İmam Mehdî'nin (a.f.) zuhur edeceği inancı, genel İslâmî bir itikat olmakla birlikte Şia mezhebinde ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Bunun başlıca sebebinin, Şiîlerin, İmam Mehdî'nin doğduğunu ve hayatta olduğunu kabul etmeleri olduğu söylenebilir. Ehlisünnet müelliflerinden bazıları, Şia'nın kaynaklarını ve delillerini göz ardı ederek bu inancı eleştirmişlerdir. Bu müelliflerin başında Ahmed b. Teymiyye gelir. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet başlıklı kitabında Şia'nın inancını tenkit etmiştir. İbn Teymiyye'nin tenkidinin temel dayanağı, İmam Hasan Askerî'nin (a.s) oğlunun olmadığıdır. Ona göre İmam Hasan Askerî'nin oğlu olduğu varsayılsa bile bu çocuk, babasının vefatında ergenlik yaşına ulaşmamış olacağından, ümmetin imametini üstelenemezdi. İbn Teymiyye'nin üçüncü eleştirisi İmam Mehdî'nin hayatta oluşuyla ilgilidir. İbn Teymiyye, “Çocuğun o yaşında imam olduğunu kabul etsek dahi bu kadar uzun süre hayatta kalması nasıl mümkün olabilir?” diye sorar.
Elinizdeki makale, İbn Teymiyye'nin tenkitlerini etraflıca ele almak ve bu tenkitlere Ehlisünnet müelliflerinin kitaplarını kaynak alarak cevap vermek amacıyla kaleme alınmıştır.
Araştırmanın kapsamı
Dünyanın kurtarıcısına ve vaat edilmiş Mehdî'ye inanmak, Müslümanların tamamının üzerinde ittifak ettiği zarurî bir inançtır. Bu inancın kaynağı, Hz. Peygamber'den (s.a.a) bize ulaşan açık beyanlardır1 (Sananî, 11/47; İbn Ebi Şeybe, 7/512). Bu inancı şüpheye karşılayan müellifler de İslâm ümmetinin bu konuda icma ettiğini itiraf etmişlerdir2 (bkz. İbn Haldun, Mukaddime, 425). Öte taraftan kurtarıcının özellikleri bağlamında, her ne kadar fırkalar arasında birtakım ihtilaflar söz konusu olsa da, büyük oranda görüş birliği olduğu kolaylıkla söylenebilir.3 Bu bağlamda Şia ile Ehlisünnet'in çoğunluğu arasındaki ihtilaflı konu, İmam Mehdî'nin dünyaya gelmiş, doğmuş olması konusudur. Şia, İmam Mehdî'nin doğduğuna ve hâlâ hayatta olduğuna inanırken Ehlisünnet'in çoğunluğu İmam Mehdî'nin doğmadığına, sonradan dünyaya geleceğine inanır. Bununla birlikte, Ehlisünnet âlimleri arasında, sayıları az olmakla birlikte Şiîler gibi İmam Mehdî'nin doğduğuna inananlar bulunmaktadır.4
Kimi Ehlisünnet âlimleri, İmam Mehdî'nin doğduğuna ve hayatta olduğuna inanmamakla kalmamış, Şia'nın bu konudaki görüşünü şiddetle tenkit etmiş ve bu inancı ilmî olmayan yollardan, bazen de ilmî nezaket sınırlarını aşan sözler sarf ederek inkâr etmeye kalkışmışlardır. Bu az sayıdaki ulemanın başında Ahmed b. Teymiyye gelir. İbn Teymiyye, Minacü's-sünneti'n-Nebeviyye fi nakzi kelami'ş-Şia ve'l-Kaderiye başlıklı eserinde bu Şiî inancına saldırmış, Şiîlere türlü ithamlarda bulunmuş ve yakışıksız sözler sarf etmekten geri durmamıştır (İbn Teymiyye, 2/86). Muasır Sünnî âlim Ebi Yala Beydavî de Şia'nın Mehdîlik inancını tenkit ederken İbn Teymiyye'nin sözlerini nakletmiştir.5 Bizim bu yazıdaki tenkitlerimiz öncelikle Beydavî'nin kitabındaki İbn Teymiyye alıntılarına yöneliktir. Bu makalede, İbn Teymiyye'nin görüşleri, Ehlisünnet'in kabul ettiği kaynaklara istinat edilerek açıklanmaya ve tenkit edilmeye çalışılmıştır.
