Hz. Fatıma (a.s), İslâm ile cahiliye arasındaki savaşın en şiddetli, en keskin zamanında dünyaya geldi. O, gözlerini dünyaya açtığı sırada, Müslümanlar, zorba putperestliğe karşı verdikleri cihadın en ağır koşullarını yaşıyorlardı. Kureyş, Resulullah'a (s.a.a) ve tüm Haşimoğulları boyuna abluka uyguluyordu. Peygamberimiz (s.a.a) Hz. Ebutalip ve İmam Ali (a.s) gibi bazı yakın akrabları ve cihadın fedakâr fertlerinden biri olan eşi ve tertemiz kızıyla birlikte abluka altındaki vadiye girdi. Kureyşliler onları üç yıl boyunca "Ebu Talib Vadisi" denilen bu yerde kuşatma altında tuttu. Onları bütün temel ihtiyaçlardan yoksun bıraktılar. İşte Hz. Zehra (a.s) çocukluğunun başlarında bu dayanılmaz kuşatmayı, acı veren yoksunluğu ve bu ağır yaşam koşullarını yaşadı. Bunları yaşarken hakkı savundu, ilkeler uğruna fedakârlık göstermenin görkemli bir örneğini sergiledi.
Ağır ve dayanılmaz kuşatma yılları geride kaldı. Hz. Resulullah (s.a.a) bu süreçten zaferle çıktı. Aynı yıl içinde Hz. Hatice vefat etti. Yine aynı yıl içinde Peygamber'in amcası, davetin hamisi ve İslâm'ın yardımcısı Ebu Talib de vefat etti. Hz. Resul (s.a.a) en sevdiği ve en aziz bildiği insanları yitirdikten sonra, gönlü hüzün ve kederin mekânı oldu.
Böylece Hz. Fatıma (a.s), annesinin şefkatini doyasıya hissetmeden, kendisini babasıyla acıları ve zorlukları paylaşır buldu. Amcası ve hamisi öldükten sonra, Kureyş, bütün kinini Resulullah'a (s.a.a) kustu. Ona bu güne kadar yapmadığı eziyetleri yaptı. Hz. Zehra (a.s), kendi gözleriyle Kureyş'in beyinsizlerinin ve azgın çapulcularının Hz. Resul'e (s.a.a) yaptıkları eziyetleri ve işkenceleri, hakaretleri görüyordu. Oysa Hz. Peygamber (s.a.a) onları karanlıklardan aydınlığa, nura çıkarmak istiyordu. Bu arada bu tür muamelelere maruz kalan Hz. Peygamber (s.a.a) Fatıma'nın (a.s) acılarını hafifletmeye ve onu direnmeye teşvik ediyordu:
Ağlama, kızım. Allah senin babanı koruyacak ve onu din ve risalet düşmanlarına karşı muzaffer kılacaktır.[1]
Böylece Hz. Peygamber (s.a.a) kızına yüksek bir cihat ruhunu aşılıyordu, kalbini sabır ve zafere güven duygusuyla dolduruyordu.
Hz. Fatıma (a.s), babasının Medine'ye hicret etmesinden sonra, Kureyş'in kibrini ve gururunu hiçe sayan amcasının oğlu Ali b. Ebu Talib ile birlikte Mekke'nin korkulu atmosferinden hicret etti. Ali, onca yolu yaya yürüyerek kat ettiği için ayakları şişmiş bir hâlde "Kuba"da Resulullah'a yetişti.
Babası kutlu İslâm devletinin temellerini attıktan sonra Fatıma (a.s) kocasının Medine'deki mütevazi evine taşındı. Allah yolunda cihadın ve mücadele hayatının zorluklarına sabretme noktasında eşine yardımcı oldu. Bu hâliyle o, eşsiz bir aile örneği sergiliyordu. Hz. Zehra (a.s) hakkı savunma ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) vasiyetini müdafaa etme hususunda meşakkatli ve belirgin bir rol oynadı. Çünkü Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra yiğit bir mücadeleci olarak Ali'nin yanında yer aldı. İmam Ali'nin hayatının en zor zamanlarında sergilediği bu tavrıyla, Ali'nin (a.s) hayatının iç cephesinin sağlam olduğunu, zayıflık göstermediğini herkese sergilemiş oldu. Ama Fatıma (a.s) ortamı değerlendirmeyi, gerekli olan tavrı belirlemeyi lideri ve eşi İmam Ali'ye bırakıyordu. İmam Ali (a.s) kararlaştırıyor, plânlıyor ve emrediyordu ve Zehra (a.s) onun emirlerine itaat ediliyordu.
Hz. Fatıma (a.s) her cumartesi sabahı şehitlerin kabirlerinin başına geliyor, onlara rahmet ve bağışlanma diliyordu. Haftaya başlarken gerçekleştirdiği bu davranış, onun (a.s) cihada ve şehitliğe verdiği önemi sergiliyordu. Cihatla başlayan, cihada dayanan ve en sonunda şehitlikle taçlanan fedakârlıklarla noktalanan pratik hayatının bir yansımasıydı.[2]
----------------------------------------------------
[1]- Sîretu'l-Mustafa, s.205; Tarih-i Taberî, 1/426
[2]- Fatımatü'z-Zehra Vitrun Fî Gamed adlı eserin mukaddimesi, Seyyid Musa Sadr