğru akan bir su gibi (hızla) ona doğru akarak o belayı, yabancı bir deve, sürüden nasıl sürülüp kovulursa, sahi-binden kovar, giderir."(6)
50- Kumeyl b. Ziyâd der ki: "Emir'ül müminin Ali'den (a.s) İslam'ın erkanı nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu: "İslam'ın erkânı yedidir:
1- Akıl; sabır da akıl üzerine kurulmuştur. (Akıl olmaksızın sabretmek mümkün değildir.)
2- Irzı (namus ve şerefi) korumak ve doğru söylemek.
3- Kur'an'ı layıkıyla ve gereken şartlarıyla okumak.
4- Allah için sevmek, Allah için buğzetmek.
5- Al-i Muhammed'in (Ehl-i Beyt'in) (s.a.a) hakkını riâyet etmek ve onların velâyet makamını tanımak.
6- Kardeşlerin hakkını gözetmek ve onları müdafaa etmek.
7- İnsanlarla iyi komşuluk ve muaşeret etmek.
İmam'a (a.s) "Ya Emir'el müminin, bir kul günah yapıp, sonra da mağfiret diliyor; acaba mağfiret dilemenin haddi (gerçeyi) nedir? diye sorduğumda buyurdular ki: Ya Ziyâd oğlu (Kumeyl), mağfiret dilemenin haddi, tevbedir. "Sadece bu kadar mı?" dedim. "Hayır" buyurdular. "Na-sıldır öyleyse?" dedim. Buyurdular ki: "Kul bir günah işle-diğinde, tahrik ile "Esteğfirullah" (Allah'tan bağış dili-yorum) diyor. Tahrik nedir? diye sorduğumda şöyle buyurdular: "Dil ve dudakları hakikatı peşinden getirmek kastıyla hareket ettirmek." Bir daha hakikat nedir? diye sordum:
"Kalple tasdik etmek (samimi bir kalple mağfiret dilemek) ve mağfiret dilediği günahı tekrarlamamaya karar vermektir" buyurdu. Kumeyl, bir daha. böyle yapar-sam mağfiret dileyenlerden sayılır mıyım? diye sorunca "Hayır." buyurdu. Kumeyl'in: "Nasıl olur bu" demesi üze-rine buyurdular ki: "Çünkü sen henüz mağfiret dilemenin aslına ulaşmamışsın". "Mağfiret dilemenin aslı nedir?" dedi. Buyurdular ki: "Günahtan tövbeye dönmektir; işte bu ibâdet edenlerin ilk derecesidir; bir de ileride her çeşit günahtan kaçınmaya karar vermektir.
Mağfiret dileme altı mananın gerçekleşmesiyle olur:
1- Geçmiş (günahlara) karşı pişmanlık duymak.
2- Günahı, ebedi olarak terketmeye karar vermek.
3- Kendinle diğer yaratıklar arasında bulunan hakları edâ etmek.
4- Bütün farzlarda, Allah'ın hakkını ödemek.
5- Haramdan biten etleri, deri kemiğe yapışacak dere-cede eritip, yerine (helâldan biten) et meydana getirmek (vücudu helâl yoldan geliştirmek).
6- Vücuda, günahın tadını tattırdığı gibi, ona itâatın da meşakkat ve acısını tattırmak."(7)
KAYNAKLAR
1)- Tuhef-ul Ukul, s.169, Nehc-ül Belaga, Kısa Hikmetler:147
2)- Furkan Suresi: 63
3)- Haşr Suresi: 19
4)- Maide Suresi: 27
5)- Tuhef-ul Ukul, s.171
6)- Nehc-ül Belaga, Kısa Hikmetler: 257
7)- Tuhef-ul Ukul, s.196