İbn Teymiyye'nin tenkitleri ve cevapları
1) İmam Hasan Askerî'nin oğlunun olmaması
İbn Teymiyye'nin Şia'yı tenkit ederken söz konusu ettiği ilk mesele, İmam Hasan Askerî'nin oğlunun olmadığı meselesidir. Ona göre bu durumda İmam Hasan Askerî'nin oğlunun vaat edilen Mehdî olduğu söylemek imkânsızdır. Minhacü's-sünnet'te şöyle yazar:
“Ensab ve tarih ilminin ehli olan Muhammed b. Cerir et-Taberî, Abdülbaki b. Kani ve diğer müellifler el-Hasan b. Ali el-Askerî'nin soyunun devam etmediğini, çocuğunun olmadığını; İmamiye'nin ise onun bir oğlu olduğunu, küçük yaştayken Samirra'da bir mahzene girdiğini… ifade ettikleri söylenir.” (İbn Teymiyye, 4/86)
Bununla ilgili olarak birkaç hususu hatırlatmak mümkündür:
a) Yapılan incelemeler sonucunda Taberî'nin Tarih'inde böyle bir rivayete kesinlikle yer vermediği ortaya çıkmıştır. Taberî, İmam Hasan Askerî'nin bir oğlu olduğu veya olmadığı konusuna değinmemiştir. İbn Teymiyye'nin Taberî'ye isnat ederek naklettiği bu sözü hangi kaynaktan aldığı da bilinmemektedir. Aynı şekilde Abdülbaki b. Kani'ye dayandırdığı rivayetin kaynağı da bilinmemektedir.
b) Tarihî rivayetlere göre İmam Mehdî'nin doğumu ve çocukluk dönemindeki hayatı gizli tutulmuştur. İmam Hasan Askerî ile irtibatlı birkaç kişi dışında onun doğduğu ve hayatta olduğu kimse tarafından bilinmemiştir. Masum İmamlar (a.s) tarafından İmam Hüseyin'in dokuzuncu oğlu olarak tanıtılan vaat edilen Mehdî'nin can güvenliğini sağlamak amacıyla doğumu birkaç kişinin bilgisi dışında tamamen gizli tutulmuştur.6
c) İki tarihçinin kaynağı belirsiz sözlerine istinat eden İbn Teymiyye'ye Ehlisünnet âlimlerinden İmam Hasan Askerî'nin oğlu olduğunu açıkça beyan edenlerin sözlerini hatırlatmak gerekir:
- Siyer müellifi Halebî şöyle yazar: “el-Muntazer, el-Hasan el-Askerî'nin oğlu olan Muhammed el-Kasım'dır ve Şia onun el-Muntazer (beklenen) olduğuna inanır.” (Halebî, 2/348)
- Muhyiddin İbn Arabî (öl. 638), Şaranî'nin el-Yevakit ve'l-cevahir'de aktardığına göre, İmam Hasan Askerî'nin oğlu olan vaat edilmiş Mehdî'nin doğduğunu ve hayatta olduğunu yazar. (Şaranî, 2/562)7
- Şemseddin Zehebî eserlerinde İmam Hasan Askerî'nin Muhammed adında bir oğlu olduğunu yazmıştır.
“el-Hasan b. Ali el-Cevad Şia'nın masum olduklarına inandığı On İki İmam'dan biridir ve el-Muntazer'in babasıdır.” (Zehebî, el-İber, 1/373)
“Ebu Muhammed, Şia'nın imamlarındandır… Oğlu Muhammed b. el-Hasan ise 258 yılında dünyaya gelmiştir.” (Zehebî, Tarihü'l-İslâm, 19/113)
“On İki İmam'dan biri olan el-Hasan b. Ali b. el-Cevad vefat etti. O, beklenen Muhammed b. el-Hasan'ın babasıdır.” (Zehebî, Düvelü'l-İslâm, s. 145)
d) Meşhur sosyolog ve tarihçi İbn Haldun, Talibîler ve ileri gelenleri hakkında şöyle yazar:“Sonra oğlu Hasan el-Askerî gelir. 260 yılında vefat etmiştir. Sonra oğlu Muhammed el-Mehdî gelir. O, on ikincidir. Onlara (Şiîlere) göre o, hayattadır ve beklenmektedir (muntazerdir). Onların bu konuda rivayetleri meşhurdur.” (İbn Haldun, Tarih, 4/148)
e) İbn Hallikan şöyle yazar: “Ebu Muhammed el-Askerî: Ebu Muhammed el-Hasan b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Musa er-Rıza… O, el-Muntazer'in babasıdır.” (İbn Hallikan, 4/14)
Eserinin başka bir yerinde ise şöyle yazar: “Ebu'l-Kasım Muhammed b. el-Hasan el-Askerî… İmamiye itikadınca On İki İmam'ın on ikincisidir ve el-Hüccet diye bilinir. 255 yılının Şaban ayının ortasına denk gelen Cuma günü doğmuştur.” (İbn Hallikan, 4/176)
f) İbn Teymiyye'den önce vefat eden ünlü tarihçi İbn Esir, el-Kamil fi't-tarih'inde şöyle yazar:“Bu yılda (260) el-Hasan b. Ali b. Muhammed vefat etmiştir. O, (Şiîlerin) el-Muntazer olduğuna inandıkları Muhammed'in babasıdır.” (İbn Esir, 6/320)
