İmam, iktidarın meşruiyetini Müslümanların kendisine biat etmesinden alan halifenin Medine'deki adamlarına karşı direnerek halifeye biat etmeye yanaşmadı. Bu haber herkes tarafından duyuldu. Ardından İmam Mekke'ye doğru yola çıktı ve Medine'den çıkarken şu ayeti okudu: "(Musa, etrafı) kollayarak korku içinde oradan çıktı: 'Rabbim, beni şu zalim kavimden kurtar!" dedi." (Kasas, 21) Hüseyin (a.s) bu yolculukta, Abdullah b. Zübeyr'in tam aksine hareket etti; sapa yolu değil, ana yolu seçti.»[1]
«Hüseyin cuma günü, şaban ayının üçünde, "Medyen'e doğru yönelince: Umarım ki Rabb'im beni doğru yola iletir, dedi" (Kasas, 22) ayetini okuyarak Mekke'ye girdi. Kâbe’ye sığındı. Dikkatler onun üzerinde yoğunlaştı. Umre yapmak için gelen Müslümanlar etrafına toplanıp Peygamberlerinin torununu dinlemeye başladılar.»[2]
Hiçbir konuşmasında bu konuya değinmedi. Hiçbir mektubunda bu konuda bir şey yazmadı. Aksine, indiği her konakta, gittiği her yerde Zekeriyya'nın oğlu Yahya'dan söz etti, kendisini ona benzetti. Çünkü İmam Hüseyin, Yahya (a.s) gibi zamanının tağutunun tuğyanı ve fesadına itiraz etmişti ve bu yolda onun gibi başı kesilerek zamanın tağutuna götürülecekti. Şu farkla ki Yahya (a.s) bu itirazı tek başına yapmıştı, İmam Hüseyin (a.s) ise yarenleri ve Ehl-i Beytiyle birlikte bunu yapıyordu.
İnsanları etrafında toplayarak hilâfeti ve yönetimi ele geçirmek isteyen birisi ise, böyle bir şey yapmaz. Aksine, onlara zafer ve yönetimi ele geçirme müjdesi verir, insanları ümitsizlendirecek, etrafından dağıtacak sözler söylemez.
İmam hac aylarıyla birlikte toplam dört ay Mekke'de kaldı. Önce umre yapanlar ve ardından da İslâm ülkelerinin dört bir yanından hac için Mekke'ye gelenler İmam ile bir araya gelme fırsatı buldular. İmam, ceddi Resûlullah'ın hadislerini onlara anlatarak onları günah işlemekten, Allah'a isyan etmekten ve kıyamet gününün azabından korkutuyordu. Onları takvalı olmaya, Allah'ın rızasını kazanmaya davet ediyordu. Onları İslâm âleminin başına geçen halifenin tehlikesine karşı uyarıyordu.
Böylece onlar İmam Hüseyin'den o güne kadar hiç kimseden duymadıkları sözleri duyuyorlardı. Bu durum terviye (zilhicce ayının sekizi) gününe kadar devam etti. Hacılar o gün hac için ihrama girdiler ve lebbeyk diyerek Arafat'a çıktılar.
Bu sırada İmam Hüseyin (a.s) bütün hacıların tam aksine ihramdan çıkarak Allah'ın güvenli hareminden uzaklaştı... İmam o sırada, yönetimi ele geçirmek için Irak'a gidiyorum, demedi; aksine, haremin bir karış dışında öldürülmek için gidiyorum, dedi:
Hacılar hac ibadetini yerine getirdikten sonra vatanlarına geri dönmeye başladılar. Hacıların dönmesiyle İmam Hüseyin'in haberi de yayılmaya başladı. Hac kervanlarının gittiği bütün İslâm ülkelerinde bu haber duyuldu. Müslümanlar her yerde bu büyük olayı konuşuyorlardı. Peygamberlerinin torunu, mevcut hilâfet düzenine karşı kıyam etmiş, Müslümanları da bu hilâfete karşı silâhlı ayaklanmaya davet ediyordu. Zira o, halifenin İslâm'dan sapmış olduğunu ve bu yönetimin devam etmesi durumunda İslâm'ı büyük bir tehlikenin tehdit ettiğini görüyordu.