g) İbn Teymiyye'nin selefi olan Muhammed b. Talha eş-Şafiî (öl. 652) Metalibü's-suul'da şöyle yazar: “Ebu'l-Kasım Muhammed b. el-Hasan, Hüccet olan el-Mehdî'dir ve Salih Halef'tir.” (Talha Şafiî, s. 152)
h) İbn Hacer Heytemî (öl. 974) es-Savaikü'l-muhrika'da şöyle yazar: “Ebu'l-Kasım Muhammed el-Hüccet: Babasının vefatında beş yaşındaydı. Lakin Allah ona hikmet verdi ve onu el-Kaim el-Muntazer olarak isimlendirdi.” (İbn Hacer Heytemî, 2/601)
i) İbn Kesir, “On iki emir vardır.” hadisini tefsir ederken şunları yazar: “Hz. Peygamber'in kastettiği, birincileri Ali b. Ebi Talib, sonuncuları el-Muntazer olarak bilinen Muhammed b. el-Hasan el-Askerî olan Şia'nın inandığı on iki imam değildir.” (İbn Kesir, 7/153)
j) Semtü'n-nücumü'l-avali'nin müellifi şöyle yazar: “Ebu Muhammed el-Askerî Mutemid'in hilafetinin ilk yıllarında zehirlenme sonucunda öldü. Oğlu Muhammed'i halife bıraktı. Bu Muhammed, İmam Muhammed el-Mehdî b. el-Hasan el-Askerî'dir.” (el-Asimî el-Mekkî, 2/150)
k) el-Vafi bi'l-vefeyat'ın müellifi de şunları kaydeder: “Beklenen el-Hüccet, Muhammed el-Cevad'ın oğlu Ali el-Hadi'nin oğlu el-Hasan el-Askerî'nin oğlu Muhammed'dir. Beklenen el-Hüccet, Şia'nın beklediği on iki imamın on ikincisidir.” (es-Safedî, s. 249)
Buraya kadar yaptığımız alıntılar neticesinde İbn Teymiyye'nin İmam Hasan Askerî'nin oğlu olmadığı iddiasının asılsız olduğu ortaya çıkmış oldu. Bütün bu müelliflerin yazdıkları İbn Teymiyye'nin sözünü boşa çıkarmakta, kabul edilebilirliğini ortadan kaldırmaktadır. İbn Teymiyye'nin dikkatlice incelemeden ve analiz etmeden böyle bir iddiada bulunması üzücüdür.
2) İmam Mehdî'nin ergenlik yaşına ulaşmamış olması
İbn Teymiyye, “Ergenlik yaşına ulaşmamış ve mükellef olmamış birinin ümmetin imameti becerisine sahip olacağını, topluma liderlik edebileceğini düşünmek nasıl mümkün olur?” diye sorar ve şöyle yazar: “Allah'ın Kitabı'nda buyurduğu gibi evlilik yaşına ulaşıncaya dek, rüştünü ispat edinceye kadar ona mallar teslim edilemez. Bedeni ve malı konusunda hacir altına alınmış birisi nasıl Müslümanların imamı olabilir?” (İbn Teymiye, 4/89)
Bu sorunun cevabını birkaç maddede verebiliriz:
a) Şia itikadınca imametin kaynağı meşveret olmuş olsaydı ve imamı halk seçseydi İbn Teymiyye haklı olurdu ve imametin bir çocuğa ait olması düşünülemezdi. Fakat imametin kaynağının nas ve vesayet olduğu düşünüldüğünde (ki böyledir, bkz. Şeyh Müfid, “Evailü'l-makalat”, Musannifat içerisinde, 4/40) imameti bir çocuğun üstlenmesinin herhangi bir mahzuru olmayacaktır. İlahî tensiple peygamber olan Hz. İsa ve Hz. Yahya'nın durumları buna örnektir (bkz. Meryem, 12 ve 30). Şia'da benzeri durumlar önceden de yaşanmıştır. Küçük yaşta imamet makamına ulaşan ilk imam İmam Cevad'dır. İmam Cevad imam olduğunda henüz sekiz yaşındaydı. Ondan sonra imam olan İmam Hadi ise altı yaşından büyük değildi.
b) İmam Mehdî'nin imametini kabul etmemenin başlıca nedeni olarak yaş sorununu gündeme getiren İbn Teymiyye'nin, en az iki yerde küçük yaşta manevî makama erişen ve mucize gösteren çocuklardan söz eden Kur'ân ayetleri hakkında ne düşündüğünü sormak gerekir. Kur'ân, Hz. İsa'nın beşikte konuşmaya başladığını bildirmemiş midir? “(Çocuk,) "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana kitap vermiştir ve beni peygamber kılmıştır." dedi. (Meryem, 30)
Bu ayette iki nükte mevcuttur: Birincisi, yeni doğmuş bir bebek nasıl konuşabilmiş, kendisi ve annesi hakkında ileri sürülen suçlamalara cevap verebilmiştir? Bu bağlamda mutlaka bir mucizenin gerçekleştiğinden söz edeceklerdir. Çünkü böyle bir şey daha önce vuku bulmamıştır. Bu cevap, doğru bir cevaptır. Fakat burada sorulması gereken şudur: Yeni doğmuş bir bebek için böyle bir mucizenin gerçekleştiğini kabul ediyorsunuz da başka çocuklar için böyle bir mucizenin gerçekleşebileceğini niçin kabul etmiyorsunuz?
İkincisi şudur: Allah, yeni doğmuş, süt emen bir bebeğin dilinden “Bana kitap vermiştir ve beni peygamber kılmıştır” diye naklediyor. Birçok müfessire göre Hz. İsa, bebekliğinde nübüvvet makamına ulaşmıştır. Burada geçmiş zaman kalıbı gelecek zamanı işaret etmez; ki bu zahire aykırı bir durum olur ve güçlü bir kanıtı gerektirir. Nitekim müfessirler de bunu beyan etmişlerdir. Örneğin Ebu Hayyan Endülüsî Bahru'l-muhit adlı tefsirinde bu ayetle ilgili olarak şunları yazar: “Allah'ın ‘Bana kitap vermiştir ve beni peygamber kılmıştır.' sözünün zahiri, Hz. İsa'yı bebekliğinde aklî kemale ulaştırdığı ve onu bebekken peygamber seçtiğidir.” (Ebu Hayyan, 7/259)
İbn Ebi Hatem, Enes b. Malik'ten naklettiği rivayetle ayetin tefsirini yapar: “Hz. İsa ana karnında İncil'i öğrendi. Nitekim ‘Bana kitap vermiştir ve beni peygamber kılmıştır.'sözü de bunu göstermektedir. (İbn Ebi Hatem, 7/248)
Reşidüddin Meybudî ise Keşfü'l-esrar ve uddetü'l-ebrar'da şunları yazar: “Doğru görüş, Allah'ın Hz. İsa'ya bebekliğinde akıl verdiği, onu baliğ kıldığı, ona kitap ve peygamberlik bahşettiği, ana karnında ona İncil'i okuduğudur. Tıpkı Allah'ın yaratır yaratmaz peygamberlik verdiği, mükellef ve mebus kıldığı Âdem gibi Hz. İsa da yaratılışında böyleydi. Hz. Meryem'den naklolunur: Ben ve İsa baş başa kaldığımızda sohbet ederdik. Birisi gelip beni meşgul ettiğinde ise o karnımda (Allah'ı) tesbih ederdi, ben de onu duyardım.” (Mubeydî, 6/36)
Fahreddin Razî de şöyle yazar: “Ayetin manasında, ne zaman ona kitap verdiği, ne zaman onu peygamber atadığı noktasında görüş ayrılığı vardır. Görünüşe bakılırsa Hz. İsa onlarla konuşmaya başlamadan önce Allah ona kitap verdi ve onu peygamber seçip ona namaz kılmayı ve onları Allah'a davet etmeyi emretti.” (Razî, 21/535)
c) Allah, Hz. Yahya'ya çocukluğunda şöyle hitap etmiştir: “Ey Yahya! Kitaba tam bir güç ve ciddiyetle sarıl." (dedik.) Daha çocukken ona hüküm verdik.” (Meryem, 12)
Ayette geçen "hüküm" konusunda ihtilaf vardır. Bununla birlikte, müfessirler iki farklı anlama geleceği konusunda birleşmişlerdir. Bir grup hükmün peygamberlik anlamına (bkz. Suyutî, Tefsirü'l-Celaleyn, s. 309; Mubeydî, 6/13; Razî, 21/535); diğer bir grup ahkâmı idrak etme, akıl yürütme ve hikmet anlamına (bkz. Taberî, 16/43; İbn Ebi Hatem, 240; İbn Kesir, 7/191; Suyutî, Durrü'l-mensur, 4/260; Alusî, 8/392) geldiğini söylemiştir.
İster nübüvvet ister kitabı anlama, kavrama gücü şeklinde tefsir edilsin ayet, bir çocuğun küçük yaşta yüksek fikrî ve manevî makamlara ulaşabileceğini göstermektedir. Bilginlerin de dediği gibi, bir şeyin olabileceğine dair en güçlü delil, o şeyin önceden olmuş olmasıdır. Benzeri olaylar daha önce yaşanmıştır ve Kur'ân açık bir dille bu yaşananları anlatmıştır. Buna göre hangi delile dayanarak küçük yaşta imamlık konusuna çirkin ifadelerle saldırılabilir?