Müslümanlar her yerde bu işin sonunun nereye varacağını merak ediyorlardı. Bir tarafta Peygamberin Ehl-i Beyt'i, diğer tarafta ise hilâfetin taraftarları vardı. Bu olayla ilgili gelişmeleri yakından takip ediyorlardı.
Hüseyin'in kıyam ettiğini ve hiçbir şeyin onu bundan vazgeçiremediğini duyuyorlardı. Ne uyaranların uyarısı, ne de insanların onu yalnız bırakması onu etkilemiyordu. Ne İbn Ömer'in "Senin öldürüleceğini bilen birisi olarak seninle vedalaşıyorum."[3] Ne Ferazdak'ın "İnsanların kalpleri sizinledir, ama kılıçları Ümeyyeoğullarıyla beraberdir."[4] Söylemesi, ne Umere'nin Aişe'den naklen Resûlullah'ın "Hüseyin, Babil topraklarında öldürülecektir."[5] diye buyurduğunu yazması onu bu yoldan döndürememişti. Böylece İmam'ın hareketinin haberi birbiri ardınca Müslümanlara ulaşıyordu.
[1]- Tarih-i Taberi, c.6, s. 190; el-İrşad, Şeyh Müfıd, s. 184
[2]- Tarih-i Taberî, c.6, s. 196-197
[3]- Tarih-i İbn Asakir, h:645,646; Tehzibu Tarih-i İbn Asakir, 4/329; Ensabu'l-Eşraf, Belazurî, h:21
[4]- Tarih-i Taberî, c.6, s.218, Tarih-i İbn Esir, c.4, s.16; el-İrşad, Şeyh Müfıd, s.201; Tarih-i İbn Kesir, c.8, s.167; Ensab'ul-Eşraf, s.165-166
[5]- Müstedrekü's-Sahihayn, Tabakat-ı İbn Saad, Tarih-i İbn Asakir ve diğer kaynaklarda Abdullah b. Veheb'den şöyle rivayet edilir (metin Müstedrekü's-Sahihayn kitabındandır): «Ümmü Seleme (r.a) bana şöyle bildirdi: Bir gece Resûlullah (s.a.a) uyumak için yatağa uzandı. Fakat çok geçmeden üzüntü ve endişeyle uyandı. Tekrar uzandı ve uyudu. Yine üzgün ve endişeli uyandı. Ama bu kez, ilk defaki kadar ağır değildi. Yine uyudu ve sonra tekrar uyandığında, elinde kırmızı renkte toprak vardı ve onu öpüyordu! Ben, "Ya Resûlullah! Bu toprak da nedir?" diye sordum. "Cebrail (a.s) bana, Hüseyin'in Irak topraklarında öldürüleceğini bildirdi. Cebrail'den, Hüseyin'in öldürüleceği toprağı bana göstermesini istedim. İşte bu, o topraktır." diye buyurdu.» Hâkim bu rivayetin sonunda şöyle yazmaktadır:
Bu hadis, Buharî ve Müslim'in kuralına göre sahihtir; fakat onlar bunu nakletmemişlerdir!
(Müstedrekü's-Sahihayn, Hakim, c.4, s.398; Mu'cemu'l-Kebir, Taberanî, h:55; Tarih-i İbn Asakir, h: 619-621; Tabakat-ı İbn Saad, h: 267; Tarih-i İslâm, Zehebî, c.3, s.ll; Siyeru'n-Nubelâ, c.3, s. 194-195; Maktel-i Harezmî, c.l, s.158-159 özetle; Zehâiru'1-Ukba, Muhibbuddin Taberî, s.148-149; Tarih-i İbn Kesir, c.6, s.230; Kenzü'l-Ummal, Muttaki Hindî, c.16, s.266)