3. İmam Mehdî'nin ömrünün uzun olması
İbn Teymiyye bu konuda şunları yazar: “Ümmet-i Muhammed'den kimsenin bu kadar uzun ömürlü olduğu görülmemiştir. Dolayısıyla bu iddia gerçek dışıdır. İslâm'da kimse 120 yıldan fazla yaşamamıştır, böyle biri bulunamaz. Kaldı ki bu kadar uzun ömür süren biri olsun! Hz. Peygamber'den ömrünün sonlarında nakledilen sahih hadiste şöyle buyrulur: ‘Azalacağınızı biliyor musunuz? Şu an mevcut olanlar yüz yaşlarında hayatta olmayacaklar.'8 Şu halde o zamanda bir yaşında olan veya bir yaşına yakın olanlar yüz yıldan fazla yaşamayacaktır. O dönemde ömür bu süreden fazla olamayacağına göre o dönemden sonra da bunun geçerliliği olacaktır.”
İbn Teymiyye'nin ümmet-i Muhammed'den (s.a.a) hiç kimsenin 120 yıldan fazla yaşamadığı iddiası asılsızdır. Çünkü bugün bile 120 yaşını geçmiş yüzlerce insana rastlanabilir. Bu, kanıt istemeyen apaçık bir gerçektir. Öte yandan tarih, önceki asırlarda yaşamış uzun ömürlüler hakkında bilgi vermektedir.
Buna göre Müslümanların kısa ömürlülüğünü ispatlamak için ümmet-i Muhammed'den hiç kimsenin yüz yaşından fazla yaşamayacağını bildiren hadise dayanmak hatalı bir iştir ve böyle bir istidlale başvuran kimse yersiz bir iş yapmış olur.
Buna göre, herhangi bir problemle karşılaşmamak için Hz. Peygamber'in hadisini farklı bir biçimde yorumlamak gerekir. Bu yüzden hadis ve tefsir âlimleri söz konusu hadisin tefsirini yapmışlardır. Nevevî hadisin tefsirinde şunları yazar: “Bu hadiste nübüvvete özgü işaretler, öngörüler vardır ve kastedilen o belli gecede yeryüzünde bulunanların yüz yıldan fazla yaşamayacaklarıdır. Hadiste o geceden sonra dünyaya gelenlerin yüz yıldan fazla yaşamayacaklarına delalet eden bir işaret bulunmamaktadır.” (Nevevî, 16/89)
İbn Hacer Askalanî de hadisi tefsir ederken aynı hususa dikkat çekmiştir (bkz. Askalanî, Fethü'l-bari, 1/212).
Burada üzerinde durulması gereken husus, İbn Teymiyye'nin Hz. Peygamber'den sonra da kimsenin uzun ömür süremeyeceği iddiasıdır. Onun bu iddiasını neye dayandırdığı belli değildir. Naklettiği hadisin hangi ifadesinde böyle bir delalet bulunmaktadır? Nitekim sağlık alanındaki ilerlemelerle birlikte yaş ortalamasının günbegün arttığı günümüz dünyasında yüz yaşından fazla yaşayan insanlara sıkça rastlanmaktadır.
Ayrıca, kimi insanların Allah'ın iradesi doğrultusunda uzun ömür sürmesi gerçeğe aykırı bir durum değildir. Nitekim Kur'ân'da Hz. Nuh'un kavmi arasında 950 yıl yaşadığı vurgulanmaktadır (Ankebut, 14) ve bu sürenin de Hz. Nuh'un ömrünün tamamı olmadığı bilinmektedir.
Kitabında, İmam Mehdî'nin uzun ömürlü oluşunu Hz. Hızır'e delil göstererek ispatlanmaya çalışılması konusuna da değinen İbn Teymiyye şöyle devam eder: “İspat için Hz. Hızır'ın hayatta olduğu deliline sarılmak, batıl bir istidlaldir. Hz. Hızır'ın hayatta olduğunu kim kabul etmiştir? Araştırmacılar onun öldüğünü kabul etmişlerdir. Hayatta olduğu farz edilse bile o bu ümmetten değildir.” (İbn Teymiye, 4/87)
İbn Teymiyye'nin Hz. Hızır'ın hayatta olmadığı iddiası ve bu iddiasını araştırmacılara dayandırması başlı başına bir sorundur. Çünkü Ehlisünnet âlimlerinin çoğunluğu Hz. Hızır'ın hayatta olduğuna inanmaktadır. Kurtubî bu konuda şunları yazar: “Hz. Hızır birtakım nedenlerle döneminin yöneticisinden kaçtı ve bu süreçte âb-ı hayat çeşmesini bulup o sudan içti. Hâlâ hayattadır ve Deccal ortaya çıkana kadar da hayatta kalacaktır. O, Deccal'in öldüreceği kimsedir.” (Kurtubî, 11/44)
el-Bahrü'l-medid fi tefsiri'l-Kur'âni'l-Mecid'in müellifi İbn Acibe Ahmed b. Muhammed şöyle yazar: “Daha önce de geçtiği gibi cumhur (ulemanın çoğunluğu) Hz. Hızır'ın yaşadığı inancındadır.” (İbn Acibe, 6/298)
Müslim'in Sahih'inin meşhur şarihi Nevevî de şunları kaydeder: “Hızır'ın hayatta olup olmadığı ihtilaflıdır. Fakat ulemanın çoğunluğu onun hayatta olduğu ve aramızda bulunduğu kanaatindedir. Mutasavvıflar ve marifet ehli bu konuda hemfikirdir.” (Askalanî, ez-Zehrü'n-nadr, s. 44; el-Azim Abadî, 11/338)
Edvaü'l-beyan'ın müellifi ise şöyle yazar: “Âlimler Hızır'ın hayatı konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Çoğunluğu onun hayatta olduğuna ve âb-ı hayat çeşmesi denilen çeşmeden su içtiğine inanır. Bu görüşü güçlendiren âlimlerin başında Kurtubî, Nevevî, ayrıca Sallak ve Nakkaş gelir.” (Şankitî, 3/326-327)
İbn Teymiyye'ye sorulması gereken bir başka soru şudur: Farzı misal Hz. Hızır'ın hayatta olduğu şüpheli bile olsa ulema Hz. İsa'nın hayatta olduğu konusunda görüş birliği içerisinde değil midir? Doğumunun üzerinden 2010 yıl geçen Hz. İsa'nın hayatta oluşunu nasıl yorumluyorsunuz?
Mukatil b. Süleyman Hz. İsa hakkında şöyle yazar: “Allah, Hz. İsa'yı öldürdüklerini iddia eden Yahudileri tekzip etmiş ve onu Ramazan ayında Kadir gecesinde 33 yaşındayken hayatta iken Beytü'l-mukaddes'ten göğe yükselttiğini söylemiştir.” (Mukatil b. Süleyman, 1/421)
Ebu Hayyan Endülüsî “Allah onu kendine doğru yüceltti.” (Nisa, 158) ayetinin tefsirinde şunları yazar: “Bu ayet, Hz. İsa'nın öldürüldüğü ve çarmıha gerildiği iddiasını ortadan kaldırır. Miraç rivayetinde Hz. Peygamber'den nakledilen sahih hadislere göre Hz. İsa hayattadır ve göğün ikinci katında yaşamaktadır. Yine bu hadislere göre Hz. İsa, Allah Deccal'i öldürmesi için kendisini tekrar yeryüzüne gönderinceye dek orada kalacaktır.” (Ebu Hayyan, 4/128)
Merağî, Hz. İsa hakkında söylenenleri naklettikten sonra şöyle yazar: “Miraç hadisi çerçevesinde müfessirlerin ve diğer ulemanın çoğunluğuna göre Allah, Hz. İsa'yı ruhu ve bedeniyle göğe yükseltmiştir.” (Merağî, 6/15)
Buraya kadar ifade edilenlerden öncelikle, Hz. Hızır'ın hayatta olmadığı düşüncesinin İbn Teymiyye'nin iddia ettiği gibi üzerinde icma edilmiş bir konu olmadığı; bilakis Ehlisünnet âlimlerinin çoğunluğunun Hz. Hızır'ın halen hayatta olduğuna inandıkları anlaşılmaktadır. Hz. İsa konusunda ise durum daha açık ve nettir. Dolayısıyla kimi insanların uzun ömürlü olduğu meselesi, Şia'nın İmam Mehdî konusundaki iddiasından önce kabul edilmiş bir meseledir. İmam Mehdî söz konusu olunca İbn Teymiyye'nin bu olasılığı niçin kesin bir dille inkâr ettiği bilinmemektedir.
İlginç olan, Hz. Mehdî'nin hayatta olduğuna inanan Sünnî âlimlerin de meseleyi ispat sadedince Hz. Hızır ve Hz. İsa'yı örnek göstermeleridir. (Gencî Şafiî, s. 97)
Sonuç
Buraya kadar ifade ettiklerimizden şu sonuçlar çıkmaktadır:
a) İbn Teymiyye'nin İmam Hasan Askerî'nin oğlu olmadığı iddiası tamamen asılsızdır. İddiasını temellendirmek için ileri sürdüğü deliller de sağlam ve ilmî değildir. Ehlisünnet müelliflerinin çoğunluğu İmam Hasan Askerî'nin oğlu olduğunu tasrih etmiştir.
b) Nübüvvet, kavrayış, hükümet, hatta imamet gibi yüksek makamlar çocuklukta elde edilmesi mümkün makamlardır ve Kur'ân'da bunun örnekleri zikredilmiştir.
c) Bazı insanların uzun ömürlü olması imkânsız değil, bilakis mümkündür. Nitekim muteber dinî kaynaklarda uzun ömürlü insanlara örnekler zikredilmiştir.
Notlar:
1. Bu konudaki rivayetler Ehlisünnet'in muteber hadis mecmualarında nakledilmiştir. Örneğin bkz. Sananî, Müsned, 7/512-514; İbn Hanbel'in Müsned'indeki rivayetler için bkz. Muhammed Cevad Hüseynî Celalî, Ehadisu el-Mehdî min Müsnedi Ahmed b. Hanbel; İbn Mace, Sünen, hadis no: 4082-4088; İbn Davud, Sünen, hadis no: 4273-4282; Tirmizî, Sünen, hadis no: 2230-2232; Taberanî, el-Mucemü'l-kebir, birçok yerde; İbn Habban, Sahih, c. 15, birçok yerde.
2. Örneğin Mehdîlik inancıyla ilgili hadislerin sıhhatini şüpheyle karşılayan İbn Haldun şöyle yazar: “Bil ki, tarihî süreçte bütün Müslümanlar arasında ahir zamanda Hz. Peygamber'in hanedanından bir adamın ortaya çıkacağı ve dini sabit kılıp adaleti tesis edeceği; bütün Müslümanların da bu adama tabi olacağı, Mehdî adı verilen bu zatın bütün İslâm topraklarına hâkim olacağı inancı meşhur olmuştur…” Bkz. İbn Haldun, 245.
3. Müslümanlar, İmam Mehdî'nin adı, bir gün zuhur edeceği, Hz. Peygamber'in torunu olduğu, Hz. Zehra'nın soyundan geldiği, Mekke'de ortaya çıkacağı vb. konularda görüş birliği içerisindedirler.
4. Bu âlimlerin başında, İbn Arabî, Muhammed b. Talha Şafiî, Gencî Şafiî, Ali b. Muhammed Sibağ Malikî, Süleyman Kunduzî gelir.
5. Ebi Yala Beydavî, Tahkikü'l-örfi'l-verdî fi ahbari'l-Mehdî, s. 1.
6. Daha fazla bilgi için bkz. Kuleynî, el-Kafi, 1/329, 514; Şeyh Saduk, Kemalü'd-din, c. 2, bab: 42; Şeyh Tusî, el-Gaybet, III. Bölüm.
7. Üç Sünnî âlimi; Şaranî, Sabban ve Hamzavî, İbn Arabî'nin el-Futuhatü'l-Mekkiyye'sinden İmam Mehdî'nin İmam Hasan Askerî'nin oğlu olduğunu nakleder (bkz. Şaranî, 2/562; Sabban, İsâfü'r-rağibîn, (Nurü'l-ebsar'ın haşiyesinde), s. 141-142; Hamzavî, Meşarikü'l-envar, s. 112). Ancak Futuhat'ın mevcut baskılarında bu bölüm hazfedilmiştir. Merhum Ayetullah Seyyid Celaleddin Aştiyanî, Şerh-i Mukaddime-i Kayserî'de (s. 914) şöyle yazar: “Fakir Futuhat'ın eski elyazması nüshalarını gördüm. Biri beş yüz, diğeri altı yüz yıl önce Mısır, Suriye ve Türkiye'de kitabet olunmuştu. Bu nüshalarda İmam Mehdî'nin şeceresi şöyleydi: Resulullah'ın itretinden, Fatıma'nın oğlu, dedesi Hüseyin b. Ali, babası el-Hasan el-Askerî'dir.” Bu bilgiler ışığında Futuhat'ın mevcut baskılarına müdahaleler olduğu, orijinal metnin bir kısmının hazfedildiği anlaşılmaktadır.
8. Buharî, Sahih, 1/37; Müslim, Sahih, 7/187.
Kaynaklar:
Alusî, Seyyid Mahmud, Ruhu'l-maani fi tefsiri'l-Kur'âni'l-azim, Beyrut 1416.
Askalanî, Ebu'l-Fazl Ahmed b. Ali, ez-Zehrü'n-nadr fi ahbari'l-Hızr, Hindistan 1408.
Askalanî, Ebu'l-Fazl Ahmed b. Ali, Fethü'l-bari bi-şerhi Sahihi'l-Buharî, neşr: Muhbiddin el-Hatib, Beyrut (ty.).
Buharî, Muhammed b. İsmail, Sahih, Beyrut 1407.
Ebu Davud, Süleyman b. Eşas, Sünen, Beyrut 1421.
Ebu Hayyan, Muhammed b. Yusuf Endülüsî, el-Bahrü'l-muhit fi't-tefsir, Beyrut 1420.
el-Asımî el-Mekkî, Abdülmelik b. Hüseyin, Semtü'n-nücumü'l-avali fi ebnai'l-evail ve't-tevali, neşr: Adil Ahmed Abdülmevcud, Beyrut 1419.
el-Azim Abadî, Muhammed Şemsülhak, Avnü'l-mabud fi şerhi Süneni Ebi Davud, Beyrut 1995.
Gencî Şafiî, Muhammed, el-Beyan fi ahbari Sahibü'z-zaman, Beyrut 1421.
Halebî, Ali b. Burhaneddin, es-Sîretü'l-Halebiyye, Beyrut 1400.
Hüseynî Celalî, Muhammed Cevad, Ehadisu el-Mehdî min Müsnedi Ahmed b. Hanbel, Kum 1409.
İbn Acibe, Ahmed b. Muhammed, el-Bahrü'l-medid fi tefsiri'l-Kur'âni'l-Mecid, Kahire 1419.
İbn Ebi Hatem, Abdurrahman b. Muhammed, Tefsirü'l-Kur'ânü'l-azim, neşr: Esad Muhammed b. et-Tayyib, Sayda (ty.).
İbn Ebi Şeybe, Muhammed, el-Kitabü'l-musannef fi'l-ehadis ve'l-asar, Beyrut 1416.
İbn Esir, İzzeddin, el-Kamil fi't-tarih, Beyrut 1420.
İbn Habban, Muhammed b. Ahmed, Sahih, Beyrut 1418.
İbn Hacer Heytemî, Hamd b. Muhammed, es-Savaikü'l-muhrika, Beyrut 1417.
İbn Haldun, Abdurrahman, Mukaddime, Beyrut 1421.
İbn Haldun, Abdurrahman, Tarih, Beyrut 1984.
İbn Hallikan, Şemseddin, Vefeyatü'l-ayan, Kum 1363.
İbn Kesir, İsmail b. Amr, el-Bidaye ve'n-nihaye, Beyrut (ty.).
İbn Kesir, İsmail b. Amr, Tefsirü'l-Kur'âni'l-azim, Beyrut 1419.
İbn Mace, Muhammed b. Yezid, Sünen, Beyrut 1421.
İbn Teymiyye el-Harranî, Ahmed b. Abdülhalim, Minacü's-sünneti'n-Nebeviyye fi nakzi kelami'ş-Şia ve'l-Kaderiye, neşr. Muhammed Reşad Salim, Kurtuba 1406.
Kayserî Davud, Şerh-i Fususu'l-hikem, neşr: Seyyid Celaleddin Aştiyanî, Tahran 1375.
Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kafi, Beyrut 1401.
Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Camiü'l-ahkami'l-Kur'ân, Tahran 1364.
Merağî, Ahmed b. Mustafa, Tefsir, Beyrut (ty.).
Mubeydî, Reşidüddin, Keşfü'l-esrar ve uddetü'l-ebrar, Tahran 1371.
Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut 1423.
Nevevî, Yahya b. Şeref, Şerhu Sahih Müslim, Beyrut 1392.
Nişaburî, Müslim b. Hüccac, Sahih, neşr: Muhammed Fuad Abdülbaki, Beyrut (ty.).
Razî, Fahreddin, Mefatihü'l-gayb, Beyrut 1420.
Saduk, Muhammed b. Ali, Kemalü'd-din, 1395.
Safedî, Salahuddin Halil b. Ebik, el-Vafi bi'l-vefeyat, Beyrut 1420.
Sananî, Abdürrezzak, el-Musannef, Hindistan 1390.
Suyutî, Celaleddin, ed-Dürrü'l-mensur fi tefsiri'l-mesur, Kum 1404.
Suyutî, Celaleddin-Mahallî, Celaleddin, Tefsirü'l-Celaleyn, Beyrut 1416.
Şankitî, Muhammed el-Emin b. Muhammed b. el-Muhtar, Edvaü'l-beyan fi izahi'l-Kur'ân bi'l-Kur'ân, Beyrut 1415.
Şaranî, Ahmed b. Ali, el-Yevakit ve'l-cevahir fi beyani akaidü'l-ekabir, Beyrut (ty.).
Taberanî, Süleyman b. Ahmed, el-Mucemü'l-kebir, Beyrut 1406.
Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiü'l-beyan fi tefsiri'l-Kur'ân, Beyrut 1412.
Talfa eş-Şafiî, Kemalüddin, Metalibü's-suul fi menakibi Âl-i Resul, Beyrut 1420.
Tirmizî, Muhammed b. İsa, Sünen, Beyrut 1420.
Tusî, Muhammed b. Hasan, el-Gaybet, Kum 1411.
Zehebî, el-İber fi haberi men gaber, Beyrut (ty.).
Zehebî, Şemseddin, Düvelü'l-İslâm, Beyrut 1405.
Zehebî, Şemseddin, Siyeru alamü'n-nübela, Beyrut 1405.
Zehebî, Şemseddin, Tarihü'l-İslâm ve vefeyatü'l-meşahir ve'l-alam, Beyrut 1412.
Kaynak: Mehdî Ekbernejad, “Nakd-i Didgah-i İbn Teymiye derbare-i İmam Mehdî (a)”, Do-faslname-i Pejuheşha-yi Kur'ân ve Hadis, Defter: 1, 1388, s. 25-42.
Doç. Dr. Mehdî Ekbernejad / İlam Üniversitesi
Çev: Ertuğrul Ertekin
source : abna24